• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: EBÛ İSHAK EŞ-ŞÎRÂZÎ VE CEDELE YAKLAŞIMI

2.2. Şîrâzî’nin Cedele Yaklaşımı

2.2.1. Şîrâzî’nin Cedele Dair Eserleri

2.2.1.1. el-Mülahhas fi’l-cedel fî usûli’l-fıkh

Usûl konularında tartışma metodunun keyfiyetine dair geniş bilgiler verdiği ve bunların füru örnekleriyle bağlantısını kurduğu bu eseri Şîrâzî’nin, yaptığı atıflardan da yola çıkılarak, et-Tabsıra ve Kitâbü’l-kıyâs’tan sonra yazmış olduğu söylenebilir.468

Şîrâzî’nin kitabın adına koyduğu fî usûli’l-fıkh kaydı önemlidir. Zira o, bu kaydı düşmek suretiyle mantıkî cedeli konu edinmediğini ve yalnızca usûlî cedeli ele aldığını bildirmiş olmaktadır. Aynı şekilde öğrencisi olan İbn Akîl’in eserini el-Cedel alâ tarîkati’l-fukahâ şeklinde isimlendirmesinin de benzer bir amaca mebni olduğu söylenebilir.

Kitabı telif amacı olarak “ilme ulaşmada en kuvvetli yol ve kendisiyle doğrunun

bilinebildiği en kuvvetli yol olarak nazarı gördüğümde, nefsim beni Mülahhas fi’l-cedel kitabını tasnif etmeye yönlendirdi” ifadelerini kullanmıştır.469 Bu ifadeler onun cedeli ilme ve doğruya ulaşmak için yapılan bir tefekkür faaliyeti olarak gördüğünü izhar etmektedir. Bu durum, birinci bölümde de ifade edilen usûlî cedel ile mantıki cedelin birbirinden farklı amaçlar taşıdığı yargısını destekler niteliktedir.

el-Mülahhas’ta ilk olarak ilmi tartışmada tarafların bilmesi gereken terimlere dair bilgiler

veren Şîrâzî, sonrasında şer’î delilleri konu edinmiştir. şer’î delilleri ele aldığı bu kısımda, delillerin her birinin hükümlere hangi şekillerde delalet edebileceğini örnekler eşliğinde açıklamış ve böylece tartışma esnasında tarafların hangi delillerle ne şekilde istidlalde bulunabileceğine dair bilgiler vermiştir. Bu giriş kısmı, eserin sonraki kısımları için elzem bir mahiyettedir. Zira daha sonradan bu delillerle istidlal edilmesi durumunda hangi tür istidlale ne şekilde itiraz edilebileceğine yer vermiş ve bu itirazları da bu ilk kısımda zikrettiği tertibe göre sıralamıştır.

Şîrâzî, tezimizin ilerleyen bölümlerinde de görüleceği üzere delilleri asl, makûl-i asl ve istishâb şeklinde üçlü bir taksimle ele almıştır. Asl delilleri arasında Kitab, sünnet, icmâ

468 Şîrâzî’nin el-Mülahhas’ta bu eserlere yaptığı atıflar için bkz. Şîrâzî, el-Mülahhas, I, 46; II, 550.

ve sahabe kavline yer vermiş; makûl-i asl delilleri arasında da lahnü’l-hitab, fahva’l-hitâb, delîlü’l-hitâb ve ma’ne’l-hitâb/kıyas’a yer vermiştir. Bu terimlerin hangi anlamda kullanıldığına ve Şîrâzî’nin cumhurun kullanımından farklı olan kullanımlarına tezin ilgili yerlerinde değineceğimiz için bu hususları burada ayrıca zikretmeyeceğiz.

Her bir istidlal türüne yönelik itirazları ele almadan önce cedelin teorik alt yapısından bahseden Şîrâzî, cedelin işleyişine dair bilgiler vermiştir. O, cedelin tamamının soru ve cevaptan ibaret olduğunu söyleyerek konuya giriş yapmış ve cedeldeki soruları, tartışmayı sağlam bir zeminde yürütebilmek için tertip etmiştir. Ona göre tartışmada ilk olarak sorulması gereken soru muhatabın görüşünün/mezhebinin ne olduğudur. Daha sonra sırasıyla bu görüşünün delili, mezkûr delilin hangi açıdan hükme delalet ettiği sorulur ve son olarak da bu delile yönelik eleştirel sorular yöneltilir. Bu eleştirel sorular da mutâlebe, itiraz ve muâraza şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutulur. Her bir soru türüyle ilgili yerinde açıklama yapacağımız için burada kitabın içeriğine kısaca değinmekle yetiniyoruz.

Bu teorik kısmın sonunda ise Şîrâzî, cedelde tarafların uyması gereken ahlaki kurallara yer vermiştir. Daha sonra da deliller ile istidlal edildiğinde bu istidlaller üzerinde nasıl tartışılacağı üzerinde durduğu asıl bölüme geçmiş ve mutâlebe, itirâz ve muâraza sorularını uygulamalı olarak istidlallere tatbik etmiştir. Daha sonrasında deliller arasındaki tercih sebeplerine yer vermiş ve son olarak da cedel meclisinin hangi durumlarda son bulacağını, tarafların hangi durumlarda tartışmadan galip veya mağlup ayrılacağına kısaca değinerek eserini sonlandırmıştır.

Eserde kullanılan dil genel itibariyle sadedir ancak istidlallere yapılan itirazlar esnasında zikredilen örnekler kimi zaman kapalı kalabilmekte, tartışılan meselenin tam olarak ne olduğu anlaşılamamaktadır. Bu noktada onun hilâfiyât eserleri, ihtilaflı meseledeki asıl tartışma noktasının tespiti noktasında bizlere ışık tutmaktadır. Ayrıca eserde şer’î deliller ile ferî meselelerde nasıl istidlal edileceği ve bu istidlallere nasıl itiraz edileceği üzerinde durulmakta, usûlî meseleler üzerinde nasıl tartışılacağına ise değinilmemektedir. Bunun yerine usûlî meselelerdeki ihtilafların önem arz ettiği noktalarda Şîrâzî, bu ihtilafları yalnızca konu bazlı zikretmekle yetinip tartışmanın ayrıntıları için okuyucuyu genellikle

Eserin genelinde Hanefîleri tartışmanın hasmı olarak konumlandıran Şîrâzî, nadiren diğer mezhepleri de muhalif olarak ele almıştır. Bu noktada Râfizîler, Mâlikîler ve Şâfiî mezhebinden belli gruplar zikredilebilir. Ayrıca Şîrâzî eseri boyunca verdiği itiraz örneklerinde yalnızca kendi mezhebinin görüşlerini destekleyen ve savunan bir tavır sergilememiştir. Aksine pek çok yerde müstedil olarak konumlandırdığı hanefî şahsın yapmış olduğu istidlale şâfiî bir muterizin yöneltebileceği itirazları zikretmiş, ancak sonrasında hanefî şahsın bu itirazları nasıl def edebileceğini de aktararak bir nevi kendi mezhebinin itirazlarını boşa çıkarmıştır. Bu sebeple Şîrâzî’nin bu eserinde kısmen de olsa tarafsız bir tavır sergilediğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Şîrâzî’nin bu eserinin, kendisinden sonrakileri etkilemesi açısından da önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. el-Mülahhas’tan etkilenen isimlere örnek olarak Bâcî (474/1081), Kelvezânî (510/1116) ve İbn Akîl’in (513/1119) isimleri zikredilebilir. Bilhassa Mâlikî olan Bâcî’nin el-Minhâc adlı cedele dair eseri, Şîrâzî’nin bu eseriyle gerek kitabın planı gerekse cümleleri itibariyle oldukça benzerlik göstermektedir. Bu haliyle el-Minhâc’ın, el-Mülahhas’ın örneklerinin Mâlikî mezhebine uyarlanmış hali olduğu söylenebilir.470 Bâcî gibi Şîrâzî’nin öğrencilerinden olan İbn Akîl’in el-Cedel alâ

tarîkati’l-fukahâ adlı eseri de her ne kadar konuların tertibi açısından el-Mülahhas’la tam

olarak uyuşmasa da konuların içerikleri birbiriyle oldukça benzerlik göstermektedir. Bununla birlikte İbn Akîl’in bu eseri oldukça muhtasar bir yapıda olduğu için

el-Mülahhas’taki gibi meseleler üzerindeki tartışmalara ayrıntılı şekilde yer verilmemiş,

kısaca tartışmalı meselelere değinilmekle yetinilmiştir. Onun el-Vâdıh adlı usul eseri de

el-Mülahhas ile plan ve içerik olarak benzeşmektedir. Öyle ki kitabı tahkik eden Musa

el-Karnî, İbn Akîl’in el-Vâdıh’ta doğrudan işarette bulunmaksızın faydalandığı dört eser olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ona göre bu kitaplar Ebû Yâ’lâ’nin el-Udde’si, Cüveynî’nin

el-Kâfiye’si, Şîrâzî’nin el-Mülahhas’ı ve Şerhu’l-Lüma’ıdır. Karnî’nin ifade ettiği üzere el-Vâdıh’ta, bilhassa şer’î delillerin tasnifi noktasında kullanılan lafızlarda olmak üzere

eserin pek çok yerinde el-Mülahhas’ta kullanılan cümlelerin aynısı yer almaktadır.471

470 İki eserin başlıklarının karşılaştırması için bkz. Young, The Dialectical Forge, s. 137-146.

471 Musa b. Muhammed el-Karnî, “Kitâbü’l-Vâdıh fî usûli’l-fıkh” (Doktora Tezi, Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi, 1984), s.

128. İki metin arasında birebir benzer pek çok cümle bulunmaktadır. Bu benzerliklere örnek olarak bkz Şîrâzî,

el-Mülahhas, tezimizin en önemli kaynağını teşkil etmekte olup Muhammed Yusuf

Ahundcân Niyâzî tarafından Ümmü’l-Kurâ Üniversitesinde yüksek lisans tezi olarak tahkik edilmiş ancak basılmamıştır.472

2.2.1.2. el-Me’ûne fi’l-cedel

Şîrâzî bu eseri Mülahhas’tan sonra kaleme almıştır. Mukaddime kısmında eseri

el-Mülahhas’ın uzun olmasından dolayı kaleme aldığını ve bu eserin delillere yapılabilecek

itirazları ve bu itirazlara verilebilecek cevapları öğrenmek isteyenler için yardımcı bir kaynak olduğunu, bu ilimle iştigal edenler için de bir müzakere kitabı niteliğinde olduğunu ifade etmiştir.473 Bu eser Mülahhas’ın özeti niteliğinde olduğundan

el-Me’ûne’nin sistematiği ve örnekleri hemen hemen el-Mülahhas ile aynıdır.

Eser Ali b. Abdülaziz el-Umeyrînî tarafından 1987’de Kuveyt’te474; Abdülmecid et-Türkî tarafından 1988’de Beyrut’ta neşredilmiştir.