• Sonuç bulunamadı

(…)” (İpeğin Yüzü, Ciğerpare, s.114)

Şairin olaylar ve durumlar karşısında hissettiğini doğa da hisseder. Yani sevgiliye duyulan özlemi doğa da duyar, gecenin karşısındaki çaresizlikte doğa da çaresizdir. Doğa ve şair arasındaki bu karşılıklı iletişim artık şairde edebi bir karakter özelliği kazanmıştır. Şiirlerde de yansıtma söz sanatını kullanarak işlemiştir.

dile getirdiği sosyal gerçekçi çizgiye dayalı yaşam anlayışının ülkesinde uygulanabilir olma umudunun yıkılmasından sonra oluşan bir umutsuzluktur.

“(…)

Dilimin ucuna gelse de batmış ömrümün ahir vaktinde yolculuğum Diyemezdim kimselere çıkacağım seferin yönünü, sayısını

Dil uzatırdı yaşadığım günler çoraklığıma, sabrıma, dili bir Karış dışarı çıkmış umutsuzluklarıma, dile düşerdim ben de Ne yapsam kapımın önünde dili dolaşmış takvimlerimin arasında (…)” (Batık Güneş, Taşı Sula, T.Ş., s.145)

Bütün bu umutsuzluğun içinde şairin zaman zaman şiirlerinde bir umut ışığının belirdiğini görebiliriz. Yani doğanın kanununa uymuş ve zıtlığın birliğini yakalamıştır.

Bu aynı zamanda içine düştüğü buhrandan kurtulma çabasıdır. “İyiliğin varlığı konusunda beslenen umut ve güven, günlük yaşamda hep görüldüğü gibi, kişilerin zorlukları aşarak zulmedilme kaygısına başarıyla karşı koymalarını sağlar.” (Klein, 2016: 38) Bu kaygının bir sonucu olarak da hem umudu hem de umutsuzluğu hissetmekte ve bunları şiirlerinde tanımlamaktadır. Girdiği her umutsuzluk buhranının sonucunda bir umut arayışının içinde olduğu görülür. Ama bu umudun çok uzakta bir yerlerde olduğunun da farkındadır. Bazen Kaf Dağı’nın ucunda bazen de Akdeniz’in fırtınasında olabilmektedir. Kendisi şiirlerinin kişisi aracılığıyla umut var biri olduğunu bildirmesinin yanında okuyucusunun da umudunu kaybetmemesini ister.

“(…)

Satıcıların peşine takılmış bir dünya, aç bir karın Değirmen taşı, öğütür düşkünlerin yaşamını, sabrını

Bir ucu Kaf Dağı’nda, bir ucu Akdeniz’de bir umut fırtınası Defterlerin arasında mektuba dönüşen, dilekçeye dönüşen (…)” (Yitik Testi, T.S., T.Ş., s.147)

“(…)

Yüreğini karartma, dön yönünü seslere, renklere Sisi barındırma yanında, sis bütün kötülükleri sever Yolculuğa çıkacakmışsın gibi yaşa, yani hep seferi

(…)” (Taşı Sula, T.S., T.Ş., s.149)

Gültekin Emre, Taşı Sula adlı kitabını çıkardığında ülkesinden ayrılalı on sekiz yıl olmuştur. Şiirlerinden de anlaşılacağı üzere, bu süreç içerisinde yetişen neslin nasıl

bir yapıya sahip olduğunu gözlemlemiştir. Hatta zaman zaman kendi gençliği ile zamanın gençliği arasında bir kıyasa gittiği bile görülmektedir. Şairin sahip olduğu umudun içinde gençler de yer almaktadır. Ancak gençler tamamen bir umuttan ibaret değildir. Edindiği gözlemlere dayanarak bazen gençlere dair bir umutsuzluğa da kapılmaktadır. İşte tam da bu yüzden bu tema içerisine gençlik konusunu da katmış bulunuyoruz. Yani gençler umut vaat ettiği gibi umutsuzluğun da sebebidir. Şair, sadece ülkesinde bulunan gençler için değil, aynı zamanda gurbetçi gençler için de çeşitli söylemler geliştirmiştir.

“(…)

Ey çare, ey göç dalgası hangi istasyondasın, hangi kanalda Kiminle çıkıyorsun programa, garip bir evladın kuşağını Boşlama yine de sen sar beline, koy cebine, akımları önemse (…)” (Görünmez Kaza, T.S., T.Ş, s.146)

“(…)

Toprak çatlar çatışmalarda kahrından, dağlar sığınılmaz Olur ayazına sığınılmaz, buzuna ve yalnızlığına, artık kız Kaçırmıyor ak pak kızlar bir bir ellerden başka yataklara

“Giden gelmiyor, bu nasıl iştir” içli şarkılar dinlenmiyor (…)” (Batık Gemi, T.S., T.Ş., s.153)

Şair, gençliğe dair izlenimlerini Taşı Sula’dan önceki kitabı olan Siyaha Elveda’dan itibaren açıklamaya başlar. Bu izlenimlerin olumsuz olduğu görülür. Şair, mısralarının arasında olumsuz olmasının sebeplerini de açıklar. Aynı zamanda kendi gençliğini ve yaptıklarını düşünerek bir kıyaslama içine girdiğini ve bu kıyaslamanın aslında yeni gençler için bir yol haritası oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Bu yol haritasıyla şair gençlerden beklentisini dile getirmiştir. Gençliğe dair bu olumsuz söylemler sadece kendini yetiştirmekle ilgili değil, aynı zamanda enerjiden yoksun olmalarıyla da ilgilidir. Bu tarz söylemler şairin gençliğe karşı bir umutsuzluk içinde olduğunu da göstermektedir. Buna ilk defa Siyaha Elveda adlı kitabının ‘Günün Yarısına Ne Oldu’ şiirinde rastlanır. Açık şekliyle ve şiirinin çatısını bu mesaj üzerine kurduğu görülmektedir.

“Ah bu gençlik! Ah bu gençlik!

Pili bitmiş, aküsü boşalmış (…)

Yüzün geçmişime gömülü, Rus steplerinde Uğuldar durur / Gorki’nin dinlemeye doyamadığı Masallardaki rüzgârlar, ay hiç eksik olmaz sularda (…)

Ah bu gençlik! Ah bu gençlik!

Puşkin’i tanımayan, Tatyana’yla yazışmayan”

(Günün Yarısına Ne Oldu, Siyaha Elveda, T.Ş., s.224) Gültekin Emre’de umut aynı zamanda sevgiye dairdir. Ancak bu yürekten gelen bir umuttur. Çünkü çevreye baktığında her şey umutsuzluğa dairdir. Ama hiçbir zaman enerjisini yitirmez. Umudu içinde hisseder. Şair Ciğerpare adlı şiir kitabını yayımladığında yıllar 2011’i göstermektedir ve Almanya’ya gidişinin üzerinden tam otuz bir yıl geçmiştir. On üçüncü şiir kitabını çıkardığında bile hala umuttan söz edebilmektedir. Ancak buradaki umut sosyal bir içerik taşımaz. Daha çok aşka dairdir.

Sevgide hiçbir zaman umudunu kaybetmeyen şair, sosyal gerçeklikte aynı yoğunluğu koruyamaz. Belki tamamen bir umutsuzluktan söz edemeyiz ama duygusu daha çok umutsuzluğa dönüktür.

“(…)

Sokak lambalarının ölgün ışıklarına sordum seni

Sevgilin yok karanlıkların aydınlığında dediler, onu burada arama Yapayalnız kalan kendime sordum seni

Ağıtlara sarılan yüreğim bekle dedi, bekle, sevgilin gelecek sana”

(Cansız, Ciğerpare, s.83)

“Yıl bitiyor sabrım değil günler çabucak gelip geçse de Sen deleceksin delip yokluğunun yolunu, buzunu Seni karşılayacak yüreğim, kulaklarım sesini

(…)” (Peri, Ciğerpare, s.89)

Taksim Olayları’nda gençliğin ön plana çıkmış olması şair açısından da dikkatten kaçmış bir durum değildir. Bu olaylarda gençlerin yaşadığı kavgalar ve bu kavgalar neticesinde yaşanan ölümler, şairi etkilemiş ve şiirlerine konu olmuştur. Bu gençlerden yola çıkarak kendi gençliğini hatırlayan şair, direkt olmasa da, bizim bir çıkarımımız olarak, gençlere yol gösterme mahiyetinde bir mesaj vermiştir.

“(…)

Taş taş(tı), yol kaç can (aldı), az buz solu, gençlik kısa kaş

Kaya parçala par(ça) par(ça), çakıl omuz omza kan, çocukluk uzun kulak Gölge oyunu, çorap söküğü tut el(im)den, ekmek emekle

(…)

Gençliği yelelelli kasığı tut kasırga, sığma(yalım) sığırcık meydanlara Kaldırım taşları kalın öksürük, uzuuuuuunnnn adımmm

(…)” (Yürü Dur Boya, y.d.b., s.69)

Gençlere vermek istediği mesaja araç olarak bir kitabını kullanmıştır. 2016 yılında yayımladığı ve bu gençliğe adadığını söylediği ‘yürü dur boya’ adlı kitabı ve kitabının adı gençliğe vermek istediği mesajın kendisidir. Kitaba konulan ad üç fiilden oluşmuştur ve bu fiiller bir hareket bildirmektedir. Yani gençlerden yürümesini, karşı durmasını ve yazarak-boyayarak kendilerini ifade etmesini istemiştir. Dönemin olaylarına baktığımızda olanlar tam da şairin tarif ettiği gibidir. Bu, şairin şiirlerinden yola çıkarak edindiğimiz bir izlenimdir. Aynı zamanda şair, bu kitapla beraber şiirlerine bir parça giz yerleştirdiğini söyleyebiliriz. Bundan ötürü gençliğe dair mesajların ve tespitlerin örtük bir durumu vardır.