• Sonuç bulunamadı

(…)” (Seni Bilmem Ama, y.d.b., s.86)

“(…)

Sarılıp bir güzel Özlem gideririz seninle bir atölyede, belki deeee Porno ve erotizm üstünde sevişiriz de bu iş hele nasıl Mış diye diye, hayat buradan da gidilir o geri gelmez

(…)” (Eksik Yüz, y.d.b., s.91)

Sen, aşktan uzak düşünülünce geriye kalan ise kuru bir cinsellik olacaktır.

Nitekim şair bunu şiirlerinde de yansıtır. Daha önce belirttiğimiz gibi şair erotizm ve pornografiden bahsederken içerisinde sevgi de barındıran bir birliktelikle ele almıştır.

Bu durumda sevgiyi körükleyen ise sen’dir. Sevgi ve sen kelimesi birbirinden uzaklaştıkça artık geriye çirkin bir cinsellik kalmış gibidir. Tabi bu duygu farazi bir nitelik taşımaktadır. Tamamen şiirlerden yola çıkarak kendi düşüncelerimize dayandığımız bir kanaattir.

özellik aktarım yapılarak doğaya atfedilir. Zaman zaman şairin doğa parçalarını konuşturduğunu da görüyoruz. Ki bu da ‘intak’ olarak adlandırılmaktadır. Yani doğayı konuşturma sanatıdır. “Teşhis ve intak: ed. duygusu, hareketi, konuşması olmayan şeyleri, insan gibi duyar, hareket eder, konuşur olarak anlatma, canlılaştırma.”

(Devellioğlu, 1998: 1096) Tanımını ortaya koyduktan sonra konu başlığımız gereği daha çok tema boyutu üzerinde duracağız.

İnsan dışı varlıklara insani özellikler yüklemek şüphesiz iyi bir gözlem gücü gerektirmektedir. Şiirlerde sanatçının çevrede gezinirken ya da penceresinin kenarında otururken gördüklerinin onda uyandırdığı doğanın insani boyutunu bir not defterine not edip sakladığı ve bunu daha sonra şiirlerinde kullandığı izlenimi vardır. Gözlem gücünün yanında aynı zamanda bir benzeyen, benzetilen durumu da söz konusudur.

Nitekim doğaya insani bir boyut kazandırma, beraberinde bir benzetme de getirmektedir. Benzeyenin (doğa) değiştiği, benzetilenin (insan) sabit kaldığı bu şiirlerde söz sanatlarının hâkim olduğu görülmektedir.

“(…)

Eski bir evi yıkıyordu gençler

Perdenin bir cam siliyordu can simidiyle Balıklar delirdi diyordu bir balıkçı (…)

İki günde bir pijamalarımızı yıkıyoruz seninle Bir kedi aralığı mart sanıyor acı acı

Çamlara sormadan süslediler zorla evlendirilen kızlar gibi

(…)” (Yolda, Küçük Deniz, Toplu Şiirler, s.15)

Doğanın insani boyutu temasını başlattığımız Küçük Deniz adlı şiir kitabında yer alan şiirlere baktığımızda başlıkların çoğunlukla tek kelimeden oluştuğunu ve bu kelimenin de daha önce bahsettiğimiz benzetmedeki benzeyen öğesini içerdiği görülür.

Benzeyenin sürekli değiştiğini de zaten belirtmiştik. Yani Akşam adlı şiirde benzeyen akşamken, Balkon adlı şiirde benzeyen balkondur. Dolayısıyla şiirlerde bir olayın varlığından çok bir durum söz konusudur. Bu da gördüklerini gözlem gücüne dayanarak ve benzetmeler kurarak bir anlatım geliştirmeyi getirir.

“(…)

Bir tablo hangi rengi seçsem diye bakınıyor fırçalara Bir koridorda suskun, gülme, boş sandalyeler

Akşamın eli kulağında bir yük kamyonu gibi”

(Akşam, K.D., T.Ş., s.16)

“Burada bilmezler balkon sulamayı Odada delirip duruyor sardunya Balkona o canım çamaşırları asmalı

(…) (Balkon, K.D., T.Ş., s.17)

Benzeyenin sürekli değiştiği şiirlerde konunun da sürekli değiştiği görülebilir.

Ancak konu sürekli değişse de şiirlerde hâkim olan temaların önceki kitaplarla benzerlikler taşır. Şöyle ki, şair daha önce işlediği temaları bu sefer farklı anlatım yolları deneyerek anlatmaya çalışmıştır. Temalarını doğayı kullanarak, doğanın gözünden ya da dilinden anlatmıştır. Yani daha önce işlediği yalnızlık, gece, ütopik sen, gurbetlik… gibi temaları teşhis ve intak sanatını kullanarak tekrar ama bir başka söylem gücüyle işlemiştir. Bu farklı söylem çalışması yeni bir tema başlığı açma gerekliliği doğurmuştur.

“(…)

Bu dizede şemsiyeli bir adam geçer Bir ördek gurbete diye yola çıkar Şarabın başı döner şişeden dökülürken

Mantar hiç unutmaz kendini terk eden serabı”

(Şarap, K.D., T.Ş., s.22)

“Siliyorum her şeyi, deniz gelsin geri Sessizlik acı bir ot, sarıyor her yerimi Yol uzun sen uzaktasın balkon kadar Önünde eğiliyorum geçip giden günlerin

(…)” (Küçük Deniz, K.D., T.Ş. s.22)

Doğanın insani bir boyutta düşünüldüğü ve bunun şiirlerde bir teknik olarak ve tematik bir boyutta işlendiği Küçük Deniz adlı şiir kitabında yer alan eserlerde bir olaydan çok bir durum tespiti söz konusudur. Dolayısıyla dizelerin çoğunlukla bir eylem bildiren yüklemlerle kullanılmadığı ve daha çok sıfat tamlamalarından oluşan dizlerin var olduğu görülür. Daha önce de belirttiğimiz gibi şair bu kitaptaki şiirlerinde önceki kitaplarında işlediği temaların muhasebesini yapmıştır. Yani aynı temaları farklı bir bakış açısıyla işlemiştir. Hatta aynı şiirde daha önce işlediği temalardan birkaçını bir arada işlemiştir. Bundan ötürü şiirlerdeki mısralar arasında anlam bağının birbiriyle

ilişkilendirme adına zayıf olduğunu düşünüyoruz. Şüphesiz bu, şairin bilinçli bir tercihidir. Farklı temalara dair durum tespitlerinden ve gözlemlerden çıkan sıfat tamlamalarına dayalı dizeler arasında anlam bağı kurmak zor olsa da şairin bunu farklı bir tavır geliştirmek adına yaptığı anlaşılmaktadır. Bu aynı zamanda anlam yoğunluğu da demektir. Daha önce farklı şiirlerde işlediği deniz, sessizlik, mavi, aşk, yol, çocukluk… gibi temaları artık aynı şiirde bir arada görebiliyoruz. Bundandır ki şiirlerde hem anlam yoğunluğu vardır hem de mısralar arasında anlamsal bir bağ zayıflığı. Ancak tekrar belirtmemizde fayda vardır ki bu durum şairin bilinçli tercihidir.5

“Denize indim, kıyının dudakları sımsıkı Sessizliğin önünde ütülendikçe buruşan deniz Mavi koparmış hayatın ipini çekilmiş kendi içine Ben solgun bir aşkı düşündüm kendime

Koyarken dalına elmayı yolu unutup Kirpiğini temizliyordu bir tren sessizce Liman çocukluğuna uzanıyordu her koldan Bir kuş havalandı konmak için sesine Sayılı günlerin dalları bir bir kırıldı

(…)” (Liman, K.D., T.Ş., s.24)

Doğanın insani boyutu şiirlerde bir üst tema olarak ele alınırken şiirden şiire alt temanın değiştiği hatta aynı şiirde birden fazla alt temanın var olduğu görülür. Temanın bu teknikle işlendiği şiirlerde, şiir kişisinin de çok farklılık gösterdiği anlaşılır. Şiirlerin temasına uygun olarak şiir kişileri de insan dışında varlıklardır ve insani özellikler yüklenmiştir. Yani bir şiirde şiirin kişisi ‘incir’ iken bir başka şiirde ‘ıslak elma’

olabilmektedir. Bu varlıklar aracılığıyla kurulan söylemlerden anlaşılacağı üzere şair bunları kendi duygularını anlatmak için bir aracı olarak kullanmıştır. Böyle bir etkiden ötürü şiirlerde farklı sıfat tamlamalarının ve alışılmamış bağdaştırmaların kurulduğunu görebilmekteyiz.

“(…)

Sokağa bakıyor bir çocuk aradaki camı görmeden

Savaş ilanı gibi bir aşk bu ben mektupsuz kalınca küçük deniz’de Öğlen de olur, akşam da sen olmasan da yanımda

5 Verilen örnek şiirin orijinalinde altı çizili kelime bulunmamaktadır, tema yoğunluğuna örnek oluşturması açısından kelimelerin altı bizce çizilmiştir.

Bıçağın sırtına yaslanmış ıslak bir elma, dinleniyor”

(Islak Elma, K.D., T.Ş., s.31)

“Sen burayı, bu küçük kasabayı bilip de nasıl geldin incir Sen bunca yolu, dağı, tarlayı nasıl aştın incir

Sen bu dilin yumağını nasıl çözdün incir Sen bu salonu nasıl buldun incir

(…)” (İncir, K.D., T.Ş., s.34)

Şairin biyografisinden bildiğimiz üzere, yaşadığı bir kulak problemi neticesinde bir ay kadar kaldığı klinikte oluşturduğu günlük-şiir tarzındaki kitabında, doğanın insani bir boyutta tasvir edilmesi eğilimi devam etmiştir. “Her şeyin, her canlının, her nesnenin kendine göre devinimi, sesi, duruşu, dünyası olduğuna inanıyorum, bir canı olduğuna da” (Yıldırım, Gültekin Emre ile Şiir Üstüne, 2016: 74) düşüncesi bu şiirlerinin temel kaynağıdır. İlk defa sistemli bir şekilde ‘Küçük Deniz’ adlı şiir kitabında karşımıza çıkan bu tarz, bir klinik güncesi olarak karşımıza çıkan ‘Çınlama’da doğa bir karakter kazanır ve şiirlerin kişisi olarak karşımıza çıkar. 2010 yılında yayımladığı bu kitabında bulunan şiirlerde tasvir önemli yer tutmaktadır. Bu şiirlerde tasvir adeta bir amaç haline gelmiştir. Tasvir yaparken de şair çoğunlukla çevresinde gördüğü manzara mahiyeti taşıyan öğeleri kullanmıştır. Hatta bu şiirlerinde doğanın kendisinde uyandırdığı izlenime de dayanarak tasvirler ‘sabah, öğlen, akşam’ şeklinde gruplandırılarak ifade edilmiştir.

“Sabah

Dal kırık, yol açmazda, yağmur düşünüp duruyor (…)

Öğlen

Sis bir meleğin eli, solgun soluğu bir ömrün Bulutlar yavaşça çekti göğün renkli perdesini Akşam

Dalgın bir karanlık uzun süre bekledi kapımda Dışarıda sokak lambalarının dili bir karış”

(İkinci Gün, Çınlama, s.6)

Tasvirin bir amaç haline geldiği, doğanın karakter kazanarak şiirlerin kişisi haline büründüğü şiirlere baktığımızda betimlemelerin ve benzetmelerin çoğunlukla depresif bir ruh taşıdığı görülür. Ancak kabul ederiz ki doğanın kendi başına bu anlamı

taşıması imkânsızdır. Bunu yükleyen insanın kendisidir Dolayısıyla bu depresif kişilikli doğa tasvirlerinde Gültekin Emre’nin aslında kendi ruh dünyasını yansıttığını düşünüyoruz. Bu da aynı zamanda şairin içinde bulunduğu ruh dünyasını yansıtması açısından önemli göstergelerdir. Doğa, şair için duygularını yansıtmak adına bir araç haline gelmiş ve şiirlerinin önemli bir teması mahiyetine bürünmüştür. Bu şiirlerin özellikle ağırlık kazandığı Çınlama adlı kitabına baktığımızda, şair tedavi için bir kliniğe yatmıştır ve yıllar 2010’u göstermektedir; bu kitapta gurbette geçen otuz yıllık bir ömrün hayıflanmışlıkları söz konusudur.

“Yaşlı bir yol, kamburu çıkmış, dallara tutunarak yürüyor Sütten kesilmiş bir bank gömüyor yaprak ölülerini

Zaman uçup gitmiş, ağaçlar yemin etmişler gibi dimdik

Kendime bir sokak bulmalıyım çocukluğumun ağlayıp durmadığı (…)

Sütü bozuk bir kanal geçiyor boğazından Çeyrek bir ömürle gülüp oynayan”

(Çevreyi Tanımak, Çınlama, s.9)

Doğanın insani bir boyut kazandığı şiirlerde Emre, günün döngüsel hareketini de bu şiirler içerisinde bir tema olarak işler. İlk şiirlerinden itibaren kelime hazinesi içinde geçen ‘gün, akşam, gece, sabah’ gibi kelimeler bir karakter kazanarak döngüsel bir durum içerisinde verilmiştir. Bu durum aynı zamanda teşhis, intak gibi sanatlar içerisinde, betimlemelerle canlandırılmış şekilde karşımıza çıkar. Güne daha çok pozitif duygular yüklenirken geceye ise negatif duygular yüklenmiştir. Ayrıca günlük-şiir niteliği taşıyan Çınlama adlı şiir kitabının ‘Birinci Gün, İkinci Gün…’ şeklinde sıralanan şiirlerinin sabah-öğle-akşam şeklinde üç bölüme ayrıldığını da görürüz. Her öğünün doğayla beraber kendisinde uyandırdığı duyguları kişileştirme sanatını kullanarak anlatmıştır. Bu aynı zamanda zamanın döngüselliğini anlatma açısından şiirlerin temasına güç katmıştır.

“(…)

Yelerli dökülmüş bir ata binip gidiyor gün”

(Patika, Çınlama, s.13)

“(…)

Pencerem kapatıyor gözlerini ve gök içerde kalıyor, benimle Bir ayağı çukurda, nur topu gibi bir gece geliyor güle oynaya

Bana ne” (Ceviz, Çınlama, s.18)

Özellikle Çınlama’yla doğanın kazandığı insani boyut, Merkezkaç ile erotik bir hal da almıştır. Bu özellikler de insani bir durum taşısa da şairin doğaya böyle atıflarda bulunması ilginçtir. Şairin özellikle bu şiirlerle beraber doğayı betimlemekten ziyade artık kendine bir arkadaş olarak gördüğünü çıkarsamış bulunmaktayız. Zaten şair şiirlerinde sürekli yalnızlığına dair çeşitli söylemlerde bulunuyordu. Bunda aynı zamanda şairin insanlardan artık umduğunu bulamaması ve dolayısıyla kendi içine yönelmesinin de etkisinin olduğunu düşünüyoruz.

“(…)

Şurasında yaşıyoruz biraz haylaz, biraz ahlâksız Çivi gibi deniz çalkalayıp durma

Kalçanı, dalgalandırma gönlümün sabırsız Bayrağını, pulumu ıslat ısınsın iyice Cüce gece, aç önünü gözüm gönlüm açılsın”

(Kalemtıraş, Merkezkaç, s.59)

“(…)

Kalçanı ovdum Ey hayat

Karanfil çıldırdı

(…)” (Silgi, Merkezkaç, s.61)

Doğanın insanileştirilerek arkadaş boyutunda düşünüldüğü ve içindeki cinsel dürtünün uyandırılmasında bir aracı olarak kullanıldığı görülür. Şiir kişisi doğayla konuşur hale gelmiştir ancak doğa henüz cevap verecek mahiyette değildir. Doğa insani bir boyut kazanırken tip olarak benzediği kişi şairin kendisidir. Doğa aslında aynı zamanda şairdir.

“Yeşil kuruyup soldu soluğunu tutup Yaprak can çekişti çıkarıp canını Ağaç yapayalnız kaldı sincaba güvenip Bir kuş oldu bir yaz aynasızlar peşinde

(…)” (Ömür Boyu, Ciğerpare, s.109)

“(…)

Bir taş duramaz yerinde kalbine bir ok saplanınca uzaktan

İçimde bir orman doğar sesin zamanı durdurunca gecenin bağrında

(…)” (İpeğin Yüzü, Ciğerpare, s.114)

Şairin olaylar ve durumlar karşısında hissettiğini doğa da hisseder. Yani sevgiliye duyulan özlemi doğa da duyar, gecenin karşısındaki çaresizlikte doğa da çaresizdir. Doğa ve şair arasındaki bu karşılıklı iletişim artık şairde edebi bir karakter özelliği kazanmıştır. Şiirlerde de yansıtma söz sanatını kullanarak işlemiştir.