• Sonuç bulunamadı

(…)

Gri bir resimde belleri bükülüyor rayların Çarşılar bayram yeri değil, kalın mezar

Bir zamanlar mavi bir güneş dolaşırdı buralarda

(…) (Liman, Küçük Deniz, T.Ş., s.24)

Maviye de insani özellikler yüklenmiş ve farklı benzetmeler içerisinde kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda daha önce de belirttiğimiz gibi şairde var olan bütün duyguların Küçük Deniz kitabından itibaren daha soluklaştığını ve melankolik bir hal aldığı görürüz. Bu durum aynı şekilde mavi için de geçerli olmaya başlamıştır.

Sevda bu

Uğruna ölünmeyince Neye yarar

(…)” (Çağrı, Bizsiz Gibi, Toplu Şiirler, s.323)

“(…)

Yüreğimde kutsal bir hüzün Senin başka yüzün

(…)” (Sevda, Bizsiz Gibi, Toplu Şiirler, s.332)

Gültekin Emre, başlangıçta seviden/ sevgiden bahsederken bunu daha genel geçer bir duygu olarak yansıtır. Yani sevginin içini dolduracak biri ya da başka bir deyişle sevginin ait olduğu bir kişi yoktur. Şiirlerde yer alan şiir kişisi bundan daha çok ulvi bir duyguymuş gibi bahseder. Ancak şiir süreci boyunca bu anlamın zamanla daha beşeri, kişisel bir hale büründüğü görülür. Yani sevginin ait olduğu bir ‘sen’ karşımıza çıkar. Bu çoğunlukla sevgili olarak tabir edilecek olan kişidir. Fakat bu kişi genellikle çok uzaklarda kalmış biri olarak tasvir edilir. Onunla yeterince sevişilememiştir. Bu şiir kişisinde büyük bir eksiklik ve üzüntü kaynağıdır. Aynı zamanda sen’i hiçbir zaman unutmaz ve yüzü daima içinin bir köşesinde saklı durur. Bu şekilde genel bir sevgi/ sevi teminden, daha bireysel bir sevgi/ sevi temine geçişi şairin ikinci kitabı olan Bizsiz Gibi’nin son şiiri olan ‘Sen Benim’ adlı şiirinde ilk defa görüyoruz. Daha sonraki kitaplarında yer alan sevgi temalı şiirlerinde bu ‘sen’, sık sık karşımıza çıkacaktır.

Yaşanılmayan, eksik kalan her şey şairin şiirlerini daha da derinleştirmiştir. Belki de bu, şiirleri aracılığıyla yaşanılmayandan intikam almaktadır ve şiir onun için çok iyi bir sığınaktır.

“Benim en gizli yanımsın Sevinçlerin, mutlulukların dili Her gece kapımı vurup geçensin Benim hiç dokunulmamış yanımsın Gizli ırmakların şırıltısıyla beslenen Kardeş ölümleriyle kendimi yitirdiğim (…)

Sen benim hiç bilmediğim bir şeyimsin”

(Sen Benim, Bizsiz Gibi, Toplu Şiirler, s.363)

Şairin ilk kitabında sevgiden ve sevgiliden uzak yaşamış devrimci gençlik sonrasında sevgiyi arasa da anlamlandırmakta güçlük çekmiştir. Çünkü zamanında tanıyamamıştır, uzak durmak zorunda kalmıştır. Ama içinde hep bir boşluk vardır. Bu boşluğu dolduracak olanın da sen’den gelen sevginin olacağını bilir. Sevgiyi tanımakta ve anlamakta zorlanan şiir kişisi aynı zamanda sen olmadan kendini de anlamakta zorluk çekmektedir. Dolayısıyla sen diye bahsettiği kişi Gece Düşleri adlı üçüncü kitabında tekrar karşımıza çıkar.

“SEN

özlemin içimde bir bıçak kanı akmayan bir yara günlerimin yarısı sende

ben sensiz kendimi arayan bir bıçak yabancı kentlerin unutulmuş günlüğü beni orada kim anımsayacak

uzak dur ölüm” (Sen, Gece Düşleri, T.Ş., s.317)

Gültekin Emre’nin üçüncü kitabı Gece Düşleri’nden itibaren şiirlerinde kullandığı farklı şiir kişileri zaman zaman karşımıza çıkmaktadır. Şiirlerin kişisi bazen bir ‘Çocuk’, bazen bir ‘İp’ bazen bir ‘Uçurtma’ (Gece Düşleri, T.Ş., s.314) olabilmektedir. Bazen de gittikçe şiirlerinde yoğun olarak işlemeye başladığı sevgi/ sevi temalı şiirlerinde ‘sevgi’ şiirin kişisi olabilmektedir. Sevinin öyküsünde sevginin kendisini açıklaması ona verilmiş büyük bir fırsattır. Ve baktığımızda sevgi bile şiirin diğer kişileri gibi acı çekmektedir.

“uzattım nasırlara ellerimi

alın teri damlar günlerin göğsünden (…)

yaktığım ateşler tutuşturmuyorsa yürekleri çekip gideceğim yok başka bir yer

(…)

bir savaş alanında gibiyim

ne de olsa bir belayım ben” (Sevgi, Gece Düşleri, T.Ş., s.312)

1980 yılında Almanya’ya giden Gültekin Emre ülkesinden, ailesinden, arkadaşlarından uzak kaldığı gibi sevgiden de uzak kalmıştır. Ancak bu uzaklık şairin sevgiyi ve sevgiliyi unutmasına sebep olmamıştır. Sürekli içinde bir umut barındıran

şiirlerin şair kişisi bir gün sevginin ve sevgilinin çıkıp geleceğini düşünür. Bu düşünce onda aynı zamanda bir beklenti oluşturmuştur. Bu beklentiden ötürü de şiir kişisi sevgiliyi ve yanında getireceği sevgiyi bekler. Bu bekleme durumu şairin şiir serüveni boyunca görülen bir durumdur. Ancak hiçbir zaman ne sevgili ne de sevgi çıkıp gelmiştir. Bu durumu divan edebiyatı şairlerinin aşk temalı şiirlerinde yer alan duruma benzetebiliriz. Bu şiirlerde de şairin seslendiği sevgili hiçbir zaman çıkıp gelmez her zaman uzaktadır. Daha çok ütopik bir sevgi ve sevgili söz konusudur. Aynı durumu Gültekin Emre’de de görüyoruz. Hiçbir zaman çıkıp gelmemiş olan sevgili ütopik bir hale getirilerek karanlık gecelerde yaşanılan buhran durumlarından çıkmak için bir güç kaynağı haline gelmiştir.

“Bekliyorum kışın soğuğunu eritecek düşlerini Gecelerimin direniş türküsü mum alevi

Deniz fenerlerinin yol gösterici ışığı

Bekliyorum kafesinden salıvereceğin yüreğini Ekmek parasının yıllar yılı duygularımızı sarsan Açlığını kıracak özenle büyüttüğüm sevgini

(…)” (Bekliyorum, Aşk ve Minyatürler, T.Ş., s.291) Şairin sevgiye/ seviye dair öyküsü hep sen diye hitap ettiği kişiyle ilgilidir. Yani sevi varsa ‘sen’ de vardır. Ancak şairin şiir serüveninde bunun farklılaştığını görüyoruz.

Yani sevinin öyküsüne dahil olan kişiler farklılaşmaya başlamıştır. Artık bu öykünün içinde sadece sen yoktur. Başka kişilerin girdiğini de görürüz. Fakat burada ululanmaya çalışılan kişi değil sevinin kendisidir. Hatta bazen bu kişiden yola çıkarak sevi öyküsünün asıl sahibi olan kişiye de ulaşabilmektedir. Örneğin bazen sevi öyküsünün kahramanı Yunan bir kadın olabilir. Şairin yaz tatillerini Yunan kıyılarının karşısında yer alan Ayvalık’ta geçirdiğini de biliyoruz. Belki karşılıklı duran bu iki yerin etkisinde kalmış olması böyle bir söyleme ulaşmasını sağlamış olabilir. Tabii ki bizim için bu başlıkta önemli olan nasıl yazdığı değil şiirin konusu itibariyle bir sevi öyküsü barındırmasıdır.

“Saçlarına güneş Akdeniz mavisiyle gelir Yunanlı bir kadınsın sen saçlarını tarıyorsun Aynada, ben kuruluyorum Ege sularını gövdendeki Yüzünü tanıyorum, eski bir yontudur Efes’te şimdi Sevdiğim birine benziyor, cüzdanımda resmin

Elini uzatsan ellerime değer, arada kıta sahanlığı

(…)” (Yunanlı Bir Kadın, Düşkuyusu, T.Ş., s.253) Gültekin Emre’nin şiirlerindeki sevi öyküsü genellikle uzaklık da barındırır.

Yani bu sevi aynı zamanda bir kavuşamama öyküsüdür. Ancak bu uzaklık şiir kişisinde zaman zaman hezeyanlara yol açsa da hiçbir zaman unutmaya sebep olamamıştır. Bu uzaklıkla beraber sevginin kendisinde yarattığı değişimi ya da etkisini şair çeşitli imgelerle dile getirmiştir. Şiir kişisi kendisindeki etkiyi bildiği gibi öykünün diğer kişisi olan sevgilinin de ne durumda olduğunu tahmin edebilmiştir ve bunu aynı zamanda açıklamıştır. Şairin altıncı kitabı olan ‘Siyaha Elveda’da bile hala bu öykü varlığını korumaktadır. Ki şairin Almanya’ya gidişinin üzerinden on üç yıl geçmiştir.

“Yüzünden bir harf düştü, kış bastırdı Okuyamıyorum seni, uzaklar çok pahalı Bilet bulamıyorum, kar çok seviyor ağaçları (…)

Sensiz bir yerlere, kalakalıyorum can sıkıcı Bu kentin ölügözü sokaklarında, evlerinde Yüzünden bir harf düştü, aşk gelip beni buldu”

(Aşk Gelip Beni Buldu, Siyaha Elveda, T.Ş., s.189) Gültekin Emre’nin şiirlerinde sevi hiçbir zaman öyküsünü yitirmemiştir.

Çınlama’yla betimsel, Merkezkaç’la erotik özellikler kazanan sevinin, şiir kişisinde her zaman özel bir yeri olmuştur. Şair diğer bütün temalarını kitaplarının mahiyetlerine göre zaman zaman biraz arka planda bıraktığını görsek de sevinin öyküsünü anlatmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. 2011 yılında Merkezkaç’ı çıkardığında Almanya’ya gidişinin üzerinden otuz bir yıl geçmiştir. Bu süre zarfında bir tarih silinip gitmiştir, ancak uzağı yakın eden ‘sen’ ve yarattığı sevi öyküsü hala varlığını korumaktadır.

Aslında sevinin öyküsünün başlaması aynı zamanda şairin öyküsünün başlamasıdır.

Şair, ‘Gölgen’ adlı şiirinde bunu itiraf eder. Sevinin öyküsü başladıktan sonra her şey başkalaşmıştır. Şair artık hayatı boyunca bir gölge gibi içinde taşıyacağı bir sevdanın peşine düşmüştür. Bundan vazgeçmeye de hiç niyetli değildir. Hatta kavgasının temelinde bu sevinin bitmemesinin çabası yatmaktadır.

“(…)

Bir tarih, silinip gitmiş ama uzak yakın hala sen ordasın diye (…)

Bırakma elimi yeni doğmuş gün sarınır renk körü geçmişime Sen yoktun o zaman, dünya başkaydı, ben, ben değildim daha (…)

Gözlerimin göz, dilimin dil olduğunu anlamam seninle (…)

Bu kısa ömrün bu upuzun sevdasını gölgen gibi taşıdım bunca yıl

Bu kısa ömrün bu upuzun sevdasını gölgen gibi taşıyacağım daha kaç yıl”

(Gölgen, Merkezkaç, s.64-65)

“(…)

Bu aşk hiç bitmesin diyedir bu kavga, bunca göz nuru, iğne deliği, düğme, saksı, yol seninle”

(Bu Aşk, Merkezkaç, s.67)

Sevinin öyküsünde yer alan karakterlerden biri genellikle bir yerlere gitmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla hep bir uzaklık teması da bir alt tema olarak işlenir. Bu öyküde senaryo genel itibariyle erkeğin çıkıp gitmek zorunda kaldığı ve bu zorunluluktan sonra da sevgilinin hayalinin kurulduğu, hep gelmesinin beklenildiği bir olay örgüsü üzerine kurulmuştur. Erkeğin buhranlarla geçirdiği, yalnız kaldığı onca yıldan sonra hala geri dönmek istediğin ve kavuşma umudunu kaybetmediğini görürüz.

Ancak Ciğerpare’de yer alan ‘Dönüş’ adlı şiirinde çıkıp giden kadındır ve bekleyen ise erkek. Bu öyküde rollerin değiştiği görülür. Çıkıp gitmiş olan kadın bir daha geri dönmemiştir ya da dönememiştir. Bu aynı zamanda öykü için kavuşmanın başka yolu demektir. Kendisi dönemeyen şiir kişisi sevgilinin de gelmesinin kavuşma adına bir çözüm yolu olabileceğini düşünür. Hangi yol gerçekleşirse gerçekleşsin bu sevi öyküsünde var olan ortak nokta sevgilinin bir gün sevdiğini görebilmesidir. Ölmeden önce bile olması kabul edilir.

“Dönüşü olmayan bir yolu arar gibi döndün Ardına bakmadan çıkıp gittiğin kapı açıktı hep (…)

Bugün, bıraktığın yerde değil, yoruldu beklemekten Tek koluyla sarıldı sana rüyalarım, gece karanlığım Dönüşü olan bir yoldu geri geleceğin gelebilseydin”

(Dönüş, Ciğerpare, s.13)

“(…)

Seni göreceğimi düşünürüm ölmeden önce, seni

Kulaklarım çınlar sen andın sanırım adımı daha ben doğmadan

(…)” (Paris, Ciğerpare, s.39)

Sevinin genel öyküsüne baktığımızda derbeder bir durum, melankolik bir hava hâkimdir. Bu öykünün bu şekilde biçimlenmiş olmasının sebebine baktığımızda temel sorunun başlangıç noktasından kaynaklandığı görülür. Bunu şair bir şiirinde itiraf eder.

Bir hatayla başlamıştır her şey. Şiir kişisi, sevgili tarafından sunulan aşkı görmemiştir ya da bunun kıymetini bilememiştir. Çok sonra anlasa da artık iş işten geçmiştir. Çünkü yıllarca bu hatasının acısını çeker. Kendisini bir kör olarak nitelendirir. Ancak şair bu sevgiden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Sevgiliden af diler ve yeni bir başlangıç için yeni bir şans ister.

“Ben bir âmâ değil körüm bunu benden başka bir sen biliyorsun Sen biliyorsun elinin tersiyle kendine sunulan her şeyi iteni, tenini Bağışlanmaz hatamın tamircisi olsam diyorum, olsam

Körlüğümü sana kanıtlasam durup bu bizim sokağın ortasında Üstümden arabalar geçse, görmesem öldüğümü, seni öldürdüğümü

(…)” (Kör, Ciğerpare, s.47)

“Zeytunî acı, katmerli hayat Yolumun bağrı delik deşik O uğursuz gün artık uğramasın Buraya, ben böyle değildim Diyorum sana, bana inan Kazanalım bu aşkı bir daha

(…)” (Kör Acı, Ciğerpare, s.48)

Şair sevinin öyküsünü anlatırken aslında aynı zamanda kendi hayat hikâyesini de anlatmaktadır. Sevi, hayatının merkezinde bir konumda bulunduğu için nerdeyse ilk şiirlerinden itibaren olagelmiştir. Dolayısıyla hayat hikâyesinin büyük bir parçası olmuş ve zaman dilimi açısında da çocukluğundan itibaren var olan biri olmasından ötürü, uzun bir süreyi kapsamıştır. Hatta kimi şiirlerinde hayatının başlangıcı ve bitişini bu sevinin başlangıcı ve bitişine bağlamaktadır. Şiirlerde dile getirilen hayat hikâyesinin, şairin gerçek hayat hikâyesiyle de uyum gösterdiği görülür. Gurbete gitmiş olmak, geçmişle yaşamak, başka bir dille büyümek, Ayvalık… sevinin öyküsünde yer aldığı gibi şairin gerçek yaşam öyküsünde de yer alan unsurlardır.

“Bir başka dünyaya gözümü açtım adımı bilmeden Bir pencereden baktım buradan sana, yüzündeki güneşe Sesine tutundum büyürken, ergenliğime taş sektirirken Sonra yeniden diş çıkardım bir başka dilin sözlüğünden

Yitirdim döneceğim yerin adresini yeni bir aşka köprü olurken duvar Bu cüce gecenin düşleri hep kambur, uykum ise kelaynak

Ömrüm uzun olsun istedim senin yolundaki kırmızı halıda

Sonra yine bir ayvalık bulacağım tüm gençliğimi başıma toplayıp Yurtsuzluğumun yurdunu nüfusuma geçireceğim

(…)” (Sonra, Ciğerpare, s.57)

Aşkın, sevginin dahil olduğu öykülerde mutlu son genel geçer bir kanı olarak kabul edilir. Ancak şairin, 2016’da çıkardığı ‘yürü dur boya’ kitabında bu öyküyü bu şekilde bitirmediğini görüyoruz. Zaten kalıpların dışında şiirler oluşturmaya çalışan bir kişinin bu öyküyü de genel kanının dışında sonlandırması beklenen bir sondur.

“(…)

Sen işte çekip

Gittin nereye çekildiğini Bilmemi istemedin isteseydin

Ne olacaktı ki

(…)

Çünkü karar merci

Sendin ben ise

Bir piyon oyuncak

(…)

Yolun açık olsun

Benimki de hiç

Kapanmasın bu bana

Yeter sen olsan

Da olur olmasan

Da olur çünkü

Başka aşklar da yol

Gözler göz kırpar

(…)” (Seni Bilemem Ama, y.d.b., s.86-89)

Gültekin Emre’nin şiirlerinin sevi öyküsü mutlu bir sonla bitmemiştir. Uzun bir şiir süresince kavuşmayı dileyen şiir kişisi bir anda artık bu sevgiden vazgeçmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Hem de yeni aşklara yelken açmak isteğini ortaya koyarak.

Ancak bu sevginin bitmesinde sen’in de etkisi söz konusudur. Çünkü çekip giden, sesini kısıp sessizliğe gömülen, uzağı daha da uzaklaştıran sen’dir. Aşığa da bu seviyi bitirmekten başka çare kalmamıştır. Bir diğer şaşırtıcı özellik ise başka aşklara yelken açacağının haberidir.