• Sonuç bulunamadı

Kaya parçala par(ça) par(ça), çakıl omuz omza kan, çocukluk uzun kulak Gölge oyunu, çorap söküğü tut el(im)den, ekmek emekle

(…)

Gençliği yelelelli kasığı tut kasırga, sığma(yalım) sığırcık meydanlara Kaldırım taşları kalın öksürük, uzuuuuuunnnn adımmm

(…)” (Yürü Dur Boya, y.d.b., s.69)

Gençlere vermek istediği mesaja araç olarak bir kitabını kullanmıştır. 2016 yılında yayımladığı ve bu gençliğe adadığını söylediği ‘yürü dur boya’ adlı kitabı ve kitabının adı gençliğe vermek istediği mesajın kendisidir. Kitaba konulan ad üç fiilden oluşmuştur ve bu fiiller bir hareket bildirmektedir. Yani gençlerden yürümesini, karşı durmasını ve yazarak-boyayarak kendilerini ifade etmesini istemiştir. Dönemin olaylarına baktığımızda olanlar tam da şairin tarif ettiği gibidir. Bu, şairin şiirlerinden yola çıkarak edindiğimiz bir izlenimdir. Aynı zamanda şair, bu kitapla beraber şiirlerine bir parça giz yerleştirdiğini söyleyebiliriz. Bundan ötürü gençliğe dair mesajların ve tespitlerin örtük bir durumu vardır.

topraklarından uzaklaşmış olsa da şairin, arkadaşlarının gönderdiği dergiler ve gazetelerle ülke gündemini takip ettiğini biliyoruz. Ülke gündeminden uzak kalmayan sanatçı gerçekleşen olaylardan etkilenmiş ve bunu şiirlerinde dile getirmeye başlamıştır.

Ayrıca gençlik yıllarında hayal ettiği ve mutlaka kazanacağız dediği günlerin gerçekleşmediğini bilen sanatçı, egemen gücün karşısında yer alan bir tavır sergilemeye başlamıştır.

Ülkesine olan sevgisini ve ülkesine dair hayallerini sık sık dile getiren sanatçı, gerçekleşen olaylara dair eleştirisini 1998’de yayınladığı Taşı Sula adlı kitabından itibaren açık olarak dile getirmeye başlar. Bu aynı zamanda ilk kitabında daha çok gördüğümüz sosyal gerçekçi tavrın tekrar ön plana çıktığını bize göstermektedir. 1996 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü almış olan kitap, 1998’de yayımlandığında şair Almanya’da yaşamını devam ettirmektedir ve ellili yaşlarına yaklaşmıştır. Aynı zamanda dönem itibariyle de Türkiye’ye dair önemli gelişmelerin, olayların olduğu bir dönem söz konusudur. Ülke gündeminden hiçbir zaman uzak kalamayan ve yazdıklarıyla yaradılışı itibariyle de olduğunu düşündüğümüz sebeplerden ötürü gerçekleşen olaylara dair dokundurma olarak ifade ettiğimiz eleştirilerini, şiirlerinde yansıtması gayet olağandır. Bu siyasi dokundurmaların başladığı Taşı Sula adlı kitabından sonraki kitabının sadece adına (Kanun Hükmünde Şiir) baktığımızda bile bunun artık şair açısından şiirsel bir tavır olduğu söylenebilir. Aynı zamanda son şiir kitaplarından olan ve Taksim Olayları’nı daha çok konu edindiği ‘yürü dur boya’ adlı kitabı söylemlerimizi kanıtlar niteliktedir.

1980’den sonra hayatını Almanya’da sürdüren şair, Avrupa ülkelerini görmüş bu sayede ülkesine dair bir karşılaştırma ve değerlendirme görüsüne sahip olmuştur. Bu değerlendirmede ülkesinin içinde bulunduğu durumdan hiç de hoşnut olmadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında “… çerçeveletin sise boğulmuş bu gurbetçileri / Seven kentin resimlerini ve dağıtın akşamcılara” (Uzak Ateş, Taşı Sula, T.Ş., s.148) mısralarıyla Almanya’nın gurbetçilere sergilediği tavrı değerlendirirken ülkesinin bu değerlendirmedeki yerini sorgular.

“(…)

Havaalanlarının birbirine karıştığı, dillerin birbirine Dolaştığı kaçıncı paraleldeki serüvene gidiyor bu ekspres Hani Japonların dünyaya pazarladıkları, fiestalarda tükenir mi Bir İspanyol’un kalbi, karnavaldan karnavala özgürlük mü

Taşır kadınlar hem Brezilya’da, hem Köln’de, bizim yerimiz Nerede peki bunca bayrağın arasında, bunca puzlede

(…)” (Yitik Serinlik, Taşı Sula, T.Ş., s.152)

Ülkesine dair değişimden haberdar olan sanatçı, gelişmelerden rahatsızdır. Bu değişiklikler sadece siyasi boyutta değil, insani boyuttadır da. Çünkü artık kendi dönemindeki gençlere rastlayamadığını görmekte ve gençlerin geçirmiş olduğu bu değişimi olumsuz nitelendirmektedir. Adeta siyaset bu bozukluğun tetikleyicisi mahiyetindedir ve bu şaire acı verir. Çünkü ülkesinin gençleri siyasi çıkar uğruna başka ülke insanlarına kurban edilmektedir. Bu şair için bir yozlaşma demektir. Bu yozlaşmayı da siyasal tarihli olaylara dokundurarak eleştirmektedir. 16 Şubat 1969’da Amerikan 6. Filosu’nun demirlemesi ve genelev duvarlarının boyanıp bu denizcilere kızların peşkeş çekilmesi şairin siyasi dokundurmalarına bir örnek olarak verilebilir.

“Akdeniz’deki Amerikan VI. Filosu’nun NATO programları çerçevesinde 15 Temmuz 1968’de İstanbul’a yaptığı ziyaret ise beklenmedik gösterilere yol açmıştı. ‘Go Home!’

(Defol!) ve ‘Türkiye Vietnam olmayacaktır!’ yazılı levhalar taşıyan binlerce öğrenci Dolmabahçe önlerinde demirleyen ABD donanmasına karşı protestoda bulunmuş ve rıhtımdaki ABD bayrağını yarıya indirmişlerdi.” (Turan,2002; 189)

“(…)

Toprak çatlar çatışmalarda kahrından, dağlar sığınılmaz Olur ayazına sığılmaz, buzuna ve yalnızlığına, artık kız Kaçırmıyor delikanlılar al atlara binip naralarıyla Kaçıyor ak pak kızlar bir bir ellerden başka yataklara

“Giden gelmiyor, bu nasıl iştir” içli şarkılar dinlenmiyor (…)

Batık bir gemi seni bekliyor içini açmış da sana Bu filo buradan geçmeyecek ve bu kadınlar evleri Boyamayacak, bu sokağın da ahlakı var ister inanın İster inanmayın, bu sokağın da ah’ını alacaksınız Vurguna dikkat edin vurgun yemiş adamlar çoğalıyor”

(Batık Gemi, T.S., T.Ş., s.153)

Tam olarak bir akrostiş diyemeyeceğimiz ancak buna benzer bir nitelik taşıyan deneysel bir çalışma niteliğindeki ‘Sivas Acısı’ bu siyasal dokundurmanın en etkin olduğu şiirlerinden biridir. Bu şiirde 2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Şenliklerine

katılmak için Sivas’a giden aydın ve sanatçılardan 33’nün kaldıkları otelin (Madımak Oteli) yakılması sonucu hayatını kaybetmesi işlenmitir. Hayatını kaybedenler arasından

‘Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar’ bu şiirin akrostişine konu olmuş kişilerdir. Şiirin ilk bölümü bir ağıt havası taşırken, ikinci bölümü Sivas’a ve Sivaslı’lara karşı bir dokundurma, eleştiri niteliği taşımaktadır. Şiiri bütünüyle olduğu gibi aşağıya aktarıyoruz.

“Mumcu’nun öldürülmesinden altı ay sonra, Temmuz ayı başında, Sivas’ta köktenci İslam’ın büyük bir kalkışmasına tanık olundu. Pir Sultan törenleri için Sivas’a gelen yazar, aydın ve sanatçılar kaldıkları Madımak Oteli’nde gerici grupların açık bir saldırısına hedef oldular. Aralarından otuz yedi kişi otelle birlikte yakılarak öldürüldü. Olayın nedeni olarak, Aziz Nesin’in bir gece önce, Sivas Kültür Sarayı’ndaki konuşmasının yarattığı infial gösterildi.” (Çavdar, 2013: 314)

“SİVAS ACISI

GÖZ GÖZ GÖZ GEZ GEZ

A M B U Son öpücük

S E E Ğ Son taksi

I T H U Son garaj

M İ Ç R Son yolculuk

N E Son imza

B T K Son çay

E A A Son sigara

Z L A Y Son sopa

İ T Y N Son kavga

R I S A Son ateş

C O A R Son foto

İ K N Son elveda

PİR SULTAN SoooooooooooN

Sivaslı karınca Kimi ararsın hala Sivaslı karınca Kaç yıl yaşarsın daha Sivas’ın kavakları

Öper mi dudaklarınızı balta Sivas’ta çifte minare

Selçuklular utanır mı ettiklerinize Âşık Veysel hangi kapıları kullanırdı Sivaslı karınca

Sen de bu dünyada yaşadın mı”

(Sivas Acısı, T.S., T.Ş., s.158-159)

Siyasal eleştirilerin söz konusu olduğu şiirlerde şair, şiirin tamamını bu eleştirilerden oluşturmayıp dizelerin arasına kimi zaman serpiştirerek konuyu ele aldığı görülür. Bu aynı zamanda şairin bu tarz eleştirileri biraz gizleme kaygısının olabileceğini düşündürtmektedir. Ancak bu gizleme bir korkudan ötürü değildir. Daha çok şairin zor şiir oluşturma çabasının sonucudur. Çünkü şairle yapılan söyleşiden yola çıkarak zor şiir oluşturma çabasının olduğunu biliyoruz. Okuyucu, şair tarafından şiiri anlamak için biraz çaba sarf etmek durumunda bırakılır. Bu amacın ve tarzın etkisiyle şair siyasal dokundurmalarını şiirlerinde mısralar arasında gizlemiştir. Bu dokundurmalardan yöneticilerin, başa geçenlerin, yöneten sınıfın nasibini alamaması imkânsızdır. Dolayısıyla Emre’nin zaman zaman bu tarz dokundurmalar yaptığı görülür.

Bu dokundurmalar içerisinde şairin, devletin kimi uygulamalarının kendi halkını aldatmaktan ibaret olduğunu düşündüğü çalışmaların da yer aldığı görülür.

“(…)

Kollar kalkmaz, imzalar atılmaz, imzalar toplanmaz Devlete soru sorulmaz, paketler açılır durmadan Paketlerden sıkılmış kemerler çıkar cüce

Cümleler çıkar, intiharınızı kutluyorum diye Bir şey çıkar, kızın babası çıkar, filesiz Bir anne çıkar, mutfaksız evler çıkar (…)

Akşamsefaları aşındı bunca dilsizin elinde Taşkın gül sürgün bakanlar kurulu kararıyla

(…)” (Üç Günlük Ömürle Söyleşi, T.S., T.Ş., s.175-176) Şairin dokundurmalarının sadece egemen güce veya siyasal düzene olmadığını, bunun yanında ait olduğunu düşündüğümüz sosyal sınıfa dair de çeşitli eleştiriler yönlendirdiği görülebilir. 1980’li yıllarda verdiği mücadelenin ardından yıllar geçmiş ve artık dışarıdan bir bakıcı konumuna düşmüştür. Bu dışarıda bakışla gördüğü, varılan noktanın tatminsizliğidir. Bunda çevresinin de suçlu olduğunu düşünerek onlara dair

eleştirel bir söylem geliştirir. Hatta bunun içerisinde kendisini de sayar ve kendisine de eleştiriler yöneltir. Taşı Sula adlı kitap yayımlandığında verilen mücadelenin üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçmiştir ve geçmişe bakıp siyasal bir içerik barındırsın veya barındırmasın bir öz değerlendirmenin yapıldığı görülür.

“Duvar’a adam resimleri yapmıştık Duvar’daki adamları öldürdük

Duvar bizim dert ortağımızdı, her şeyimizi Duvar’a kusuyorduk: kahrolsun diyorduk

Yaşasın diyorduk, ölüm diyorduk Duvar’ı gömdük

Parçaları kitaplıklarımızda süs şimdi Dostlarımızın büfesinde

Duvar bizim her şeyimizdi Duvar’sız kaldık, yazık oldu bize

(…)” (Yapıcılar Keyfinde, Taşı Sula, T.Ş., s.179)

Gültekin Emre’nin günlük yaşantıda var olan gelişmelerden yola çıkarak siyasal bir eleştiriye vardığı da görülür. Her zaman ülkesine dair gelişmeleri gazetelerden takip eden sanatçı, okuduklarını da şiirlerinde işlemiştir. Fakat okudukları çok da iç açıcı şeyler değildir. Bunların failinin devlet olduğunu düşünür. Ayrıca ilk şiirlerinde daha çok gördüğümüz, slogana varan şiir tarzını gazete manşetlerini kullanarak devam ettirdiğini düşünüyoruz. Belki şair açısından sloganı atılacak bir durum yoktur artık ama ülkesinde var olan kötü gidişatın ya da olumsuz olayların manşetlerini slogan olarak kullanıp bir uyanış ya da farkındalık yaratma düşüncesinin hâkim olduğunu düşünüyoruz.

“(…)

Devlet aile reislerine de cinnet geçirtiyor artık Tecavüze uğrayan yalnızca sizin ömrünüz mü

Arazi mafyası hesaplaşıyor denize karşı tapuları serip İşkencede öleli çok oldu bu yavrunun babası

Can alan trafiği koruma ve kollama yasasına evet Diyenler, sonra kızlık muayenesi için sıraya girin

Yaşadığımız günler silindir gibi geçiyor üstümüzden:

Kocasını doğradı / karısını hastanelik etti / kızının ırzına Geçti / rüşvet verdi / şişlendi / ben yapmadım, dedi / idamı

(…)” (Yerinde Duramayan Şiir, Kanun Hükmünde Şiir, T.Ş., s.115-117) Ömrüne dair bir muhasebe içerisine girmiş olan şiir kişisi, gençliğini, yitip giden bir zaman dilimi olarak görür. Bu duygu da şiirleri ilerledikçe ve şair yaş aldıkça artmaya başlar ve şiirlerinde daha çok karşımıza çıkar. Yapılan bu değerlendirmede ölen zamanın ve gençliğin failinin kim olduğunu şairin bildiğini söylemiştik. Ancak bunu aleni bir şekilde ifade etmekten kaçınan şair, Kanun Hükmünde Şiir kitabında yer alan

‘Faili Meçhul Şiir’ adlı şiirinde failin kim olduğunu açık olarak söyler. Bu şiirden anladığımız üzere fail Türkiye’dir ve ona karşı bir kızgınlık duyar. Bu kızgınlığın yanında ülkesinin de aslında kendisiyle aynı kaderi paylaştığını düşünür. Peki, ülkenin bu kötü gidişatının faili kimdir? Şair şüphesiz bunun cevabını da bilir ve şiirlerinde mısra aralarına saklar.

“(…)

Kulvarın kıvrandırır kudurtur beni

Geri vitese meraklı Türkiye, döverim seni Dingili kırık Türkiye, sopalıksın sen Gençliğimi geri ver yine, geri ver

Gelirsem saçında baş komam senin Türkiye İzin ver de vişne alsın annem kiraz yapmak için

Kanun hükmünde bir ömrü tepe tepe kullandın işte Türkiye Yerinde duramayan şiirlerin elinden tuttun nasıl olduysa Cinayetlere kurban gittin sen de bu anlamsız haritada

(…)” (Faili Meçhul Şiir, K.H.Ş., T.Ş., s.130-132)

Ülkesinin yaşadığı kader ve kendi yaşadığı kader arasında bir benzerlik kursa da ülkesinin gelişemediğini görmesi şair açısından bir dokundurmayı gerektirir. Zaman zaman şair geriye dönüp baktığında kendisini değerlendirdiği gibi ülkesine dair değerlendirmeler de yapar. Bunun sonucunda vardığı noktanın çok da iç açıcı olmadığını görünce ülkesi bile şairin eleştiri oklarından kurtulamaz. Her ne kadar yönetilen tarafından ülkenin çizgisi belirlense de zannımızca şairin buradaki eleştirisi

daha çok vatandaşlara yöneliktir. Çünkü insanların kendisini geliştirmesinin aynı zamanda ülkenin gelişmesi demek olduğunu ve bu iki olgunun birbirini tetiklediği düşüncesiyle şairin ülkesine dair bir beklentisinin olduğu görülür. Ancak yıllar sonra, 2005 yılında Melez kitabını çıkardığında, şair geriye dönüp tekrar bakmıştır. Görmüştür ki bir arpa boyu yol alınamamıştır. Vatandaş üzerine düşeni yapmadığı gibi iktidar da sağlam bir siyaset izleyememektedir. Dolayısıyla ikisi de bir arada çökmektedir. Yani ülkenin tahtı yitip gittiği gibi hayatlar da yitip gitmektedir. Şiirlerden edindiğimiz bu izlenimler ve dokundurmalar bir karşı duruş olarak nitelendirilebilir veya bir sorumluluk duygusunun dışa vurumu olarak da tanımlanabilir.

“Orada burada bir vatan var sözde Yırtmacıyla uğraşan bir yaprak Kim ayıplar gurbete düşen yıldırımı Elma soyunur düşüne düşüne Kart bir karınca düşürür azıp azığını Doğduğum topraklara dönüp baktım da Hiç kendisi olamamış düne, bir arpa boyu yolu Gördüm şeytanın gözünde

(…)” (Önce Siz, Melez, T.Ş., S. 84)

“Dutu bırak ipek böceği, taht gitti elden İktidar kevgir gibi, bırak yansın

Düşün de, fırtına kuşu kendine Bir yuva daha yapar yıkılıp gidenden

Düşü bırak yalıçapkını, hayat gitti elden

Boz, boş topraklarımızda da kimse çocukluğunu Yaşamak istemiyor çünkü her yer yangın yeri Kumrular gibi olmak zor zarlar hep gele

(…)” (Biraz Bekleyin, Melez, T.Ş., s. 85)

Siyasal dokundurma olarak adlandırdığımız ancak siyasi boyutunun yanında sosyal bir boyutunun da olduğu ve eleştirel bir dilin kullanıldığı bu temada, ‘Merkezkaç’

adlı şiir kitabıyla geleneklere dair bir dokundurmanın da söz konusu olduğu görülür.

Kitaptaki eserlere baktığımızda şiirler adeta kendi açısından bir devrim yaşar

mahiyettedir. Deneysel bir çalışma niteliği taşıyan ve iki bölümden oluştuğunu düşündüğümüz şiirlerin ilk bölümünde farklı temalar işlenebilse de çoğunlukla bir ya da iki mısradan oluşan ikinci bölümde cinselliği barındıran bir içerik vardır. Bunu yine eleştirel bir dil kullanmak adına yaptığını düşünüyoruz.

“(…)

Omurgasızlık da tarihsel bir sürece salar kendini.

Sınıfta kalmış bir sınıf da olabilir Omurgasızlar.

Gide gide bitmeyen kısık tünel”

(1, Merkezkaç, s.15)

“(…)

Başını yaslasın : iyi hâl kâğıdı takıntısı olmasa daha kolay temizlemek kandaki kanı

Varsın : varsın aşkın dili tutulsun tutuklanınca dudakta, yatakta, apışarasında Oğlanın bıyığı iki kere terleyince varsın kanın gözü yaşarsın

Gövde kendini dışarı alır içerdeki hayatını durdurup bir ân”

(1, Merkezkaç, s.21)

Gültekin Emre’nin Taksim Olayları’ndan da etkilenerek ortaya koyduğu ‘yürü dur boya’ adlı şiir kitabında gençliğe ve mücadeleye dair çeşitli mesajlarının yanında, devlete ve memlekete dair siyasal ve sosyal dokundurma da yapmıştır. Bu temanın en yoğun olduğu şiir kitaplarından biridir ‘yürü dur boya’. Memleketin, insanların içinde bulunduğu durumdan rahatsızdır ve bunu şiirlerinde dile getirir. “Son şiir kitabım ‘yürü dur boya’ Gezi ruhuna banılmış şiirlerle çıktı yola” (Yıldırım, G.E: G.S.Ş., 2016: 21) diyen şair aynı zamanda umuda dair bir sorgulama içindedir. Çünkü kendi gençlik yıllarında benzer olaylar yaşanmış ve ulaşılan sonuçtan memnun değilken, benzer olayların tekrar yaşanması neticesinde memleketin hala içinde bulunduğu aynı duruma dair umut besleyip beslememe konusunda şair, bir kararsızlık içine düşmüştür. Bu arafta kalma durumu şairin şiirlerinde hissedilmektedir.

“(…)

Umut mu, evet umut

‘Bilirsin bizim memlekette çok söz az iş olduğundan sonu ne olur bilinmez Günler nasıl geçiyor bir bilsen, alev alev o gözler, yüzler, geçmişler

(…)

Hacivat’ın gözüyle nedir bu memleketin hali, rezaleti, çenesi düşük duruş

Gölge durmuyor yerinde, dehşet saçıyor yalan fotoğraflarını görünce (…)

Umut mu Unut

(…)” (Rüzgârgülü, yürü dur boya, s.18-19)

Daha önce de gurbet temasında belirttiğimiz gibi şairin Almanya yılları başladıktan sonra hiçbir zaman kendi vatanından habersiz kalmamıştır. Kendisiyle yaptığımız söyleşiden de teyit ettiğimiz üzere, sürekli Türkiye’den gelen dergi ve gazetelerle gündemi takip etmiştir. Bu davranış Gezi Ruhu’na ithafen yazdığını belirttiği ‘yürü dur boya’ adlı şiir kitabına değin devam eder. Bu dönemdeki Taksim Olayları’nı ve ülkesinde gerçekleşen olayları takip eder ama gerçekleşenlerden rahatsızdır. Bu rahatsızlık onun yüreğini dağlamış ve buna sebep olanlar da şiirlerinde çeşitli benzetmelerle şairin eleştirilerine maruz kalmıştır.

“(…)

Bir bir devriliyor çamlar zeytinler Bütün gün odandan çıkmadan ağladın Çok kötü şeyler oluyor, çok kötü şeyler Yüreğini dağlıyor okuduğun gazeteler Kırk haramili dil cambazları

Ayrıkotları sarmış haritaları”

(Azgın Ayazma, y.d.b., s.42)

Gültekin Emre’nin Taksim Olayları’ndan yola çıkarak yaptığı eleştirinin mısralar arasına biraz gizlenerek ortaya konulduğu görülür. Yani açık bir atıf yoktur.

Okuyucudan şiirin içerisinde gizlenen mesajı ya da eleştiriyi biraz çaba sarf ederek bulmasını ister. Örneğin ‘yürü dur boya’ şiir kitabının ikinci bölümü olan Kayıp Valiz’de yer alan Kanalın Kanı adlı şiir sekiz alt başlıktan oluşmuştur. Taksim Olayları’ndaki ağaç kesme mevzusundan yola çıkarak örtük bir eleştirinin yapıldığı görülür. Bu bölümde yer alan şiirlerin başlıklarına (Ağaç, Yaparak, Dal, Ot, Çit, Bulut, Merdiven, Kanal) baktığımızda ilk ipucunu elde etmiş olacağız. Biliyoruz ki bu olaylarda başlangıç noktası ağaç kesimine karşı çıkmayla ilgili birtakım problemlerdi.

Kanalın Kanı başlığında yer alan şiirlere baktığımızda daha çok sosyal bir eleştirinin söz konusu olduğu görülür. Ki bu tema başlığı altında daha önce de belirttiğimiz gibi sadece siyasal değil, sosyal dokundurmaların da yer aldığını

belirtmiştik. “Savaş artığı bir ağaç bu susun / Gözleri rüyadan başka bir şey görmüyor susun (…)” (Ağaç, Kanalın Kanı, y.d.b., s.45) şeklindeki mısralarda da gördüğümüz üzere şair bu bölümde yer alan neredeyse bütün şiirlerin mısralarının sonuna ‘susun’

kelimesini yerleştirmiştir. Bu kullanımın ironik bir kullanım olduğunu düşünüyoruz.

Aynı zamanda bu kelime sosyal bir eleştiri anlamı da içermektedir. Çünkü gerçekleşen Taksim Olayları’nda halkın yeterince tepki göstermediğini, sustuğunu düşündüğü için böyle bir çalışma yaptığını düşünüyoruz. Zaten şair bunu bölümün son şiir olan Kanal’da itiraf eder. ‘Susmayın’ der ve bunu büyük harflerle yazar. Bu aynı zamanda slogan mahiyetinde bir söylemdir. Şiire bir misyon yüklemedir.

Şairin slogana varan bir şiir tarzının da olduğu ve bunu özellikle devrimci gençlik, siyasal dokundurma temalarında kullandığı görülür. Hem kendisinin oluşturduğu slogan mahiyetli mısraların yanında hem de zaten slogan olarak bilinen cümleleri şiirlerinde mısra olarak kullandığı göze çarpar. Bu aynı zamanda var olan atmosferi tanımlaması açısından yardımcı bir unsur olarak da kullanılmıştır. Çünkü şair bu olaylarda oluşan fiziksel ve ruhsal çevrenin betimlemesini de yapmıştır. Biliyoruz ki bu olaylarda pankartlar ve duvarlara yazılan sloganlar bu olaylarda ortamın öne çıkan bir özelliklerindendi.

“Koru sınıra gerili sinirleri susun

Susma sustukça sıra sana da gelecek susun Atlayıp durur üstünden hayat susun

Cop, biber gazı, tekme tokat susun Ben yapmadım, sen yapmadın susun

(…) (Çit, Kanalın Kanı, y.d.b., s.50)

“(…)

Gübre olmasın çiçeklere susun Külün yarını yok susun

Biz burada kaç kişiyiz SUSMAYIN

(…) (Kanal, Kanalın Kanı, y.d.b., s.53)

Gültekin Emre’nin Almanya’da yaşıyor olsa bile ülke gündemini yakından takip ettiğini biliyoruz. Ülkede gerçekleşen olaylardan etkilenen ve aynı zamanda şiirlerinde buna yer veren şair, bunu yaparken deneysel şiir çalışmaları içerisinde de yer verdiği görülür. Bu durumda şairin amacı hem sıkı bir şiir oluşturmak, böylelikle okuyucuyu zorlamak, hem de söyleyeceklerini gizlemek gibi bir amacının olduğunu düşünüyoruz.

Şairin, politik bir çekincesi var mıdır bilemeyiz ama Anakara’da Barış Mitingi’nde gerçekleşen patlamaya dair yazdığı şiirde bir bulmaca tekniği kullanarak giz yaratmıştır.

Ankara ne yaptılar sana?

on akika, on akika, on akika evlet ine aptı apacağını nkara’da erör aldırısı (…)

stifa decek isiniz orusuna ülüyor ir akan, lay diyor

dalet akanı tanmıyor, ülümsüyor

(…)” (Arış İtingi, y.d.b., s.96)

Yapısal, deneysel yeniliklere açık olduğunu bildiğimiz şairin bu çalışması kendi deneysel çalışmaları içerisinde bir ilk olmakla birlikte, tekniği açısından yadırganacak bir yapıya sahip değildir. Örnek şiirde şair yaptığı siyasal dokundurmada devlet ileri gelenlerinin olay karşısındaki tavırlarını eleştirmekle kalmamış, lanetlemiştir. Şair, şiirde bütün kelimelerin ilk harfini yazmamıştır.

(…)

“sonra ‘kimi yüzüstü kıyılara vurur, kimi derin donduruculara tıkılır. kimi başından vurulur atılır, kiminin ölü bedeni araçla sürüklenir, savrulur. bize de hayatın kesik soluğu kalır. yaşarken bir hikayesi olanlar öldüklerinde masalın mışında muşunda bir sayı olurlar da artarlar, eksilmezler.”

(…) (Mektup, sere serpe, s. 38)

Deneysel, imgesel ve toplumcu gerçekçi bir kaygının birleştiği ‘sere serpe’ adlı kitabında şiirlerinin bir kısmını düzyazı şiir şeklinde oluşturmuştur. Bu şiirlerden de yola çıkarak şairin gündemden uzak kalamadığını ve kitabın oluşturulduğu döneme dair sosyal ve siyasal olaylardan izler taşıdığını görebiliyoruz. Bu izler kimim zaman eleştirel bir boyutta değerlendirilirken kimi zaman bir keder barındırmaktadır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GÜLTEKİN EMRE ŞİİRLERİNİN YAPI BAKIMINDAN İNCELENMESİ VE ADANMIŞ ŞİİRLER