• Sonuç bulunamadı

Ulaşım ve İletişim Evreninin Genişlemesi 1 Asfalt Yol ve Otomobil

4 1 DEĞİŞİMİ TAŞIYAN UNSURLAR

4.1.5. Ulaşım ve İletişim Evreninin Genişlemesi 1 Asfalt Yol ve Otomobil

Taşranın değişimini sağlayan en önemli unsurlardan biri de modernden haberdar oluştur. Diğer bütün unsurlar, taşraya taşınan şehirli unsurlar olarak alınabilecekken; taşranın şehirden haberdar oluşu ise bu sürecin bir diğer tarafıdır.

“Yol”, Kutlu’nun hikâyelerinde önemli bir kullanımla ele alınır. Kutlu’nun ideal hayatındaki “yol”u imece usulü ile yapılan, halkın ihtiyacını tarih boyunca karşılayan ve tabiata hükmetmeyen “toprak yahut şose” yoldur.

“İnsanoğlunun, hele gayreti bol atalarımızın elinden uçan ile kaçan kurtulamamış, şuncacık yolu yapamazlar mı yani. Zaten gavur zamanından kalma, yer yer sal taş döşeli bir eski yol var, oradan işliyorlar. Kazmayı küreği kapıp imece usulü ile epeyce bir zaman uğraştıktan sonra; dereler üzerine şimdilerde dahi görenleri hayranlığa sevk eden, ince kavisli, zarif köprüler inşa ederek, kağnı arabalarının, at arabalarının, yüklü develerin geçeceği yolu tamam etmişler. Ve her yıl bakımını yaparak, yüzyıllarca bu yoldan gidip gelmişler.”289

Bu yol genelde kıvrıla kıvrıla kasabaya ulaşır. bu yol, moderne varmayan ulaşmayan bir yoldur. İhtiyacın karşılanmasına yarayacak genişliktedir.

“Asfalt”, yapay bir malzeme oluşu, toprağa karışmaması ile olumsuz ve fıtrat muhalifi bir madde olarak görülür ve asfalt yol gerek ham maddesi gerek üstlendiği işlev ile olumsuzlanır. Asfalt yolun taşranın değişim ve dönüşümüne etkisinin en keskin işlendiği hikâye Bu Böyledir’dir. Bu Böyledir adlı kitabın içinde yer alan Red Cephesi isimli hikâye Kur’an-ı Kerim’den mülhem bir üslup ile modernizmi ve modern medeniyeti asfalt yol üzerinden eleştirir.

      

“Buldozerlerin dişleri toprağa saplandığı zaman…

Motor gürültülerinin yavru kuşları yuvalarından ürküttüğü zaman…

Ağaçların devrildiği, kayaların demir matkaplarla delindiği, suların önünün kesildiği zaman…

Bulutların kirlendiği zaman…

O durgun göl kenarında, kamışlıkta, akşam, balıkların ve su kuşlarının, rüzgarın ve titreyen çimenlerin, kertenkelenin, sincabın ve tarla kuşunun birlikte söylediği ilahi ansızın durduğu zaman…

Görüldü ki; ovayı bir baştan bir başa bıçak gibi kesen, geniş, kara, parlak, sıvaşık bir yol açılıvermiş… yanı başında durup bakıldığında, üzerinden geçildiğinde değil; kırklar Tepesi’ne çıkıp yukarıdan seyredildiğinde görüldü ki; ne kırmızı kiremitli evler, ne Acıçay’ın üzerinde kurulan dört delikli taş köprü, ne Ulu Cami’nin minareleri, ne de Kervansaray ovaya böylesine müdahale etmemiş. Yol besbelli ki ovayı hiçe saymış. Aslında ovadan önce kağıt üstünde yer almış bu yol. Ovaya önce kağıt üstünde müdahale edilmiş. Sonra direkleri çakılmış elektrik tellerinin. Teller ve yol cebren ovanın ortasından geçip gitmiş. Şehrin üzerinden destur demeyip gerine gerine geçip giden bu teller; ve mezarlıkları, maydonoz maşaralarını, üzerinde el izi kalmış kapı tokmaklarını, alçacık bahçe duvarlarını, mürdüm eriklerini, Ahi Baba Tekkesi’ni yarıp geçen bu yol”290

“Yolun ovayı hiçe sayması”, modernizmin bütün bir tabiatı, kainatın ahengini hiçe sayan anlayışının yansımasıdır. Ve bir kere yolun “geçtiği” yer; toprak olma keyfiyetini kaybedip modern kazanç alanı olan bir arsa hüviyetine bürünür.

Kapıları Açmak’ta kasabanın yakınlarından geçen “şehirlerarası koca bir asfalt yol”

feleğin kendi halinde dönen çarkına sinsi bir bıçak gibi saplanır. “Piyango gibi bir

şey” olarak algılanan yol, kasabanın hayatının değişime açılan kapısı olur. Toprakla,

tabiatla varoluştan gelen anlaşmaların para lehine fıtrat muhalifine bozulacağı günlerin getiricisi bu yol olur.

      

Yolun taşraya ulaşması bir anda taşranın mekân ve insan noktasında çözülüşünü getirir. “Bir kere kente girdin” mısraının taşra ve taşralı noktasından bir başka yorumu da” kent yani modernizm bir kere taşrana ulaştı” olacaktır. Bu ulaşım, ulaşım evreninin genişlemesi ile yani “karayollarının” yurdu örmesi ve otomobillerin bu yollara salınması ile olacaktır. Ulaşım kolaylığı, şehre, modern hayata varışı ondan haberdar oluşu hızlandıracak; sisteme entegrasyon, geç kalmadan “yükü tutma” anlayışını körükleyecektir. Bu bazen göç ile büyük şehre doğru bir kırılmayı taşırken bazense Bu Böyledir’de olduğu gibi, küçük bir şehri ya da kasabayı, modern kent kodlarıyla genişletecektir.

Kasabanın kaybolması serüvenini işler hale getiren mekanizmanın, ulaşım ve iletişim evreninin genişlemesi olarak görmek bu noktadan bakıldığında yanlış olmayacaktır. “Öteki”nden yerli yerinde yahut ötekinin mekânında haberdar oluş; gurbete çıkan işçiler, askerler, okumaya giden öğrenciler vasıtasıyla olmuştur.

Güz mevsimi ile birlikte gurbet yollarına düşen mevsimlik işçilerin boş götürdükleri “tahta bavullar”, modernizmin taşraya misafir olarak ilk adım atışıdır aslında. Yaz mevsimi, harman öncesi taşrasına, sılasına geri dönen işçiler; tahta bavullarına ve hafızalarına sığdırdıkları bir dünya ile gelirler. Tahta bavula küçük detaylarla sığan bu dünya; tahta Truva atı gibi içinde “yeni”yi ve “öteki”ne bir hayranlık hissini taşır. Bu haberdar oluşun, tahta bavullardan kendilerine “çakı” ve oyuncak çıkan neslin yetişkinlik dönemlerinde bir özlem ve düş halini aldığını söyleyebiliriz. Bu özlem ve büyük şehir düşü, göç ile köylerin, kasabaların boşalmasını sonuç verecektir.

Modern anlamda yolun taşraya ulaşması ve modern makinelerin büyük gürültüsü karşısında taşralı insanın şaşkınlığı Beyhude Ömrüm’de çok güzel işlenir.

“Evet bir homurtu geliyordu, daha aşağılardan, dere yatağından ya; neydi acaba? Sağa-sola selam vere vere indim Ortayokuşa. Oradan gördüm göreceğimi. Meğer kasabayı istasyona bağlayan dere yolunu iyicene açmak, adamakıllı bir şose yol yapmak üzere yol makinaları işe başlamış; her biri ayrı bir ses çıkararak ortalığı velveleye vermiş; o zamana kadar var ömürlerinde böylesine zebellâ gibi makinalar görmemiş, böylesine insanı-

hayvanı-yazıyı-yabanı korkuyla yerinden sıçratan ses işitmemiş insanlar seyre çıkmış imiş.”291

Buradaki yol asfalt yol olmamakla birlikte; modern makinelerleyürütülen yol açım çalışmaları köy halkını şaşırtmış, meraklandırmıştır. Beyhude Ömrüm’de yazar ters bir süreçle yolu ele almıştır bu kez. Asfalt yolun yani bir anlamda modernizmin köye ulaşması, köyün modern kente akışından çok sonradır.

Taşra bu kez madde planından önce zihinlerde kendisini modernizme açmış, modernizmin kendisine ulaşmasını beklemeden modern kente erişmiştir.“Bir müdür

bir mühür” anlayışı doğrultusunda boşalan köye yolun ulaşması, devletin garip

işlerinden görülüp ironi ile alınırken; bir taraftan da bu durumu modernizmin ulaşmadığı hiçbir yer kalmaması anlamında almak da gerekir. Otomobil ve yolun birbirini iktiza eden haline de yine Beyhude Ömrüm’de ironik bir şekilde değinilir.

“İstanbul’da yükü tutanların çoğu araba aldı. Onlar artık katıra binemez, hem binecek katır nerde. Sen tasalanma. Otomobil ile yol, tavukla yumurta gibidir; biri olmadan öteki olmaz. Arabasına kurulan köylü, dağa-taşa caka satmak için mutlaka köyüne gelir. Gelince de bozuk yolu görür. Bu meret pahalı şeydir, kimse kıymaz arabasını kötü yola vurmaya. Ne yapar eder bu yolu açık tutarlar.”292

Modern hayat hep “daha” ile bir adım sonrasına insanı bağlayan, esir eden bir anlayıştır. Otomobil varsa yol olacak, benzin istasyonları da o yolları kuşatacaktır. Dükkanının yakınından yol geçen Hafız Yaşar’a altın yumurtlayacak tavuk olarak önerilen de dükkanın yerinde bir benzin istasyonu açmasıdır.

      

291 Kutlu, Beyhude Ömrüm, s.125. 292A.g.e., s.179.

“İşte fırsat, yanı başından yol geçiverdi. Kes şu ağaçları, temizle güzelce. Tam yeri. Bi benzin istasyonu. Senin gücün yetmezse Kadiroğlu dünden razı. Ortak ol gitsin. Dört tane ağacın başını bekleyeceğine.”293

Modern yol; asfalt olup dönüşüme uygunsuzluğu, tabiatı “hiçe sayan”, onunla bir olmaktan ziyade ona hükmeden tavrıyla olumsuzlanır ve daha var oluşunda bozucu bir unsur olarak işlenir. Yol, kendini yapan zihniyetin argümanlarına uzanan ve bunun taşıyıcılığını üstlenen işlevi ile modernleşmenin taşraya uzanan eli kolu olmuştur.

“Yol bu defa şehre saldırdı. Evleri, dükkanları yıktı. Caddeleri genişletti. Topu topu yüklü bir devenin geçebileceği kadar açılmış sokaklar, kemerler yerle bir oldu. Faytoncu esnafı dara düştü. At arabaları kötüledi. Motor sesi sesleri yedi.”294

Yol burada geleneksel yapıya müdahale etmiş, mekânın bozulan geleneksel yapısı ile birlikte geleneksel mesleklerin işleyişi de bozulmuştur. Modernizm, yol ile kasabaya ulaşmış. Büyük bir selin gürültüyle önüne geleni kendine katıp götürmesi gibi tabiatta, geleneksel mekânda tahribata başlamıştır.

Modern medeniyet “hız ve haz”zı önceler. Bu hız ve haz medeniyetinin ilk lokomotifi trenler, modernizm taşlarının yerine tam olarak oturduğunu söyleyebileceğimiz 20.-21. yüzyılda, otomobillerin karşısında müzelere mahkum bir hal almıştır.

“Bak Erol yirminci yüzyılda hayat tarzını tayin eden, insanları yöneten üç önemli alet var. Otomobil, bilgisayar, televizyon. Bilgimiz ve eylemimiz bunlara bağlı. Hız ile hazza

      

293 Kutlu, Bu Böyledir, s.38. 294A.g.e., s.43.

dayanan hayat tarzını bunlar idare ediyor ve bizi “tüketim toplumu”nun bir neferi haline getiriyor.”295

Ulaşım evreninin genişlemesiyle, hızı önceleyen, zamanın bir “aheste beste” gibi duyumsanmasına fırsat vermeyen modern medeniyet kendi iç devinimini de bu hıza ayarlamış ve “istasyon”ların yok olmasına karayolları ile vesilelik etmiştir. Kutlu’nun hikâyelerinde istasyon bir hayattır. İstasyonların ortadan kalkması bir hayatın izlerinin geçmişe hapsolması demektir.

Tarım toplumunda tren, istasyon pek çok kavramı da duyguyu da biriktiren bir unsur olarak çıkar Kutlu’nun hikâyelerinde okuyucunun karşısına. İstasyon; güzün gurbet yazın sılanın, kavuşmanın adı olur. İstasyon ipek mendil tutan gözü yaşlı ellerin hüznünün, sevincinin Türkülere karışma yeridir. Gurbeti, hasreti, özlemi, ayrılık ve kavuşmayı bir madalya gibi göğsünde taşıyan istasyonlar; bir zamanların unutulmaya mahkum kahramanları olarak tarihteki yerlerini almıştır.

Hızlı “tüketim”, tabiatı, tarihi, mekânı, insanı kısacası bütün bir “hayatı” yaşanmışlığı tüketmektedir. Hanlar da istasyonlarla birlikte kaybolan, geleneksel seyahat anlayışının güvenlik ve hizmeti önceleyen algısı etrafında şekillenen mekânlardır. Bu mekânlar da mesafelerin kısalması, yolcu ve yolculuk anlayışının değişmesine paralel olarak istasyonlar gibi tarihe terk edilen birer anı mahalli olarak kalmıştır. Faruk Nafiz’in duvarlarında nice hayatlara tanıklık ettiği hanların yerini, karayolları kenarındaki otel ve moteller almıştır.

Seyahat ve yolculuk, tasavvufi manada insanın dünya hayatını sembolize eder. Mustafa Kutlu’nun şehre varmayan tabiat ile bütünleşen tren yolları, kasaba meydanına kıvrıla kıvrıla ulaşan şose ya da toprak yolları, ahenge, tabiata yani birliğe bir menzil gibi ulaşırken; asfalt yol, daha yapılış aşamasında tabiat menzilini, fıtratı aradan çıkarıp varacağı menzili kendi hükmü doğrultusunda şekillendirmektedir. İstasyon ve han bu seyahatin tefekkür duraklarından olup, yolların insanın ruhunu terbiye eden kısmına da tekabül eder diyebiliriz.

      

Toprakla rabıtanın olduğu yollar ile insan varacağı menzile hazırlanıp, bu dünyanın faniliği ve yolculuktan ibaret oluşu üzerine bir tefekkürü, felsefeyi içselleştirirken; asfalt yol toprakla insan arasına girerek insanın öteye bakışını perdeler. Ayak basılan zemin, insanı şekillendirecek olan hayatın taşıyıcısıdır. O zeminin “ne”liği insanın kimliğinin de belirleyicisi, zeminin değişimi ise kimlik değişiminin ve o kimliği taşıyan dünya algısının değişimi demektir. İnsanın bu açıdan bastığı yeri tanıması ve ona göre duruşunu sağlamlaştırması gerekmektedir.

“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı artık. O betondur, senin yeni vatanın. Asfalttır, parkedir, Halıflex’dir”296 uyarısı yeni bir hayatın, bir değişimin temelden ele alınması gerekliliğini vermesi açısından önemli ve çarpıcıdır. Bu yeni zemin, toprak gibi müşfik ve münbit değil, tanınması gereken sert bir yabancıdır. Yabancılaşmayı taşıyan bir yabancılardır asfalt ve beton.

Mustafa Kutlu’nun hikâyelerinde anlattığı ideal taşra Osmanlı geleneksel toplumunun devamı olma özelliğini muhafaza eden 60’lı yıllara kadar ki taşradır.

Mavi Kuş, Mustafa Kutlu’nun ideal taşrasının, bozulmamış taşrasının hikâyesidir. Mavi Kuş ve Uzun Hikaye dışında taşra merkezli Kapıları Açmak, Beyhude Ömrüm

ve Tufandan Önce’de bozulmaya başlayan taşra hayatı ve taşradaki değişim dönüşüm irdelenir.

Mustafa Kutlu’nun taşranın değişimini en sivri anlattığı hikâye ise küçük bir taşra şehrinin dönüşümünü anlatan “Bu Böyledir” dir. Bu Böyledir ve Yoksulluk

İçimizde içinde yer alan son hikaye, taşranın modern kente evrilişini çarpıcı bir

şekilde vermiştir.

Genel hatları ile bakacak olursak tüm bu hikâyelerde değişimi taşıyan unsurlardan sivrilen unsur her birinde farklı görünmekle birlikte; hepsinin birbirini tamamladığını ve bu hikâyelere toplu bir bakışla bakıldığında taşranın değişim ve dönüşümünün net kavranabileceğini söyleyebiliriz. Kapıları Açmak’ta para hırsı, turizm ve toprağa yabancılaşma; Tufandan Önce’de siyaset, muhacir, para, çıkar ve iktidar; Beyhude Ömrüm’de nesillerin değişimi ve buna paralel yerleşen para ve

      

konfor isteği ile gelen göç; Bu Böyledir’de insanın toprağa yabancılaşması, paraya bağlanması, hız ve haz medeniyetinin hız ayağı olan yol ve Yoksulluk İçimizde’de geleneksel görüntü ve yapısını kaybeden, değişen mekân, üzerinden dönüşüm verilmiştir. Sır’da insanın değişimine paralel değişen tarikat algısı irdelenirken; kent/taşra ikilemi de gözler önüne serilmiştir. Hüzün ve Tesadüf adlı hikâye Kutlu’nun taşrasının önemli unsurlarından biri olan istasyonun değişimini ele alır. Bir zamanların hayat merkezlerinden biri olan istasyonların, otomobil medeniyetine yenik düşmüş terk edilmişliği anlatılır. Arkakapak Yazıları’nda yer alan Biz

Büyürken Küçülen hikâyesi ise; bir “küçük” meydan ve o meydanda büyütülen

hayatların “küresel dünya” düzeni içerisinde küçülüşünü gösterir.

Taşranın değişimi/dönüşümü modernleşme hamlesinin bir sonucudur. Türk Modernleşmesi, taşranın dönüştürülmesi üzerine kuruludur. Kutlu’nun meselesi de Cumhuriyet ile başlayıp, 1960’larla hızlanan “toplumsal değişme” dir. “Ne idi(k) ne oldu(k)” şeklinde mekân ve insan üzerinden ele alır Kutlu. Mekân ve insanın arasındaki varoluşsal bağı bakışından ırak etmeden. Mekânla birlikte değişen hayatları, insanı; insanla ve değişen hayatla birlikte yeniden yapılanan mekanları anlatır.

4.2. DEĞİŞEN HAYAT: MEKÂN VE İNSANIN DEĞİŞİMİ