• Sonuç bulunamadı

3.1.1.1 Kadınlar

3.1.6. Toplumsal Kimlik ve Rolleri Açısından Taşra İnsanları 1 Hoca

3.1.6.4. Taşranın Delisi/ Velis

Mustafa Kutlu’nun taşrasının en önemli figürlerinden birisi de taşranın delisi -ve belki deliliği ile aynı zamanda velisi-dir. Taşrada deli/veli figürünün en önemli temsili Beyhude Ömrüm’ün Deli Derviş’idir. Deli Derviş bir gün ansızın köye çıkıp gelen, kimi kimsesi olmayan, köylü tarafından sevilen ancak zaman zaman kendini dağa taşa vuran tuhaflığı nedeniyle mesafeli durulan ve “köyün direği” Emrullah Hoca tarafından gözetilen derviş meşrep bir kişidir. Emrullah Hoca tarafından çoban tayin edilmiştir. Tefekkür burcunda dolaşan derviş için bu bir nimet olmuştur. Böylelikle kendini zaman zaman vurduğu dağ taş onun yurdu olmuş olur. Dervişin delilikten veliliğe taşıyan yanı ise kerametleri ile açığa çıkar. Derviş, şifalı otlar ile hastaları tedavi edip köyün kadınları gözünde evliyalık makamına oturtulurken, ıslak kayanın başındaki Yadigar’ın niyetini okuması ile kerametini açık eder.

“Deli Derviş gün boyu dişlerini sıktı durdu. İçinde kabaran hakikat bilgisini dışa vurmuştu. Nasıl da şaşırmıştı karşısındaki. İşte o an, kibir askeri at binip kalbi kuşattı. Dervişin gönlü daralmaya durdu. Daraldıkça sıktı kendini; sıktı, sıktı. Sonunda taşıverdi. Yine çıplak tepelere doğru koşar adım gidiyordu. Yine dellenmişti.”199

Deli Derviş, tüm bunların yanında yardım sever, diğergam bir insandır. Yadigar’ın dövülmesinin ardından onun emeği olan bahçesine gönüllü olarak

      

bekçilik edecek, oğlunun İstanbul’a göçü esnasında düğünü olmasına rağmen gelip göçe yardım edecektir.

Kutlu bir açıdan Deli Derviş üzerinden tasavvuf görüşünü de vermektedir. Tek başına, seyr-i sülukunu tamamlamaya çalışan dervişin karşısına çıkan Emrullah Hoca, evliya meşrep bir adam olup, toplum içinde, “halk içinde Hakk ile beraber” ve Hakk yolunda toplumun önderi bir zattır.

Dervişin kardeşten ileri olduğu Yadigar ise dervişe dervişliğini sorgulatır.

“Terk-i dünya diye çıkmıştı yola. Mümkün müydü? Mümkün olanın eni-boyu ne kadardı? Kitaplarda yazıyor; lakin hayat kitaplarda yazana pek benzemiyor. Terk-i dünya demişti. Evet. Ama hani dünya. Hani ev bark, çoluk-çocuk, mal-mülk. Nasıl bir dünyaya sahip olmuştu da, onu terk ediyordu. İşte burası meçhul. Bir güçsüzlük, bir kararsızlık, macerasını bulamamış bir dere gibi. (…) Rüzgârın önünde bir yaprak olayım demişti. Güzel bir benzetme, lakin kolay değil. “Şu suyu bulmak için gece gündüz ter döken, şu bahçeyi kurup çatan adam benden daha bir derviş” dedi.200

Yadigâr’ın belki kendinden daha ziyade derviş olduğunu düşünen Deli Derviş, dünyada sa’y ile helal rızık kazanıp, bunu Allah yolunda, bir aile ve toplumla paylaşmanın dervişliğin belki en ziyade yolu olduğunu düşünür. Bu düşünce aynı zamanda Hz. Peygamber(S.A.V.)’in yoludur. Dünyaya yetecek kadar helalinden dünyalık kazanma, Allah’ın verdiği nimetlerden israf etmeden yiyip içip şükretmek ve evlenmek, sünnet yörüngeli yaşamın istedikleridir. Bu açıdan Kutlu, dünyadan el etek çekmekten ziyade, sa’ye dayanan bir tasavvuf/tarikat anlayışı benimser ve

“Sır” adlı kitabında da tarikatı bu yönüyle ele alır. Deli Derviş de Emrullah

Hoca’nın yol göstericiliği ve vasiyeti ile evlenir, köyü yurt, vatan edinir ve sülukunu belki de böylece tamamlama yoluna girer.

Kutlu’nun taşrasında “deli” tipinin işlendiği bir uzun hikaye de Mavi Kuş’tur.

Mavi Kuş’ta; kasabanın kış günlerinde, “büyümemiş bir delikanlı” olarak anlatılan

      

muavin Seyfi ile birlikte Mavi Kuş’u evi bilip orada barınan delileri gördüğümüz gibi, Hüzün ve Tesadüf adlı hikayede de istasyonu mesken edinen deli tipi ile karşılaşırız.

Taşranın “deli”lerinin yanında bir de “yarı deli” diyebileceğimiz tipler vardır.

Mavi Kuş’un sahibi Kenan’ın lakabı “deli”dir. Deli Kenan’ın sürekli maydanoz ve

hıyar yiyen, kucağında kedisi olmadan yolculuğa çıkmayan-hatta çıktıysa onca yolu geri dönen- tuhaf halleri, çocukluk cevvalliği, genlerden gelen delişmen hal, karşılıksız ilk ve son aşkının getirdiği yıkım ile birleşerek bu lakap ile anılmasına sebep olur. Kenan, “yarı deli”, “sinirli” tavırlarının yanında uzaktan akrabası Koto Bayram’ın yetimlerinin başını okşayan, onları gözetmeyi bırakmayan, arabasını kimsesiz ve muhtaçlara kış mekanı verecek kadar merhametli biridir.

Mavi Kuş’un bir diğer “yarı deli” tipi Avcı Bilal, Deli Kenan’ın en yakın

arkadaşıdır. Bilal sevdiği kız ile evlenmiş, uzun yıllar çocuğu olmamış, bebeğinin doğduğu gün ise doğum müjdesinin ardından aldığı karısı ve bebeğinin ölüm haberi ile büyük şok yaşamışlığı ile anlatılır. Bu yıkımın ardından uzun süre konuşmayan Bilal, aşk acısı çeken Kenan ile birlikte dağa taşa vurur kendini. Bilal, malı, mülkü, bey evinin tek oğlu olmaklığı bırakıp dağları mesken edinir. Lakabı avcıdır ancak avlanmaz, bulunduğu dağlarda da avlanılmasına izin vermez. Silah doğrulttuğu her canlı ona evladını hatırlatır. Avcı Bilal de “yarı deli” halleri ile “merhamet”in, “şefkat”in temsilcilerinden biri olur.

Kutlu’nun taşrasında Deli Derviş, Muavin Seyfi, Deli Kenan, Avcı Bilal gibi deli/veli arası tipler, “merhameti,”saflığı”, “samimiyeti”, “yardımseverliği” yansıtan tiplerdir. Taşranın “kalp gözü”dür adeta bu tipler. Akıl ile değil kalp ile düşünürler.

“akıl bir çürük diş,at kurtulursun” tavsiyesini benimsemiş kimselerdir.

3.1.6.5. Muhacir

Muhacirlik Mustafa Kutlu’nun üzerinde fikir yürüttüğü ve hikâyelerine de bu fikir doğrultusunda giren bir olgudur. Kutlu’nun mekân, eşya ve insan arasındaki ilişkiyi önemseyen dünya algısında muhacir bu dünyaya ve bu algıya yabancı bir tip

olarak yer alır. Muhacir mekânla bağının zayıflığı, belki ontolojik bir bağının hiç olmamaklığı ile yerliden ve geleneksel olandan hep farklı bir noktada konumlandırılır. Gelenek kendi iç dinamiğiyle ağır ağır ve fark edilmeksizin değişir. Bunda yüzyıllarca oluşmuş ve mekâna, insan ilişkilerine sinen yazısız hayat normlarının etkisi büyüktür. Muhacir tam da bu normlara yabancılığı ile değişime, yeniliğe açık bir tiptir. Taşra için de bir noktadan yeniliğe açılan kapıdır.

Kapıları Açmak ve Tufandan Önce, muhacir tipinin işlendiği hikâyelerdir.

Muhacirin kimliği Tufandan Önce’de karşımıza çıkar. Muhacir, “yeniliğe açık”, “çalışkan” ve “tutunmaya çalışan” bir tiptir.

“Muhacir ne demek? Yerli kıçını kaldırmadan o çoktan fırlamış, dükkânı açmış olur. Dört kardeşler: İskender Güzel, İdiris Güzel, Şahmurat Güzel, Nevzat Güzel. Evet zengin oldular, zengin oldular ama nasıl zengin oldular? Yukarıda Allah var; çalıp- çırparak; şunu bunu dolandırarak, hile-desise ile değil çalışarak alın teri ile kazandılar. Efendi çalışma dersen; bunlardaki gayreti tarife dil dönmez.Ayrıca kalabalıklar, birbirlerine tutkunlar. İskender Ağa yaşça büyük ama İdiris’teki cevheri görmüş, gönül hoşluğu ile ipleri onun eline vermiş. Vermiş de ne olmuş, isabet olmuş.siyaset budur beğim. Kim ehil ise, kim layık ise onu başa geçireceksin. Bak o zaman nasıl dönüyor değirmenin çarkı. (…) Ayrıca muhacir dediğin kök salmak ister, fethetmek ister, yabancı iken yerli olmak ister. Bu sebeple cırnağını kayaya geçirirse bırakmaz. Bir kez tutunmaya görsün, onu oradan dozerle sökemezsin. Kapıyı kapatsan; pencereden, bacadan girer. Hem muhacir adam çok yol görmüş, çok yer gezmiş, çok çile çekmiştir. Aza kanaat eder malını gıdım gıdım yer, bugünü değil yarını düşünür. Yani her zaman için “Ulan kötüsü gelirse ben ne halt ederim” diye hazırda bir iki plan bekletir. Bu bir… İkincisi bunlar her yeniliğe açıktır. Yerli bildiğinden şaşmaz; anadan atadan ne gördü ise kulpuna yapışıp gider. Açıkcası azıcık aşım ağrısız başım der. Bunlar öyle değil. Mesela ne çıkmış? Buz dolabı çıkmış, çamaşır makinası, süt sağma makinası çıkmış, ne bileyim bir faydalı alet icat edilmiş. İlk bunlar el atar,; getirir hem kullanır hem satar. Beyaz eşya mağazasını öyle açtılar. Memlekette araba çoğaldı. Arabaya en önce ne lazım; benzin lazım. İlk benzin istasyonunu bunlar açtılar. Televizyonu kasabaya bunlar soktu.bu İdiris var ya İdiris…desen ki bir hoş alet icat olmuş, şöyle yarayışlı, böyle faydalı, dünyanın öbür ucunda olsa üşenmez gidip bakar. Bakar da hemen alır mı. yoo…yaş yere basmaz. Etrafında dolaşır, sorar soruşturur, ta ki aklı kesene kadar.

Yahu şu küçük kasabada kooperatif denilen şeyi bile bunlar icat etti. Hani girişte görmüştürsünüz, nerede ise bir mahalle apartıman var, üç katlı beş katlı. İşte onlar yaptı Güzel Kardeşler. Kasabaya apartımanı onlar soktu say. Çok kazandılar bu inşaat işinden çok. Ardından kum, çimento, demir işi; tuğla fabrikası bile kurdular. Baktılar ki müteahhitlik en kestirme yol; ona da yumuldular. Köprü imiş, yol imiş, okul binası imiş hepsini kaptılar.”201

Tufandan Önce’de kasabanın olabilecek her türlü sektörüne, el atan ve birçok

yeniyi ve yeniliği taşıyan muhacir tipi benzer özelliği ile Kapıları Açmak’ta görünür. Yerlinin dönüp bakmadığı bataklık arazileri, devletin aynı döneme denk gelen bataklık kurutma ve sıtmaya savaş politikası ile, ıslah etmiş ve oraya bir yerleşim kurmuşlardır. Bunda Kutlu’nun muhacir ile ilgili tespitlerinin etkisi görülür:

“Muhacir dediğin kök salmak ister, fethetmek ister, yabancı iken yerli olmak ister. Bu sebeple cırnağını kayaya geçirirse bırakmaz. Bir kez tutunmaya görsün, onu oradan dozerle sökemezsin.”

Kapıları Açmak’ın muhacirleri balıkçılık ile geçinirken; Tufandan Önce’de

geçim kaynağı ticarettir. Kapıları Açmak’ta eş-dost-hemşehri bir araya gelip bir muhacir mahallesi oluştururken; Tufandan Önce’nin muhacirleri üç kardeşten oluşan bir ailedir. Yerli ve yerleşik halk muhaciri kolay kabul etmez ve içine almaz. Sevse de mesafeli duruşunu belli noktalarda hissettirir. Güzel Kardeşlerin Holding kurma çabasının halktan destek görmeme durumu bu mesafeli duruşun ortaya çıktığı noktalardandır:

“Güzel Kardeşler önceleri sıcak bakmadı bu işe. Bakarlardı bakmasına ya; mesele başka. Parayı toplayanların çoğu hemşeri ayağına; akraba, kabile, aşiret ayağına yatıyor.       

E, bunlar muhacir. Bunca yıldır bu kasabadalar, şunca iş, şunca yatırım yapmışlar, lâkin asılları belli.”202

Yine Tufandan Önce’de kasabalının yerleşik hayata geçmek, kasabaya yerleşmek isteyen göçerlere toprak satmaması, ve daha sonra kasabanın epey uzağında bir yer olduğu için Otbitmez mevkiine yerleştirilmelerine ses çıkarmayışları, muhacire, yabancıya karşı mesafeli duruşu gösterir.

“Gerçekten de yerli ahali, tekin değildirler, bulaşmaya gelmez; sürüleri arazimize girer, niza çıkar vesaire diyerek bunları kabul etmiyordu. (…) Kimse alış-verişe yanaşmıyor.(…) Gezildi, görüldü, mesele kasabalının ve civar köylülerin diline düştü, “Canım altı üstü iki çadırlık oba ateş olsa ne yazar; hem layığını bulmuş otbitmeze konmuşlar, bize ıraktır, varsın konsunlar” diye ahkâm kesildi.”203