• Sonuç bulunamadı

MUSTAFA KUTLU’DA MEKÂN OLARAK TAŞRA

2.2. CAMİ-TEKKE-MESCİD

Mustafa Kutlu’nun taşrası geleneksel hayatın hüküm sürdüğü, geleneğin hayatın bütün çeperlerine nüfus ettiği bir mekândır. Gelenek ise özünü, temelini dinden alan, kültür ile süzülen bir birikimi ifade etmektedir. Mimari ve onun üzerinden mekân, görselliği ile geleneğin etkisinin en ziyade görüleceği alandır. Kutlu, taşrasını kurarken; mekâna sinen geleneği ve bu mekânın ördüğü geleneksel hayatı birbirini doğuran bir surette verir.

Geleneğin özü din olduğu gibi geleneğin mekândaki aksinin kalbi de dini mekân olacaktır. Kutlu bu dini mekanı; cami, mescid, tekke veya dergah üzerinden vermektedir. Kutlunun taşrasının kalbi meydanda ve bu meydanın çevresinde şekillenen hayatın nabzı da bu dini mekânda atar. Meydanı oluşturan camiidir. Meydan caminin etrafında kurulan bir yapı ve bir yaşam alanıdır. Taşranın hayatı din ve onun hudutları “daire”sinde yaşanan bir hayattır. Merkeze camiyi alan, meydan daire biçimindedir. Bu dairede dinin helal kazanç ve rızık arama, dünyada yaşam için sa’y anlayışından gelen çarşısı, ticaret mahalli yer alır. Din ile dini hayat ile iç içedir gündelik dünya telaşı ve birbirinden ayrılmaz. Dünya ve ahreti tutan birleştiren

yekpare bir zamanın yaşandığı bir dairedir bu daire. Geleneksel hayatın cemaati iktiza eden hayat algısı camii adında ve etrafında cem edilir adeta.

Mustafa Kutlu’nun geleneksel hayatı değerler düzleminde kodladığına inandığımız bu mekân oluşumunun içinde camiinin geleneksel mimariyi yansıtan yönleri de çok önemlidir. Mustafa Kutlu, geleneksel mimarimizin-bu geleneksel mimari Osmanlı ile son ve en güzel şeklini bulmuştur- camii mimarisi üzerinden temsilinin “selatin camiler” değil “bodur minareli mescid”ler olduğu görüşündedir. Tüm bir Osmanlı coğrafyasının dini mimarisinin bu yorumla oluştuğunu söyler. Hikâyelerinde işlediği camiler ve diğer dini binalar da bu düşünceden mülhem, genelde “ bodur minareli mescid” özelliği taşır.

Arkakapak Yazıları adlı kitabın, Biz Büyürken Küçülen adlı hikâyesinde

yazar, Buğday Meydanı atmosferini verirken; “o minyatür gibi mescidler” ifadesi ile meydanda küçük, zarif ve birden fazla mescidin varlığını vurgular.

Mavi Kuş adlı hikâyede kasaba meydanında yer alan camii ise;

“Derken çifte çınarlar ile gölgesinde serinleyen tahta minareli camiye geliverdik. Cami ülkemizde örnekleri artık iyicene azalmış ahşap direkli, ahşap işçiliğinin zarif unsurlarını gösteren şirin ve tarihi bir yapı. Mihrabını minberini anlatmak uzun sürer. Lakin biz yine de kuş kafesini andıran, yer yer yosun tutmuş eski oluklu kiremitle kaplı çatıdan az biraz yüksekçe duran minareyi zikretmeliyiz..”80şeklinde ahşap işçiliğinin güzel bir ürünü olarak dış mekânıyla tasvir edilir.

Kutlu’nun hikâyelerinde; “Çardaklı Kahve” gibi bazı mekânlar, “Yorgancı Hafız Yaşar” gibi bazı karakterler hikâyelerin ortak unsurları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu unsurların bazı özellikleri farklı hikâyelerde zikredilerek bir bütünlük sağlanır. Böyle unsurların arasına dâhil edebileceğimiz bir durumla “camii” noktasından da karşılaşmaktayız. Yukarıda verilen Mavi Kuş adlı hikâyedeki camii’nin dışı tasvir edilirken içine değinilmemiştir. Tufandan Önce adlı hikayede ise kahramanların Cuma namazı için gittikleri cami, “Belediye Başkanı bir ara minberin

ahşap işçiliğine, motiflerine dalıyor.” şeklindeki tabir ile kısaca, minberindeki ahşap

işçiliği ile nazara veriliyor. Tufandan Önce adlı hikâyede mekana yönelik detaylı tasvirler yer almasına rağmen, Kutlu’nun taşrasını mekan bağlamında kuran temel

      

ögelerin başında gelen camii ve kahvehane değini ile yetinilerek nazara verilmiştir. Bu hikâyede geçen “Çardaklı Kahve’nin ve caminin Mavi Kuş’ta geçen aynı mekânlar olduğunu söyleyebiliriz.

Yazar Kapıları Açmak ’ta ;“Kasaba meydanının kıyıcığında harap ve ahşap

bir Tekke var: Garip Ahmet Baba Tekkesi. Tekke asırlık bir çınarın gölgesinde, bir de küçük haziresi var. Ahmet Baba’nın sonradan dikilmiş mezar taşında “Horasan Erenlerinden Garip Ahmet Baba-1410” yazıyor. Taş yarı yarıya yeşile boyanmış, boyalar yer yer dökülmüş. Öteki mezar taşları otların, dikenlerin, yabani güllerin, baharda açan leylakların arasında kaybolmuş. Tek tük sarıklar, tarikat taçları, fesler gözüküyor.”81şeklinde anlattığı mescidin içini okuyucuya tasvirleriyle gezdirir:

“İçeride loş bir serinlik var. Nasılsa kırılmadan kalmış birkaç vitraylı pencereden içeriye renkli ışıklar serpiliyor. Bina esasen bodur minareli bir mescit. Herhalde inşa edilirken mescit olarak kurulmuş, sonra meşihat konulmuş. Aransa belki vakfiyesi de vardır.”82

Buradaki tekke tasviri, Kutlu’nun geleneksel mimari tasavvurunun cami üzerindeki mücessem halidir. Fikir yazılarında beyan ettiği “bodur minareli mescid” vasıflandırması ile verdiği bu tekke ve dolayısıyla tekkenin yer aldığı özelde meydan genelde taşra; geleneksel hayatın sembolü olarak kurgulanmıştır.

Ramazanları teravih için açılan mescitte; “eski püskü de olsa zemininde

halılar, kilimler, seccadeler var(dır). Mihrabında, minberinde kalem işleri solgun renkleriyle halagülümsüyor(dur).”83 Mescidin tavanındaki göbekli ahşap işlemeyi, Cihan’ın mescidi onardığı sahnelerin anlatıldığı satırlardan öğreniyoruz.

Hikâyelerdeki mescidlerin bodur minareli oluşu ; “zarafet” ve “tevazu” noktasından alınabilecek bir mimariyi yansıtırken; “ahşap” oluşu “fıtriliği”, geleneksel sanatlarla bezeli, iç mekânı ise hem “sabrı”-geleneksel sanatların sabır gerektiren özellikleri nedeniyle- hem de geleneğimizin aslı olan “batınî” oluşu temsil etmektedir diyebiliriz.

      

81 Kutlu, Kapıları Açmak, s.96. 82A.g.e., s.96.

Kutlu, Kapıları Açmak hikâyesinde üniversitede hoca olan ve öğrencisinin bir tarih, medeniyet kıyımına karşı kasabaya çağırdığı Mübeccel Hoca’nın ağzından kasaba tekkesinin tarihini ve önemli özelliklerini verir:

“On üç, on dördüncü yüzyıllardan kalma bir mekân. O mezar taşlarının bir eşi yok bu civarda. Tekke ahşap, evet sonradan yenilenmiştir, ama tarihi değeri pek fazla. o minber, o tavan, o ahşap işçiliği.”84

Tekkenin taraçalı avlusunda bir şadırvan ve haziresi vardır. Şadırvan ile suyun, hayatın camiye taşınması, hem temizlik hem de tabiatın ve “hayat”ın cami yani maneviyat etrafında var oluşunu gösterir diyebiliriz. Ayrıca yine geleneksel mimari yapı içerisinde yer alan cami/tekke hazireleri de; cami ile iç içe olan bir sosyal hayat ortamında ölümün hayat ile, ölülerin yaşayanlar ile bütünleştiği bir algıyı verir diyebiliriz. Tanpınar’ın türbeler bağlamında söylediği ölüleri ile bir arada ve onlardan korkmayan bir toplumsal algı ve yapı, ölümü ve ölüm ile gelen ahret gerçekliği üzerine bina edilen dini hayatı hazire ile temsil eder.

Cami, Kutlu’nun hikayelerinde manevi hayatı temsil ettiği ilk işlevi dışında “sosyal” bir ortam oluş noktasından da ele alınır. Camiinin meydanın merkezinde yer alması, hayatın merkezine dinin konulduğunu gösterdiği kadar; dinin ve geleneksel hayatın gündelik iş ve uğraşlarının da camiden ayrı olmadığını gösterir. Bu noktada Peygamber Efendimiz(S.A.V)’in mescidinin, ibadet dışında sahabesi ile görüşme yeri ve aynı zamanda da evi oluşunun, dinimizin hayatı yapan ve hayatla iç içe oluş halinin geleneksel mekan tasavvurundaki etkisini görebiliriz. Taşra hikâyelerinde genel olarak kahvehane ile yan yana anılan camii sosyal hayatın tam da merkezindedir. Kahvehanede ezanı bekleyen cemaat bu arada uhuvveti kuvvetlendirecek olan sohbet ortamında da bulunmaktadır. Caminin sosyal hayatı yansıtan tarafı Beyhude Ömrüm’de kahvehane ile birlikte, yakın oluş durumundan da çıkarılarak tek başına işlenmiştir. Köyün, köylünün önemli bir meselede toplanma, buluşma mekanı “camialtı”dır.

      

2.3. KAHVEHANE

Kahvehane erkekler ölçütünde taşranın bir prototipi olma özelliği gösterir. Meydanda yer alan kahvehane, kasabaya, kasaba meydanına yolu düşen erkeğin ilk uğrak yeri, soluk alma mekânıdır. Taşranın nabzı adeta kasaba meydanında ve özellikle bu meydanda cemaati toplayan kahvehanede atar.- kadınlar cihetinden aynı işlevi çeşme görür-. Kasabanın nabzını yoklamak isteyen, haber alıp haber vermek isteyen hatta “Kapıları Açmak”hikayesinde İpsiz Kemal’in yaptığı gibi kişi, “Varsa

eğer bir havası elbette burada atacak”tır. Yani geniş planda memleketi, kasabayı dar

anlamda da kasaba “meydanındaki kasaba” işlevini gören kahvehanede.

Kahvehanenin meydanda oluşu önemlidir. Meydan kasabalının her anlamda cem olduğu, toplandığı mekândır. Geleneksel anlamda meydanı oluşturan unsur olan camii etrafında şekillenen ve dolayısıyla cemaati öngören hayat tarzı, meydan etrafında cemaat üzerine kurulu şekillenir. Cami merkezli bu meydanda bulunan kahvehane erkeklerin stres atıkları, kasabanın sosyal havasını soludukları ve çoğu zaman namazı bekledikleri bu esnada da “sohbet” ile ilişkilerin geliştirildiği bir mekândır. Bu yönüyle taşra kahveleri, farklılaşan anlamda kumar oynanan, tabir caizse aylak takımının vakit öldürme mekânı değil, müdavimi olan genelde cami cemaatinden ihtiyarlardan oluşan panoramasıyla bir geleneksel sohbet ve toplanma ortamıdır. Çay da vazgeçilmez bir geleneksel içecek olarak adını kahveden alan bu mekânın vazgeçilmezidir. Çayı geleneksel sohbet ortamının vazgeçilmez katığı olarak düşündüğümüzde, kahvehanenin müdavimlerinin gençlerden daha çok orta yaş ve ihtiyarlar oluşuna baktığımızda kahvehanenin bir kıraathane işlevi gördüğünü ve sohbet kültürünün devamı işlevini üstlendiğini söyleyebiliriz.

Kutlu’nun taşrasında kahve kimi zaman “sohbet”, “eğlence”, kimi zaman “dinlenme”, kimi zaman “nargile içme” kimi zaman ise “siyaset gibi önemli konuların konuşulduğu” mekân olarak vardır. Kutlu’nun Mavi Kuş ve Tufandan

Önce’de yer alan “Çardaklı Kahve”si, ve Kapıları Açmak’taki çardağı bulunan

kahve hemen hemen aynı mekan olma izlenimi verirler. Mavi Kuş ve Tufandan

“Çeşmenin yanı Çardaklı Kahve. Hem camiye yakın hem suya. Üstelik çınar dallarının gölgesinde. Bu da yetmezmiş gibi kahve sahibinin dedesi camekan önüne iki asma dikmiş; asmayı geniş bir çardağa almışlar, altına beş altı masa atmışlar.

Oooh, otur suyun sesini dinle. İster nargileni fokurdat, ister lafın belini kır ezanı bekle. Kasabanın, ehli keyfin, sohbet yaranının, ayaklı gazetelerin mekanı. Her havadis önce burada duyulur, sonra buradan yayılır. Hani halkın nabzını tutmak diyorlar ya; böyle bir niyeti olan gelsin otursun. Sağa sola kulak kabartsa, peş peşe iki çay içecek olsa o kadarcık zaman içinde memleket ahvalinin nice olduğunu anlayıverir.”85

Buradaki haber ve havadis mekânı, merkezi adeta kasabanın aynası oluş hali

Tufandan Önce’de, “ Sonunda sıra geldi halkın nabzını tutmaya. Bu nabız nerede tutuluyor. Tabi ki Çardaklı Kahve’de”86 ifadeleriyle pekiştirilmiştir.

Kutlu’nun hikâyelerindeki meydan kahvehanesini geleneksel kılan özelliklerden biri de mekâna sinen geleneksel hayatın kodlarıdır. Bu kodları

“Kapıları Açmak” hikâyesinde genç ve ihtiyarların kahvedeki yerleşimini ve bu

yerleşimin sebebini açıkladığı “Kahvenin önündeki çardağın altı yaşlıların mekanı.

Gençler arkada duvar dibinde oturuyor. Nedense böyle bir düzen kurulmuş, eskiden beri devam ediyor. Galiba hani gençler sigara falan içer, kendi aralarında yarenlik eder, bu yarenlik bazen kaba şakalara, bazen atışmalara kadar gider; yaşlılar rahatsız olmasın diye mekanları ayırmışlar. Eski terbiye bu, büyüklerin yanında edeple oturulur, her lafa karışılmaz, sigara içilmez, falan.”87şeklindeki satırlarda verir Kutlu. Kahvehane, bir buluşma ortamı olarak sakinlerinin yaşadığı geleneksel hayatın icaplarını gözeten bir düzenle işleyişini sürdürür. Yine bu satırlardan, kahvehanenin meydana dönük açık bir kısmının, burayı gölgeleyen bir çardağın var olduğunu görüyoruz. Bu meydana açık dış mekan, kahvehanenin kasaba sosyal hayatına açık yapısını gösterir diyebiliriz.

Arkakapak Yazıları88 ve Hüzün ve Tesadüf89’, Beyhude Ömrümhikayelerinde de kahveye bir yerinden değinilir.

      

85 Kutlu, Mavi Kuş, s.11.

86 Mustafa Kutlu, Tufandan Önce, 7.bs., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008, s.77. 87 Kutlu, Kapıları Açmak, s.128- 129.

88 Mustafa Kutlu, Arkakapak Yazıları, 5.bs., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2010, s.18. 89 Mustafa Kutlu, Hüzün ve Tesadüf, 8.bs., Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011, s.46.

Uzun Hikaye ve Yoksulluk İçimizde hikayelerinde ise otel ile bitişik kıraathane

şeklinde farklı bir kahve görüntüsü mevcuttur:

“ Sarıkaya Otel ve Kıraathanesi tek katlı, kasabanın bütün eski binaları gibi kırmızı kiremitli uzun bir bina. Kahve girişte, otel arkada. Çay ocağının yanında devasa bir su küpü dururdu. Kasabaya su şebekesi döşenmiş, evlere musluklar takılmıştı. Lakin ahali bu klorlu şebeke suyuna alışamamış, içmek için eskiden kalan çeşme sularına rağbet ediyordu. Kahvenin emektarı Kurban Emi ile birlikte omuzlukları kuşanır, Ortaçeşme’den su taşırdık. Su doğruca küpe girer, küp domur domur terleyerek suyu soğutur, bir de küpün toprak tadı suya ilave olunca yaz günlerinin bunaltıcı sıcağında tadına doyum olmazdı. Kasabanın kulağı kesik ihtiyarları, sırf bu küpün suyundan içmek, Emin efendi’ye takılmak için kahveye gelir, bitip tükenmek bilmeyen domino partilerine otururlardı.”90