• Sonuç bulunamadı

DEĞİŞEN HAYAT: MEKÂN VE İNSANIN DEĞİŞİMİ Mekânın değişimi, uzun yıllar oluşan kültürel birikimin farklılaşmaya

4 1 DEĞİŞİMİ TAŞIYAN UNSURLAR

4.2. DEĞİŞEN HAYAT: MEKÂN VE İNSANIN DEĞİŞİMİ Mekânın değişimi, uzun yıllar oluşan kültürel birikimin farklılaşmaya

başlaması demektir. Yaşam alanı olarak mekânın kurulması zihniyetlerin ve geleneklerin temellerinin üzerinde gerçekleşmektedir. Kutlu’nun bir zamanların geleneksel taşrasının mekanlarını incelemeye çalıştığımız ikinci bölümde, kasaba/köy meydanı, camii, kahvehane, çarşı merkezli yapı ve bunun yanı sıra geleneksel tarım toplumunun ulaşım evrenindeki karşılığı olarak istasyon ve burada temellenen hayatı görmüştük. Modernleşme, Kutlu’nun taşrasını yapan ve geleneğin çeşitli değerlerini temsil eden, kendinde mezceden bu mekânların, geleneğin kendi iç

dinamiği dışındaki değişiminin dışında yabancı ve yabancılaşmayı taşıyan bir değişimi taşımıştır taşraya.

Değişen mekân önemini yitiren bazı değerler demektir aynı zamanda. Taşranın en genel ve fıtratı yaşatan mekânı “tabiat”tır ve Kutlu’nun hikâyelerinde taşranın tabiatla bağı zedelenir öncelikle. Tabiat, insanın varoluşsal özünü yaşayabildiği en fıtrî mekândır. İnsanın önce tabiata olan yabancılaşması, mekânın ve insanın değişiminin özünde varoluşsal özden uzaklaşmanın olduğunu gösterir. Bu da modernleşmenin temelinde, insanın varoluşsal özünden koparılıp yapay bir fıtratın içine oturtulması ameliyesinin varlığını gösterir. Modernizm kendi hayat algısını ikame etmek için önce tabiata saldırır.

Modernizmi taşraya taşıyan, “turizm”, “asfalt yol” ve “para” unsurlar önce tabiata müdahale eden unsurlardır. Turizm, tabiatı pastoral bir tabloya hapsedip, insanı tabiatın bir parçası olma algısından koparıp tabiata zevk noktasından bir egzersiz alanı olarak bakmayı getirir. Turizm, bir beldenin yapaylaşmasını, kendi özünden kopmasını, değerlerin haz noktasına düşmesini sonuç verir. Kapıları

Açmak’ta turizmin hükmünü yürütmeye başladığı kasaba kıyıdan başlayan bir hayat

değişimine sahne olur. Bu değişim mekânların farklılaşması, geleneksel öz ve işlevinin dışına çıkması olarak kendisini gösterir.

Turizm, önce toprağa ve tabiata diş geçirip beton bloklarıyla “otel” gibi mekânla bağı geçiciliğe rapteden, sürekli devingen ve değişim içerisindeki “otel”i ikame eder. Sonra, turistlere yönelik eğlence mekânları kendisine yer açar. Ve taşranın hayat dinamiği inceden bir değişime maruz kalır. Taşranın geleneksel hayatındaki sohbeti ve birlikteliği önceleyen eğlence kültürünün yanı başında bireyin “hazzını” ön plana alan ve kalabalık içindeki yalnızlığı önceleyen bir eğlence kültürü kendine gazino ve içkili kahveleri mekân olarak kurar. Burada yalnızca dünyevi hazza dayanan eğlence, insanın nefsani ve süfli tarafına seslenen, ulviyetini öteleyen bir eğlencedir. Taşra meydanının sohbet ortamı olan, oyunlarıyla, atışmalarıyla eğlence ihtiyacını da karşılayan kahvehanesinin yerini içkiyi ve eğlenceyi amaçlayan mekanlar alır.

“Muhacirler balıkçıdır demiştik. Sahile yerleştikleri zaman iki küçük meyhane de açtılar. (…) yarı kahve-yarı meyhane. Bu müşteriler derdi defetmek için içiyorlardı. Zaman geçti, yukarıda anlattık, meyhaneler gazino oldu, fakir balıkçılar öldü, onların çocukları buraları şenlendirip restorana çevirdiler. Kendileri gibi müşteriler de değişti. Onlar artık dert için değil, neş’e için içiyorlardı.”297

Turizm genel olarak sahil şeridinde kendine bulduğu varlık ortamında; modern insanın günlük hayatının da sokağa taşınmasına sebep olur. Modernizmin haz noktasından sınırları ortadan kaldıran iştihası, günlük hayattaki serbestiyette kendisini bulur.

“Bu arsa ve yazlık harplerine kadar kasabalıdan, hatta sahildeki muhacir balıkçılardan hiç kimse keyif için denize girmezi kumda yatmaz idi. Böyle bir adet yoktu. Ne zaman ki yabancılar sahili ve kasabayı istila etti, yolda izde don-gömlek dolaşanların sayısı arttı. Genç kızlar şortla bisiklete biniyor, bağ yollarında dolaşıyordu. Yerli ve yabancı turistler, aşağıda, plajda anadan üryan denize girmeye, kumda güneşlenmeye başladılar.”298

Bu manzara kasabanın genel ahlakına muhalif bir ahlakın, ahlaksızlığın gençlerce taklit edilmesini sonuç verecektir. “Öteki”yi kendi sokaklarında serbest giyim kuşamı ve erkek-kız ilişkileriyle bulan geleneksel toplumun genç nesli bu hayata özenti noktasından düş kemendi atacaktır.

“Her savaş sonunda olduğu gibi mağluplar galiplerin hizmetine girdi. Onların ahlak ve adetini benimsedi. Topyekun olmasa bile kasabanın yeni nesilleri, kızlar şalvar giymiş olsa, oğlanlar kasketle dolaşsa bile fırsat bulduklarında yabancıların hayat tarzını taklide başladılar.”299

      

297 Kutlu, Kapıları Açmak, s.28-29. 298A.g.e., s.32.

Bu düş, bazen “sinema” perdesinden yansıyacak bir düş olup “öteki hayat”a ulaşma arzusunu şehre taşıyacaktır. Bir dönemin artist olma hayaliyle İstanbul’a kaçan gençleri de burada karşımıza çıkmaktadır.300“Bu Erdoğan ailesin gizli, artist olmak için İstabul’a kaçtı. Kendisinden bir daha haber alınamadı.”

Eğlence yerlerindeki bir başka değişim ise yine otel-kahve birlikteliğinde kendini bulur. Taşranın içerinse yerleşen oteller ve bu otellerin kıraathaneleri; içki içilebilen, kumar oynan yerler olarak adeta memur lokali işlevi görürler. Bu mekânları, taşra modernleştirmesinin modernizm adacıkları oluşturmada kullandığı mesleki lokallerin Kutlu’daki yansıması olarak alabiliriz.

“Marlon Mehmet oteli bir elden geçirmeli diye düşünüyordu. Boya-badana, yatak çarşaf, dipten doruğa yenilenmeli. Müfettişi, kontrolörü, mühendisi, müdürü, memuru gelir, işler açılır. Eh fiyatları da ona göre ayarlarız diye ellerini oğuşturuyordu. Ayrıca lokalin gerisindeki gizli bölmeyi de elden geçirmek lazımdı. Masaların çuhaları sigara yanığından geçilmiyordu. Burada kumarcılara şık bir mekan kurmalıydı. Şu artık iyicene rengi solmuş Marlon Oteli tabelasını da atıp, yerine neon ışıklı bir şeyler uydurmalıydı.”301“Sefa Otel ve Kıraathanesi bir nevi memurlar kulübü gibi. Bekar memurların çoğu orada kalır. Ara sıra kasabaya uğrayan bürokratlar, siyasiler orada ağırlanır. Çardaklı Kahve’de prafa, altı kol iskambil gibi köylü oyunları oynanırken, Sefa’nın yeşil çuha kaplı masalarında briç oynayana bile raslanır.”302

Buralardaki kahveler/kıraathaneler işlevsel açıdan mahalle kahvesinin sosyal içeriğinden uzak, eğlenceye dayalı mekânlardır.

Mevcut taşra mekânlarının işlevinden soyutlanması, değişen zihniyetle mahiyetinden, arka planından soyutlanması, atıl bırakılması ise taşra meydanı ve çarşısı ölçeğinde karşımıza çıkmaktadır. Yoksulluk İçimizde’nin son hikâyesi ile

Arkakapak Yazlıları içerisinde yer alan “Büyürken Küçülen” adlı hikâye ve

      

300 Kutlu, Uzun Hikaye, s.72. 301 Kutlu, Tufandan Önce, s.107 302 Kutlu, Mavi Kuş, s.13.

BuBöyledir, bu yöndeki değişimin mekân üzerinden okunduğu hikâyelerdir.

Taşranın bazı geleneksel mekânları kabuk değiştirmiş, moderne adapte edilmiş, bazıları ise hayatiyetini tamamen kaybedip temsil ettiği hayatı da yüklenerek kaybolmuştur.

Kutlu, Yoksulluk İçimizde ‘de değişen bu mekânların isimlerini tırnak içinde vererek yansıtmıştır.

“Artık “Cihan Oteli” yok. Berber Selahattin yok. Babası, onun ölümünden sonra sığındığı –içerdi ali Kemali Bey, benim en büyük günahım der içerdi- anason kokulu eyvanı ve eyvana sıçramaya çalışan, iplere dolanmış sarmaşıklar, boru çiçekleri, güllerle süslü amcasının evi yok.”303“ “ Cihan Oteli”nde kalamadı. Eski şehir yitmiş. Kendisi çocuk değil artık. Bir “Hotel”de kalıyor. Altı “Restaurant” olan bir hotelde. “Restaurant”ın önünden bulvar kılıklı bir asfalt cadde geçiyor. “Hotel”in tam karşısında gece boyu neonlarının fosfor yeşilini odasına yansıtan bir “Banka” dikiliyor.”304“Belde sinemasının yanında büyükçe bir “iş hanı” yükselmişti. Her yanda kendi sermayesinin bir taraftan bulaştığı reklamlar, ışıklı panolar. Asfaltın ulaşmadığı yer kalmamıştı.”305

Asfalt burada da olumsuz bir unsur olarak verilmiştir. Asfalt, Kutlu tarafından modernizmi simgeleyen bir anahtar kavram hükmünde ele alınarak hikâyelerde işlenmiştir.

Mekândaki değişimin büyük ölçekli yansımalarından biri de taşranın sembol mekânı taşra meydanının değişimi ve hatta kaybolması, geleneksel anlamını yitirmesidir. Küresel dünya taşra meydanını yutmuş, içinde büyütülen hayatlarla birlikte mekanın mahiyetini de küçültmüştür.Arkakapak Yazıları içerisinde yer alan

Biz Büyürken Küçülen adlı hikâye “BuğdayMeydanı”nın değişimi üzerinden

Kutlu’nun mekândaki değişimi anlattığı ve büyüyen dünya ile birlikte küçülen insanı ve hayatları sorguladığı hikâyesidir. Hikâyeden de öte bir deneme mahiyeti taşıyan “

      

303 Kutlu, Yoksuluk İçimizde, s.90. 304A.g.e., s.93.

Biz Büyürken Küçülen” adlı kısa hikâye, mekândaki değişimin mimari bir kabuk

değiştirmeden fazlası olduğunu çarpıcı bir şekilde işler. Mekânların değişimi, muhayyileyi de sarsmaktadır. “Anılar yaşandıkları mekânda soluk alırlar”. Bir çocuğun çocukluğunun geçtiği mekânın değişimi demek, kaybolan bir çocukluk demek olacaktır.

Bu Böyledir’de çarşıdaki her yer yolun yani modernizmin istediği şekle

bürünürken; Yorgancı hafız Yaşar’ın dükkânı geleneksel mahiyetini saklı tutarak, mekânın ve zaman algısının farklılaşmasına karşı bir “red cephesi” oluşturmuştur.

“Yolun şehre açtığı kapı gittikçe genişliyor. Her şey genişliyor, şişiyor. Çok katlı evler çoğalıyor, sağda solda kamyonlar çoğalıyor. Şehre gelen giden çoğalıyor, alış-veriş arttı diyorlar. Su bile yetmez olmuş. Allah, Allah… Nasıl yetmez, o kadar çeşme, bunca yıldır, sabah akşam akar ha akar.” şeklinde kasabada yaşanan

değişimi “şaşkınlıkla” seyreden Hafız Yaşar bu çarkın tekerine adeta çomak sokmuştur. Evet şehir belki topyekun değişmiştir ancak Hafız Yaşar’ın dükkanı bu şehrin içinde “eski dünya”nın ruh anıtı olup tam ortada kalmıştır.

Minareye çıkıldığı zaman… Görüldü ki; çokkatlı binaların, bankaların ve mağazaların, tıkış tıkış arabaların arasında Hafız Yaşar’ın yorgancı dükkanı büzülüp kalıvermiş. Ama öyle bir yerde kalmış ki… O mahut ve meşhur yolu tıkayıvermiş. Eski usül döşenmiş yosunlu kiremitlerine, ahşap gövdesine aldırmadan, planlara, plancılara, istimlâke, fırlayan emlak fiyatlarına aldırmadan; orada, görenlerin “Yahu şuncacık dükkânı temizleyip de koca yolu geçiremediniz mi buradan?” dedirtecek şekilde varlığını korumuş. Orada, yola karşı, çiçeklerini açmış durmuş.”306

Mekân ve zaman tasavvurundaki değişim aslında toptan bir dünya algısı değişimi demektir. Hafız Yaşar bu dünyayı tümüyle reddetmektedir. Yenidünyanın tek bir noktadan kabulü demek aslında o dünyanın felsefesinin de topyekûn kabulü

      

demektir. Modernizm karşısında geleneksel insanın nasıl durması gerektiğinin sembolü Hafız Yaşar’dır.

Tren İstasyonları, modernleşmenin en keskin değiştirdiği mekânların başında yer alır. Otomobilin modern medeniyetin lokomotifliğini üstlendiği ve hız üzerine bina edilen yeni dünya düzeninde, buharlı trenlere yer yoktur. Tren istasyonları bir devrin duygulanımlarının yüklenen seyahat durağı, yolculuk algısı olmaktan çıkmıştır. “uzun yol” kısalmış, mesafeler aşılmış, ulaşım ve iletişim evreninin genişlemesi dünyayı küçültmüştür. “büyürken küçülen”, yeni dünyamızda, istasyon ve onun yüklendiği gurbet, hasret, kavuşma gibi kavramlara artık yer yoktur.

İstasyon, gerek istasyon mahallesinde yaşanan hayatıyla gerekse istasyona uğrayan hayatlarla bir birikimin, bir yaşanmışlığın adı olmuştur. İstasyonun ve yüklendiği hayatın gözden düşüşü yok oluşu, “eskimesi” Hüzün ve Tesadüf’te ve 5402 adlı hikâyede çarpıcı şekilde işlenmiştir.

“Manzara birkaç sarı ampul altında, çıplak ve ölü. Demirspor kulübünün tabelası paslanmış, yazılar seçilmiyor. Pencereler kirli ve perdesiz, kanatlı giriş kapısında koca bir kilit. Gar binasına doğru bir yanı akasya ağaçları ile kaplı giden yolu kazmışlar; kenarda köşede beton büzler, moloz, toprak ve kum yığınları. Akasyalar iyice ihtiyarlamış, yer yer kesilip budanmış, kalanlar yağmur altında dilenen birer kötürüm sanki. (…) Rayların ışıltısı donuk. Travers yığınlarından kara damlalar düşüyor. Etrafta kömür ve cüruf kalıntıları, çamurlu su birikintileri. Çarpık bacaklı bir köpek, ıslak ve korkak, vagonlar arasında bir görünüp bir kayboluyor.”307

İstasyona henüz girerken karşılaşılan bu değişim, terk edilmişlik ve ıssızlık noktasından hissettirir kendini. Loş bir ortamda ya da karanlıkta dolaşan köpek ya da duyulan köpek ulumaları Kutlu’nun ıssız ve terk edilmiş bir ortamı anlatırken; kullandığı detaylar arasındadır. Bu detay burada da görülmekte ve terk edilmişlik,