• Sonuç bulunamadı

TUNÇ ÇAĞI ANADOLU MADENCİLİĞİ

Belgede Antik Anadolu madenciliği (sayfa 35-39)

Bakırla kalayın karışımı olan Bronz, (=tunç) bu dönemde alet ve kap yapımında kullanılır. Anadolu’da bronz çağ üç evre gösterir. Erken Tunç Çağı 3000–2500 Orta Tunç Çağı 2500–2000 Geç Tunç Çağı 2000–1200. Önemli merkezleri Kültepe, Horoztepe, Etiyokuşu, Ahlatlıbel, Alacahöyük, Boğazköy, Alişar, Dündartepe, Mahmatlar, Lidarhöyük, Troia ve İkiztepe’dir60.

Anadolu metalürjisinin en önemli dönemi İlk Tunç Çağı olarak bilinen MÖ 3. binyıldır. Bu dönemde metalürji tarihinde ilk kez tunç eserlerin üretimi başlar. Bilinen ilk tunç eserler MÖ 3. binyılda anadolu’da Troia, Alacahöyük, Horoztepe, Ahlatlıbel, Kilikya ve Amuk Yerleşimleri ile Mezopotamya’da bulunmuştur.anadolu ve Mezopotamya yerleşimlerinde ortaya çıkan metal eserler insanlık tarihinin en eski bronz eserlerini oluştururlar ve olağanüstü bir ustalıkla üretilmişlerdir61.

Bu çağ’da, üretim ekonomisinin gelişiminde madencilik en önemli aşamalardan biridir. Çünkü tunç gibi alaşımları yapabilmek için gerekli bakır ve kalay gibi madenlerin zaman zaman uzak bölgelerden sağlanması ve karmaşık üretim teknolojisi ileri düzeyde uzmanlaşmayı gerektirmektedir. Bu dönemde Anadolu’daki toplumsal örgütlenme coğrafi nedenlerle komşu Mısır ve Sümer’dekinden daha küçük çaptaydı ve bölgesel karakterini hala koruyordu. Bu yeni dönem, önceki çağların tarım, dokumacılık, çömlekçilik vb. buluşlarına, daha etkili silahların üretilmesini, daha ince süs eşyalarının yapılmasını olanaklı kılan bakır-arsen ya da bakır-kalay alaşımı yani tuncu eklemişti.

İlk Tunç Çağına ait Güneydoğu Anadolu’da Fırat kıyısındaki Lidarhöyük’te cesetlerle birlikte mezarlara çok sayıda çanak çömlek, tunçtan bilezikler ve iğnelerle taş ve deniz kabuğundan boncuklar bırakılmıştı.

Kuzeybatı Anadolu’nun beylik merkezi olan Troia sanatta büyük bir gelişme göstermiş, madencilikte dökme ve dövme tekniklerini geliştirmişti. Bunun en iyi kanıtı H. Schilemann’ın yanlışlıkla “Priamos gömüsü” adını verdiği, dönemin son evresine (IIg) ilişkin hazinedir.

58 Bilgi, 2001: 3. 59 Sevin, 2003: 107. 60 Başaran, 1998: 34. 61 Özbal, 2005: 11.

Alacahöyük kral mezarlarında Troia hazineleriyle çağdaş zengin mezar armağanları altın, gümüş, elektron, tunç ve demirdendir. Son derece karmaşık ve gelişkin dövme, dökme teknikleriyle üretilmiş bu eserler Anadolu halkının III. bin yılın ikinci yarısı içinde ulaştığı yüksek teknolojinin en canlı tanıklarıdır. Bu türde tunç ve değerli madenden buluntularına Alacahöyük mezarlarının sonları ile çağdaş olarak, Alacahöyük yakınındaki Kalınkaya, Eskiyapar, Amasya yakınındaki Mahmatlar, Tokat- Erbaa yakınındaki Horoztepe ve Eskişehir yakınındaki Demircihöyük’ün mezarlığında rastlanmıştır. Bunların yanında, Geç Kalkolitik Çağ’da başlayan Karadeniz yöresi madenciliğinin İlk Tunç Çağı boyunca faal olduğu saptanmıştır. Samsun’un Bafra ilçesi yakınındaki İkiztepe’de mezar armağını olarak ele geçirilen arsenikli bakır alaşımlarından yapılmış ve bu yöreye özgü özellikleri ağır basan çok sayıda silah, alet ve takı türleri metalürjinin bu yörede Geç Kalkolitik Çağ’dan itibaren başlayan köklü geçmişine tanıklık etmektedir.

Orta Karadeniz Bölgesi halkının metal eserleri (Bu metal eserlerin büyük çoğunluğunun arsenli bakırdan yapılmış olduğu yapılan analizler sonucunda ortaya çıkmıştır) yerel olarak yapıkları da kazılarda ele geçirilen, fakat henüz yetersiz sayıdaki madencilik aletlerinden açıkça bellidir. Hiç olmazsa İkiztepeliler’in metal eser yapımında kullandıkları madeni ingot, yani külçe halinde elde etmiş olmalıdırlar. Çünkü kazılar sırasında herhangi bir maden filizi kalıntısı veya cüruf bulunmamıştır. Henüz işlenmemiş bir külçeye de rastlanılmamışsa da eserlerin yerleşmenin ortak malı olan anıtsal fırınlara sahip atölyelerde (Res. 4a) yapılmış oldukları, böyle atölyelerin civarında bulunan çanak (Res. 5a) veya bardak biçimli potalardan (Res. 5b), taş (Res. 6a ve 6b) veya kil (Res. 6c ve 6d) kalıplardan, master taş modellerden (Res. 7), zımparataşı (Res. 8), değişik özellikli bileytaşlarından (Res. 9) ve filiz zenginleştirme taşından (Res. 10) açıkça anlaşılmaktadır. İkiztepeliler’in metalleri, yapılan yüzey araştırmaları sonucunda, Merzifon yakınındaki Tavşan Dağı’nda yer alar Bakırçay (Res. 11) bakır yataklarını işleten yerel madencilerden sağladıkları olası gözükmektedir. Buradaki yüzeye çok yakın, demir de içeren bakır madeni filiz yatakları (Res. 12) ile yüzlerce bin ton ağırlığındaki cüruf kalıntıları (Res. 13) ve küçük maden galerileri (Res. 14) eski çağ madenciliğinin delili olarak kabul edilmelidir. Bakır gibi arseniğin de yine bu bölgede Bakırçay’ın yakınındaki Peynirçay Vadisinin batı yamaçlarındaki Bakacak Tepesi Pırasakaya mevkiinde (Res. 15) ve Durağan-Sinop yakınındaki (Res. 16) yataklardan elde edilmiş olmalıdır (1998 yaz aylarında geliştirilen yüzey araştırmasında bu antik çağ arsenik yatakları keşfedildi). Arseniğin bu bölgede antik çağda da üretildiğini coğrafyacı Strabon açıkça yazmaktadır ve ocaklarda çalıştırılan esirlerin kısa zamanda öldüğünden de söz etmektedir (Bakırçay’ın hemen batısında Gümüşhacıköy ilçesinin Gümüş Köyü civarında arsenik içeren yatakların bulunduğu ve bunların hiç olmazsa Roma Çağından beri işletildiği bilinmektedir. Strabon bugünkü adı Osmancık olan Pimolisa yakınındaki maden ocaklarından bahsetmekte ve günümüzde İnegöl Dağı olarak adlandırılan Sandarakurgion dağının eteklerindeki muazzam mağaralarda esirler çalıştırıldığı ve maden galerilerindeki havanın, cevherin kokusu nedeniyle öldürücü ve dayanılmaz olduğundan işçilerin kısa zamanda ölüme mahkûm olduklarını söyler. Gümüş köyündeki tonlarca ağırlıktaki cüruf yığınlarından alınan örneklerin analizinden Gümüş yakınındaki maden yataklarında yoğun miktarda kurşun, gümüş ve özellikle arsenik metallerinin var olduğu görülmüştür). Bu ölüme olasılıkla arsenik buharı neden olmuş olmalıdır. Ancak, babadan oğla devam ettirilerek üretilen metallerin elde edildiği bu bölgeleri, İkiztepelilerin nasıl kontrol altında tuttuklarını bilmek mümkün değil. Bu

işletmeler kendi kontrolleri altında değilse külçeleri almak için büyük olasılıkla değiş- tokuş yaptıklarını ve aldıkları külçe metal karşılığında da işlenmiş deri ve kumaş vermiş olabilirler62.

Karadeniz Bölgesi’nin Orta Karadeniz bölümünde yer alan Tokat (bölgesi), Anadolu’daki eski yerleşim merkezlerinin dışında kalan ve ilk Bronz Çağı’na ait bakır cevherlerinin ergitilmiş olduğu önemli bir yerdir63.

Anlaşılacağı üzere İlk Tunç Çağı’nın ikinci yarısı içinde biri Troia ve Ege dünyası içinde, ötekiyse Orta Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde yer alan başlıca iki madencilik okulu söz konusudur. Birbirleriyle ilişki kurduğu anlaşılan bu okullardan doğudakinin köken olarak, bakır madeninin bol olduğu Merzifon, Tokat, Amasya yörelerine dayandığı ve Alacahöyük’e de buradan gelen göçmenlerce taşındığı sanılır.

İlk Tunç Çağı’nda Mezopotamya ile artan ilişkiler sonucunda madencilik tekniklerinin çok geliştiği, altın, gümüş, bakır, tunç, elektron ve hatta demirin bile ustalıkla işlenebildiği bu dönemde madenciliğin gelişmesi uzmanlık gerektiren yeni meslek gruplarının belirmesine, buna bağlı olarak iş bölümüne dayanan kent yaşamının

başlamasına neden olmuştu64. Anadolu, komşu toplumların yazılı belgelerinden

sağlanan ilk bilgilere bakılacak olursa, Önasya’nın özellikle Mezopotamya’nın ahşap, bakır, gümüş ve altın gereksinmesini karşılayan bir hammadde deposu durumundaydı. Akad kralı Sargon’un (MÖ 2340–2284) kahramanlıklarını anlatan ve tarihsel içerikli “Şar Tamhari” metinleri denen vesikalar, Sargon’un sedir ormanları (Amanos Dağları) ve Gümüş dağlarına (Toroslara) yani Anadolu’nun güneydoğu sınırlarına kadar geldiğinden bahsetmektedir65.

Anadolu’da madenciliğin yaygınlaşması, daha çok eskilerden beri madenlerin, özellikle bakırın, az da olsa kullanılmasından kaynaklanan uzun bir sürecin sonucudur. Bakır eşya hep yeniden eritilerek tekrar tekrar kullanıldığı için, arkeologlar, armağan olarak mezarlara konmuş veya yangın gibi bir felaketle tahrip edilmiş bir yapıda bırakılmak zorunda kalınmış değilse, bakır eşyaya çok sık rastlamazlar. Bu bakımdan, Eski Tunç çağının ilk iki evresinde madenciliğin önem kazanmış olduğu, ele geçen tunç eşyanın sayısının fazla oluşundan çok, taş aletlerin ortadan kalkmış olmasından ve bu çağların parlak perdahlı yüzleri, madeni kulpların benzeri kulpları, keskin omurgaları, akıtacaklarındaki sert kıvrımlar ve üzerlerindeki oluk ve yiv biçimindeki bezemeleriyle açıkça madeni kapları taklit eden çanak-çömleğinden anlaşılmaktadır.

Metalürji alanındaki büyük gelişmeler, özellikle İç Anadolu’nun kuzey kesiminde ortaya çıkarılan buluntular yardımıyla kanıtlanmaktadır. Anadolu’da bu çağda madencilik eserleri açısından Kafkasya ile bağlantısını açıkça belli etmektedir. Kafkasya’nın Kuban bölgesindeki Maikop’ta Kurgan adı verilen mezarlarda bulunan madeni eşya ile İç Anadolu’nun kuzey kesimindeki Alacahöyük ya da Horoztepe gibi merkezlerde gün ışığına çıkarılan madeni eşyalar arasındaki benzerlik, metalürji alanında gelişkin bir ustalık düzeyine ulaşmış toplumun Kafkasya’dan Anadolu’ya 62 Bilgi, 2001: 13–15.

63 Kaptan, 1979–1980: 150 vd. 64 Sevin, 2003: 116 vd. 65 Yıldırım, 2004: 101–102.

yayılmış olmasıyla açıklanmak istenmektedir. Gerçekten de, bu eserlerin yaratıcıları genellikle kabul edildiği gibi Anadolu’nun yerli halkı olan Hattiler midir, yoksa halk Hattili’dir de, bu madencilik bilgisini getirenler Alaca mezarlarının sahipleri olan yönetici sınıftan kişiler Hititler’in öncüleri ve onlarla aynı soydan olan Hint-Avrupa kökenli insanlar mıdır? Yoksa bütün benzerlikler Neolitik çağdan beri var olan bölgeler arası ticaret nedeniyle oluşan bir kültürel etkileşmenin sonucu mudur? Henüz bunların cevabını kesinlikle veremiyoruz, ama bilinen bir gerçek şudur ki, tarihöncesi Anadolusu, insanlığın gelişiminde saptanabilen tüm aşamaları yaşamış şanslı bir toprak parçasıdır66.

Tunç Çağı’nda Anadolu ile Mezopotamya ve Kuzey Suriye arasında, kökleri Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın obsidyen ticaretine değin uzanan çok eski bir ilişkinin varlığı bilinmektedir; ancak, obsidyen ticaretinden başlayarak maden ticaretine doğru gelişen bu sistem bu kez ters yönde işlemeye başlamıştı. Şimdi gereksinim duyulan maddelerin başında kalay geliyordu. Tunç silah, alet ve süs eşyalarının yapımı için gerekli olan bu maden Anadolu’da fazla bulunmuyordu. Önceki dönemlerde kalayın yerine kullanılan arsenik ise sağlıksız ve insan yaşamı için çok tehlikeliydi. Artık sitadellerdeki görkemli saraylarda lüks içinde yaşamaya alışmış bulunan Anadolu beylerinin gereksinim duyduğu kalay madeninin pazarlanması işini ise Asurlu tüccarlar yüklenmişlerdi. 200–250 merkepten oluşan kervanlar ya Kahramanmaraş-Elbistan Ovası üzerinden ya da Ergani-Maden Geçidi ile Toroslar’ı, Malatya yakınlarında da Fırat’ı aşıp, Tohma Çayı vadisi boyunca ilerleyerek Kültepe’ye varıyorlar; Anadolu’ya kalayın yanında, güneyin beğenisine göre dokunmuş ince kumaşlar da getiriyorlardı. Bunların karşılığında ise altın, gümüş ve değerli taşlar götürüyorlardı.

Kültepe’deki Karum Ib Asur kralı I. Şamsi Adad (1809–1776) ile çağdaştır. Eskiye kıyasla Mezopotamya ile ticari ilişkilerin azaldığı ve Anadolu içindeki bakır ticaretinin ön plana geçtiği bu dönem Hitit kültürünün biçimlenmeye başlaması açısından önem taşır. Pithana oğlu Anitta’nın (1750) kendisine başkent yaptığı Neşa yani Kültepe Höyüğü’ndeki bir sarayda bulunan tunç mızrak ucu üzerinde “Kral Anitta’nın Sarayı” yazılıdır67.

Tunç Çağı Anadolu’sunda bütün kaynaklardan toplanan eşyanın dökümüne gidildiğinde, bunları yapanların özellikle maden çıkarmada, işlemede, madenden eşya yapmada çok usta oldukları görülüyordu. Örneğin, Eski Tunç Çağının ikinci yarısında madeni eşya yapan ustalar cire-perdue yöntemiyle kalıba dökmeyi, maden kaplamayı, kaynak ve lehimi, çekiçle işlemeyi ve döverek şekillendirmeyi, tanelendirmeyi, telkari işlemeyi, hatta mine işlerini bile biliyorlardı. Ortaya çıkan nesneler arasında, ustaların kullandığı anlaşılan yarı değerli taşlar ve lüks gereçler görmek de pek şaşırtıcıdır. Bunlardan kaya kristali (kuartz), akik, yeşim, obsidyen ve lületaşını kendi ülkelerinde elde edebiliyorlardı. Fildişi, kehribar, lacivert taşı ve firuze taşını ise dış ülkelerden ticaret yoluyla sağlıyorlardı68.

66 Dinçol, 1982: 15–16. 67 Sevin, 2003: 151 vd. 68 Lloyd, 2000: 20–21.

Belgede Antik Anadolu madenciliği (sayfa 35-39)