• Sonuç bulunamadı

SİKKELERİN TEMİZLENMESİ

Belgede Antik Anadolu madenciliği (sayfa 75-88)

Bilindiği gibi sikkeler küçük eserlerdir; ayrıca çoğunlukla bakır ve bronzdan yapılmış olmaları nedeniyle kolayca oksitlenip üzerlerine yeşil bir küf bağlayabilmektedirler. Sikkelerin temizlenmesinde değişik bazı uygulamalar vardır: Bilinen en basit yöntem yumuşak bir fırça ile sikke üzerindeki korozyonun çıkartılmasıdır. Sikkeye zarar vermeyen bu uygulama oldukça sağlıklı bir yöntemdir. Kazı sırasında da uygulanabilecek bir başka yöntem ise korozyonlu sikkenin limon suyu içinde bekletilmesidir. Daha sonra da sikkenin üzerindeki kalıntılar fırça ile temizlenir. Aynı yöntemin diğer bir uygulamasında ise limon suyu yerine sirke kullanılır. Bu uygulamada sikke ile birlikte kap içine bir parça da tuz katılırsa küfün çıkması daha kolay sağlanır. Bu yöntemin bir de sakıncası vardır: o da sikke yüzeyinin aşınmasıdır. Bunun için sikke limon suyu içinde çok fazla bekletilmemelidir187.

Bronz sikkeler için genellikle saf su kullanılır. Saf suda bir süre bekletilen sikke çıkarılıp, diş fırçası vb. ile fırçalanır, yeterli olmazsa saf su + calgon karışımına bırakılır ve kontrolde tutulur. Daha sonra diş fırçası vb. ile temizlenip, saf su ile çalkalanır. Saf su + calgon karışımının yeterli temizleme sağlamadığı hallerde sikke saf su + sodyum hidroksit karışımına bırakılır. Fakat soyma metodu denilen bu uygulama iyi sikkeler için kullanılmaz. Gümüş sikkelerin de sağlam olanları kontrollü olarak amonyağa konur. Ayarı düşük olan sikkeler için amonyak kullanılmaz. Bakırı ortaya çıkar. Bunlara yüzeyden temizleme yapılır. Gümüş sikkeler için tiore ya da formik asit (amonyaktan daha sert) de kullanılır. Bronz ve gümüş sikkeler temizleme işleminden sonra paraloid lakına bırakılıp hava kabarcığı bitene kadar bu lak içinde tutulur. Cımbız vb. ile çıkarılıp cam üzerine konur188.

Temizlenen sikkeler üzerinden balmumu ya da plastikle kalıp alınarak bazı onarımlarla çizimleri yapılıp fotoğrafları çekilebilir.

5. SİKKE MÜLAJI

Mülaj için; plastilin, pudra, diş fırçası ve bir çay bardağı su gereklidir. Plastilin elde ovularak yumuşatılır. Sert ve pürüzsüz bir yüzey üzerinde düzleştirilen plastilin üzerine az miktarda pudra sürüldükten sonra sikkenin ön yüzü bastırılarak gömülür. Daha sonra plastilin ters çevrilerek arkasından hafifçe bastırılır ve sikke dışarı çıkartılır. Sikkenin arka yüzü için de bir başka plastilin hazırlanarak iki negatif kalıp çıkartılır. Mülaj işleminin ikinci aşamasında hazırlanan negatif kalıplara dişçi alçısıyla döküm yapılarak sikkenin alçı mülajları elde edilmiş olur. Bu mülajlar, sikkelerin orijinaline zarar gelmemesi için çalışmalar da, üzerlerine envanter numaraları yazılarak kullanılır189.

187 Başaran, 1998: 249–250. 188 Saltuk, 1997: 160. 189 Başaran, 1998: 249–250.

1. YUNANİSTAN

Deniz kavimleri göçünde kendilerinden çok daha yüksek bir kültüre sahip olan Akaların Dor’lara her yerde yenildiği anlaşılıyor. Bu hususta Dor’ların kullandıkları demir silahlar büyük rol oynamış olsalar gerektir190. Dor istilası sırasında Hellas’ta demir silahlar (kılıç ve mızrak) ve demir aletler kullanılmaya başlandı; Küçük Asya’dan alınan demir işleme de gelişmeye başladı. Üretim güçlerinin gelişimi hızlandı191.

Karanlık Çağ’da ekonomik ve sosyal bakımdan, önceki dönemin tunç alaşımına karşılık, demir madenine bağlılığın giderek arttığı bir gerçektir. Tunç yapımında temel maddeyi oluşturan bakır madenleri açısından oldukça yoksul olan Yunanistan ve Ege Adaları’nın birçoğunda zengin demir yatakları vardı. Ege dünyasında demirin bolluğu, önceki dönemin bakır ve kalay ticaretiyle geçinen tüccar prenslerinin egemenliklerine son verdi ve daha küçük coğrafi bölgelerin özgürlük kazanmasına yol açtı192.

Atina sadece bal, zeytinyağı, günlük kullanılan şarap, gümüş, yapı taşı (mermer dahil), seramik toprağı ve yakacak bakımından gıpta edilecek kadar kendine yetebilen; ancak yün, balık ve et konusunda kendine yetmeyen bir yerdi. Yani ithalat faturası oldukça kabarıktı193. Atina Etruria’dan bronz ithal ediyordu. İthal edilen mallara karşılık olarak Atina kurşun, gümüş ve madeni eşya ihraç ediyordu194 (Res. 20a ve 20b).

Orta Yunanistan’ın önünde ince uzun bir şerit halinde uzanan ve Halkis ve Eretria gibi şehirler, tarıma elverişli topraklar, ormanlar ve madenler (en çok bakır) kapsayan Evboia adası bulunmaktadır195. Pek az verimli olan Hellas toprağı, yapı malzemesi ve çeşitli madenler bakımından zengindi. Lakonia’da zengin demir madeni vardı; Euboia’nın (Evia, Eğriboz) Halkida bölgesinde ve Kıbrıs’ta bakır boldu; Attika’da gümüş madeni işletiliyordu196.

Yunan Orta Çağında (MÖ 1000–700) ekonomi oldukça ilkel bir durumdadır. Sosyal ve ekonomik bakımdan bir birlik vücuda getiren ailelerin dışında günden güne gelişen kültür hayatı bir iş bölümü yapılmasını gerekli kılmış, imalatın çeşitli alanlarında baş gösteren ve zamanla karışık bir şekil alan teknik usuller ücret karşılığında çalışan usta işçilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu işçiler ya da zanaatçılar arasında bakır ve demir işçileri, çömlekçiler, dülger ve marangozlar gösterilebilir. 190 Mansel, 1999: 95 vd. 191 Diakov-Kovalev, 1987: 333. 192 Sevin, 1982: 224. 193 Finley, 2007: 157–164. 194 Diakov-Kovalev, 1987: 400–401. 195 Mansel, 1999: 95 vd. 196 Diakov-Kovalev, 1987: 307.

Fenikeli’ler gerek denizcilikte, gerek deniz aşırı ticaret işlerinde uzun zaman teknik üstünlüklerini koruyabilmişler ve destanlardan anlaşıldığına göre Yunan piyasalarına o çağda (MÖ 8. yüzyılın sonlarına kadar) çok beğenilen renkli kumaşlar, madeni eşya ve türlü sanayi mallarını sürmeğe devam etmişlerdir.

Yunan Orta Çağının ilk yüzyıllarında toprak ürünlerinin değiş tokuşu üzerine kurulu bir sistem kullanılmakta; sonraları ise kolayca taşınabilir ve malların değerini daha iyi gösterebilir bir ölçüye ihtiyaç duyulmuş, böyle bir ölçü belirli ağırlık ve şekilde (ekseriya çubuk şeklinde) çeşitli, cins maden külçelerinde bulunmuştur. İlk zamanlar, İtalya’da olduğu gibi Yunanistan’da da geniş ölçüde bakır çubuklar, hatta bakır eşya kullanılmıştır. Mesela Gortin kanununda ceza miktarları belirli sayıda bakır lenger veya üç ayaklı kazan şeklinde gösterilmektedir. Peloponnes’te Aka’ların bir miktar demir çubuğa karşılık sığır derisi ya da şarap satın aldıklarını bildiren İlyada’nın bazı geç yerlerinin açığa vurduğu gibi demir çubuklar değer ölçüsü olarak kullanılmıştır. Fakat ticaretin genişlemesi ve gelişmesi üzerine maden külçeleri malların değerini karşılamağa yetmemiş, doğu devletlerinde, en çok Mezopotamya’da öteden beri kullanılan gümüş ve altın külçeleri Yunanistan’da da ölçü olarak geçmeğe başlamıştır. Bu olayı İlyada’nın çeşitli yerlerinde saptamak mümkün olmuyor. Değerli madenlerin kullanılmasıyla birlikte 7. yüzyıldan başlayarak Mezopotamya ağırlık sistemi de Yunan ülkelerine girmeğe başlamıştır197.

Yunan Orta Çağında, Geometrik üslup yalnız keramiklerde değil, sanatın başka kollarında da kendini göstermektedir. Nitekim şerit, levha, iğne başları ve kazan gibi bakır ve tunç eserler üzerinde çizgi ya da kabartma olarak yapılmış tasvirler veya tunçtan ve kilden yapılmış, ekserisi ilkel bir karakter taşıyan hayvan (en çok at ve sığır) ve insan heykelcikleri bu hususu açığa vurmaktadır. Bunların yapıldıkları en önemli merkezler olarak Atina ve Olimpiya gösterilebilir198.

İon göçmenlerini çeken Karadeniz kıyılarının hinterlandı çok genişti ve çeşitli doğal zenginliklere sahip bulunuyordu. Marmara’nın üzüm bağları ve zenginlikleri, Boğaz’ların balık zenginliği, Doğu ve Güney Karadeniz kıyılarının yoğun ormanları, Güney Rusya ve en çok Kırım’ın buğday tarlaları, Rusya içerisinden getirilen köleler, hayvan postları, yapağı, kereste, Ural taşları ve madenleri Yunanlıların fırtınaları ile ün kazanmış olan Karadeniz’in bu ücra yerlerine bu derece rağbet göstermelerinde başlıca etken olmuştur199.

Yunan tarihinin Arkaik Çağında MÖ 7. yüzyıldan başlayarak taş işçiliğinin yanında maden işçiliği de ilerlemiştir. 600 yılına doğru Sisamlı Teodoros ve Roikos adında iki sanatçı, hiç kuşkusuz Mısırlıların bu alanda edinmiş oldukları tecrübelerden faydalanarak, içi boş tunç heykel dökme tekniğini uygulamağa başlamışlardır. Bu teknik pek çabuk İonia’dan Yunanistan’a geçmiş ve en çok Argos’ta gelişmiştir200.

Yunan tarihinin klasik çağında, Temistokles Attika’daki Lavrion gümüş madenlerinde yeni damarlar bulunması ve bunların sistemli bir surette işletilmesi 197 Mansel, 1999: 124–127.

198 A.g.e. 154. 199 A.g.e. 169. 200 A.g.e. 243.

sonunda elde ettiği gümüş fazlasıyla bir buçuk yıl gibi kısa bir zaman içinde 180 gemilik yepyeni bir donanma vücuda getirdi (482/81)201. Atina’nın mali durumu ise şu şekildedir. “Demosion” adını taşıyan ve aeropag’ın devrilmesinden sonra doğrudan doğruya hükümetin kontrolü altına geçen devlet hazinesi Pangaion ve Lavrion’dan çıkarılan değerli madenlerden, deniz birliğine ait topraklar ve emlak gelirlerinden, gümrük, liman, pazar yerleri ve ticari işlemlerden alınan vergilerden, mahkeme harçlarından, kesilen çeşitli cezalardan veya müsadere edilen topraklardan ibaret bulunuyordu. Atina batı ülkelerine ihraç ettiği sanayi mamulleri ve sanat eserlerine (en çok vazolar) karşılık buralardan en çok çeşitli madenler ve hububat ithal ediyordu202. Anabasis’te ise Ksenophon “Tüm Yunanlılar, tunç miğferler, erguvan rengi uzun gömlekler giymişlerdi203” diyerek Yunanlıların savaş giysilerinde, tuncu yoğun bir şekilde kullandıklarına dikkat çekmektedir.

Yunan tarihinin ikinci klasik çağında, antik Yunan kültürüne dahil edilen Makedonya birçok doğal zenginliklere sahipti. Bu ülkenin zengin madenleri, büyük ormanları, hayvan yetiştirmeğe elverişli geniş meraları ve her türlü tarımı mümkün kılan verimli toprakları vardı204. Herodot’tan öğrendiğimize göre, “Prasias gölünden Makedonya o kadar uzak değildir; bu gölün bir ucu Alexandros’un günde bir talant gümüş çıkardığı madene dayanır; bu madenden sonra Dysoron dağı aşılınca artık Makedonya’dır205. Kserkses, Pieria kaleleri boyunca uzandı, bunlardan birinin adı Phagres, öbürünün adı Pergamos’dur. Kalelerin altından geçti, Pangaion dağını sağda bıraktı, bu yüksek ve büyük bir dağdır, altın ve gümüş madenleri vardır, buralarda Pieria’lılar, Odomant’lar ve özellikle Satrai’ler çalışırlar206. Themistokles, daha önce de tam zamanında yapmış olduğu bir yasa önerisiyle başarı kazanmıştı: Atina maliyesi önemli bir gelir artışıyla karşılaşmıştı ve bu gelir Laurion madenlerinden geliyordu207”.

Gümüş, Atina’nın külçe veya önemli miktarda olmamakla birlikte sikke olarak çok miktarda dışarıya sattığı en önemli yer altı zenginliğiydi. Ksenophon’a göre (Poroi 3. 2), “dönüş için tekrar vasıta istemeyen” ithalatçılar sadece gümüş taşımakla oldukça yüklü miktarda kazanç elde ettiklerinden Atinalılar büyük bir avantaja sahiplerdi. Bununla ilgili olarak Ksenophon, Laureion’da madenlerde kamu gelirleri üzerine yaptığı bitip tükenmek bilmeyen çalışmasını, çok sayıda firmayı değerlendirip programlı bir şekilde ele alarak küçük bir kitapta topladı.

Ksenophon, gümüş madenciliğinin oldukça fazla geliştiği ve bütün vatandaşlarının sonunda geçimlerini tamamıyla devletten sağlayacak bir gelir talep ettiğini anlattığı Poroi’ da (Peri Prosodon Tes Athenaikes Politeias-Atina Devletlerinin Gelirleri Üstüne 4.4.6) şunları söylemektedir: “Bildiğim bütün faaliyetler içinde gümüş madenciliği, büyüdükçe çekiciliği azalmayan tek alandır… Mesela, çok fazla bakır işleyici varsa, bakır işlemeciliği o derece ucuzlar ve böylece bakır işleyicileri işi bırakır. Bu durum, demir ticareti için de geçerlidir… Ancak gümüş madeni bu sektöre daha 201 Mansel, 1999: 277.

202 A.g.e. 312–315. 203 Ksenophon, 1998: 17 204 Mansel, 1999: 396.

205 Herodotos, Terpsikhore, 17. Bahis, 2004: 261. 206 A.g.e. Polymnia, 112. Bahis, 366.

fazla insan getirir.” Burada Ksenophon herhalde üretimi, salt yerel pazarlar için yapılan bir faaliyet anlamında kullanmış olmalıdır. Aksi takdirde değerlendirmeleri hiçbir anlam ifade etmez208.

Ksenophon’un Poroi’u kesinlikle, Atina’nın ticari dava kanunlarının yürürlüğe konduğu bir dönemde ve bu atmosfer içinde yazılmış olmalıdır. Bu beyannamedeki yeni kararların, başta bir liman şehri olan Pire’dekiler (Peiraieus) olmak üzere, genel olarak halk içinde gümüş madenlerinde çalışan köleler ve dışarıdan gelenler gibi iki grubu gözeterek, halkın gelirini artırmak amacıyla çıkarılması bir tesadüf değildir.

İmparatorların hiçbiri, maddi olarak varlıklı şahıslara veya tekelleştirilmiş ürünlere karşı değildi. Bütün Antik Çağ devletlerinde en azından maden kaynakları üzerinde kralların veya imparatorların hakları vardı. Bunlardan farklı olarak, Hellen şehir devletlerinde tekelleştirme, nadiren başvurulan bir acil önlemdi209.

Sonuç olarak aslında Antik Çağ şehirlerinin giyecek, maden, köle ve diğer ihtiyaçları dört önemli şey üzerine kurulmuştur: Yerel tarımsal üretimin miktarı, ki bu şehirlerin kendi taşra alanlarının ürünleridir; gümüş gibi özel kaynak ve madenlerin bulunması veya bulunmaması, bunlardan başka diğer madenler; özellikle kıymetli şarap ve yağ elde edilen bitkiler; ticarette gizli ihracat ve turizm; dördüncü olarak da imparatorluktaki kiralar, vergiler, haraç, bağlı ülkelerden gelen hediyeler ve toprak sahipliğinden elde edilen gelirlerdi210.

2. ADALAR

MÖ 3000/2800 ile 2000 arasında Girit kültürü özel bir gelişim geçirmeğe, derece derece yükselmeğe ve taş döneminden maden dönemine (bakır, sonraları tunç dönemleri) girmeğe başlamaktadır. Girit’te çeşitli tipteki mezarların içinde bulunan altın ve gümüş eserler, fildişi mühürler, taştan ya da bakırdan yapılmış türlü araçlar ve silahlar 3. binyıl Girit kültürünün eriştiği aşama hakkında bir fikir vermekte, aynı zamanda bu dönemde Girit’te kişisel servetin artmış ve halkın sınıflara ayrılmış olduğunu belirtmektedir211. Ege adalarında; ilk önce bakır, sonraları tunç dönemi olan 3. binyıl, Girit’te olduğu gibi bir barış ve sükûn dönemi olmamıştır. Bu dönemde çeşitli adalarda bulunmuş olan altın ve gümüş vazolar ise gerek şekilleri, gerek bezemeleri bakımından toprak kaplarla beraber gitmektedir. Taş ve toprak eserlerin yanında bakır eserler de kullanılmaktadır. Bunlar arasında bıçak, hançer, pens ve iğneler bulunmaktadır. Süs eşyası olarak türlü renkte taş boncuklar, spirallerle süslü bakır iğneler ve gümüş alınlıklar gösterilebilir212.

MÖ 2000 ile 1700 arasında Girit ticaretinde değer ölçüsü olarak ağırlıkları saptanmış değerli maden külçeleri kullanılıyordu. MÖ 1700’den önce Girit’te Kamares (İda dağının güney yamacında) vazolarının şekilleri, boyaları ve bazen kabartma olarak yapılmış süsleri madeni vazoları hatırlatmakta ise de bu yüzyılda gelişmiş bir durumda 208 Finley, 2007: 157–164.

209 A.g.e. 195–198. 210 A.g.e. 157–164. 211 Mansel, 1999: 10–16. 212 A.g.e. 20–22.

bulunduğu anlaşılan maden işçiliği hakkında fikir edinmek mümkün olmuyor. MÖ 1700’den sonra Girit’te ise 16. yüzyıla ait Mikenai şatosunda kuyu mezarlarında bulunan bazı Girit eserlerinin seferler esnasında alınmış ganimet eşyası olması muhtemeldir. Aynı mezarlardaki altın bolluğu da bukabil seferlerle ilgili olabilir. Aynı dönemde Girit’le Kıbrıs ve Suriye arasında da sıkı ticaret ilişkileri vardı. Girit bu ülkelerden çeşitli madenler ve en çok bakır ithal ediyordu213.

Aynı zamanda, Girit’in gelişmesinin bir başka nedenini de belirtmek gerekir. Bronz Çağı’nda bütün doğu uygarlıkları için kalay ticaretinin aracılığını yapıyordu. Bronz yapımında kullanılan bu vazgeçilmez maden, batıdan, İberik yarımadasından geliyordu ve kalayın ulaşımını denetleyen Girit, Yakındoğu’nun temel sanayisinin anahtarını elinde bulunduruyordu. Bu madenin büyük bir bölümünü kendine ayırıp kendisi bronz yapıyordu (bakır Kıbrıs’tan ithal ediliyordu). Demek ki Girit, Bronz Çağı’nda yalnızca bir aracı rolü değil, bir üretici rolü de oynuyordu. Tekniği ve ekonomisi üstün bir düzeye ulaştı. İlkin metalürji gelişti: Son derece güzel çift ağızlı baltalar, hançerler, bir metre uzunluğunda iki ağzı keskin ince kılıçlar yapılıyordu. Altın ve gümüş bardak ve kâseler incelikleri benzersiz alçak kabartmalarla süsleniyordu. Metal tel yapmayı başarmışlardı, bunun sonucu olarak, sarmal, Giritli dekoratörlerin yeğlediği motif durumuna geldi. Akhalar, gelişme düzeyleri kendilerinkinden yüksek olan yerli halkın bir bölümünü kırdılar ve geri kalanlarla da kaynaştılar. Onlardan daha gelişmiş ekonomi biçimlerini aldılar. Çömlekçilik, dökümcülük, demircilik ve kuyumculuk gibi meslekler büyük gelişim gösterdi; zanaat tarımdan ayrıldı ve özerk bir üretim dalı haline geldi214. Girit’te freskler ve altın kabartmalar üzerinde de binalar tanımlanmıştır. Bakırdan, tunçtan hatta altından yapılmış baltalara mağaralarda, ya da büyük evlerde rastlanmıştır. Aka’lar Avrupalı tarihçiler tarafından genellikle orta Avrupa tunç kültür çevrelerinden güneye inen İndogermen’ler olarak kabul olunmaktadırlar215. Cenkçi insanlar olan Aka’lar silahlara büyük önem vermişlerdir. Bunlar tunçtan yapılmış uzun kargılar, iki tarafı keskin düz ve uzun kılıçlar, hançerler, ok ve yay kullanmakta, bu vurucu silahları geliştirmek suretiyle askerleri toplu birlikler (falanks) halinde savaşa sokmaktadırlar216.

Rhodos; Ophioussa, Stadion ve Telkhin’lerin adayı ele düşünerek geçirip iskân edişinden sonra Telkhinis olarak adlandırılmıştır. Bazı kimseler Telkhin’lerin “iftiracı” ve “büyücü” olduklarını, Styks’in suyunu sülfürle karıştırıp hayvanları ve bitkileri yok etmek amacıyla akıttıklarını söylerler. Fakat bazıları da bunun tersini, bunların sanat ve işçilikte üstünlük sağladıklarından beri, rakip işçiler tarafından iftiraya uğratılarak kötü bir üne sahip olduklarını ve onların önce Kr ta’dan Kıbrıs’a sonra da Rhodos’a geldiklerini, bunların demir ve pirinci ilk işleyenler olup Kronos’a tırpanı bunların yaptığını (Strab n, X. 3.7;19) ve Pindaros’un bildirdiği gibi Ath na, Zeus’un başından

doğduğu zaman adaya (Rodos’a) altın yağdığını söylerler217. Anabasis’te ise

Rodos’lulardan “Gerçekten düşman sapancıları yumruk büyüklüğünde taşlar savurup

213 Mansel, 1999: 29–34.

214 Diakov-Kovalev, 1987: 324–331. 215 Mansel, 1999: 54–59.

216 A.g.e. 77–79.

pek uzağa eriştiremiyorlar, oysa Rodoslular kurşun yuvarlaklar kullanmayı biliyorlardı218” şeklinde bahsedilir.

Kıbrıs’ın adı bakırın kimyadaki adı “Cuprum”dan gelmektedir219. Hititlerin

üzerinde durmamış göründükleri Alaşiya’nın (Kıbrıs) sahip olduğu bakır yataklarından ötürü, bölgenin önemi anlaşılmış olmalı ki, Tudhaliya adaya çıkıp onu işgal etmişti220. Tamassos’ta içinde bakır sülfatı ve pası bulunan zengin bakır madenleri vardır. Bakır pası tıbbi amaçlarda kullanılır. Eratosthen s eski zamanlarda ovanın sık ormanlarla kaplı olduğunu, ağaçlarla örtülü toprağın bu nedenle işlenemediğini söylüyor. Madenler durumun biraz değişmesine yardımcı oldu, çünkü halk bakırı ve gümüşü yakabilmek için ağaçları kesmek zorunda kaldı221.

Herodot, Taşoz madenlerinden şu şekilde bahsetmektedir. “Thasos’luların, anakaradan ve madenlerinden gelirleri vardı. Skapte-Hyle’deki altın madenlerinden normal olan seksen talant kazanıyorlardı. Thasos’daki altın madeninden o kadar kazanmıyorlardı ama bunlar için vergi ödemediklerinden kazançları gene de iyi oluyordu, anakaradan ve madenlerden iki yüz talant yıllık gelir sağlıyorlardı; iyi yıllarda kazançları üç yüz talanta bile çıkabiliyordu. Bu madenleri ben gördüm; beni en çok şaşırtanları, Thasos ile birlikte burasını da kolonize etmek için gelmiş olan Fenike’lilerin açmış olduklarıdır. (Zaten adını da bu Fenike’li Thasos’dan almıştır.) Adada Fenike’lilerin meydana çıkarmış oldukları bu madenler Samothrake’nin karşısına düşen Ainyra ve ve Koinyra denilen yerlerdedir; koca bir dağdır ve ocakları çok derin kazılmışlardır222”. Yine Herodot’tan “Marathon’da Perslere atılan dayaktan sonra, Atina’lılar arasında zaten saygın bir yeri olan Miltiades’in değeri daha da yükseldi. Atinalılardan yetmiş gemi, bir ordu ve para istedi; hangi ülkeye savaş açacağını söylemiyordu; yalnız eğer dediğini yaparlarsa, onları zenginliğe boğacak, yığınla altın bulunan bir yere götürecekti. Bu sözlerle istiyordu gemileri, bu vaatlerle yemlenen Atinalılar istediklerini verdiler. Orduyu alan Miltiades, Paros’a doğru yelken açtı223” bilgisini almaktayız (yığınla altın bulunan yer olarak Paros’u kastetmiş).

Ege adalarından birinci gruba giren adalar arasında Delos, ikinci gruba girenler arasında ise obsidyan taşı kapsayan Melos, içinde mermer ocakları bulunan Paros ve Naksos veya altın madenleriyle ün kazanmış olan Sifnos gösterilebilir224. Herodot ise Sifnos hakkında “Polykrates’e karşı yürüyen Samos’lular, Lakedaimon’luların kendilerini yalnız bırakıp savuşacaklarını anlayınca Siphnos’a yelken açtılar. Para bulmaları gerekiyordu ve Siphnos’lular pek iyi bir durumdaydılar; adalarda yaşayanların en zenginleri bunlardı, çünkü adada altın ve gümüş madenleri vardı ve toprak altından çıkarttıkları servetin ondalığı olarak Delphoi’ye parlak hazinelere denk bir hazine sunmuşlardı; madenden sağlanan geliri her yıl aralarında paylaşırlardı225 bilgisini vermektedir.

218 Ksenophon, 1998: 98. 219 Diakov-Kovalev, 1987: 316. 220 Lloyd, 2000: 43–45. 221 Strabon, 2005: 282.

222 Herodotos, Erato, 46.-47. Bahis, 2004: 307. 223 A.g.e. 332. Bahis, 132-133.

224 Mansel, 1999: 4.

3. HOMEROS DESTANLARI

Destanlardan edindiğimiz bilgileri, bilimsel temellere dayandırmak çoğu kez şüpheli ve yanlış bilgiler edinmemize sebebiyet verir. Ancak destanlar, ait olduğu toplum hakkındaki kültürel izleri görmemizde yadsınamaz yararlar sunar. Bu anlayışla

Belgede Antik Anadolu madenciliği (sayfa 75-88)