• Sonuç bulunamadı

2. TRABZON ŞEHRİ VE GELENEKSEL MEKÂNIN TEMEDDÜN ÜZERİNDEN SOSYO-POLİTİK ORGANİZASYONU

2.2. Trabzon’da Birey

2.2.1. Trabzon’da Bireyin Tanımlanma Biçimleri

Herhangi bir kişiyi tanımlama teşebbüsü bilindiği üzere o kişiyi anlamlandırmanın bir yoludur. Kişiye izafe edilen ya da kişinin kendisine izafe ettiği tanımlama biçimi, onun nasıl algılanması gerektiği hususundaki en önemli veridir. Dolayısıyla sicillerde bulunan, bireyin tanımlanma biçimleri, taşrada bireylerin nasıl algılandıklarına dair önemli ipuçları temin edelebilirler.

Şer‘iye sicillerinde hemen bütün bireyler için kullanılan en gelen tanımlama biçimi, Medine-i/Mahmiye-i/Mahrûse-i Trabzon mahallâtından A oğlu/kızı B şeklindedir.267 Burada görüldüğü üzere, öncelikle içerisinde bulunulan siyasî birim, akabinde bir diğer toplumsalaşma mekânı olan mahalle (ki o da aynı zamanda bir başka siyasî birimdir) ve bireyin toplumsal anlamda ilk defa görünür olduğu aile (baba ismi üzerinden aslında ait olunan aileye işaret edilmektedir), en sonda da bireyin ismi zikredilerek onun en geniş tanımı yapılmaktadır. Dolayısıyla, bireyin anlam kazandığı birimlerin öncelikli olarak bunlar olduğu ifade edilebilir. Bu durum bireyden şehre giden süreçte amelî hikmetin konusu içerisine giren toplumsallaşma birimleri ile de uygunluk arz etmektedir. Bu noktada kâtiplerin doğrudan temeddünü gözeterek böyle bir tanım yaptıklarını iddia etmiyoruz; fakat bireye bakışın bilhassa T. Hobbes’dan önce belli toplumsallıklar içerisinde anlam kazanması, bütün bir geleneksel dünyada ortaktır, sadece toplumsallaşma mekânları birbirinden farklıdır. Örneğin “Batı”da geleneksel dönemde bu

266 Thomas Hobbes, Leviathan, (Çev. Semih Lim), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2010, s. 133.

267 Örneğin “Mahmiye-i Trabzon mahallâtından Aya Sofya Mahallesi sâkinlerinden Hüseyin Beşe b. Abdullah.” (T.Ş.S., 1823, 11/1). Yine 18. yüzyılda da bu tanımlanma biçimi sicillerde devam etmektedir. Örneğin “Medine-i Trabzon mahallâtından Bâb-ı Pazar Mahallesi’nde sâkine Ayşe bint Mustafa.” (T.Ş.S., 1869, 3/1). Bunun yanında Ahkâm Defterleri’nde de söz konusu tanımlanma biçimini bulmak mümkündür. “Giresun Kasabası mahallâtından Hacı Hüseyin Mahallesi sâkinlerinden sadât-ı kirâmdan es-seyyid Hüseyin Halife” buna örnek gösterilebilir. ( B.O.A. Trabzon Ahkâm Defterleri, no. 1, s. 63). Yine askerî kesimden olan bir cebeci, “Aya Sofya Mahallesi sâkinlerinden Cebeci Mehmed Beşe b. Kurd” olarak tanımlanmaktadır. T.Ş.S., 1826, 53/8.

80

toplumsallaşmanın en önemli mekânlardan biri kilisedir. Osmanlı özelinde ise camidir. Bu bakımdan bireyin öncelikli olarak bu şekilde tanımlanması gayet doğaldır.

Bu genel tanımlanma biçiminin akabinde, bireyin anlam kazandığı bir diğer alan, yönetim bakımından onların dâhil oldukları gruplardır. Sicillerimizde bilhassa 1828 nolu sicile kadar askerî kesimden kişiler, ait oldukları askerî gruplara göre tanımlanmışlardır. Örneğin “ebnâ-i sipâhiyândan” İsmail Bey,268

“Dersaadet sipâhilerinden” Ali Bey,269 taşrada bulunan Kapıkulu sipâhileri içerisindeki kişilerdir. “Dergâh-ı âlî yeniçerilerinden” Ali Beşe b. Abdullah,270

“Dersaâdet yeniçerilerinden” Mustafa Beşe b. Muslu271 ise Trabzon’daki yeniçeri yoldaşlarından iki kişidir. “Dergâh-ı âlî müteferrikalarından” Mahmud Ağa b. el-hac Mehmed Ağa272

ve “Dersaadet müteferrikalarından” Mustafa Bey273 ise Trabzon’lu müteferrikalardır. Timârlı sipâhiler ise “erbâb-ı timârdan” Handan Ağa örneğinde görüldüğü üzere bu şekilde tanımlanmakta idiler.274

Yine “züemâdan Mahmud Ağa”275

bir diğer tanımlanma şeklidir. Bu durum sicillerde karşımıza çıkan “Müteveffa-i askerîye muhallefâtı”276

ya da “biz askerî taifesindenüz”277 gibi ifadelerle de pekişmektedir. Ayrıca “ehl-i örf taifesi”278

ifadesi de sicillerde geçen bir başka tanımlama kalıbıdır. Bunun karşısında “Gümüşhane Kazası reâyâsından Osman ve İbrahim…”279

ve “nefs-i şehir reâyâsı”280

gibi tanımlamalar askerî ve reâyâ eksenli tanımlama biçimlerinin örnekleridir.

Bir diğeri ise mesleklerin eksen olduğu tanımlanma biçimleridir. “Kazgancı tâifesinden” Musa,281

“Tarakçı” Ali Beşe,282 “Derzibaşı olan” Muharrem Çelebi,283 “Kahveci” el-hacc Mustafa b. Ali,284

“Debbağ” Receb Beşe,285 “Sandıkçı” Yanol oğlu 268 T.Ş.S., 1821-4, 12/7. 269 T.Ş.S., 1821-4, 31/5. 270 T.Ş.S., 1822, 41/6. 271 T.Ş.S., 1821-4, 88/7. 272T.Ş.S., 1831, 70/2. 273 T.Ş.S., 1821-4, 30/8. 274 T.Ş.S., 1824, 15/3. 275 T.Ş.S., 1830, 24/1. 276 T.Ş.S., 1824, 8/11.. 277 T.Ş.S., 1828, 108/3. 278 T.Ş.S., 1824, 38/3. 279 T.Ş.S., 1831, 71/14. 280 T.Ş.S., 1825, 8/7. 281 T.Ş.S., 1830, 63/5. 282 T.Ş.S., 1830, 34/14. 283 T.Ş.S., 1830, 37/10. 284 T.Ş.S., 1830, 45/7.

81

Dimitri286 bu tür meslek erbâbının tanımlanma biçimlerine örnek gösterilebilir. Bunun yanında Trabzon’un ticaret ile uğraşan kesimi de “tüccâr taifesinden” olarak isimlendirilmektedir. “Tüccâr taifesinden” üstad Bayezid, İsmail, Piyale, Bedir ve gayrileri bu tabakanın fertleri olarak Trabzon’da ve diğer birçok yerde ticaret yapmaktadırlar.287

Ayrıca ticaretle bağlantılı olarak, Trabzon’un sahil kesiminde bulunmasından kaynaklanan bir diğer meslek erbâbı da reislerdir. Birçok kayıtta bunlarla karşılaşmak mümkündür. Ali “Reis”288

ve “sefine reislerinden olan” Lonkin “Reis”,289 Yani “Reis”290 bu grubun fertleridir. Bu reislerden bir kısmının balıkçı oldukları görülmektedir. Ayrıca Hoç Köyü’nden Kürkçüoğlu Mehmed Beşe, Hasan Beşe, Ali Beşe ve Hüseyin b. Abdullah da kendi köyleri iskelesinde balık ve hamsi291

avlayıp satmaktadırlar.292 Yine Trabzon dışından gelen balıkçılar da Trabzon’a balık getirip satmaktadırlar. Kefeli balıkçı Konstantin, şaykasına balık yükleyip Yavebolu limanına gelmiştir.293

En önemli tanımlanma biçimlerinden biri de fıkhîdir. Bu noktada Müslim ve zimmî tanımları, bilhassa gayr-i Müslimlerin fıkhın zimmet hukuku içerisine yerleştirilmelerinden 285 T.Ş.S., 1830, 54/6. 286 T.Ş.S., 1830, 71/1. 287 T.Ş.S., 1828, 63/5. 288 T.Ş.S., 1828, 155/2. 289 T.Ş.S., 1830, 3/1. 290 T.Ş.S., 1824, 57/2.

291 Konumuz ile ilgili olmasa da, bilindiği üzere bugün Trabzon’da hamsi, balık olarak nitelenmemekte ve onun adının hamsi olduğu bilhassa vurgulanmaktadır. Benzer bir şekilde incelediğimiz dönem itibariyle de, hamsi isminin balıktan ayrı zikredildiği görülmektedir.

292

T.Ş.S., 1824, 65/7.

293 T.Ş.S., 1821, 17/1. Evliya Çelebi, “bu şehrin halkı kadîm eyyâmdan yedi fırkadır. Bir fırkası a‘yân-ı kibâr beğ ve beğzâdeler ve ehl-i hizmet avân ta’ifesidir kim semmur kürkler ve libâs-ı fâhirelere müstağrak paşazâdelerdir. Ve bir zümresi ulemâ ve sulahâ ve meşâyih-i kirâm hâl sahibi kimesnelerdir kim ulemâ zeynde-libâs-ı mahsûsalarıyla gezer âlimlerdir kim cümlesi selef pâdişâhlarının evkâflarından vazîfe-hârân (u) du‘âgûyân-ı gûnâ-gûndurlar kim vâcibü’r-ri‘âyedirler. Üçüncü fırkası tüccâr-ı berr u bihârdır kim Azağ’a ve Kazağ’a ve Mikril’e ve Abaz’a ve Çerkez’e ve Kırım’a gidüp ticâret edüp çuka, ferâce ve kontuş ve dolama yelek geyerler ankâ bâzargânlardır. Dördüncüsü ehl-i sanâyî‘-i gûnâ-gûndurlar. Cümlesi çuka ferâce ve bogasi hil‘at geyüp kâr (u) kesb ederler. Beşinci kavm-i keştîbânlardır kim Bahr-i siyah içre mellâhlık edüp kâr ederler. Bunların libâsları kendilere mahsûs demir kopran ve şalvar ve çuka dolama ve serine asdâr-ı destâr sarup rûy-asdâr-ı deryâda gazâ edüp ceng (ü) cidâl ederek ticâret edüp kâr ederler. Altasdâr-ıncasdâr-ı fasdâr-ırkasasdâr-ı bâğbân ve bâğçevândır. Zira bu şehrin Bozdepe dağları bâğlardır kim sicillâtda mastûr olduğu üzre cümle otuz bir bin bâğ u bâğçedir. Birer bâğbândan otuz bir bin âdem add olunmuşdur. Ammâ ba‘zı bâğçede iki üç gılman (u) hüddâm vardır. Yedinci fırkası niçe bin âdem sayyâd-ı mâhîdir. Zîrâ bu kavm balığı gâyet pek severler.” diyerek Trabzon’daki toplumsal tabakaları sıralamıştır ve bunlar içerisinde sonuncu olarak balıkçıları zikretmiştir ki sicillerde bulunan veriler de Çelebi’yi desteklemektedir. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, 2. Kitap, s. 52). Ş. Mardin, Evliya Çelebi’nin bu tabakalaşma şemasının Aristoteles modelinin “en gerçekçi uyarlaması” olduğunu söylemektedir. Şerif Mardin, “Tabakalaşmanın Tarihsel Belirleyicileri: Türkiye’de Toplumsal Sınıf ve Sınıf Bilinci”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, (Der. Mümtaz’er Türköne-Tuncay Önder), İstanbul: İletişim Yayınları, 2008, s. 100. Aristo’nun toplumsal tabakalaşma modeli için bkz. Aristoteles, Politika, s. 115.

82

kaynaklanmaktadır. Sicillerde bu durum “zimmî tâifesinden Hanovil”294

örneğinde görülebileceği üzere doğrudan ifade edilmektedir. Yine cizye toplanmasına dair kayıtlarda “zimmî reâyâ” ifadesi kullanılmaktadır.

Bununla birlikte bizim edindiğimiz izlenime göre bir de “Nasarî taifesinden”295 ve “Ermeni taifesinden”296

şeklinde ayrımlar da yapılmaktadır. Bu durumun cemaat yapısından kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Mezhep ekseninde bir ayrıma tâbi tutulan Hıristiyanlar, Ortodoks ve Gregoryen olmalarına göre ayrı cemaatler şeklinde teşkilatlandırılmışlardı. Bu durum sicillerde, muhtemelen Rumlar için “Nasarî taifesinden” şeklinde bir isimlendirmeye neden olurken, Ermeniler için “Ermeni taifesi” şeklinde bir isimlendirme kullanılmışa benzemektedir. Elimizdeki bir örnek bunu çağrıştıracak veriler içermektedir: “Ermeni tâifesinden Tator, Bağdasar, Kürkçü Mapik ve gayrileri Van Mahallesi’nde Balamir (?) Yori, Hacı (?) Aleks v. Simalid (?) ve Lefter nam zimmîler mahzarında takrîr-i kelâm idüb Ermeni tâifesinden ba‘zı kimesnelerin mülk evi olmayub Nasarî evlerinde sâkin olanların tekâlif-i şakkaları ve harc-ı maktûl ve tekâlif-i örfiyyelerin Nasarî tâifesiyle edâ iylesün ve Ermeni evinde sâkin olan Ermeniler bizimle virsün deyü ta‘ahhüd iyledük …”297

Burada isimlerinden de Rum oldukları anlaşılan kişiler Nasarî taifesini, diğerleri ise Ermeni taifesini teşkil etmişlerdir. Bunun yanında vergilerini ayrı ayrı ödediklerini bildiğimiz Rumlar ve Ermeniler,298

burada cari olan bir karışıklık nedeniyle299 kendi aralarında bir anlaşmaya varmışlar ve Nasarî evinde sâkin olan Ermeniler, Nasarî taifesiyle vergilerini ödeyeceklerdir. Bu örnekten hareketle Rumların “Nasarî” olarak nitelendikleri ifade edilebilir. Nitekim “Rum” kelimesi bilhassa Osmanlı bağlamında etnik anlamlarından kısmen kopmuş, daha çok coğrafya ve ülke ile eşleşen oldukça Osmanlılaştırılmış büyük bir kavram haline gelmiştir.300

Bunun yanında Ortodoks 294 T.Ş.S., 1830, 56/3. 295 T.Ş.S., 1830, 17/7. 296 T.Ş.S., 1821-4, 107/9. 297 T.Ş.S., 1828, 59/1. 298

Yukarıda nefs-i şehir bağlamında H. Lowry’nin üzerinde durduğu 1553 tarihli tahrir defterindeki ifade bunu göstermektedir.

299 Söz konusu mülk evi olmayan Ermeniler Trabzon’a yeni göç etmiş olabilirler.

300 Rum kelimesinden hareketle “Osmanlı Kimliği”ne dair bir tartışma için bkz. Salih Özbaran, Bir Osmanlı Kimliği: 14.-17. Yüzyıllarda Rûm/Rûmi Aidiyet ve İmgeleri, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004. Bununla birlikte Rum kelimesinin etnik bağlamından tamamıyla kopmadığı da ifade edilebilir. İncelediğimiz sicillerde, “Urum taifesinin” Kudüs’te “zuhur-ı nâr” ve bir kısım ayinler hususunda “Ermeni taifesine” üstünlükleri olduğuna dair kadimden uygulana gelen bu hususun, Rumlar ve Ermeniler arasında tekrar bir anlaşma ile onaylandığına dair bir kayıt bulunmaktadır. (Bkz. T.Ş.S., 1828, 164/9). Buradaki “Urum” ifadesi, büyük ihtimalle, Rumların çoğunlukta oldukları Ortodoks cemaatini ifade etmektedir. Dolayısıyla yine

83

cemaatinin içerisinde sadece etnik bakımdan Rum olan gruplar yoktur. Bütün Ortodoks cemaati birlikte teşkilatlanmıştır. Dolayısıyla Gregoryenliği ifade etmek için etnik bir çağrışımı da bulunan Ermeni ismi kullanılırken, Ortodokslar için daha genel bir isimlendirme kullanılmış olabilir. Nitekim birçok kayıtta kişiler “Ermeni tâifesinden” olarak isimlendirilirken,301 isimlerinden Rum oldukları anlaşılan kişiler genelde “zimmî taifesinden”, “nam zimmî” ya da yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere “Nasranî” olarak anılmışlardır.

Bunun yanında Müslümanlar özelinde bireylerin tanımlanma biçimlerinden biri de mahalle cemaati eksenindedir. Örneğin bir adet örnekte, “mahalle imamı Ömer ve cemaatinden Ömer Çavuş,” mahallelerindeki bir kişinin “su-i hâl”lerine dair mahkemede şahitlik yapmışlardır.302

Yine Hatuniye Camii imamı, müezzini ve “cemaatından” el-hacc İsmail ve Hacı İbrahim,303

cami cemaati ve birey arasındaki ilişkiye bir diğer örnektir. Bu noktada söz konusu bireylerin cemaatten olmaları, onların camiin bulunduğu mahallenin bireyleri olmaları yanında, dindarlıklarına da gönderme yapmaktadır. Nitekim cami cemaatinden olmanın önemli bir veri olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı toplumunda bir kişinin kötü halleri içerisinde “bi-namaz” olması, o kişiye bakışın önemli bir tabanını teşkil etmekteydi.304

Bütün bunların yanında kişilerin mahalleleri ve toplamda “medine” ile uyumları/uyumsuzlukları bir kısım bireysel tanımlamalar ile daha belirlenmekteydi. Bilhassa mahalle ahalisinin beyanları doğrultusunda tespit edilen, kişilerin kötü hallerini ya da toplumsal yapıya uygunsuz hallerini ifade eden kavramları şu şekilde sıralamak mümkündür: “kendi halinde olmama, bed lisân, nâ-mahrem ile muhalâta, fitne ve fesad ehli olma, şirret ve şekavet üzre olma, ef’al-i şeni’a ve evzâ-i kabîhada bulunma, şürb-i Rumlar ile kurulan bir bağlantı söz konusudur. Görebildiğimiz kadarıyla incelediğimiz diğer kayıtların hiç birinde bu “Urum” ifadesi bir daha geçmemektedir.

301 Örneğin bkz. T.Ş.S., 1828, 59/1; T.Ş.S., 1830, 24/7. 302 T.Ş.S., 1828, 83/8.

303

T.Ş.S., 1828, 116/15.

304 Bizim sicillerimizde herhangi bir kişinin mahkemede “bi-namaz” olarak tavsif edildiğine dair bir örnek yoktur. Fakat 16. yüzyıl Edremit şer‘iye sicillerinde bu tavsife rastlamak mümkündür. “… Ahmed b. Yahşi’nin ahvali ahalisinden ve imamından sual oluncak İmam Süleyman Çelebi bi-namazdur deyü” ifade vermiştir. Yine “Yusuf b. Kocaoğlu’nun ahvali ahalisinden sual olundukda namaz kılmaz eyüdür diyemezüz” dedikleri görülmüştür. En ilginç olanı da, mahallesi ahalisinin hicazdan geleli beri hırsızlığını görmedikleri Hacı Hamza’nın, gece ve gündüz şarap içip asla namaz kılmadığına dair beyanlarıdır. (Bkz. Fikret Yılmaz, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Mahremiyetin Sınırlarına Dair”, Toplum ve Bilim, S. 83, (1999/2000), s. 96-97). Görülebileceği üzere F. Yılmaz’ın da ifade ettiği gibi, “bir kişinin namaz kılıp kılmadığı onun için bir referanstır.”

84

hamr, hevâ ve hevesine tâbi olma, ehl u ıyâle taarruzdan halî olmama”.305 Görülebileceği üzere mutedil davranış biçiminin aksi istikametindeki bu ifadeler, bireyin toplumsal kabullenilebilirliğini sorunlu hale getirmekte ve birçok örnekte mahalleden ihracına sebebiyet vermekteydi. Dolayısıyla mahalle düzeni mutedil bireylerin varlığını gerektirmekteydi.

Bu noktada Osmanlı toplumunda bu mutedil bireye ya da her türlü olumlu özelliği kendisinde birleştirmiş, “medine”nin örnek kişisi olarak nitelenecek şahıslara, bizce, “udûl-i r“udûl-icâl” den“udûl-ilmekteyd“udûl-i.