• Sonuç bulunamadı

Tarih, kapsamı itibariyle siyasallaşmaya en müsait bilimsel uğraşlardan birisidir. Özellikle siyasal tarih, ideolojiler ve iktidarlar tarafından sıklıkla siyasal argümanlara meşruiyet oluşturacak şekilde kullanılır. Her ülke, kendi tarihine her zaman ilmi olmasa da, tecessüsle yaklaşır. Geçmişi, güç alabileceği bir motifte görmek ister. Bunun içinde güçlü bir tarihe ihtiyaç duyar ve eğer o tarihi göremiyorsa, dilediği motifte imal eder. Geçmişin tanzimi için bilimsel metotlar kullanılıyor olsa da yapılan yorum hislere

47

tercüman olur. Türk Tarih Tezine bir de bu perspektiften bakılabilir. Türk Tarih Tezi, Türkiye’de ulus-devlet inşasında en sert dönemeçtir. 1920’li yılların sonundan itibaren başlayan çalışmalar, Cumhuriyet’in temel aks noktaları olan laiklik, milliyetçilik ve uygarlık mesajlarını bir arada verebilmiştir. İç ve dış kamuoyunun birbirinden farklı sorunlarına, Türk Tarih Tezi ile cevap verilmeye çalışılmıştır. Türk Tarih Tezi, dinin ‘’kurucu-dışılığı’’nın en net ifade edilişiydi. Kâinatın ve insanın oluşumu dini kaynaklarla değil, Darwinist bakış açısının getirdiği bakış açısıyla izah ediliyordu. Dinin mitolojik açıklamaları yerine pozitif bilimlerden faydalanılıp, insanın ve kainatın oluşumu anlatılıyordu. Dolayısıyla, ‘Ol dedi ve oldu’ açıklamasına artık yer verilmemiştir. Böylelikle, aklın ve pozitif bilimlerin ışığında bir güzergah oluşturuluyordu.

Türk Tarih Tezinin dile getirdiği Brakisefal kafa yapısına sahip olmak, Türk’ü diğer medeni uluslarla eşit kılıyordu çünkü Fransız antropolog De Martillet’in 19. yüzyılın sonlarına doğru ortaya attığı iddiaya göre, brakisefal yani yuvarlak kafa yapısına sahip olan insanlar uygarlığı başlatan insanlardır. (Bozkurt, 2007:660) Şimdi Türk Tarih Tezinde bu ispatlanmaya çalışılıyordu. Batılılarca da kabul gören bu tezden hareketle, Türkler de kendilerini brakisefal kafa yapısına sahip olanlar sınıfına koyuyordu. Yani Türklerin de bu sınıfa dahil olduğu, dolayısıyla Türklerin de uygar olduğu tezi kabul ettirilmek isteniyordu. Batılılar gibi Türkler de, antropolojik verilerle, uygar ulusların bir parçası olmak istiyordu. Ulus-devlet inşasını sağlayacak olan bu iddianın ispatı için, Bozkurt’a göre sosyal bilimlere, özellikle tarih, arkeoloji ve antropolojiye belirli görevler yükleniyordu(Bozkurt, 2007:660). Keza, Afet İnan, ‘Türk Irkının Vatanı Anadolu’ başlıklı doktora tezi için, antropoloji ilminden yararlanacaktı.

Türklerin, verili özelliklerinin altı kuvvetlice çiziliyordu. Dil, kan ve soy gibi verili özelliklerinin üstünlüğü belirtiliyordu. Dil bahsinde, Türkçe’nin, dünyanın en köklü ve bozulmamış dili olduğu ileri sürülüyordu. Türk ırkının, kanından ve soyundan ona tevarüs etmiş birçok üstün özellikleri bünyesinde bulundurduğu da, ifade edilmekteydi. Bu gibi iddialar, dönemin kimlik oluşumuna etki etse de, tek başına belirleyici olmuyordu. Ayrıca, uygar toplumlarla kendini eşit sayma gibi kimi hasletler, Türk Tarih Tezinin müdafaacı boyutunun da ispatıydı. Avrupalılar hangi yollarla kendilerinin uygar toplumlar olduğunu ispatladı ise Türkler de aynı yöntem ve saikle

48 kendilerini onlar gibi uygar kabul ediyordu.

Türk Tarih Tezi, hiç şüphesiz bilimsel yöntemler kullanılarak oluşturulmuştur. Tarih tezi çalışmalarının olduğu dönemde, bilimsel çalışmalar ve kurumlar artmıştır. Türk tarihi yazılırken, bilimsel bir izah gerekiyordu. Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının belli yetkinlikteki yüz kişiyle paylaşılıp, verilerin kontrol ettirilmesi isteği ya da tarih ders kitaplarının ilgili bölümlerinin Atatürk tarafından okunup, bilimsel olmadığı gerekçesiyle yeniden yazılmasının istenmesi gibi örnekler, bilimsel kaygının olduğunu gösterir. Mustafa Kemal Atatürk, bilimsel açıdan yeterli görmediği kısım için, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Başkanı Tevfik Bey’e telgrafla bilimsel yaklaşımını izah etmiştir:

‘‘Her işin esas hedefine kısa ve kestirme yoldan varmak arzu edilir olmakla beraber yolun makul, mantıki ve bilhassa ilmi olması şarttır. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. Her şeyden evvel kendinizin dikkatle ve itina ile seçeceğiniz vesikalara dayanınız. Bu vesikalar üzerinde yapacağınız incelemede her şeyden ve herkesten evvel kendi inisiyatifinizi ve ince milli süzgecinizi kullanınız. Biz daima hakikat arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani ifadeye cüret gösteren adamlar olmalıyız’’(Atatürk’ün Bütün Eserleri, 2009:205)

Tarihin bilimsel yöntemler kullanarak icra edilmesini salık verilmiştir. Öğün’e göre bilimsel tarihçilik ile milliyetçi tarihçilik arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu anlamda milliyetçi tarihçilik, bulguları ve kanıtları ortaya çıkartmaya dönük, yoğun ve enerjik çalışma içine girişirler. Büyük ölçüde nesnel bulgular elde edildiği görülse de, bu kanıt ve bulgular aracılığı ile yapılan çıkarsamalar, milli efsanelerin yaratılmasına dönük olup, öznel yorumlara açık olarak değerlendirilir.(Öğün, 1995:24) Mustafa Kemal Atatürk, bilimsel yöntemlerin kullanılmasını ısrarla vurgularken, bilimsel olarak elde edilen bulguların, milli süzgeç bu nedenle istemektedir. Bilimsel yöntemlerle ulaşılmış bulgulara, ulusal paradigmayla bakmak olarak değerlendirilecek çalışmalar için tırnak içinde bilimsellik denilebilir. Belirtmek gerekir ki, dönemin atmosferi benzeri milli kök arayışlarının ve milliyetçi nidaların yüksek sesle dillendirildiği dönemdir. Ortaylı, Türk tarih yazımının gerçekleştiği bu dönemde, Nazilerin Hititlerin Cermenliğini, Macarların Sümerlerle kendi milletlerinin akrabalığını savundukları, Sovyetler Birliğinin Lavoiser Kanunu‟nun adının Lomonosov Kanunu olarak değiştirilmek istendiği bir dönem olduğunu belirtmiştir (Ortaylı, 2004:109).

49

Yücel Kabapınar’a göre Türk Tarih Tezinde de, tarihi kanıtlarla bir amaca ulaşmak yerine önceden belirlenmiş bir amacı ortaya koyma çabası vardır.(Kabapınar, 1991:149). Macit Gökberk’in belirttiği gibi kurgusallığın daha ağır bastığı tarih tezi, ulusal özgüveni güçlendirdiği için de yararlı görülmüştür (Gökberk, 1983:323).