• Sonuç bulunamadı

İslam dininin kutsal kitabı (Birışık, 2002: 383) olan Kuran-ı Kerim, Allah kelamı (Birışık, 2002: 383) olarak tanımlanır. İçinde Allah’ın emirlerinin yer aldığı bu kitap Müslümanlarca kutsal sayılır. İslam dini hükümlerinin ilk ve en değerli başvuru kaynağıdır. Bu çalışmada ele alınan ders kitaplarında Kur’an-ı Kerim’e dair de, birbirinden farklı yaklaşımlar söz konusudur. ‘Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri’ kitabında Kuran-ı Kerim; ‘Müslümanların kutsal kitabı, ‘Kur’an’ı Kerim’dir. Allah’ın emirleri bu kitapta yazılıdır. Biz Kur’an’ı Kerim’e çok hürmet ederiz. Bütün ahlak güzelliklerini bize öğreten, bu kutsal kitaptır’ (Abdülbaki, 2005: 25) şeklinde izah edilmiştir.

Bu izah, dönemin ruhuna uygundur. Daha sonra ele alınacak olan kitaplarda görülmeyen bu iltifatın sebebi, üzerinde sıklıkla durulan ‘aracısız İslam’ söylemine uygundur. Bütün güzel ahlakı oradan öğrenebilecek kişi, din adamlarının, şeyhlerin ve tarikatların yol göstericiliğine ihtiyaç duymayacaktır. Cumhuriyetin inşa etmek istediği birey, Kur’an- ı Kerim’i okuyarak dinini ‘gerçekten’ öğrenebilecek, varsa sorularına kendi kendine yanıt bulabilecektir. Peygamberin, daha önce bir sözün doğruluğunu anlamak için verdiği akılla birlikte ikinci kıstas olan Kur’an-ı Kerim, İslami bilgi açısından en güvenilir kaynak olarak gösterilmiştir. Kur’an-ı Kerim’e iltifat, aynı zamanda birtakım din adamlarının tezviratlarına karşı da korunma kalkanı olarak

13 ‘’Ortak adetler ve inanışlar insanların aralarında zihni ve hissi birtakım bağlar kurdu ve insanları ortak düşünce ve ortak harekete sevk etti. İşte bu hadiseye biz bugün din adını veriyoruz. İnsanların hayatıyla ilgili her şeyde olduğu gibi dini meselelerde de bir evrim hadisesi görünür. İlkel insanda Allah ve din hakkında hiçbir fikir ve kanaat yoktu. Bu kadar genel ve kapsamlı anlayışlara insanın beyni ancak yavaş yavaş alıştırıldı. Din fikri, insanlar cemiyet hayatına açıktan açığa atıldığı oranda genişlemeye başlar. Vahdet kavramına yaklaşır ve tabiatın kudret ve kudret ve büyüklüğüyle anlaşılması mümkün, hakiki bir mahiyet alır. Görülüyor ki, insanlar cemaat halinde yaşamaya başladıktan sonra, diğer toplumsal kurumlar gibi din kurumunu da vücuda getirmişlerdir. Tanrılık vasfı kavramını bulan, bu kavramın sırlarını keşfeden ve bugün dahi keşfetmeye devam eden, insan zekâsıdır. İnsanların korku ve zayıflık hisleri, beynin son ve çok yeni ilmi keşiflerle aydınlanması sayesinde gittikçe azaldı. Ve insanlar gerçeği bundan sonra daha açık görmeye başladılar’’.

96

görülecektir. Kuran-ı Kerim’i okuyarak, din adamlarına ihtiyaç kalmadan dinin doğru şekilde öğrenilebileceği ifade edilmiştir.

Allah kelamı olarak, Allah’ın emirlerinin ve İslam’ın genel kaidelerinin yer aldığı, Müslümanlarca kutsal sayılan Kur’an-ı Kerim için, 1930’ların tarih ders kitaplarının ikinci cildinin İslam tarihi ile ilgili bölümünde, İslami literatürün dışında çok farklı bir anlatıma yer verilmiştir. Kur’an-ı Kerim, ‘’Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitap’’ (TTTC, 2005:90) şeklinde tanımlamıştır. Bu tanımda en dikkat çeken ayrıntı, Allah’ın kelamı olduğu Müslümanlarca kabul edilmiş Kur’an-ı Kerim için, İslam peygamberinin ortaya koyduğu bir eser denmesidir. Bu söylemle, tüm bilinenler reddedildiği gibi, Kur’an-ı Kerim’i ilahi bir kitap olmaktan çıkarıp, hatta İslam peygamberi olan ‘Muhammed’ isimli tarihi bir şahsiyetin ürünü gibi yorumlanmıştır. Haline getiriyordu. Bu, bir anlamda Müslümanlar için kutsal olduğun inanılan kitabın dünyevileştirmesi hamlesiydi. Böylelikle, Kur’an-ı Kerim’in tabiatüstü bir kaynağın (Allah) ürünü olduğu fikri reddedilmektedir. Yine Kur’an’ın oluşumu ‘bilinmezlikle’’ eşitlenirken, rivayetlerin kabul edildiğine temas edilmiştir14

(TTTC, 2005: 90-91). Kur’an-ı Kerim’le ilgili temas edilen diğer husus, Kur’an-ı Kerim’in eskiliği- yeniliği tartışmasıdır. Koyduğu hükümlerin tüm zamanlar için geçerli olduğuna inanılan Kur’an-ı Kerim’in içerisindeki konular tasnif edilerek güncel olup olmadığı değerlendirilmiştir.

‘’Sonsuz olmayıp değişmeye mahkûmdurlar’’ ve ‘’yeni fenler sayesinde meydana çıkarılan gerçekler en yakın tarih bilgilerini bile temellerinden sarsmaktadır’’ gibi ifadelerle Kur’an-ı Kerim’in eskidiği ve hükmünü kaybettiği ifade edilmeye çalışılmıştır15

(TTTC, 2005: 92) (Rençber, 2010: 41) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’i, kitabın Arap dili ve edebiyatı kısmında inceleyerek, Kur’an-ı Kerim’i Arap edebiyatının bir ürünü olarak göstermiştir. Hatta Kuran-ı Kerim, Arap edebiyatının geleneksel

14‟… Ayetlerin İslam rivayetlerinde Muhammed’e Cebrail adında bir melek aracılığıyla Allah tarafından vahiy, yani ilham edildiği kabul olunur. Gerçekte Peygamberin ilk söylediği Kur’an ayetlerinin ne olduğu kesin olarak bilinmemektedir.‟

15 ‘’Kur’an’ın içindekiler başlıca üç bahiste incelenebilir. Birincisi ve en önemlisi Allah’ın bir olduğuna ve ondan başka Allah olmadığına ve Muhammed’in onun resulü olduğuna inanmak; İkincisi, hukuki hükümler ve ibadetler; Üçüncüsü, tarihe ait bilgilerdir. Hukuki hükümler zaman ve mekanın ihtiyacına göre lüzumlu ve yeterli görülmüş olan esaslar yerine bugün türlü kanunlar ve usuller konulmak zorunluluğu görülmüştür. Bunlar da sonsuz olmayıp zamanla değişmeye mahkumdurlar. Tarihe ait bilgilere gelince: yeni fenler sayesinde meydana çıkarılan gerçekler en yakın tarih bilgilerini bile temelden sarsmaktadır.’’

97 gelişiminin bir ‟ürünü’’ olarak kabul edilmiştir16

(TTTC,2005: 87). Kitabın ilerleyen sayfalarında görülen; ‘Kur’an denilen kitap’ seslenişi de bu söylemin bir parçasıdır.

Dini sebeplerle bir yerden diğerine göç etmek anlamına gelen Hicret, daha çok Hz. Muhammed’in, Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayı için kullanılmaktadır (Önkal, 1998:458). Müslümanlar için ‘’milat’’ olarak da kabul edilen bu tarih, İslam tarihi açısından son derece önemli bir gündür. Ders kitaplarında bu olayla ilgili farklı yaklaşımların olduğu -görülmektedir. ‘‘Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri’’ kitabında Hicret, şu şekilde analiz edilmektedir. ‘’Medineliler Peygamber’i Mekkeli Müslümanlarla beraber şehirlerine çağırdılar’’ (Abdülbaki, 2005: 29). Hz. Muhammed Mekke’de baskı ile mücadele ederken, Medineliler, Peygamberi beraberindekilerle birlikte şehirlerine davet ettiler. Davet ve davete icabet olarak anlatılan Hicret olayı Tarih II’de ise ‘Mekke’den kalkıp Medine’ye kaçtı’ denilmiştir. İslam tarihinin bu önemli olayı İslam ‘korku ürünü’ olarak tanıtılırken bir anlamda, Müslümanlar arasında Hicret ile sağlanan manevi güç kırılmak istenmiştir. Kitabın Ortaçağ bölümünde ise tarafgir olunmadan anlatılmaya çalışılmıştır. ‘‘Mekke’den ayrılarak Yesrib’e gitti’’ (Mansel- Baysun-Karal, 1945: 30) şeklinde aktarılmıştır. Hicret sonrası şehrin adının Medinetünnebi yani Peygamberler şehri olduğu da belirtilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’i, İslam peygamberinin söylemleri olarak kabul eden Tarih II kitabına göre İslam dini de, yine İslam peygamberinin dinidir. Allah’ın, yani tabiatüstünün reddedildiği bu bakış açısına göre İslam dini, dünyevi özellikleri baskın olan peygamberin eseridir. Tarih II kitabında yer alan ‟ Kırk yaşına geldiği zaman Peygamberliğini ilan ve vatandaşlarını, kendini bulduğu ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davete başladı’’ (TTTC, 2005: 89) bu ifadeler bahse konu anlayışı gözler önüne sermektedir.

Kitapta İslam dini için ‘kendinin bulduğu’ ifadesi, peygamberin şahsi arayışlarının sonucu olarak ortaya çıkan, ilahi ve mucizevi yanı olmayan, onun icadı bir din gibi anlatılmıştır. İslam dini, ‘kişisel bir icat’ olarak gösterilmiştir. Ayrıca, Hz. Muhammed’in Peygamberliğinin de, tabii ve tarihsel sürecin sonunda elde edilmiş bir

16Şairler şiirlerini panayırda okudukları zaman en yüksek şairler hakemlik eder ve birinciliği kazanan şiirler Kabe duvarına asılıp bütün Arabistan’da takdir edilirdi. Mualleka denilen bu şiirler yedi, yahut dokuzdur. Muallekalardan başka Hamase adını taşıyan kahramanlık şarkıları ile önemsiz bazı ahlaki manzumeler de vardı.’’

98

mevki olduğundan bahsedilmiştir. Böylece, Peygamberlik tabiatüstüne bağlanmamış, Allah’ın lütfu ve ihsanı değil, tarihsel sürecin sonunda ihdas olunan bir mevkii olarak kabul edilmiştir17

(TTTC, 2005: 91).