• Sonuç bulunamadı

3.5. Milliyetçiliğe Bakış

3.5.5. Osmanlı Devleti: Yakın Tarihin Ötekisi

Osmanlı Devleti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu itibariyle en güçlü ötekilerindendir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemi kuvvetli bir eleştiriye maruz kalmıştır. Belge’ye göre kendi meşruiyetinin ispatı için Osmanlı Devleti’nden ve hanedandan sitayişle bahsetmesi beklenemezdi (Belge, 2005: 453). Osmanlı Devleti’nin ilk iki asrı büyük ölçüde kabul edilip, kabul görse de son dönemi için bu durumun tam zıttı söylenebilir. Osmanlı Devleti toptan reddedilmese de son dönemi itibariyle diğer Türk devletleri arasında en zelil duruma düşmüş, Türklüğün değerini bilmekten uzak, milli hassasiyetleri olmayan bir devlet olarak yansıtılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kronolojik olarak en yakın devir, Osmanlı Devleti olsa da ders kitaplarında görülen anlatımda en uzak olarak o gösterilmiştir. Osmanlı Devleti

etmek; Azerice, yeymek, eymek= sahip, hakim olmak. Hüseyin Kazım Bey’in Türk Lügatinin 513. ve 514. Sayfalarında iye, ike, ite kelimelerinin çeşitli Türk lehçelerinde sahip, malik, Allah anlamlarında olduğu açıklanmıştır. Bu incelemeden sonra, hükmetmekte tereddüt etmeyiz ki, mana itibariyle ve tarih olaylarına göre iyon ( ion) kelimesi Türkçe ( iye)’ den başka bir şey değildir; ve bu kelimenin aynı manada olan Türkçe aka, eke, eti, ata kelimeleri ailesinden olduğuna şüphe yoktur. Buna göre Greklerin kendi ataları sandıkları İyonların Türk büyükler; Akalar, Ekeler, İyeler olması gerekir. … dar bir boğazla uzun adanın ismi ( Eubee)= öbe Türkçe çadır, ev anlamında olan Orhon yazılarındaki Oba’dan başka bir şey olamaz. Batıda, dağların oluşturduğu bir yüksekliğe verilmekte olan ( Acarnanie) ismi Türkçe yükseklik manasına olan akari kelimesinin bozulmuş bir şeklinden başka bir şeye benzemiyor. Atina şehrinin bulunduğu denize fırlamış kara parçasının korumakta olduğu (Atique) kelimesi Türkçe atılmış anlamında olan atıktan başka ne olabilir. Peloponez kıtasının dağ geçitlerini kapsayan bölgenin taşıdığı ( Arkadie) ismi, dağların geçit veren yerleri anlamında olan Türkçe argıt kelimesinden bozulmuş değilse nedir? Adalar Denizi’nin taşıdığı ( Egee) kelimesi Türkçe ege, eke, aka kelimeleriyle aynı anlamı ifade etmiyor mu?’’

33

110

medeni gelişmeyi gösterememiş, saltanat idaresinin çıkarına göre yönetilmiş bir devlet olarak Türk tarihinin en geri dönemi olarak kabul edilmiştir. Türk devlet silsilesi içerisinde yer alan Osmanlı Devleti’nin isminde Türk ibaresi olmaması Türklüğüne halel getirmiyor, bazı Türk devletlerinde görülen iktidar sahibi ailenin/ aşiretin ismini benimseme durumunun örneği olarak sunuluyordu. Bazı teşkilat ve usullerinin eski Türk devletlerinde de olduğu belirtilmiştir.

‘‘Osmanlı Devleti’ni kuran ve sonradan Osmanlı adını alan Türklerin nereden ve ne zaman Anadolu’ya geldikleri henüz ilmi bir şekilde tespit edilmiş değildir. Bu Türk aşiretinin de, bütün Türkler gibi Orta Asya’dan İran yoluyla batıya ilerleyerek, aşiret reisi Ertuğrul Bey’in emri altında Anadolu’ya gelip yerleşmiş olduğu rivayet edilmektedir’’ (TTTC, 2005:1).

Osmanlı Devleti’nin bazı teşkilat ve usullerinin eski Türk devletlerinde olduğu belirtilerek Türklüğü berkitilmeye çalışılmıştır.34

(TTTC, 2005: 5) Fatih ve Kanuni devirleri genişleme ve büyüme devirleri olarak belirtilmiştir. Ders kitaplarında ilk eleştirilen padişah II. Bayazıt olmuştur. ( TTTC, 2005: 44-45) Fatih devrinde, ‘gözü batıya bakan’ (TTTC, 2005: 44) Osmanlı Devleti, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Bayazıt zamanında, Osmanlı Devleti’nin kültür ve siyasetinde gericilik görüldüğü belirtilmiştir ( TTTC, 2005: 45) ‘Afyon bağımlısı’ olduğu belirtilen II. Bayazıt’ın ayrıca çevresindeki hocalarca ‘zaten eğilimli olduğu sofuluk, dervişlik ve dini bağnazlık yoluna sevk’ (TTTC, 2005: 45) edildiği de söylenmiştir.

II. Bayazıt’ın dışında birçok padişaheleştirilmiştir. III. Murat; ‘’zayıf ve yetersiz’’(TTTC, 2005: 63), II. Selim; ‘’zayıf ve yetersiz’’ (TTTC, 2005: 63), ‘‘şaraba, kadına ve her tür zevk ve sefaya çok düşkün’’ (TTTC, 2005: 119) IV. Murat; ‘’çok şiddetli ve kan dökücü, kadına, şaraba ve her tür zevk ve sefaya çok düşkün’’(TTTC, 2005: 119), I. Selim; ‘çok şiddetli ve kan dökücü’ (TTTC, 2005: 119), İbrahim; ‘deli ve kan dökücü’(TTTC, 2005: 121),II. Abdülhamit; gerici (TTTC, 2005: 290) sansürcü, Avrupa devletlerinin hoşuna gitmek için her türlü çalışma sahaları açan, hoşuna gitmeyen şekilde hareket edenleri zindanlara atan ve imparatorluğun Yemen, Fizan gibi uzak yerler(in)e süren hükümdar’(Mansel- Baysun-Karal, 1942:172) Vahdettin ise ‘Türk milletinin en kutsal davasında düşmanla işbirliği yapıp’’(TTTC, 2004: 124) ihanet eden kimse olarak belirtilmiştir. Ayrıca Vahdettin ile ilgili ‘kaçak halife’

111

(TTTC, 2004: 124) ‘nefsinin ve hanedanının özel çıkarlarını düşünen kişi’ (TTTC, 2004: 13) olduğu belirtilerek geniş çaplı bir eleştiriye tabi tutulmuştur.

Genel itibariyle padişahlara karşı eleştirel bir tavır takınıldığı görülür. Padişahların kişiliğinde Osmanlı idaresi de eleştirilmiş oluyordu. Osmanlı saltanatı özellikle Osmanlı Devleti’nin son yıllarında takındığı tavır nedeniyle ağır eleştiriler almıştır. Saltanat temsilcilerinin ve idarecilerin kendi çıkarlarını önceleyip Türk milletini geri bıraktıkları zevk ve sefahate düşkünlükleri ve düşmanlarla işbirliği yaptıkları gerekçe gösterilerek eleştirilmiştir. Kendi çıkarlarını, Türk milletinin çıkarlarından üstün gördükleri belirtilmiştir. Örneğin;

‘‘Osmanlı padişahı ateşkesten (Mondros Ateşkes Antlaşması) doğan durum karşısında nefsinin ve hanedanının özel çıkarlarını düşünmekten başka bir şey yapmıyordu. Türk milletine güvenmeyen ve millete bağlılıkları şüpheli bazı kimseler, idealini taşımadıkları halde yine vatan ve milletin kaderine hakim yüksek mevkilerinde kalarak şerefsiz hayatlarını biraz daha sürükleyebilmeyi, memleket düşmanlarının lütuf ve merhametlerinden dileniyordu’ (TTTC, 2004: 123).

Kendi çıkarını düşünen saltanata karşılık, yeni Türk devleti, Türk milletinin mucizevi başarısının sonucu ve onun isteklerinin tecelli ettiği bir devlet olarak kabul edilmiştir. Yani Türk milletinin çıkarlarına karşı değil, o çıkarların temsilcisi olarak belirtilmiştir. Bu anlamda, topraklar işgalden kurtarıldığı gibi düşmanlara teslim olmuş Osmanlı saltanatından da kurtularak devlet, Türk milletinin idaresine verilmiş oluyordu. Örneğin;

‘‘Osmanlı padişahı ve Osmanlı Hükümeti, imparatorluğun yıkılmasına, memleketin düşmanlar tarafından durmaksızın istilasına ve parçalanmasına karşı bir şey yapmayarak ve bir şey yapmak istemeyerek sırf nefislerini düşünmekle meşgulken, asıl memleketin sahip ve hakimi olan Türk milleti, durumu iyileştirmek ve anayurdunu kurtarmak için derhal harekete geçmiştir.’’ (TTTC, 2004: 14).

Kurtuluş Savaşı’nda mağlup edilmesi gereken iki düşman vardı birisi yabancı düşmanlar yani işgalciler, diğeri padişah ve onun hükümeti idi. Padişah ve onun hükümeti ‘iç düşman’ olarak görülmüştür35

(TTTC, 2004: 57).

Durumdan vazife çıkararak harekete geçen Türk milletinin, bağımsızlığını kazandığı söylenmiştir. ‘‘Osmanlı saltanatı yıkılırken, yerine Türk milleti yeni ve

35 ‘‘laik milli mücadelenin ilk görevi, doğal olarak, Anavatan’ı çiğneyen yabancı düşmanları kahredip milli sınırlar dışına atmak ve milletin savunma arzu ve ifadesini baltalayarak vatana ihanet padişah ve hükümetini cezalandırmak suretiyle milli birliği korumak olacaktı’’

112

bağımsız devlet kuruyordu.’’( TTTC, 2004: 56) Devletin asli unsuru saltanat mensupları değil Türk milleti olduğu belirtiliyordu. Böylece ulus-devlet kurgusuna uygun olarak meşruiyet, bir ulusa isnat edilmiş oluyordu. Kurulan yeni Türk devletinde yapılan devrimleri esas talep edenlerin Türk milleti olduğu belirtiliyordu. Yapılan devrimlerin meşruiyet kaynağının belli bir zümre değil, Türk milleti olduğu belirtilerek, meşruiyet zemini oluşturulmak isteniyordu. Böylece yapılanlar toplumsal zemin bulmuş oluyordu36( TTTC, 2004: 215-216).