• Sonuç bulunamadı

1.5. Terörizmin Unsurları

2.2.3. Terör Olaylarının Medyada Temsil Biçimleri

2.2.3.2. Terör Olaylarının Medyada Yer Almasının Olumsuz Sonuçlar

sonuçları üzerinde durulacak ve farklı görüşler ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Teröristler açısından medyayı kullanmaktaki amaç sadece korku ortamını geniş kitlelere duyurmak değildir. Terör faaliyetlerinde bulunanlar medya aracılığı ile siyasi amaçlarının kamuoyu tarafından görülmesini ve bu şekilde bir tartışma ortamını da yaratmayı amaçlamaktadırlar. Bu sayede, başlangıçta küçük ve etkisiz bir grup olan terör örgütü kamuoyunda kutuplaşmalar yaratarak kendisine destek sağlayacak ve giderek güçlenecektir.

Teröristler olumsuz olaylar ürettiğinden birçok olaya göre daha fazla haber değeri taşımaktadır. Medyada haberin yeni ve umulmadık olması, duygusal boyutunun bulunması, yıkıcı ve şaşırtıcı gibi özellikleri haber değerlerini oluşturmaktadır. Terör ile ilgili olaylar bu nitelikleri taşıdıklarında haber edilme durumu söz konusu olmaktadır (Schmidt, 2004: 20).

Medyanın en fazla reklam saatini sağlayacak biçimde kullanımı, terörist açısından özel stratejiler geliştirme zorunluluğunu da ortaya çıkarmaktadır. Eylem günleri, saatleri incelikle planlanırken, en medyatik günler tespit edilmektedir. Günler, saatler, mekânlar, kurbanlar, hepsinin medya referanslı bir anlamı mevcuttur. Örneğin Kızıl Tugaylar örgütü, gazetelerin en çok sattığı günlerin Perşembe ve Pazar olduğunu hesaplayarak, Çarşamba ve Cumartesi günleri eylem yapmayı tercih etmiş, haberlere girebilmek içinse prime time'ı kovalamışlardır (Arıboğan, 2007: 50).

Televizyonların ve gazetelerin şiddet ve terör haberlerine bu kadar sık yer vermesinin önemli bir nedeni ticari kaygı olsa da konuyu tek boyutlu bir biçimde görmemek gerekir. Herhangi bir ticari geliri olmayan internet siteleri ya da kamu hizmeti veren devlet televizyonlarında da terör eylemleri çok geniş bir şekilde yer alır. Terör eylemlerinin sadece ticari kaygılarla hareket edilerek yer verilmediğini gösteren önemli bir örnek de Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırılardan sonra bütün Amerikan televizyonlarının saldırıyı takip eden saatler boyunca yayınlarını kesmeden gelişmeleri nakletmesi ve bu saldırıyı takip eden günlerde milyonlarca

dolar gelir kaybını göze alıp, reklamları yayın akışı içerisinden kaldırmalarıdır (Gökdağ, 2001: 10).

Terör eylemlerinin medyada sıklıkla yer alması bu tür eylemlere karşı planlama ve uygulamaya yönelik detayların kitleler tarafından ayrıntılarıyla görülmesine sebep olmaktadır. Örneğin çeşitli programlarda güvenlik güçlerine yönelik eksikliklerin tartışılması, ağır kayıpların verildiğinin geniş şekilde işlenmesi terörle mücadeleyi aksatmasının yanı sıra terörist grupların da eksikliklerini gözden geçirmesine olanak sağlamaktadır. Aynı zamanda aktarılan haberler halkın moralinin bozulmasına neden olurken, terörle mücadele birimleri yıpranmakta terör örgütleri de böylelikle moral kazanmaktadır (Kazan, 2016: 128).

Terör örgütleri hedeflerini gerçekleştirebilmek için medya organlarını etkin bir şekilde kullanmak istemektedirler. Teknoloji alanında yaşanan gelişmeler ile birçok haber kanalı ortaya çıkmış ve geniş kitlelere ulaşma söz konusu olmuştur. Medya kuruluşları terör ile ilgili gelişmeleri olumlayıcı şekilde vermediklerinden terör grupları propagandaları için kendilerine ait medya organları kurmuşlardır. Sınırlı kitleye ulaşan bu yayınlar örgüt üyeleri arasında bağlılıkların güçlenmesi ve potansiyel gruplara genişlemesinde önemli rol oynamaktadır (Yücel, 2011: 39-40).

Terör eylemlerinin tüm yönleriyle medyada ele alınması bu anlamda güvenlik birimlerinin mücadelesinin tartışılması teknik bakımdan pasif terör örgütlerine bu stratejilerin öğrenilmesi açısından birtakım olumsuzluklar oluşturmaktadır. Örneğin devam eden bir olayın medyada yer bulması denetim mekanizmalarının karar verme sürecini kısıtlayarak baskı altında olmalarına neden olabilmektedir (Kazan, 2016: 129).

Halkın bazı kesimlerinden bir ölçüde destek ve sempati kazanabilecek terörist olaylarla ilgili haberlerin kısıtlanması konusunda hükümetler genellikle bu tür haberlerin kamu düzenini bozmayı teşvik edebileceği endişesi taşıyabilmektedirler (Gilbert, 1998: 173).

Kitle iletişim araçlarında terör haberlerine ilişkin izlenen siyaset zaman zaman polisi, yetkili kurumları, yargıyı da zor durumda bırakabilmektedir. Bu zorluk gerek

moral gerekse çalışmalar boyutunda kendini göstermektedir. Bilhassa uzun süren terör olayları esnasında verilen haberlerin terörle mücadele kurumlarının çalışmalarına olumsuz yönde etkide bulunduğu ifade edilmektedir (Korkmaz, 1999: 173).

Sonuç olarak mesele daha çok terör haberlerinin medyada yer alıp almaması ile ilgili değil, terör haberlerinin ne şekilde medyada yer aldığı ile ilgilidir. Bu noktada medyanın bu tür haberler ile ilgili nelere dikkat etmesi gerektiği konusundaki tartışmalar da önem taşımaktadır.

2.3. Söylem, İdeoloji ve Medya İlişkisi

Bu başlık altında öncelikle haber kavramına ve haber söylemine ilişkin tartışmalara yer verilecektir.

Bazı tanımlara göre haber; “dün bilmediğimiz her şeydir”, “insanların hakkında konuşacakları her şeydir”, “okuyucunun okumak istediği her şeydir”, “ilgimizi çekebilecek, bize ilginç gelen her şeydir”, “daha önce bilmediğimiz ve bugün bulabileceğimiz her şeydir”, “bir olayın raporudur, özetidir ya da “yarının tarihidir” (Yüksel ve Gürcan, 2005: 56).

Demokratik sistemler içerisinde güçler ayrılığı ilkesi doğrultusunda ilk üç gücü yasama, yürütme ve yargı erkleri oluşturmakta ve genel kabul gören bir anlayışla ilk üç erki halk adına bağımsız ve sorumlu bir şekilde denetlemekle yükümlü tutulan medya, “dördüncü güç” olarak addedilmektedir. Dördüncü güç sıfatı, medyanın niteliklerinden ve demokrasinin medyaya yüklediği birtakım işlev ve misyonlardan kaynaklanmaktadır. Özellikle medya patronlarının diğer sektörlerdeki yatırımlarının kaçınılmaz olarak getirdiği iç içe geçmiş yoğun ticari ilişkiler, medyanın kimi zaman ve durumlarda diğer üç erkin sınırlarını zorladığı, onların yetki alanlarına kaydığı ve hatta onların misyonunu çeşitli şekillerde üstlenmeye çalıştığı görülebilmektedir. Bu durum ise Türkiye’de medyanın kaçıncı güç olduğu sorusunu ve sorununu gündeme getirmektedir (Bal ve Bekiroğlu, 2007: 184-185).

İnsanların dünya vatandaşı olarak yaşayabilmek için küresel düzeydeki bilgi ve haber alışverişine duydukları gereksinim ne kadar gerçekse, medyanın elindeki olanaklar da o derece geniş olmaktadır. Ama bir yandan da, medya teknolojisi ve siyaseti hiç beklenmedik bir hızla değiştiği için ortaya yanıtlar değil, yeni sorular çıkmaktadır. Bilgiyi kim sağlayacak, üretecek, derleyecek, denetleyecek ve dağıtacak? Bu işleri yerel ağlar yapacaksa, uluslararası alanla ilgili haberleri nasıl sağlayacaklar? Küresel tekeller yapacaksa, yalnızca kar amacı gütmek yerine gönüllü olarak biraz daha sorumlu davranmaları nasıl sağlanabilir? Medya ulusal, ideolojik ve başka düzlemlerde rekabeti azaltıp, ortak sorunlarla karşı karşıya kalan insanlığı bir bütün olarak ön plana çıkarmayı başarabilir mi? (Belsey ve Chadwick, 1998: 18).

Haberin hızlı, ucuz ve güvenilir bilgiye dayalı üretimi ile gazeteciliğin profesyonel bir meslek olarak gelişimi kapitalizmin gelişim sürecine koşut bir seyir izlemektedir. Çünkü haberin kitlesel üretimi ve tüketimi ortalama insanların bilgi ve enformasyona yönelik talebinden çok burjuva sınıfının ticaretle uğraşında gereksinim duyduğu bir bilgi türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla ilk günlük gazetelerden günümüzün gelişkin iletişim teknolojilerine sahip haber örgütlerine kadar kitle iletişimi –daha yaygın kullanımıyla medya- hem sanayi sektöründeki ticari işletmelerle organik bağlara sahip hem de işletmecilik açısından bu şirketlerle benzer özellikler taşıyan bir kurum olma özelliğini gösterir. Medyanın sahip olduğu bu özellik, ülkelerin ekonomik ve politik yapılarının çeşitliliği nedeniyle kimi farklar taşısa da kapitalist ülkelerde iletişim sektörünün pazara sunduğu ürünler ve işlevleri benzer özellikler göstermektedir (Kılıç, 2008: 47). Bu bağlamda bir olayın gazeteci tarafından haber haline getirilme sürecinde haber olayla özdeş değil, fakat olayın esas çerçevesi içinde tekrar kurulması şeklinde gerçekleşmektedir. Başka bir ifadeyle; gazeteci olayı kendi algıladığı ölçüde habere dönüştürmektedir. Bu yönden de, haberi kitle iletişim araçlarından izleyen kişilerin, hiçbir zaman kendilerine ulaşan haber veya haberlerin amacını kestirmek gücüne sahip olamadıkları öne sürülmektedir (Tokgöz, 1981: 125).

Muhabirler haberlerini yazarken normalde ellerinde bulunan ya da bildikleri tüm bilgilere metinde yer vermeyip bazı bilgileri kendilerinde saklamayı tercih

edebilmektedir. Genel olarak muhabirlerin haberlerinde ne kadar bilgiye yer verecekleri konusunda ideolojik kare ilkesinin belirleyici olduğu söylenebilir. Başka bir ifadeyle muhabirler, kendilerinin olumlu, ötekilerin ise olumsuz tarafları hakkında çok söz söylemeyi tercih ederken, kendi olumsuzlukları ve öteki için olumlu olan konularda ise az şey söylemeyi tercih edebilmektedir (Devran, 2010: 81). Aynı zamanda haber metinlerini, bir insan yapısı gözüyle değerlendirmek, haber üretim sürecine duyarlı bir anlayışı temsil etmektedir. Çünkü gazetecilerin günlük mesleki pratikleri içerisinde haber üretiminin geçtiği aşamalar, haber metinlerini hazırlayan gazetecilerin değer yargıları, haberin yayınlandığı gazetenin yayın politikası ve biçimsel özellikleri, haber metninin üretildiği medya kuruluşlarının örgüt yapısı, medya sahipliği, haber metinlerinde kullanılan dil gibi çok sayıda etken haber tanımlamasını belirleyecek düzeydedir. Dolayısıyla haber ortaya çıktığı koşullar tarafından biçimlendirilir (Kanber, 2003: 35).

Özgül’e göre medya hem içinden çıktığı sistemin izlerini sürebileceğimiz bir anlamlandırma pratiği hem de bu sistemin biçimlendirilmesinde ve yeniden üretilmesinde etkin bir araçtır (Özgül, 2012: 4542). Medyanın anlamın yeniden üretim sürecindeki rolünü Bourdieu’cu bir bakış açısıyla ele alan Meder ve Çeğin (2004: 4) medyatik söyleme ilişkin şu tespitlerde bulunmaktadırlar:

“Bourdieu’nun özdüşünümsel sosyolojisinin genel konseptlerinden hareketle medyatik söylem, karmaşık bir alanlar ve ilişkiler ağının dolaylı bir sonucudur. Bu noktada “simgesel sermaye” sahibi elitlerin dilsel pratiklerinin medya alanındaki izdüşümlerini de iyi analiz etmelidir. Elitler medya alanında temsil edilen “doğru fikirler”in (!) sadık müritleridirler. Çizdikleri çerçeveler, TV ideolojisinin kamusal gündemine göre uyarlanmış toplumsal realiteyi söylemsel düzlemde yeniden üretir. Dolayısıyla toplumsal uzamın kanaat/doxa atmosferinin yalnızca bir kısmının ekrana taşınabildiği bir alanda olsa, sermaye ve politik erk

istediği yere burada da konumlanmıştır” (Meder ve Çeğin, 2004: 4).

Haber içeriklerindeki hegemonyacı değerler, egemen yönetici güçlerin kendi siyasi otoritesini korumada ve iktidarını sürdürmede, mevcut durumunu korumada kullandığı araçlardır. Bu hegemonyacı değerler haber içerikleri aracılığıyla aktarılır (Çebi, 1997: 38,39).

Haber metinleri de içerik açısından birer söylemdir. Haberin söyleminin oluşmasında haber kaynağı, haberin üretildiği kurumun ve toplumun ekonomi politiği, haber profesyonelleri ve editoryal süreç, belirleyici bir rol oynamaktadır. Haber ve buna bağlı olarak söylem, belirli bir üretim sürecinin sonunda oluşmaktadır. Bunun sonucunda üretim sürecini kontrol edenlerin de parçası olduğu egemen ideoloji üretilmektedir. Bu ideolojik unsurlar haber metninin düzenlenişi ile oluşmaktadır. Çünkü haber metinleri içerisinde belli egemen düşünceler, yaklaşımlar, anlatılar öne çıkarılmak istenmektedir. Bunun sonucunda da belli dünya görüşlerini taşıyan ideolojik ve kapalı bir metin ortaya çıkmaktadır (Karaduman ve Batu, 2011: 363).

Haber söylemi incelenirken, haber metni anlambilimi, haberin yerel ve kültürel bütünlüğü, üst yapılar, haber şemaları, haberin iması, üslup ve retorik, zihinsel haritalar ve sosyo-kültürel bağlam içinde değerlendirilmelidir. Bu yapılırken, gazeteciliğin günlük pratikleri, haber metinlerinin üretildiği somut, tarihsel koşullar ve üretim anı, medya kuruluşunun yayın politikası, kurumsal yapısı, yayın ilkeleri, toplum içindeki diğer kurumlar ve güçlerin konumu ve rolü de incelenmelidir (Kanber, 2003: 51).

Söylemler ise herhangi bir şeyin temsili veya konuşma yolu şekliyle, sosyal olarak yapılanma özelliği göstermektedir, fakat ideolojiler sadece konuşulduğu veya kullanıldığı zaman sosyal hale gelir. Bir hususi inanç veya ideoloji açıklanmadığı veya konuşulmadığında sosyal olma özelliği de göstermez (Sözen, 1997: 153).

“Söylem” ve “ideoloji” kavramları arasında önemli farklar söz konusudur. Örneğin, özerk değildirler; daha çok diğer kavramlarla (farklı teorik geleneklere göre

değişerek) bağlantılanırlar. Dolayısıyla, “ideoloji” Marx’ın ortaya çıkardığı bir terim değilken, bugünkü kullanımında Marksist gelenekle yakından ilgilidir. Bu kavram, Modern Batı Marksizmi’nin geniş sorunsalı olarak tanımladığımız, tahakküm ve tabiiyet ilişkilerinin doğrudan zora, asgari düzeyde, başvurularak nasıl yeniden üretildiğini anlama çabasının içerisinde yer alır. Bunun yanı sıra “söylem”, dilin ve diğer toplumsal göstergebilim biçimlerinin toplumsal deneyimi aktarmanın ötesinde toplumsal öznelerin (öznelliklerin ve bununla bağlantılı kimliklerin), özneler arasındaki ilişkilerin ve var oldukları alanın oluşturulmasında oynadığı önemli rolü kavramamıza yardımcı olan terimi sunmakla, modern sosyal teorideki dilsel dönemeçte yer almakta ve önemini bu dönemeçteki merkezî rolünden aldığı öne sürülmektedir (Purvis ve ark., 2014: 11).

İdeolojilerin algısal işlevleri vardır. Başka bir ifadeyle ideolojiler dış dünyanın nasıl algılanacağı üzerinde etkili olurlar. Bireylerin düşünceleri gerçekleştirdiği eylemleri etkilerken, eylemler de düşünceler üzerinde etkili olabilirler. İdeolojiler sosyal kimliğin inşa edilmesinde ve grup çıkarlarının tanımlanmasında çok etkin bir işlev görürler. İdeolojiler sosyal kimliği inşa eden temel ölçütü yansıtırlar ve grubun çıkarını tanımlarlar. Bu anlamda ideolojiler grubun kendi şeması olarak algılanabilirler ve üyelik kategorisini gösterirler (Devran, 2010: 19).

Stuart Hall’ da ideolojiyi diller, kavramlar, kategoriler, düşünce hayalleri ve temsil sistemini kapsayan zihinsel çerçeveler olarak izah eder. Ona göre, farklı sosyal gruplara ait olan insanlar bu çerçeveleri kullanarak düşünürler ve toplumun işleyiş biçimini anlamlandırırlar. Bu yüzden ideoloji problemi farklı fikirlerin, kitlelerin zihinlerine nasıl yapıştığı ve böylece maddi bir güç haline nasıl geldiği ile ilgilenmektedir (Hall, 1980: 25).

Kimi yazarlar ideolojiyi söylem, argüman, imaj ve basmakalıp yargı gibi belli bir amaca hizmet eden ve belli grup veya aktörler tarafından yönetilen biz dizi sembolik temsiller olarak görürken, kimileri de ideolojiyi belli bir sosyal ve politik sistemi karakterize eden genel olgular şeklinde tanımlamaktadırlar (Devran, 2010: 16).

Althusser, ideolojilerin imgeler üzerine kurulduğundan söz eder. Her ideoloji, yarattığı ve imgesel olması zorunlu çarpıtmasında var olan üretim ilişkilerini (ve de bu ilişkilerden türeyen öteki ilişkileri) değil, ama her şeyden önce, bireylerin üretim ilişkileri ve bu ilişkilerden türeyen ilişkilerle kurdukları (imgesel) ilişkiyi tasarımlar. Bu anlamda ideolojide tasarımlanan, bireylerin varoluşunu yöneten gerçek ilişkiler sistemi değil, bu bireylerin boyun eğerek yaşadıkları gerçek ilişkilerle kurdukları imgesel ilişkidir (Althusser, 2006: 88).

İdeolojinin kapsamlı bir sistem olarak düşünüldüğü noktada bireyin söylemlerinin de bu sistem içerisindeki araçlardan biri olduğu söylenebilir. Özellikle de siyasi bir arenada yapılan konuşmaların tam anlamıyla bir ideolojik söylem aynası olduğu düşünülebilir (Akıner ve Çetin, 2004: 227).

İdeoloji ile ilgili kuramlar tüm iletişim türlerinin sosyal ve politik bir anlamının olduğu üzerinde durmaktadırlar. Bu anlamda iletişim ancak içinde bulunduğu sosyal bağlam içinde anlam kazanabilmektedir. Bu ideolojik işleyiş statükoyu kayırmaktadır, çünkü otoriteyi elinde bulunduran sınıflar yalnızca malların değil aynı zamanda düşüncelerin ve anlamların da üretimini ve dağıtımını sağlamaktadır (Fiske, 1996: 226).

İdeolojik denetiminin çeşitli vasıtalarla aktarıldığını ifade eden Kazancı; belirli bir dönemden sonra bireyi etkileme ya da denetleme görevini, başka ideolojik aygıtların yüklendiğini belirtir. İnsanı okul çağında okul, eğitim sistemi ya da aile denetlerken, olgun yaşta bireyin ideolojik denetimi daha çok din ve kitle iletişim araçlarına geçer. Demek ki, toplumsal sistem içinde var olan gelenek ve görenekler, aile, okul, din sistemi ama en önemlisi geniş anlamda kitle iletişimi, insanı biçimlendirip yönlendiren, denetleyen aygıtlardır. Bunların temel misyonu ideoloji taşımalarıdır ve önce bu yönleriyle ele alınmalıdır (Kazancı, 2003: 45).

Medya-söylem ve ideoloji arasındaki ilişki çok boyutludur ve özellikle haberin söylemi toplumsal gerçeğin inşasında önemli bir güç oluşturmaktadır.

Haberi bir söylem olarak kabul etmek, haberin diline duyarlı bir anlamlandırma sürecini beraberinde getirmesinin yanı sıra haber üreten kuruluşların örgütsel

dinamikleri içinde ve profesyonel gazetecilik normları dolayımı ile yapılanan haber metinlerini, güç- iktidar sahibi kişi ve kurumların söylemlerinin kurulduğu bir anlatı olarak incelemeyi gerektirmektedir (İnal, 1996: 23).

En başından beri ideoloji kavramının ele alındığı eleştirel medya çalışmalarında medya geleneksel bakış açısından farklı olarak yasama, yürütme ve yargı erklerinin yanında bağımsız bir güç olarak değil, iktidar ilişkilerinin sürdürülmesinde rol oynayan bir üretim aracı olarak değerlendirilmektedir. Eleştirel yaklaşımın üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran sınıfın, bunları kendi çıkarlarının ve iktidarlarının devamlılığı için kullanacağı düşüncesi doğrultusunda, meydanın öznel çıkarlara hizmet edeceği sonucuna ulaşılabilir. Bu nedenle toplumsal iktidar ve çıkar ilişkilerinin sürdürülmesinde medyanın önemli bir rolü bulunmaktadır (Özyiğit, 2008: 29).

Chibnall, haberlerde politik elitin egemen anlam sistemine ait dilin kullanıldığına vurgu yapmakta ve özellikle haberlerde kullanılan sözcüklerin egemen kavramları ve değerleri yansıttığını belirtmektedir. Sözgelimi, yasalar, hukuk, ulusal çıkarlar, aşırı güçler, ılımlılar, sessiz çoğunluk, ahlak ve eğitim standartlarını aşağı çekme gibi ifadeler ideolojik anlamda belli bir ipucu vermektedir (Matheson, 2015: 24).

Buna paralel olarak önceleri faaliyeti sadece haber trafiğinin örgütlenmesi ve haberlerin derlenip toparlanmasıyla sınırlı olan gazetecilik mesleği de haber basını kanaat basınına dönüştüğünde ve muharrir gazetecilik haber yazıcılığıyla rekabet eder hale geldiğinde, bu ekonomik etmene yeni ve geniş anlamda siyasal bir etmen daha eklenmiş oldu. Bu gelişmenin izlediği uzun yolu Bücher şu şekilde açıklamaktadır: “Gazeteler salt haber yayımlayan müesseseler olmaktan çıkıp kamuoyunun taşıyıcıları ve yönlendiricileri, parti politikalarının mücadele araçları oldular. Gazete yayımlayıcısı açısından bu gelişmenin anlamı, yeni haberler satan birisi iken, artık bir kamuoyu taciri olmasıydı” (Bücher, 1917: 257; Akt: Habermas, 2012: 305-306).

Haber metinlerinde kullanılan dil ve söylem, toplumsal gerçekliğe ilişkin yeni bir gerçekliğin inşasına yol açmakta, haberi oluştururken medya toplumsal gerçekliği yeniden kurmaktadır. Bu bağlamda kamu kuruluşları, haber dili ve söylemleri konusunda daha hassas davranarak okuyucular nezdinde güvenirliliklerinin sağlanmasına ve kamu adına daha saygın bir konuma doğru ilerlemeye katkı sağlayabilirler (Devran, 210: 168).

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

2016 YILINDA YAZILI BASINDA ÜRETİLEN TERÖR

SÖYLEMLERİNİN İNCELENMESİ 3.1. Metodoloji

Bu başlık altında araştırmanın problemi, çalışmanın amacı, önemi, varsayımlar, sınırlılıklar, tanımlar, evren ve örneklem ve yöntem ortaya konulmaya çalışılacaktır.

3.1.1. Problem

Günümüzde medya, toplumun yönlendirilmesi noktasında önemli bir işleve ve güce sahiptir. Medya az ya da çok olayları olduğundan farklı şekilde insanlara sunabilmektedir. Bu noktada medya kuruluşlarının mülkiyetini elinde bulunduranların ideolojileri ve beklentileri, reyting kaygısı, muhabirlerin olayları haberleştirirken kendi düşüncelerini veya kurumun çıkarlarını ön planda tutması haberin yeniden şekillendirilmesinde etkili olmaktadır. Medyanın inşa ettiği bu gerçeklik üzerinden oluşturulan haberler ise birçok araştırmanın konusunu oluşturmaktadır.

Toplumun çoğunluğunu ilgilendiren terör olaylarının ise medya için haber değeri büyüktür. Toplum tarafından merak edilen ve ilgi duyulan bir konu olmasından dolayı bu tür haberler medyada sıklıkla yer almaktadır. Bu çalışmayla da 2016 yılında meydana gelen bazı terör saldırıları, örneklem alınan gazeteler üzerinden incelenecek, terörün haber metinlerinde yer alırken aynı olayların sunumunda oluşan söylem yapılarının farklılığı ve bu farklılaşmanın ardında yatan gerekçeler ortaya konulmaya çalışılacaktır. Özellikle terör gibi evrensel düzlemde kabul görmüş, ortak bir tanımlaması olmayan bir konunun haber söylemlerinde farklı yapılar üzerinden inşa edilmesi ve yine terörün sunumunda farklı söylem yapılarının kullanılıyor olması çalışmanın temel sorunsalını oluşturmaktadır.

3.1.2. Amaç

Bu çalışmada yazılı basında terör söylemi ve bu söylemleri üreten faktörlerin neler olduğu, yine gazetelerde söylemin nasıl inşa edildiği, haber metinlerindeki söylem yapılarının nasıl bir anlamsal kapanmaya maruz bırakıldığı, söylemlerin oluşmasında dilin yapısının mikro ve makro yapıların nasıl kullanıldığı, yazılı basında üretilen söylemlerin toplumsal koşullardan ve siyasal süreçlerden nasıl etkilendiği, söylemi üreten sosyo-kültürel yapı, dilin yapısı ve söylemin kendisi de ele alınacaktır. Toplum içerisinde meydana gelen terör olaylarının yazılı basında nasıl sunulduğu, haberde seçilen kelimelerin nasıl belirlendiği ve hedef kitleye nasıl aktarıldığı, terör söylemlerini farklı kılan sosyo-politik gerekçeler söylem çözümlemesi yöntemi ile belirlenmeye çalışılacaktır. Sonuç olarak çalışmada terörün