• Sonuç bulunamadı

2.4. Sınırlılıklar ve hatt-ı harekata ilişkin öneriler

2.4.2. Teorik Sınırlıklar

Literatürde, bilhassa Amerikan literatüründe, yer alan tartışmalarda, Bourdieu’nun beğeniler teorisi (BT) son 15 yıldan bu yana tartışılmaktadır. Avrupa geleneğinden ve literatüründen farklı olarak Amerikan sosyolojisi, BT’yi oldukça geç tartışmaya başlamış olsa da, orada Avrupa’daki araştırmalardan daha büyük çaplı sörveyler yapılarak, BT sınanmaya çalışılmıştır. Gerçekte, Amerikan geleneği daha çok büyük ölçekli, temsili örneklemli sörveyler yaparken, Avrupa’da yürütülen çalışmalar (ve kısmen Kanada’da yürütülenler), daha fazla nitel araştırmalarla sınırlı olmaktadır. Kuzey Amerika literatüründeki çalışmalar için (ve yine kısmen Kanada merkezli olanlar için), temel eleştiri bu ampirik çalışmaların BT’nin hipotetik olarak işlediği sosyal alanları da izole etmede başarısız oldukları yönündedir (Holt, 1997: 99). Kültürel sermaye tüm alanlarda işlerken, delil olarak tespit edilen beğeniler ve tüketim pratikleri, tüketim alanlarının bir özelliği olacak biçimde tasarlanmıştır. Bourdieu’nun bu tasarımına göre, tüketim alanları son derece yayılmıştır, öyle ki, sadece belirli bir malı tüketirken ya da belirli bir boş zaman aktivitesine angaje olurken değil; ama aynı zamanda evde, siyasi partilerde, işyerinde, okulda, kilisede ve benzeri yerlerde yapılan görüşmelerin mutat halleri olan bu tip kültürel objelerle ilişki halindeyken tesis edilir. Ancak, örneğin Erickson (1996), beğenilerin sadece iş

alanında/işyerinde tertiplendiğinde toplumsal yeniden üretim için önemli olduğunu iddia etmektedir. Erickson’un bu analizi kültürel sermayenin bir ölçümü olarak, tüketim alanlarından ziyade teorik ve ampirik düzeyde sınırları net biçimde çizilmemiş olan iş alanına eklemlenmektedir. Böylece, kültürel sermayenin, iş dergilerinde ve sendika magazinlerinde bulunan özel bir bilgi biçimi olarak ortaya çıkan bulgusu, tesadüfi olabilir ve bu nedenle de şaşırtıcı olmamaktadır (Holt, 1997: 99).

Bunun dışında, Amerikan literatüründeki birçok BT çalışması, özellikle sörvey verisi kullanan nicel çalışmalar, beğenileri somut biçimde –kültürel nesnelerin hususi kategorileri, tarzları ya da tipleri olan tercihler olarak– kavramsallaştırırlar. Bu çalışmalara örnek olarak DiMaggio (1987, 1991) ve Peterson (1992, 1996) verilebilir. Bunlar, büyük çaplı bir ölçekle anket çalışması yapmışlar, regresyon ve faktör analizi teknikleriyle değerlendirmeler gerçekleştirmişlerdir. Ancak, BT’yi kültürel nesnelerin tercihleri biçiminde kavramsallaştırmak, çalışmayı sürdürdükleri toplum için sorunludur. Post kapitalist toplumlarda, kültürel hiyerarşiler dramatik biçimde görünmez olduğu için, nesneleştirilmiş kültürel sermaye, sınıfsal sınırların ayrımını ortaya koymak amacına hizmet etmeyebilir. Onlar, bu amaç için göreceli olarak zayıflamışlardır. Ancak bu durum, tüketimde kültürel sermaye farklılıklarının sınıflayıcı gücünün ortadan kalktığı anlamına da gelmez (Holt, 1997: 102-3). Holt’un ileri sürdüğü bu nedenlerden dolayı, bu tez çalışmasında salt bir veriden hareketle analizler gerçekleştirilmeyecektir. Daha ziyade, aktörlerin evde, işte, okulda yani gündelik hayatın akıp gittiği birçok alandaki eylemlerine ait veriler analiz edilerek kültürel tüketim pratiği anlaşılmaya çalışılacaktır.

Bunların dışında Avrupa kaynaklı çalışmalar içinse, Bennet ve diğerlerinin tartıştığı kritikler dikkat çekicidir (Bennett ve diğerleri, 1999). İlk olarak; “…bir yanda pratiğin akıcı, etkileşimli, stratejik ve akılcı olarak kuramsallaştırılması ve diğer yanda O’nun [Bourdieu’nun], sosyolojik değerlendirmesi içinde, kavramsal karşı çıkışlarının statik ve oldukça genel eğilimli yapılandırılması, bir tansiyon oluşturmaktadır. Beğeni kültürüyle sosyo-ekonomik gruplar arasındaki uyum analizleri dikotomilere dayandığı” (Bennett ve diğerleri, 1999: 12) için Bourdieu’nun

yaklaşımı eleştirilmektedir. Bunlar somutlaştırılmış ikiye bölünmelere dayanan açıklamalardır ki Bourdieu’da bunların sıkça tekrarlanmasından kaynaklı olarak endişesini dile getirmektedir. Örneğin, O’nun habitus tartışmaları da toplumsal olanla bireysel olan arasındaki ayrıma dayanır ve Bourdieu’nun kendisi de bu kavramın açıklama gücünün tehlikeli biçimde bir totolojiye dönüşmenin eşiğinde olmasından dolayı rahatsızdır (Bourdieu ve Wacquant, 1992: 129).

Ancak, Bourdieu her ne kadar sonraki yıllarda bu eleştirilerin üzerinde durup bunlara karşı yanıtlarını formüle etmiş olsa da, önemli bir kritik dikkat çekicidir. Bu, BT’nin popüler kültüre oldukça az ilgi göstermekte olduğu gerçeğidir. Distincition’da bilhassa kitle kültürünün hiç üzerinde durulmadığı tartışılmaktadır (Bennett ve diğerleri, 1999: 12-4). Örneğin televizyon, Distinction’da neredeyse hiç tartışılmamaktadır ki Bourdieu’nun bu ihmali aslında bu tez çalışmasının da ortaya çıkmasındaki esin kaynaklarından birisidir.

Şimdi, yukarıdaki kritikleri de göz önüne alarak, önceki bölümde kültürel sermaye kavramına dair tartışmaları kısaca hatırlatmak ve hatta biraz daha açmak buradaki teorik sınırlılıklara karşı hatt-ı harekatı belirlemeyi olanaklı kılabilir.

Bourdieu’ya göre kültürel sermaye, resmi eğitim düzeyi, kişinin kültürel etkinliklere katılımına olanak veren doğduğu ve yaşadığı yerleşim yerinin büyüklüğü ve bireyin kültürel faaliyetlere katılım sıklığı gibi değişkenlerden bir indeks yaratmak suretiyle ölçülebilir (Bourdieu, 1974: 327). Başka bir deyişle, resmi eğitim ve habitus, kültürel sermayenin iki önemli bileşeni olarak kavramsallaştırılabilir. Daha önce tartışıldığı biçimde eğitsel zemin (kurumsal bir yapı olarak okulda ve ailede sağlanan eğitim) üstü örtük olarak, potansiyel düzeyde kültürel sermayenin kendisidir. Çünkü Bourdieu’ya göre, sosyokültürel pratiklerin büyük çoğunluğu kişinin kültürel birikiminin atıl tarafı olarak teşkilatlanır (Bourdieu, 1986: 243–6). Habitus ise, uygulayıcısına kendi sosyal dünyasını daha kompleks, donanımlı ve detaylı görme kuvveti sunacak biçimde, kültürel üretim ve tüketim pratiğiyle ilişkilidir. Yani o, sosyal saygının ve itibarın kaynağıdır (Böröcz ve Southworth, 1996: 799-801).

Dolayısıyla, kültürel sermaye, temelde bu iki bileşenden müteşekkildir. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu çalışmada kültürel sermaye, hem resmi eğitimle kazanılan hünerleri hem de prestij ve toplumsal saygının kaynağı olarak habitusları bir arada değerlendirerek ölçülmeye çalışılacaktır. Zira, kültürel sermaye, Türkiye’de, hünerler, değerler, alışkanlıklar, eğitsel geçmiş/zemin gibi değişkenlerin bir bütünü olarak anlam kazanmaktadır (Arun, 2008).

Yine de, eldeki verilere dayanarak oluşturulan değişkenlerin, bireylerin sahip olduğu kültürel sermayenin tamamını ölçebilme yeteneği ve gücü olduğunu iddia etmek, iki nedenden dolayı yersiz olacaktır. Birincisi, ampirik ölçmenin sınırlılıkları da göz önüne alınarak, eldeki veriler aracılığıyla kültürel sermayeyi ölçmenin ne kadar mümkün olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu çalışmada kullanılan verilerden birisi, AYKA 2004 yılı verileri, insanların nasıl yaşadıklarını ve yaşamlarını nasıl algıladıklarını anlamak üzere, hem bireylerin nesnel şartlarını hem yaşam kalitesine ilişkin onların kendi öznel değerlendirmelerini içermektedir ve bu bağlamdaki kültürler arası karşılaştırmaları yapmak üzere tasarlanmıştır. AYKA’nın verileri yekten ve doğrudan kültürel sermayeyi ölçmek üzere tasarlanmamıştır. Yine de, burada, resmi eğitim ve yaşam tarzı boyutlarıyla oluşturulan kültürel sermayeye, bu anlamda bir ölçme girişimi olarak bakmak ve Türkiye’de bireylerin kültürel sermaye dağılımını incelerken bu kısıtlılığın farkında olmak yerinde olacaktır.

Kültürel sermaye kavramının ölçülmesine ilişkin ikinci tehdit ise, önceki bölümde tartışılan bir başka meseleye, alan kavramsallaştırmasına dayanmaktadır. Analitik olarak söylemek gerekirse, Bourdieu alanın yapısını nesnel ilişkilerin ağı ya da konfigürasyonu (Bourdieu ve Wacquant, 1992: 97) olarak tanımlar. Kültürel sermaye, ya da daha genel olarak sermaye, alana özgüdür. Bu nedenle, alan tanımlanmadan yapılacak değerlendirmeler ancak tesadüfi olarak anlam kazanabilir. Oysa, sistematik olarak kültürel sermayenin, istatistiksel dağılımını sergilemek, var olan alanın tarifiyle mümkündür. Sadece bu durumda bireyin kültürel sermayesi, belirli bir alan içinde toplumsal pozisyon için verilen mücadelenin kaynağı olabilir.

Bu çalışmanın başlarken dile getirdiği sorular ve sorulara yanıt vermeden önce yapmaya çalıştığı, izleyen bölümdeki Türkiye televizyon alanı tartışması, bir bakıma alanı tarif etmeye yönelik bir girişim olarak görülmelidir. İşte bu anlamda, bu tezin ikinci kısıtlılığı da alanın yekten belirlenmesinin güçlüğünde yatmaktadır.12 Alan sadece ve yekten teorik olarak belirlenebilecek bir kavramsallaştırma değildir. Onun varlığı ve sınırları ampirik olarak gösterilmelidir. Ancak bu koşulda ortaya konması muhtemel alanlarda oynanan oyunun varlığı, kuralları ve orada cereyan eden kültürel tüketim pratikleri anlam kazanacaktır (Arun, 2009).

Böylece, bu tartışmalarda yukarıda da sıralanan sınırlılıkların olması, onların çözümsüz olduğu anlamına gelmemektedir. Bu tez çalışmasının yukarıdaki sınırlılıkları aşmak üzere geliştirdiği strateji, alanın teorik ve ampirik tarifidir. Sadece teorik olarak değil ama aynı zamanda ampirik olarak Türkiye televizyon alanın tarifi, izleyen bölümde yapılmaya çalışılacaktır.

Bununla birlikte, kültürel sermaye kavramının ölçülmesi sırasında ortaya çıkan ilk sınırlılığın da göz ardı edilmemesi önem taşımaktadır. “Elbette ampirik ölçüm sınırlılıklar içerir; ancak, bu sınırlılıkları ve onların mahiyetini, ölçme yapmadan kavramak olanaksızdır. Dahası, ölçme yapmaksızın, teorik yapıyı tehdit eden unsurları anlamak ve bu çerçevede kavrayış stratejileri geliştirmek mümkün de olmayacaktır. Kant’ın üstüne basarak söylediğini hatırlayalım: teoriden yoksun ampirik çalışma kördür ve ampirik çalışmadan yoksun teori topaldır -“ Gedanken ohne Inhalt sind leer, Anschauungen ohne Begriffe sind blind” (Kant, 1781, A51 / B75)” (Arun, 2009).

Netice itibariyle, Türkiye’deki kültürel eşitsizliğin tartışılacağı son bölümde yapılan çözümlemeler için, Türkiye televizyon alanın tarifi bir zemin oluşturacak ve kültürel

12 Araştırmacı, çalıştığım alan budur demesiyle ilk elden alanı belirleyemez. Alan, sadece ve basitçe teorik olarak belirlenebilecek bir konfigürasyon değildir. Onun varlığı, sınırları ve içinde oynanan oyunun kuralları aynı zamanda ampirik düzeyde yapılacak çalışmayla belirlenebilir. Bu tartışmanın daha ayrıntılı biçimde devamı için bakınız (Bourdieu, 2005).

sermayenin teorik olarak ortaya konan modeli de, onun bileşenlerinin ampirik düzeyde tespitini yapmak üzere önemli bir rol oynayacaktır. Hepsi bir arada düşünüldüğünde, Türkiye’de var olan kültürel eşitsizliğe ilişkin yapılacak çözümlemeler yapısal bir hat üzerinde anlam kazanacaktır.

BÖLÜM III

TÜRKİYE TELEVİZYON ALANININ SOSYAL YAPISI

Farklı toplumsal alanlardaki beğenilerin, ayırıcı kültürel tüketim pratikleri olarak hangi biçimlerde işlevselleştiğini, böylece kültürel pratiklerle, sosyal ayrımın mekanizmaları arasındaki ilişkileri ayrıntılı tartışmış olsa da, Bourdieu, televizyona bu bağlamda yeterince değinmemiştir. Bu çalışmanın ilk bölümünde değerlendirildiği üzere, Bourdieu sanat, müzik, edebiyat, spor, film hatta Fransız mutfağı gibi farklı alanlarda beğenileri tartışmasına rağmen, televizyonun, sürdürdüğü bu tartışmanın neresinde yer aldığına ilişkin olarak herhangi bir vurgu yapmamaktadır. En bilinen araştırmasında (Distinction, 1984), katılımcılara sadece, TV izliyorsanız, ağırlıklı olarak hangi programı izliyorsunuz? sorusunu yöneltmektedir. Bourdieu’nun Distinction’da sunduğu sorukağıdında, 18. Sırada yer alan soru tam olarak şu biçimde sorulmuştur: If you watch TV, which programmes do you mainly watch? (Bourdieu, 1984: 33). Ancak yine de Distinction’da (1984) sürdürdüğü tartışmalar ve analizler içinde, bu soruya verilen yanıtları ayrıntılı biçimde değerlendirmemektedir. Çalışmasında, sadece bir tek yerde televizyon üzerinde durmaktadır ve orada da işçi sınıfının modern sanattaki biçimsel yeniliklere gösterdiği tepkiye ilişkin olarak, televizyonun yüksek kültürün evlere girmesini sağladığı biçiminde bir yorumu dile getirmektedir (Bourdieu, 1984: 33-4). Bu bağlamda, televizyon, zamanın Fransa’sında, yüksek kültürün evdeki temsilcisi ya da vekilidir. Bourdieu, çalışmasında müzik, sanat, edebiyat, spor gibi alanlara ayrıntılı yer vermek suretiyle teorisini, beğeniler teorisini, inşa etmesine karşın, tartışmalarında televizyonu dışarıda bıraktığı görülmektedir. Ancak Distinction’dan 30 yıl kadar sonra, Türkçeye de çevrilen Televizyon Üzerine (Bourdieu, 1997) adlı çalışmasında Fransa’daki medya alanına ilişkin genel bir çerçeve sunmayı denemiştir.

Bourdieu’nun beğeniler teorisini inşa ederken birçok farklı alana vurgu yapmasına karşın, televizyonun ihmal edilmesinin nedeni nedir?

Bourdieu’nun beğeniler teorisinin dayandığı kaynaklar ve araştırma sonuçları 1960’lı yılların Fransa’sına aittir. İlk araştırma 1963 yılında gerçekleştirilmiş ve ikinci dalgası ise 1968-1969 yıllarında sonuçlanmıştır. Araştırmalar, temel olarak, bireylerin kültürel tüketim pratiklerinin ve kültürel iktidarın, beğenilerin tüketimi üzerinden, nasıl ve hangi koşullarda filizlendiğine odaklanır. Beğenilerin tüketimi, bir aktörün içinde bulunduğu sosyal kategoriye/sınıfa ve resim ve müzik gibi en muteber görülen alanlardan, giyim-kuşam, mefruşat, yeme-içme gibi en sıradan alanlara değin, kültürel ürünlerin ayrıştırıcı hükmünün sürdüğü çeşitli alanlarda gerçekleşir (Bourdieu, 1984: 13). Belirtilen tarihlerde Fransa genelinde yürütülen araştırmanın odaklandığı temel husus ise kültürel tüketim pratiği ile eğitim (buna kültürel sermaye demek mümkündür) arasındaki rabıtayı sistematik biçimde ampirik veriler üzerinden inşa etmektir. Bourdieu bu yıllarda Fransa’da, kültürel tüketim pratiğinin ve bu anlamda kültürel iktidarın en görünür biçimde cereyan ettiği alanların, sanat, edebiyat, müzik, tiyatro, sinema gibi alanlar olduğunu tespit eder. Kültürel üretim ve tüketim alanları, bireylerin toplumsal pozisyon için mücadele ettikleri kaynakların en yalın biçimde tezahürünün ortaya çıktığı mecralardır. Bourdieu’nun analizinde bu mecralar içinde, televizyon alanı sosyal ayrımı oluşturacak biçimde bir kültürel üretim ve tüketim alanı olarak anlam kazanmaz. Diğer kültürel alanlar gibi içinde/etrafında/kıyısında-köşesinde pozisyon alınacak bir alan olarak görünür olmaz. Zira zamanın Fransa’sında televizyon sahipliği %13’ler civarındadır (Bennett, 2006: 195). Bu nedenle, Bourdieu, açık olarak araştırma sonucunda televizyonla ilgili iki sorusunun, Televizyona sahip misiniz? ve TV izliyorsanız, ağırlıklı olarak hangi programı izliyorsunuz? sorularının, sonuçlarına Distinction’da yer vermeyerek tartışmamaktadır. Yine de, kültürel tüketim pratiğinin göstergelerini uzun uzun tartıştığı bir bölümde yer alan tabloda, egemen sınıflar içinde televizyona sahip olmayanların oranlarını da gösterir (Bourdieu, 1984: 118). Bu veriler aşağıdaki tablodan izlenebilir.

Tablo-4: Egemen sınıflar içinde televizyon sahipliği (Fransa, 1966) Gösterge Öğretmenler (orta ve yüksek öğrenim) Kamu sektörü yönetici- leri İlmi meslek sahipleri Mühen- disler Özel sektör yöneticileri Sanayiciler (işveren) Tüccarlar (işveren) TV sahibi olmayanlar 46% 30% 28% 33% 28% 14% 24%

İtalik figür en yaygın eğilimi sergilemektedir. Kaynak: Bourdieu, 1984:118.

Bourdieu’nun, Distinction’da, 1966 yılında gerçekleştirilen araştırma sonuçları içinde, televizyon meselesine ait olarak sunduğu yegane bilgi yukarıdaki tabloda yer almaktadır. Orijinal metin içinde bu tablo, kitap okuma, tiyatroya gitme, klasik müzik dinleme, müze ziyareti, sanat galerisi ziyareti, radyo sahipliği, Le Monde okuma düzeyi, Le Figaro okuma düzeyi gibi kültürel tüketim pratiklerine ilişkin bilgilerin var olduğu bir büyük tablonu kısaltılmış halidir. Egemen sınıfların ayırıcı kültürel pratikleri olarak sunulan bu aktivitelerin içindeki göstergelerden birisi de televizyonu olmama durumudur ki, Bourdieu tabloda kısaca yer vermiş olsa da metin içerisinde televizyonu bir alan olarak ve ayırıcı bir tüketim pratiğinin gerçekleştiği bir mecra olarak tartışmaz. Zamanın koşullarında, egemen sınıflar içindeki yaygın düzeyde televizyon sahipliğinden yola çıkarak, televizyonun işçi sınıfı tarafından yüksek kültürün evdeki temsilcisi olarak görüldüğüne vurgu yapar (Bourdieu, 1984: 33). Bourdieu’nun yaygın düzey diye adlandırdığı televizyon sahipliği de egemen sınıflar içinde en fazla %54 civarında televizyona sahip olma eğilimidir (Bourdieu’nun sunduğu tabloda italik figür televizyona sahip olmayan kesimin içindeki en yaygın eğilimi sergilemektedir).

Televizyonun bu kısıtlı yaygınlığı ve kültürel tüketim pratiği söz konusu olduğunda diğer alanlar kadar kritik önemde olmayışına ilişkin kanısı, Bourdieu’nun Distinction’da televizyonu ihmal etmesinin en mühim nedenidir. Oysa günümüzde televizyonun karma ekonomik yapısı ve hibrit karakteri, aynı zamanda açıkça ayırıcı işlev görmesi muhtemel tarzları/türleri bünyesinde barındırarak kültürel olarak aşağıdakiler ve yukarıdakiler arasındaki sınırları belirginleştirecek biçimde işlevselleşmesi mümkün müdür? Bourdieu’nun yaklaşımıyla ve

kavramsallaştırmasıyla televizyon alanındaki kültürel tüketim pratiklerini okumak olası mıdır? (Bennett et.al, 2006: 7-9). Kısaca, beğeniler teorisinin kavramsal çerçevesi, televizyon alanının varlığını ve orada cereyan eden tüketim pratiğini okumak için bir imkan sunabilir (mi?). Bu bağlamda, bu çalışma beğeniler teorisinin ihmal ettiği bir alan olarak, Türkiye’de televizyon alanındaki kültürel tüketim pratiklerini analiz edecektir.

Bu çalışmada, televizyonun kültürel tüketim pratikleriyle olan ilişkisi, Türkiye toplumundaki sosyal ayrımla olan ilişkisi bağlamında ortaya konmaya çalışılacaktır. Beğenilerin ve kültürel malumatın arasındaki bağı yansıtan televizyonda yer alan program türleri tercihlerinin, sosyal sınıf, cinsiyet, eğitim, gelir düzeyi, yaşanılan yerleşim yeri bakımından değerlendirilmesine odaklanılacaktır. İlerleyen bölümlerde, televizyon alanını analiz ederken, yukarıda bahsedilen genel kanılar çözümlenmeye çalışılacak, izleme pratiklerinin ne tür bir ayrımın mekanizmalarını oluşturduğu ve kültürel tüketim faaliyetinin parçası olarak hangi düzeyde iş gördüğü tartışılacaktır.

Aşağıda, başlarken, Türkiye televizyon alanındaki aktörlerin kimler olduğuna, onların oynadığı rolün ne olduğuna ve üretim biçimlerine değinilecektir. İlerleyen alt bölümde, özel olarak televizyonun ne olduğuna, kültürel üretimdeki ve dağıtımdaki rolüne ve Türkiye’de nasıl yapılandığına odaklanılacaktır. Böylece Türkiye’de televizyon alanının, genel yapısal özellikleri değerlendirilmek suretiyle, sınırları çizilmeye çalışılacaktır. Sonraki bölümde ise, beğenileri tüketenlere odaklanılacak, bunların kim oldukları ve kültürel tüketim mekanizmaları tartışılacaktır.