• Sonuç bulunamadı

3.2. Türkiye’de Televizyonun Kısa Tarihi

3.2.2. Türkiye Televizyonunun Söyleminin Tarihi

Türkiye’de televizyonun söylemi nedir? sorusuna yanıt vermenin bir yolu, dört temel soruya yanıt arama gayesinden geçmektedir. (i) Türkiye’de televizyonun işlevi nedir? (ii) Televizyona biçilen rol nedir? (iii) Kurulduğu ilk günden bu yana televizyondan ne yapması beklenilmiştir? (iv) Televizyona hangi işlevler yüklenmiştir, televizyon hangi işlevleri yerine getirmiştir?

Kullandığı kendine has kodlama, gündelik yaşamda yerini buldukça, sosyal, ekonomik ve politik olarak karşılığını oluşturdukça, televizyon, basitçe bir teknolojik alet olmaktan çıkar. Diğer bir deyişle, televizyon, artık basitçe bir teknoloji değil ama daha ziyade, kültürel üretim ve tüketimin cereyan ettiği bir alan ise, bu onun akıp giden gündelik yaşam içinde oluşturduğu ortamın karşılığıdır. İşte bu nedenle bir alan olarak, televizyonun toplumsal ortamını okumak, onun söylemi nedir? sorusunun sorulmasını kaçınılmaz kılar. İlerleyen bölümde, Türkiye’de televizyon alanında gerçekleşen kültürel tüketim pratiklerini okumak için, bu bölümde Türkiye televizyonunun söyleminin niteliğine bakmak yerinde olacaktır. Böylece, görüntü merkezli bir kültürdeki, kültürel tüketim pratiklerinin olası farklılaşan organizasyonunun izleri sürülebilir.

Türkiye’de televizyonun söylemini iki büyük döneme ayırmak mümkündür. İlki kuruluşundan 1990’lı yıllara kadar geçen sürede televizyona biçilen görevler/işlevler22 ve onun ürettiği/üstlendiği söylem(ler)/işlev(ler) ve ikincisi ise özel yayıncılığın alana girmesiyle birlikte ortaya çıkan söylemsel dönemdir. Yine de bu ayrım, kabaca belirlenmiş iki söylemsel döneme işaret etmez. Bu dönemselleştirme daha ziyade, televizyon alanındaki söylemsel yapıyı okumayı kolaylaştırması bakımından kritiktir.

İlk dönem bir tekel dönemine, ikincisi ise bu tekelin zorla, fiili olarak kırıldığı bir döneme işaret eder. Zira TRT’nin hükmünü sürdürdüğü bu ilk dönemde, televizyon alanına, devlet (ya da politikadaki aktörler tarafından) müdahale imkanı bulunmaktadır. Politik alanın müdahalesiyle, yayın politikaları oluşturma, görevleri yeniden tanımlama, televizyona yeni bir rol biçme, işlevselleştirme de bir o kadar mümkündür. Hükümetler ve planlamacılar bu ilk dönemde televizyona bir dolu görev biçmişlerdir. Televizyon, bu dönemde tektir; başa çıkılması, zapt edilmesi bu bakımdan daha kolaydır. O halde devlet eliyle kurulan ve yönetilen bir kurumsal yapının, bu tekel döneminde televizyonun, söylemsel yapısı nasıl inşa edilmiştir? Kendisine ne denilmiş, televizyon ne yapmıştır?

Tekel dönemi, yukarıdaki bölümde kronikleri verildiği üzere, 1950’li yıllarla özel televizyonların fiili olarak alana girdiği 1990’lı yıllar arasını kapsar. Ancak bu dönemde Türkiye’de tek bir televizyondan ve ona ilişkin düzenlemelerden söz edilebilir.

22 Postman’a (2004) sorarsanız televizyonun işlevlerinden birisi ışık kaynağı olmasıdır. Diğer bir işlevini ise onun elektronik bir pano olarak kullanılabileceği yorumuyla tanımlar. Bir diğer işlevi ise yeterince sağlamsa kitap rafı olarak kullanılmasıdır. Yine de bu gün, Plazma ve LCD televizyon ekranlarıyla birlikte bu son işlevinin mümkün olması zor görünmektedir. Ne var ki, Postman’ın alaycı yaklaşımlarının işaret ettiği mühim bir nokta vardır. Postman, alaycı yaklaşımıyla aslında, televizyonun sadece yararlarından bahsedenlere bir gönderme yapmaktadır. Eleştirdiği yaklaşım, televizyonun daha eski bir medyumun gelişmiş bir hali ya da uzantısı olduğu vurgusu üzerinden hareket eder. “Otomobil hızlı bir at, elektrik ışığının güçlü bir mum olduğu varsayımına” (Postman, 2004:98) dayanan bu yaklaşım televizyonu da matbaanın bir uzantısı saymak suretiyle, onun edebi geleneği pekiştireceğine dair bir inanç taşımaktadır. Oysa televizyon biçimi ve içeriği itibariyle bu katkıyı sunabilecek bir medyum değildir. Televizyonun illa ki bir medyumun devamı olması söz konusu edilecekse, o “on beşinci yüzyıldaki matbaanın değil, on dokuzuncu yüzyıl ortalarında telgraf ve fotoğrafın başlattığı geleneğin devamı” (Postman, 2004:98) olabilecektir. Bu konuda daha uzun bir okuma için bakınız Postman (2004:25-94).

Yukarıda tabloda Türkiye televizyonunun, 1952 yılları ile 1989 yılları arasındaki söylemsel yapısı değerlendirilmektedir. Türkiye’de 1990’lı yıllara değin, televizyon denildiğinde akla ilk gelen TRT’dir. Bu zamana kadar, anayasal olarak da televizyon yayını yapma hakkı ve ödevi TRT’nindir. Anayasanın sınırını çizdiği biçimde tarafsız yayın yapma ilkesine karşın, TRT’nin politik olarak hiçbir döneminde tarafsız ol(a)madığı, statüsünün hükümetin etkilerine açık olduğu tartışılır (Çaplı, 2004: 46). Yukarıdaki tabloda, bu etkinin yalın bir yansıması izlenebilir. TRT’nin yayına başladığı 1968 ile fiili olarak alanda tekelinin sonlandığı 1989 yılları arasında, 10 genel müdür görev yapmıştır. Bu süre zarfında Türkiye Cumhuriyeti’nin ise, 9 başbakanı ve 17 hükümeti iş başında kalmıştır. Demek ki, bu zaman zarfında, 21 yılda, ülkenin 9 başbakanı, 17 hükümeti ve bununla birlikte TRT’nin de 10 genel müdürü gelip geçmiştir. Siyasetin bu sancısı, bu süre içinde yaşanan iki askeri darbenin de cebri katkısı, TRT’nin de siyasetin beklentilerine/taleplerine yanıt vermesini zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda, geçen süre zarfında, TRT’nin ve Türkiye televizyonunun, anayasalarda idealize edildiği gibi, siyaseten bitaraf olduğunu söylemek mümkün değildir.

1952 ve 1967 yılları Türkiye televizyonunun deneme yayını gerçekleştirdiği, altyapısını tesis etmeye ve insan kaynağını yetiştirmeye çalıştığı yıllardır. Türkiye’de 1968 yılından 1984 yılına kadar geçen sürede televizyon denilince, yalnızca tek bir kanalın izlenebildiği, açılışı ve kapanışı belirli saatlerde gerçekleşen, çoğunlukla devletin politikası ve ideolojisine uygun yayınların yapıldığı bir televizyondan söz edilebilir. İlk yıllar boyunca, ne bugünkü anlamıyla reklamlar, ne birbirine karşıt görüşler, ne gerçeklik olarak kurgulanan nümayiş, ne de kitleleri koltuklarına bağlayan diziler, yapımlar vardır. Televizyonda yer alan asıl görüntü, halktan farklı biçimde konuşan kişilerin, yani sunucuların görüntüsüdür. Zamanı geldiğinde açılan, konuşan kafaların sunduğu haberleri izlenen ve ardından kapanan bir aygıttır televizyon. Hatta, yayınların bitiminde Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız ikazı, Türkiye’de uzun yıllar devam eder. Televizyon izleme pratiği, gün içinde ancak belirli bir zaman zarfında gerçekleşir. Açılışından kapanışına kadar her yanına/noktasına hakim olunan bu televizyonun, ilk yıllardaki söylemi, temel olarak

haberleşmenin bir hizmet olarak kodlanması üzerine kuruludur. Bununla birlikte, eğitim hizmeti sunma, bir diğer mühim ödevdir kendisine biçilen. Bu ödevi tarif edenlere göre televizyon, Cumhuriyetin ulaşamadığı coğrafyaya da eğitim olanağını taşıyacaktır. Üç büyük şehirde, İstanbul, Ankara, İzmir ve çevrelerinde yapılan, ilk yayınların başlamasının hemen öncesinde, planlamacılar tarafından yayına başlama gerekçesi şu biçimde kodlanmaktadır;

“Sosyolojik gelişmelerin sosyolojik yasalara bağımlı olmasına rağmen geri kalmış ülkelerin gelişmiş teknolojiden yararlanarak sosyal gelişmelerini hızlandırabilecekleri düşüncesiyle, okul ve öğretmen sayısı az olan Türkiye’de televizyonun meslek kursları açarak Türkiye’yi sanayileştirmeye götürecek insan gücü arzının yeterli çerçeveye çıkarmasının mümkün olduğu...” (Serim, 2007: 41).

Kapalı devre deneme yayınlarının sonuçlanmasına yakın olan 1967 yılında Cumhuriyet gazetesinde bir haber yayınlanır. Türk Televizyonu Satışa Çıkıyor başlığıyla verilen haber, Türkiye’de Philips fabrikalarında üretilmeye başlanan televizyonun, üretim aşamasında yarısının yerli malzeme kullanılarak imal edildiğini ve peşin fiyatının ise 3.375 TL olduğunu söyler. Dahası, övgüyle, bu televizyondan günde beş adet imal edildiğini vurgular (haberi aktaran Serim, 2007: 42).

Kendisine eğitimi yaygınlaştırma gibi zorlu ödevler biçilen; ancak halkın büyük çoğunluğunun satın alıp evine koyması mümkün olmayan televizyon için, TRT’nin öngördüğü başka bir işlev daha vardır. TRT’de çalışan dönemin programcıları ve teknik ekibi, program mı önemli, teknik yapım mı? (Serim, 2007: 42) tartışmasını sürdürmektedir. Yine de TRT, kapalı devre yayınları başlattığı yıllarda iki önemli adım atmıştır. Bu adımlar, televizyon yayınlarının ulusal düzeyde gerçekleşmesini sağlamak üzere, onun ulusal planlamalara dahil edilmesi için yapılan girişimleri kapsamaktadır.

Televizyonun yurt sathında yaygınlaşması için ilk girişim kapalı devre yayınlar sırasında gerçekleşir. Kapalı devre yayınlar Ankara’da bir binanın alt katında hazırlanır ve yayınlar üst kata konulan televizyondan, davet edilen konukların beğenisine sunulur. 1967 ile 1968 yılları arasında gerçekleşen kapalı devre yayınlar bu doğrultuda her haftanın Cuma günü gerçekleşmekte ve davetlilerin beğenisine sunulmaktadır. Davetliler, daha çok ulusal düzeydeki planlamalara etkisi, katkısı olabilecek kişilerden oluşur. Bu etkinliklerin birisi de, Meclis Bütçe Komisyonu üyelerine gösterilmek üzere özel bir programın hazırlığıdır (Serim, 2007: 47-9). Hazırlanan yayın, komisyon üyelerinin de beğenisine sunulur.

Televizyon yayınlarının ulusal düzeyde gerçekleşmesini sağlamak üzere yapılan girişimler sırasında, Bütçe Komisyonu üyelerinin beğenisi neden bu denli kritikti? Gerçekte, Bütçe Komisyonu’nda yer alan üyelerin televizyona ilişkin beğenileri, görgüleri, bilgileri herhangi başka kimselerden daha mı mümtazdır? Açık ki, TRT’nin bu girişimi komisyon üyelerinin daha mümtaz beğenileri olduğu için gerçekleşmemişti. Daha ziyade üyelerin karar alma sürecinde etkin olmaları nedeniyle yapılan bir girişimdi bu. Böylece TRT’nin yaptığı girişimler sonucunda, DPT’nin Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer almayan televizyon başlığı, ikinci planda kendine yer bulabilecekti.

Hazırlanan ve beğeniye sunulan program akışında, haberler ilk sırada yer alıyordu. Sonra, Masal, Keşifler, Film-Bale ve Türk Müziği (Serim, 2007: 49) yayınıyla devam eden program, 1967 yılının hemen başında Ankara’da Meclis Bütçe Komisyonu üyelerinin beğenisine böylece sunulmuş oldu. Girişimlerin başarıya ulaşmasının ardından, TRT 1968 yılında, önce Ankara’da olmak üzere yayınlarına başlasa da, halkın televizyon yayınlarını evinde izlemesi biraz daha vakit alacaktı. Zira 3.375 TL fiyat biçilen televizyonu, yayına başladığı günlerde, ancak televizyon satan firmaların vitrinleri önünde uzun kuyruklar oluşturarak izlemek mümkündü (Serim, 2007: 51).

Bu ilk yıllarında TRT, kendisine planlamacılar tarafından biçilen role uygun olarak, sadece haberleşme hizmeti sunmakla kalmadı; bunun yanı sıra kültür ve eğitime yardımcı olacak biçimde yayın politikası geliştirdi. Zira 1961 Anayasa’sının, Radyo ve Televizyonun İdaresine ilişkin 121. Maddesi, Türkiye televizyonunun yayın politikasının hattı-ı harekatını belirlemekteydi.

“Haber ve programların seçilmesinde, işlenmesinde ve sunulmasında ve kültür ve eğitime yardımcılık görevinin yerine getirilmesinde Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, insan haklarına dayanan millî, demokratik, lâik ve sosyal Cumhuriyetin, millî güvenliğin ve genel ahlâkın gereklerine uyulması, haberlerin doğruluğunun sağlanması esasları…23”

Yasayla da çerçevesi çizilen bu yayın politikasıyla örtüşen, TRT’nin ilk yıllarındaki yayın akışına bakıldığında da görmek mümkündür. İlk yayının akışı, sadece haberleşme vurgusu ihtiva etmez. Yayınlar temel eğitimi ve kültürel bütünlüğü tesis edecek biçimde organize olmaktadır. Yayın akışında, televizyon yayınının açıldığını bildiren sinyalden sonra, saatlerin ayarlanması için izleyiciler ikaz edilir. Böylece, zamanın ölçülebilen, tasarruf edilen ve daha sonra kendisine uyulması gereken bir modern mefhum olduğu algısı da beslenir. Haberler ve hava durumu sunumlarından ziyade, iki saate yaklaşan yayın süresi boyunca, en geniş zaman Türk Devrim Tarihi adlı programa ayrılmıştır. Programda, gençler sıralarda oturmakta ve Türk tarihçisi Afet İnan, kürsüden Atatürk devrimlerini anlatmaktadır. Gençlere verilen dersin ardından, çocuklar için didaktik bir çizgi film sunumuyla devam eden yayın, kapanış anonsuyla son bulduğunu bildirir (Serim, 2007). Ne var ki, program yayını bitse de, yayın akışı devam etmektedir. Uzun yıllar boyunca programların bitiş anonsundan itibaren, İstiklal Marşı eşliğinde ekranda Türk bayrağı gösterilir. Böylece uzun yıllar

23

1961 Anayasası’nın tam metnine ve bahsi geçen 121. maddesinin ayrıntılarına aşağıda verilen

http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa61.htm ya da http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm

varlığını koruyan gelenek tesis edilmiş olacak ve Türkiye televizyonunun kapanışı, ancak ulusal marşın bitimiyle gerçekleşebilecektir.

TRT, planlamacıların ve hükümetlerin kendisine biçtiği ödevleri, bu yıllarda yayın politikası olarak da benimsemiştir. Haber vermesinin yanında, gençler ve çocuklar için de eğitici programlar, yayınlarda önemli bir yer tutmaktadır (Serim, 2007). Bu ciddi yayınların dışında TRT, 1970’li yıllara doğru yayınlarında eğlence programlarına da yer verecektir. Ne var ki, 1971 yılında hükümet, TRT’nin ilk genel müdürü değişikliğini gerçekleştirir. Askeri darbenin ardından bir tümgeneral TRT genel müdürü olarak görevlendirilir. Bu yıllardan başlayarak TRT, günümüze değin politika alanındaki temel tartışmaların bir konusu olması itibariyle yayın hayatını sürdürür. Sadece genel müdürleri değişmez, ama her hükümetle birlikte yayın politikaları da değiştirilir. Bu tartışmaların ilk yıllarında en temel argümanı, TRT’nin sağcılar ya da solcular tarafından yönetildiği yönündedir (Serim, 2007). Zamanın diline uygun olarak kavramlar yerini diğerlerine bırakır. 1970’li yıllarda Türkiye televizyonunun, dehümanize edilmiş aktörler tarafından yönetildiği iddia olunur; bunlar komünistler ya da faşistlerdir. 1990’lı yıllarda ise dinciler ya da laikler, Atatürkçüler kavramlarıyla politik alanda tartışmalar sürüp gider.

Tüm bu tartışmalar, zihinlerde oluşan; ancak bir türlü açık biçimde dile getirilmeyen bir duruma işaret etmektedir. Aslında ilk kez 1971 darbesiyle fark edilen bu durum, fevkalade bir tahayyüle karşılık gelir. Bu hayal, politika alanında hakim olup, hızla davranarak ülke çapında yaygınlaşan televizyonu ele geçiren aktörün, ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel hayatına da yön vereceği tahayyülüdür. Bu fevkalade tahayyül kendisini sonraki darbelerde de gösterecektir. Sadece darbe yapanlar değil; ama politikacılar ve ulusal planlamacılar da benzer tahayyülü mütemadiyen sergilemekte, televizyona sadece haber veren bir medyum olarak değil, ziyadesiyle eğitime, kültüre, ekonomiye yön veren bir yapı, bir entity, gözüyle bakmaktadırlar. Böylece, ilerleyen yıllarda zamanın ruhuna uygun düşen politikalar, TRT tarafından hayata geçirilse de, değişmeyen bir tek tahayyül vardır: TRT gündelik hayatın her alanına

nüfuz edecek ve milli birlik ve bütünlüğü tesis edecek biçimde iş görecektir. Ulusal planlamacıların, tüm beş yıllık planlarında bu hayalin peşinden koştuğu görülmektedir.

1973 yılında, artık üç büyük kentin ve çevresinin dışında, ulusa seslenmeye çalışan televizyon için, üçüncü beş yıllık kalkınma planında DPT, fevkalade tahayyülü şu biçimde tarif edecektir;

“Haberleşme hizmetleri, artan ekonomik faaliyetlerin ve yükselen yaşama düzeyinin gerektirdiği haberleşmeyi darboğazlara yol açmayan bir hızla karşılayacak şekilde geliştirilecektir. Radyo ve televizyon, kitle haberleşmesini sağlamanın ötesinde milli ve kültürel bütünlüğü korumada da yararlanılacak, bir araç olarak, yurt düzeyine yaygınlaştırılacaktır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 1003).

1973 yılı aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluşunun 50. yılına rast gelmektedir. TRT, bu yılki yayınlarında, özel bir programa yer verdi. Bu, Atatürkçülük ve Cumhuriyetçilik’in anlatıldığı bir programdır (Serim, 2007: 71). Program, TRT’nin eğitim ve kültür alanındaki hak ve ödevlerine uygun düşecek içeriğe sahip olması hasebiyle özeldir. Yayınları ve yayınların içeriğiyle tesis ettiği etkinliği, kendisi dışında ülkenin sosyal, tarihsel, politik ve ekonomik gerçeklerinden soyutlanamaz. Türkiye televizyonu, böylece; sadece ve basitçe haber hizmeti sunan ya da haberleşmeyi sağlayan teknolojik bir alet olmaktan ziyadesiyle sıyrılmış, kültürel üretimin ve tüketimin geliştirildiği bir alan olarak işlevselleştirilmiştir. DPT’nin dördüncü beş yıllık planlarını kapsayan 1979-1983 yılları arasındaki politikası, televizyon alanının bu etkinliğini yansıtması bakımından kritiktir. Planlamacıların, televizyon için öngördüğü politikalardan birisi de, televizyon ve sinemada kültür ürünlerinin özgürce yaratılmasını engelleyen yasaların ortadan kaldırılma gayesini taşır.

“Çağdaş kültür araçlarının en etkinlerinden biri olan televizyon ve sinemada, kültür ürünlerinin özgürce yaratılmasını engelleyen yasaların yeniden gözden geçirilmesi, araç ve hammadde açısından dışa bağımlılığın en aza indirilmesi Türk film sanatının ve sanayiinin sağlıklı biçimde ve kısa sürede geliştirilmesine ve dünyaya açılması yolundaki girişimler gerçekleştirilecektir.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1979: 285)

Esasen, Türkiye televizyonunun işlevi, her beş yıllık planda, yeniden, daha net biçimde tanımlanmaktadır. 1979–1983 dönemlerini kapsayan dördüncü beş yıllık planda belirtildiği üzere, televizyonun kültür alanındaki etkinliğiyle, yukarıda bahsedilen fevkalade tahayyülün de hayata geçirilmesi için, ikinci bir kanalın kurulması gerektiği anlaşılır;

“Özerk radyo ve televizyonun olanakları genişletilecek, Türk dilinin ve kültürünün dünyaya yaygınlaşmasına24 katkısı sağlanacaktır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1979: 286)

“Plan döneminde ana amaçlar daha iyi yayın kalitesine ulaşılması, ülkenin tümünün televizyon yayınları ile kapsanması olacaktır. Ancak, televizyonda açık yükseköğretime, çeşitli düzeyde yaygın eğitim ve kültür düzeyinin yükselmesine katkıda bulunmak ve başka amaçla kullanılmamak koşuluyla TRT tarafından ikinci kanal televizyon tesisleri kurulup işletilecektir.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1979: 421).

24

Kültür alanında, aktif biçimde etkinliğini geliştirmeye ilişkin kimi ödevler yüklense de, Türkiye televizyonunun belirtilen süre zarfında, halkın kültür düzeyini yeterince artıramadığı, Türk kültürünü dünya çapında yaygınlaştıramadığı hissedilmiş olacak ki, sonraki döneme atfen yapılan planlarda meseleler yeniden ele alınmıştır. 1985- 1989 yıllarını kapsayan beşinci beş yıllık kalkınma planında, fevkalade tahayyüle hala ulaşılmaması üzerine başkaca tedbirlerin de alınmasının kaçınılmaz olduğu tespiti yapılır.

“Eğitimin temel taşı olan öğretmenlerin işbaşında yetiştirilmesine dönük programlara ağırlık verilecek ve eğitim programları günün şartlarına uygun hale getirilecek, öğretmenlerin eğitimi için TV’den faydalanılacaktır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 141)

“Bütünüyle radyo ve televizyon hizmetlerinin kalitesi yükseltilecek; eğitime ve millî kültür değerlerinin paylaşılmasına dönük program süreleri artırılacak ve daha etkili olacakları zaman dilimlerinde yayınlanacaklardır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 141)

“Türk radyo ve televizyonunun millî kültürü ve bütünlüğü güçlendiren bir niteliğe ve ülkenin her tarafında ilgiyle seyredilebilir ve dinlenebilir bir seviyeye ulaştırılmasına çalışılacaktır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 148)

Bu yıllarda televizyonun eğitici işlevi planlamacılar için önemli bir umuttur. Sadece eğitimsiz halk kitlelerini değil; eğiticilerin de eğitilmesini hedeflerler. Yukarıdaki planlamalar bu bakımdan idealize edilmiş hayallerdir. Ancak, planlamacıların gündelik hayata nüfuz edemeyen politikalarının, yine televizyonun etkinliğinin artırılmasıyla gerçekleşeceğini düşünmeleri de bir o kadar naiftir. Bu bağlamda gençlik politikaları planlanırken, en önemli ilkelerden birisi de sağlıklı bir nüfus oluşturma gereği olarak öngörülmüştür. Planlamacılara göre, bu tip bio-politikalar için, en önemli ideolojik aygıtlardan birisi de televizyondur.

“Gençlerin sağlıklı ortamlarda gelişmelerine, yetişmelerine ve beslenmelerine, bulaşıcı hastalıklardan ve özellikle AİDS'den korunmalarına ilişkin programlar kuruluşlararası işbirliği ile gerçekleştirilecek ve başta TV ve radyo olmak üzere tüm yayın organları ile gerek gençler ve gerekse aileleri çevreleri ile birlikte bilgilendirilecektir.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1989: 289. İmla yanlışları orijinal metinden gelmektedir).

Bununla da bitmez. Halkın kültürlenmesi için televizyona bağlanan umut, planlayıcıların yaygın eğitimi sağlayacak bir kanalın daha tesis edilmesini önermesiyle sürdürülür.

“Yaygın ve meslek kazandırıcı eğitimin görsel-işitsel araçlarla geniş kitlelere hitap eder hale getirilmesinde ve etkinleştirilmesinde radyo ve TV'den yararlanılması belli esaslara bağlanacaktır. Ayrıca, yeni bir TV kanalı eğitim faaliyetlerine tahsis edilecektir.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1989: 294).

“Her kademede eğitimin kalitesinin yükseltilmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve müfredat programlarının ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın ve teknolojik ilerlemenin gerekleri doğrultusunda geliştirilmesi esastır. Bunun için örgün ve yaygın eğitimde, TV, görsel-işitsel