• Sonuç bulunamadı

Türkiye Televizyonunun Kronikleri, 1950’lerden 1990’lara

3.2. Türkiye’de Televizyonun Kısa Tarihi

3.2.1. Türkiye Televizyonunun Kronikleri, 1950’lerden 1990’lara

Televizyon ‘söz’de vardır. O halde bu söz, bireylerin birbirlerine mesaj iletmelerini sağlayan sadece bir teknikler ve teknolojiler bütünü olabilir mi? Televizyon, söylemini aynı zamanda görüntülerle aktarmayı talep edecek biçimde tasarlanmıştır. Aksini reddeder. Televizyon, böylece, sözü bizlere sadece sözcüklerle değil ama aynı zamanda görüntülerle aktarır (Postman, 2004: 16). Aktardığını var eder. Aksini reddeder. Televizyon ifade eden, var eden bir medyumdur. Zira, kendisini ifade edecek bir medyum bulamayan içeriğin var olmasından söz edilemezdi. Onları iletecek bir medyum yoksa, olan biten, herhangi bir kültürün bir parçası olabilir miydi? Hızla, çok uzaklara bile ileten bir medyumun varlığıdır onu var eden. Bu medyadır; dünyanın her yerinde olan biteni, haliyle izleyebilmek imkanıdır. “Işık hızıyla işleyen bir medyası olmayan kültürlerin (diyelim, bir mekan kaplayan en etkili araçları duman işaretleri olan kültürlerin) günün haberleri yoktur. Kendi biçimini yaratacak bir araç (medyum) olmazsa günün haberleri de olmaz” (Postman, 2004: 17).

Televizyon, bireylerin teknolojik hayal gücünün ürünü olarak, kendi biçimine uygun olan içeriği de yaratmaktadır. O içerik, ki sadece mesaj sunmamakta, aynı zamanda bize masaj da yapmaktadır.14 Örneğin, ondan politik felsefe yapmasını bekleyebilir miyiz? Ya da sürekli eğitim merkezi olmasını? Ya da plastik sanat akımlarının yaratıcısı ve taşıyıcısı? Hayır. Bu içerikler televizyonun biçimine aykırıdır. Yine de, onun içinde tüm diğer medyumları ve onlara ait ürünleri de buluruz. Sinema, tiyatro, müzik, kitap, hatta bir medyum olarak alış veriş merkezi. Ancak, yine de bu içerikler, ürünler onun biçimine aykırıdır. Televizyonun diğer medyumlardan farklı olması, onlardan müteşekkil ama aynı zamanda bunlardan başka bir şey olacak biçimde kurgulanmasında yatmaktadır. Bu kurguya ilişkin ayrıntılı tartışmaları aşağıda, Türkiye televizyonunda yapım türlerine göre yayın süreleri tartışmasında bulmak mümkündür. Burada, şimdi, Türkiye’de televizyonun bir meta-medyum biçimine gelme hikayesine bakmak yerinde olacaktır.

Ol hikayedir, Türkiye’de televizyon yayını 9 Temmuz 1952 yılında15 İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ) ait stüdyolarda başlamıştır (Serim, 2007: 15). Bu emekleme çağlarında, televizyon yayınlarının bir üniversite televizyonunda gerçekleşmesi hasebiyle, temel vasfı eğitim odaklı olmasıdır. İTÜ televizyonunun yayınları, o vakitler ulusal düzeyde değil; ancak İstanbul’u kapsayacak biçimde organize olmaktadır. 1961 yılına gelindiğinde, yeni anayasanın güvencesi altında televizyon yayını meşruiyetini kazanmıştır. 1961 Anayasası’nın Özerk Üniversite, Tarafsız Radyo-Televizyon, Haber Ajansları başlığı altında 121. maddesinde, televizyonun idaresine ilişkin yapılan düzenleme, televizyon istasyonlarının devlet eliyle

14 McLuhan’ın ünlü önerisidir. Yine de biteviye eksik/yanlış yorumlanır. Sadece aracın mesajın

kendisi olduğunu söylemez. Ama aslında onun bir masaj olduğuna işaret eder. Tam olarak başlığı şöyledir; Medium is the Massage (1967). Araç, masajdır. Oysa literatürde hep eksik biçimde Massage’ı, sadece message olarak yorumlamışlardır (örneğin, AnaBritannica, McLuhan maddesi, c.XV, s.109; Arslantunalı, 1990; Eric McLuhan ve Zingrone, F. 1995; ya da Rigel ve diğerleri, 2003 ve liste uzayıp gitmektedir. Bunların dışında da bir dolu örneğe rastlamak mümkündür). Bu kitapta McLuhan temel olarak iletişimi aktaran medyumun, me(a)sajın kendisini oluşturduğuna işaret eder. Üstü örtük biçimde mesajın aynı zamanda bir masaja dönüştüğünü söyler. Ne zaman ve hangi durumda? Ayrıntılar için bakınız McLuhan ve Fiore, 1967.

15

İlk yayına başlama tarihi konusunda bazı farklı tespitler de vardır. Örneğin, Oskay 1954 yılını işaret etmektedir (Oskay, 1978:18). Yine de ilk televizyon yayınına başlama tarihi olarak literatürde en sık kullanılan tarih 1952 yılıdır.

kurulabileceğini ve yayınların tarafsızlık esasına göre yapılacağına işaret etmektedir.16 Ayrıca bu iki ön şartın yanında, televizyonun “kültür ve eğitime yardımcılık görevi” vurgusu da dikkat çekicidir. Her ne kadar, meşruiyeti, temel ilkeleri ve görevi, 1961 tarihli anayasayla tanımlanmış ve güvence altına alınmış olsa da, ulusal düzeyde yayın yapan bir televizyonun kurulması henüz mümkün olmamıştır. Aynı yıllarda, yine anayasanın önerisiyle birlikte hazırlanan beş yıllık kalkınma planlarında, sosyal ve kültürel kalkınma başlığına dahil edilse de, televizyonun, kurumsal bir kimlik kazanması ve ulusal yayınlara başlaması ancak 1968 yılında gerçekleşecektir.

1960’lı yıllarda, dünyada yaşanan sosyal ve kültürel hareketlilik, aynı zamanda Türkiye’de de yansımasını bulmuştur. O yıllarda, medyanın Türkiye’nin tartışma gündemini oluşturan meselelerden birisi haline gelmiş olması da bu anlamda kritiktir. Önceki yıllarda yasal olarak çerçevesi çizilmiş olmasına karşın, 1963 ve 1967 yıllarını kapsayan ilk beş yıllık planlarda,17 televizyonun resmi olarak kurulmasına ilişkin herhangi bir programın ve yatırım payının olmayışı dikkat çeken konulardan birisidir.18 Bu konuda tartışmayı derinleştiren katkı ise, ilk beş yıllık planda, Ulaştırma başlığı altında dile getirilen Haberleşme alt bölümünde göze çarpmaktadır. Bu bölümde, ülkedeki telgraf ve posta sistemlerinin yeterli olduğu, telefon şebekesinin ise geliştirilmesi gerektiği ve radyo istasyonlarının tüm yurtta iyi bir dinleme sağlayacak biçimde organize edilmesi gerekliliği üzerinde durulmaktadır. Ancak, anayasada belirtildiği gibi “devlet eliyle kurulacak ve işletilecek bir ulusal televizyonun”, ilk beş yıllık kalkınma planında Türkiye ekonomisi için iyi bir fikir

16

1961 Anayasası’nın tam metnine ve bahsi geçen 121. maddesinin ayrıntılarına aşağıda verilen

http://www.tbmm.gov.tr/anayasa/anayasa61.htm ya da http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm

(04.09.2009) adreslerinden ulaşılabilir. 17

Beş yıllık kalkınma planlarının resmi gazetede yayınlanma tarihleri için bakınız

http://ekutup.dpt.gov.tr/plan-prg.asp (04.09.2009).

18

İlk beş yıllık kalkınma planı için bakınız (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1963) ya da bu yayına daha hızlı ulaşabilmek için bakınız

http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan1.pdf (04.09.2009). Türkiye’de TRT yayın politikalarının tarihsel

süreç içinde değişimini inceleyen güncel bir tartışma için Ceylan’ın (2006) hazırladığı tez çalışmasına da bakılabilir. Orada, Ceylan medyanın akademide ilk tartışılmaya başlamasını 1960’lı yıllardaki gelişmelere bağlamaktadır. Oskay’a (1978) atfen, İkinci Beş Yıllık Planın, televizyon planlamasına yer vermediği yönündeki tespiti hatalı da olsa, yaptığı okuma güncel çalışmalardan birisidir.

olmadığı anlamına gelecek biçimde bir yorum yapılmaktadır (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1963: 384). Diğer iletişim şebekeleri için yatırım hesabı, planı ve bu yatırımların yaratacağı katma değer hesaplanmışken, televizyon ile ilgili anlamı muğlak olan şu satırlara yer verilmektedir;

“Televizyon konusu teknoloji ve maliyetlerdeki değişmelere göre ekonomimizi zorlamıyacak şekilde ele alınabilir.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1963: 384-5. İmla yanlışları orijinal metinden gelmektedir).

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda19 ise Kültür Faaliyetleri başlığı altında şu görüşler yer almaktadır: “Televizyon bir eğitim aracı olarak değerlendirilecektir. Televizyon yayınlarının büyük halk kitlelerine ulaştırılması amaç olacaktır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1968: 191). Bu değerlendirme, televizyonun devlet tarafından nasıl algılandığına ve hangi amaçla kullanılmak istenildiğine dair iyi bir örnektir.

Açık ki, devlet ve onun gelecekte atacağı adımları planlayanlar, televizyon için uygun bir işlev tanımlamaktadırlar. Bu işlev, onun eğitici bir iş görmesi üzerine örgütlenmektedir. Televizyona, ulusal düzeyde yayına başlayacağı ilk yıllarda, Türkiye’de yaşanan eğitim sorununu çözmek üzere umut bağlandığı görülmektedir. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan farklı olarak, ikincisinde, kararlı biçimde tüm yurtta televizyon yayınına geçilme arzusu önemli bir yer tutmaktadır (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1968: 589-92).

Her ne kadar Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer almasa da, Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), 1965 yılında çıkarılan bir yasayla kurulmuş ve İTÜ

19

İkinci beş yıllık kalkınma planı için bakınız (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1968) ya da bu yayına daha hızlı ulaşabilmek için bakınız

televizyonunun sadece İstanbul’da sürdürdüğü yayınlarını devralmıştır (Serim, 2007: 15). Hemen bir yıl sonra ise, Almanya’yla yapılan bir anlaşma neticesinde, Televizyon Eğitim Merkezi kurmak üzere girişimler başlamış ve bu çerçevede 1966 yılında kapalı devre stüdyo yayınları başlamıştır. İki sene sonra, 31 Ocak 1968 tarihinde TRT kendi kurumsal kimliğiyle haftanın üç günü deneme mahiyetinde televizyon yayınına geçmiştir (Oskay, 1978: 18).

İzleyen yıllarda, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda öngörüldüğü gibi, televizyon yayınlarının tüm yurt çapında yaygınlaştırılması için çalışmalar devam etmiştir. Amaç, önceleri Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehirlerde yayına başlanmasıdır. Daha sonra, elde edilecek reklam geliriyle birlikte, televizyon yayınlarının yaygınlaştırılması için Doğu Anadolu başta olmak üzere diğer illere vericiler yerleştirilmesi planlanmaktadır. Böylece Ankara televizyonu 1968 yılında, İstanbul, İzmir ve Eskişehir televizyonları 1971 yılında, Edirne, Balıkesir ve Kütahya televizyonları ise 1972 yılında yayın hayatına başlamıştır (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 21). Elde edilen ekonomik gelişmeler neticesinde, Bursa, Samsun, Trabzon, Erzurum, Kars, Diyarbakır, Van, Adana ve Gaziantep istasyonlarının kurulması 1973 yılında yapılacak yatırım programları içine alınmıştır (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 612).

Devletin, ilk kuruluş yıllarında televizyon için biçtiği eğitim rolünün yanına, bu yıllarda ulusal güvenlik kaygıları da eklenmiştir. Onun işlevselliği, böylece, sadece eğitim aracı olmasıyla değil, aynı zamanda milli birlik ve bütünlüğü sağlayacak biçimde sürdürülecek yayınlarla da önem kazanmış olacaktır. Bu amaç doğrultusunda, hükümetler ve planlamacılar, öncelikle sınır bölgelerden başlamak koşuluyla, 1980 yılına gelindiğinde toplam nüfusun %82’sine televizyon yayınlarıyla ulaşmayı hedeflemişlerdir (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 612-3).

Devletin, ülkeye girişinden bu yana, televizyonu bir kültür aracı ve kültürel tüketim faaliyeti olarak kategorize etmesi, ona aynı zamanda eğitim, sağlık, ekonomi ve

güvenlik gibi konularda da bir dolu anlam yüklemesine yol açmaktadır. Bu minvalde, 1962 ve 1968 yıllarında sürdürülen Türk Köyünde Modernleşme Eğilimleri Araştırması, kültür araçları ve kültürel faaliyetler hakkında planlayıcılar için önemli veriler ortaya koymaktadır. Araştırma, bu yıllar arasında, örneğin radyo yayınlarının ve radyo sahipliğinin hızla yaygınlaştırıldığını göstermiştir (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 781). Sonuçlara bakıldığında, hiç radyosu bulunmayan köylerin, 1968 yılında %1 civarında olduğu ve yirmiden fazla radyosu bulunan köylerin oranının ise altı yılda %16’dan %68’e çıkarıldığını tespit etmektedir. Sadece sahiplik değil; ama radyo dinleyenlerin oranındaki iki misli artış (%19’dan 1968 yılına gelindiğinde %40’a doğru çıkan eğilim) dikkat çekicidir. Televizyon sahipliği konusunda ise, aynı hızda olmasa da bir artış olduğu görülmektedir. TRT, 1969 yılında her bin kişiye 0,7 adet ve bundan üç yıl sonra, 1972 yılında ise, her bin kişiye 2,7 adet televizyon düştüğü hesabını yapmaktadır (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 782). Bu bilgilerden yola çıkarak, planlamacılar ilerleyen yıllar için aşağıdaki ilkeler ve tedbirlerin alınmasını önermektedirler;

“Kitle haberleşme araçlarının geniş halk kitlelerinin yararına yaygınlaştırılması sağlanacaktır. Göze ve kulağa hitabeden radyo ve televizyon Üçüncü Plan döneminde yaygınlaştırılacak ve eğitici programlar yanısıra kültür ve sanat programlarına önem verilecektir. Nitelikli kültür programları milli kültür değerlerimizi işleyecek, halka hitabedecek ve ulaşacak biçimde düzenlenecek, çağdaş medeniyet değerleri tanıtılacaktır.” (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1973: 786. İmla yanlışları orijinal metinden gelmektedir).

Önceleri, 1980 yılı için konulan hedef, 1977 yılının sonunda gelindiğinde karşılanmıştır; artık ülke nüfusunun %83’ü televizyon yayınlarını izleme olanağına

sahiptir (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1979: 21).20 Bu anlamda televizyonun ülke çapında yaygınlaştırılması çabalarının başarılı olduğu, hatta hedeflenen zamandan çok önce, beklenen düzeyin üzerine çıkıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Televizyonun önemli bir karakteri, her zaman her yerde olabilme durumu, böylece Türkiye’de sağlanmaya başlanmıştır. Onun bu denli hızla yaygınlaşmasının kritik bir başka nedeni de, diğer medyumlarla karşılaştırıldığında, izlenilmesi için ön koşulların daha az olmasıdır. Örneğin, kitap okumak için gerekli okuryazarlık gibi bir ön koşul, televizyon izlemek için geçerli değildir. Okuma yazma bilmeyen bir kimse dahi televizyon izleyebilir. Ya da, örneğin sinemada olduğu gibi, öncesinden bir aranjman yapmaksızın, kişi dilediği zamanda televizyonunu açıp, istediği kanaldaki istediği sinema filmini izleyebilir. Bunların dışında, diğer ev eşyalarıyla karşılaştırıldığında, televizyona olan ilgi de dikkat çekici düzeydedir. Diğer tüketim mallarıyla karşılaştırıldığında, 1970’li yılların sonunda ülke çapında televizyonun hızla yaygınlaştığını, aşağıdaki tabloda yer alan verilerden de açıkça görmek mümkündür.

Tablo-5: Bazı Dayanıklı Tüketim Mallarının Üretiminde Gelişmeler (Bin Adet)

Tüketim Malları 1972 1973 1974 1975 1976 1977 Düdüklü Tencere 200 149 160 210 233 211 Çamaşır Makinesi 103 92 127 163 207 151 Buzdolabı 235 294 340 410 549 214 Dikiş Makinesi 153 196 183 121 132 150 Televizyon Alıcısı 138 368 571 618 684 Transistörlü Radyo 212 186 210 167 160 113 Cereyanlı Radyo 51 95 75 75 — 17 Elektrik Süpürgesi 50 72 96 113 136 167 Otomobil 30 47 60 67 63 58 Motosiklet 17 22 20 28 36 30 Bisiklet 55 69 85 97 84 74

Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1979:162.

20

Devlet Planlama Teşkilatı’nın bahsedilen dördüncü beş yıllık kalkınma raporunun 21. sayfasında ulusal düzeyde televizyon yayınıyla ülke nüfusunun %83’ünün kapsandığı vurgusu yapılmaktadır. Ne var ki aynı raporun 421. sayfasında bu oran %81 olarak tespit edilmektedir. Anlaşılan, rakamlarda bir hesaplama hatası bulunmaktadır. Yine de, bu çalışmada resmi rakamlardan en az birisinin geçerli olduğu kabul edilmektedir.

Açık ki, televizyon kendisi gibi sınıflanan diğer tüketim mallarından çok daha hızlı biçimde yaygınlaşmaktadır. Geçirdiği dört yıllık süre zarfında, 1973 ve 1977 yılları arasındaki televizyon alıcı sayısındaki artış %500’ler civarındadır. Böylece, 1977 yılının sonunda Türkiye coğrafyasının, alan olarak %60’ını ve nüfus bakımından ise %83’ünü kapsayan televizyon yayınlarının çeşitlendirilmesi için, 1979 yılında ikinci bir kanalın açılması öngörülmüştür. Televizyonun, Türkiye’nin toplumsal yaşamına girmesinin üzerinden henüz 20 yıl geçmemiş olmasına karşın, hızla gösterdiği gelişim dikkat çekicidir. Bu gelişim, sadece televizyon sayısının artmış olmasıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda, kapsadığı coğrafi alanın ve nüfusun, genişlemesine de işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir. Dahası, yayınların çeşitlendirilmesi amacıyla ikinci bir kanalın kurulması fikrinin ortaya atılması da, bu gelişimin beraberinde getirdiği politika değişimini göstermesi bakımından mühimdir.

1980’li yılların ortalarına gelindiğinde, artık iki kanalla birlikte, Türkiye’de televizyon yayınları 41 milyon 100 bin kişiye ulaşacak biçimde organize olmuş durumdadır (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 119). Bu sayı ülke nüfusunun %81’ine karşılık gelmektedir. Devlet, 1989 yılında beşinci beş yıllık kalkınma planlarında belirttiği üzere, televizyon yayınları itibariyle nüfusun tamamına ulaşmayı hedeflemektedir. Yine aynı yıllarda, televizyon yayınlarının geliştirilmesi hedefi kapsamında, ilk defa uydu teknolojisinden de yararlanılması değerlendirilmektedir (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 118). Böylece, çok kanallı televizyon yayınlarının ilke ve politikaları da ilk defa 1980’li yılların ortalarında belirlenmeye başlanmıştır. Bu yayın politikalarının ve teknik gelişmelerin seyrine paralel olarak, yine aynı dönemde, renkli televizyon yayınlarına geçiş de düşünülmekte ve bu bağlamda alt yapının tesisi ve teknik personelin yetiştirilmesi öngörülmektedir (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1984: 101).

Teknik ve teknolojik gelişimin bir göstergesi olarak, 1980’li yılların ortasında başlayan Türkiye televizyonundaki renkli yayınların da, gündelik yaşamda ilgiyle karşılandığı görülmektedir. TRT, 1984 yılının Mayıs ayından itibaren önce

reklamları ve birkaç ay sonra da tüm programlarını renkli olarak yayınlanmaya başlamıştır (Serim, 2007: 130). Ulusal düzeyde siyah-beyaz olarak yayına başlamasından 16 yıl sonra, Türkiye televizyonu artık renklenmiştir. Bu önemli bir teknolojik atılım olarak görülmektedir. Ancak televizyonun renklenmesine karşın, hanelerin renklenmesi biraz daha sonra gerçekleşecektir. Türkiye’de renkli televizyonun yaygın olarak haneye girişi ancak 1990’lı yıllardan itibaren mümkün olacaktır. Zira renkli yayın başlamış olsa da, ülkede renkli yayını alacak televizyon alıcısı henüz yoktur. Ayrıca, sadece fiili olarak değil ama resmi olarak da renkli televizyonun satışının yapılması yasaktır. Ancak hükümetin bir karar almasından sonra Türkiye’ye renkli televizyon ithal edilmeye başlanmıştır (Serim, 2007: 130).

Renkli televizyon yayınlarının başlamasından iki sene sonra, 1986 yılında, TRT’nin ikinci kanalı yayın hayatına atılmıştır. Oysa TRT yönetimi tarafından, 1985 yılında ikinci bir kanalın kurulmasına ilişkin karar alınmıştı. Ancak, henüz birkaç yıl önce askeri darbenin gerçekleştiği Türkiye’de, ikinci bir kanalın fiili olarak yayın hayatına başlaması kararı sadece çoğunluğunu askerlerin oluşturduğu Milli Güvenlik Kurulu’na ait olabilirdi. Bu bağlamda, TRT’nin aldığı karar, önce hükümet tarafından Milli Güvenlik Kurulu’na sunulmuş; ikinci bir kanalın kurulması kararı, Milli Güvenlik Kurulu’na sunulmasının ardından gerçekleşebilmiştir. Milli Güvenlik Kurulu da, ikinci kanal yayınının 1986 yılının sonunda başlamasına hükmetmiştir. Böylece, 6 Ekim 1986 tarihinde, TRT2 kanalı renkli olarak, ulusal düzeyde yayın hayatına başlamıştır (Serim, 2007: 131).

Bu tarihlerde, TRT1 kanalından yapılan televizyon yayınları Türkiye coğrafyasının %88’ini ve TRT2 kanalından yapılan yayınlar ise %43’ünü kapsamaktaydı. Ancak, TRT1 nüfusun %91’ine ve TRT2 ise %63’lük kısmına ulaşmaktaydı. Planlamacılar, her iki kanal aracılığıyla yapılan yayınların 1994 yılı sonunda, Türkiye nüfusunun ve coğrafyasının tamamına ulaşmasını hedeflemekteydi (Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 1989: 280). Nitekim 1990’lı yılların başından itibaren sadece nüfus bakımından ve coğrafi olarak hedefler gerçekleşmekle kalmadı; aynı zamanda devletin sahip olduğu televizyon kanalı sayısı da altıya

çıkarıldı. Bu sayı, sadece TRT’nin yayın yapan kanal sayısıydı. Zira özel kanalların da yayın yapmaya başlaması 1990’lı yılların hemen başında gerçekleşebilecekti.

1990’lı yıllar, Türkiye’de özel televizyon ve radyoların varlığının meşruiyetinin tartışıldığı yıllar olması bakımından kritiktir. Öyle ki, Türkiye’de televizyon ve radyo kurma ve yayın yapma hakkı devlete aitti. İlk olarak 1961 Anayasası’nda meşruiyet kazanan televizyon yayıncılığına ilişkin yasal düzenleme, 1980 Anayasası da dahil olmak üzere, sonraki anayasalarda da aynen korunmuştur. Anayasaların yer verdiği bu madde, televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceğini ve yayınların tarafsızlık esasına göre yapılacağına işaret etmekteydi. Ne var ki Türkiye’de ilk özel televizyon yasaya aykırı olacak biçimde kurulmuş ve yayın hayatına başlamıştır. İlk özel televizyonun yasadışı varlığı, sonrasında başka özel televizyonların yasal dayanaktan yoksun, fiili olarak yayın hayatına başlaması, günümüzde devam eden Türkiye televizyonlarının yasal statüsüne ilişkin sıkıntıların temelini teşkil etmektedir.

Türkiye’nin ilk özel televizyonu Magic Box – Star 1 isimli kanalın test yayınları, Mayıs 1989 yılında başlamıştır.21 Ancak etkileri uzun yıllar Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yaşamında tartışılmıştır. İlk özel televizyonun kurulmasının hikayesi 1989 yılına dayanmaktadır. 1989 yılında beklenmedik bir gelişme olur. TRT’nin elinde bulunan televizyon vericilerinin, posta işletmesine (PTT) devredilmesini öngören (3517 sayılı) yasa mecliste onaylanır. Vericilerin PTT’ye devrinin nedeni o yıllarda anlaşılamaz. Ancak, özel bir televizyon kanalının kurulacağına ilişkin gelişmelerin yaşanmasıyla, vericilerin devrinin nedenleri üzerine tartışmalar başlar. Zira o zamanlar bir televizyonun yayın yapabilmesi için vericilere ve link hattına ihtiyaç vardır. Hatlar ve vericiler TRT’nin elindedir. Ayrıca anayasaya göre televizyon istasyonları da sadece devlet eliyle kurulabilir. O halde özel bir televizyonun yayın yapma olanağı nasıl sağlanabilirdi? Anayasaya aykırı olsa da, vericilerin ve link

21 Kanalın kuruluş tarihi konusunda bazı farklı yaklaşımlar vardır. Star TV’nin ilk özel televizyon yayınını gerçekleştirdiği tarih literatürde her ne kadar 7 Mayıs 1990 (örneğin Serim, 2007:228) olarak belirtiliyor olsa da, Star TV 26 Mayıs 2009 tarihinde 20. yaşını kutlamıştır. Bu kutlamayla, kanalın kuruluş tarihini 1989 yılı olarak kabul etmekte olduğu anlaşılmaktadır.

hatlarının PTT’ye devriyle, fiili olarak özel bir televizyonun yayın yapma imkanı