• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: ʺÖTEKİʺ ÜZERİNE KAVRAMSAL BİR ÇERÇEVE

1.7. Teoloji ve ʺÖtekiʺ:

Sözlüklerde ʺTanrı bilimiʺ olarak karşımıza çıkan teoloji, Allah'ın varlığı ve nitelikleriyle ilgili konuları ele alan bir bilim koludur. Ülkemizde daha çok ʺilahiyatʺ adıyla ʺİslam dini üzerine araştırmalarʺ biçiminde algılansa da aslında yeryüzündeki tüm dinleri araştıran, karşılaştırmalar yapan bir alandır. Bu yönüyle ötekilikle çok ciddi ilgisi bulunmaktadır. Nitekim insanların birbirlerini ötekileştirmede en sık başvurdurdukları referanslardan biri dindir.

Yeryüzünden binlerce farklı din gelip geçmiştir ve halen yüzlerce farklı dine inanılmaktadır. Dolayısıyla bizim bu bölümde bütün dinlerin ʺötekiʺ algısını inceleyebilmemiz mümkün değildir. Kabaca günümüzde varlık alanı bulabilmiş büyük dinlerin (İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik ve Uzakdoğu dinleri) kendisi dışındaki inançlara yaklaşımı ve bu dinlere inananların birbirlerini algılama şekli üzerinde bazı tespitlerde bulunulacaktır.

Çağımızın önemli Hristiyan teologlarından Alister Edgar McGrath’in şu sözü ile başlamakta yarar görünmektedir: ʺEğer bir mümin hakikaten bir şeye inanıyorsa, o takdirde ihtilaf kaçınılmazdır, hatta uygundur da.ʺ (McGrath, 1996: 160 aktaran Köylü, 2001: 34) Gerçekten de kişi, kendisinden farklı biçimde inananlara saygı gösterme erdeminde bulunabilse bile temelde farklı inançlar arasındaki ihtilafı reddetmez. Aynı anda birkaç dine birden inanmak biçiminde bir pratik yaygın olarak bulunmadığı için kişinin diğer dinlerin batıl/eksik/hatalı olduğunu iddia etmesi doğaldır. O zaman bir müminin herhangi bir dine inanması diğerlerini dışarıda bırakmasını gerektirir. Durum böyle olunca da kendi dininden olmayan otomatik olarak ʺötekiʺ konumuna gelecektir. Öteki’nin dini tarihte pek çok savaşa sebebiyet vermiş, ötekiliğin kalıplaşmasında, nesilden nesile aktarılmasında önemli bir görev üstlenmiştir.

Dünya, İslamiyet ve Demokrasi kitabındaki bildirisinde Peter Antes:

ʺBüyük dünya dinlerinin (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm ve Budizm) öğrettiği biçimiyle etikle uğraşan herkes, bu dinlerin moral öğretilerinin ortak olan çok ögeye sahip olduğu olgusal gerçeği ile çarpılacaktır. Hepsi yaşlandıkları zaman ebeveynlere bakılması ihtiyacını vurgular, hepsi meşru gerekçesi olmayan öldürmeyi reddeder, hepsi cinsel davranış için her türlü zinayı güçlü bir şekilde yasaklayan kurallar koyar, hepsi çalanlara karşı açık yaptırımlar getirerek mülkiyete saygı gösterilmesinde ısrar eder ve hepsi gerçeğin ifade edilmesini gerektirir ve böylece yalan söylemenin her biçimi ile savaşır.ʺ(Antes, 1999: 28)

diyerek dinler arasındaki ortak pek çok inanca dikkat çeker. Gerçekten de dinler arasındaki pek çok ortak noktaya rağmen maalesef ʺtarihte görülen dinler arası ilişkiler hiç de yüz güldürücü olmayıp aksine yüz kızartıcıdır.ʺ (Yaran, 2001: 11) Ortaklıklar yerine farklılıkların öne çıkması, hoşgörü yerine tahammülsüzlüğün hâkim olması dünya tarihinde sıkça karşılaşılan din savaşlarına neden olmuştur.

Peki, bunun sebebi bizzat dinlerin kendileri mi yoksa o dinlerin mensupları mıdır? Ya da herhangi bir din mensubu başka bir dini veya o dinin mensubunu neden ötekileştirme ihtiyacı hisseder? Bu tür sorulara cevap verilirken iki unsura dikkat edilmelidir. Birincisi, bir dinin kendi doktrinleri ile onu uygulayanların pratikleri her zaman aynı olmamaktadır. Örneğin adam öldürmenin yasak olduğu Yahudilikte Yahudiler adam öldürebilmiş, içki içmenin yasak olduğu İslam dininde ise Müslümanlar içki içebilmiştir. O zaman teorik ile pratik karıştırılmamalı, Yahudilerin hataları Yahudiliğe, Müslümanların yanlışlığı İslam dinine mal edilmemelidir. Dolayısıyla dinlerin teorikteki benzerliklerine rağmen insanoğlunun din adına birbirleriyle savaşmaları her zaman dinlerinin gereğini yerine getirdikleri anlamına gelmemektedir. Haçlı Seferlerini gerçekleştiren Haçlı zihniyeti, İncil’de ya da Hz. İsa’nın yaşantısında, bu saldırılarını haklı çıkartacak hiçbir dayanak bulamayacaktır. Ancak Haçlı Seferleri, o günün Hristiyanları tarafından gerçekleştirilmiş, defalarca tekrar etmiş ve çok önemli sonuçlar doğurmuş tarihi olaylardır.42

42

Bizzat Yeni Ahit’te: ʺGöze göz, dişe diş dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin.’ (Matta 5: 38-39) ya da ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.’ ‘(Matta 5: 43-44). diyerek savaşın yerine barışı, intikamın yerine hoşgörüyü ve merhameti savunan bir

İkincisi,

ʺfarklı bir dine mensup bir insanla karşılaştığımızda bu karşılaşma iki uzlaşmaz inancın temsilcileri arasında meydana gelen bir birliktelik olmaktadır. Çünkü bir taraf a-b-c hususlarına inanırken diğer taraf da x-y-z hususlarına inanmaktadır. O zaman da haklı olarak tarafların kendi inançlarını diğerlerine karşı nasıl savunacakları konusu otomatik olarak gündeme gelmektedir ki bu, tarafları birbirlerine karşı dışlayıcı bir tutum takınmaya sevk etmektedir.ʺ (Aydın, 2001: 90)

Dolayısıyla bir dine inanmak doğal olarak öteki’lere inanmamak ve onları dışlamak biçiminde reflekslere neden olmaktadır. McGrath’in dediği gibi ihtilaf kaçınılmazdır. O halde başka bir dine inanmak ʺötekiʺ olmak için yeter bir sebeptir. Özetle dinlerin

ʺötekiʺ algısı hem bizzat dinlerin kendi doktrinleriyle hem de mensuplarının uygulamalarıyla şekillenmektedir ve din adına ötekileştirmek son derece doğal bir durumdur, taraf olmanın da gereğidir.

Dinlerin diğer dinler hakkındaki algısını anlayabilmek için bütün dinlerin Tanrı ve yaratılış inancına gitmek gerekir ancak burada hızlıca ve sırasıyla, Uzakdoğu dinlerinde43, Yahudilik’te, Hristiyanlık’ta ve İslamiyet’te ʺötekiʺ algısı hakkında bilgi vermekle yetineceğiz.

MÖ 700’den kalma Hint örneği Brihadaranyaka Upanişad’da şunları okuyoruz:

ʺBaşlangıçta sadece Atman vardı. Etrafına baktı, lakin kendisinden başka hiçbir şey görmedi. ‘Ben varım.’dedi. Bundan dolayı onun adı ‘Ben’ oldu. Bu nedenle, şimdi dahi bir adama kim olduğunu sorsanız o adam önce ‘ben’ der sonra da sahip olduğu diğer ismini söyler.

Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır. ‘Benden başka hiçbir şey yoksa niçin korkayım’ diye düşündü. O zaman korkusu geçti; korkacak hiçbir şey yoktur, çünkü korku ikinci bir varlık olduğu zaman gelir.

din, sırf başka bir dine inandığı için bir diğerini öldürmeyi salık vermez. O zaman, ya bu savaşların din dışında başka nedenleri vardır ya da dönemin Hristiyanları kendi dinlerinin gereğini yerine getirmemişlerdir sonucu çıkartılabilir.

43

Uzakdoğu dinlerinden kastımız Hinduizm, Budizm, Şintoizm, Taoizm, Brahmanizm, Jainizm ve Konfüçyüsçülük’tür. Bu coğrafyada yüzlerce farklı din ve milyonlarca put vardır. Biz örneklerimizi yukarıda isimlerini saydığımız birbirine benzeyen hatta yer yer birbirine girmiş dinlerden vereceğiz. Yeri gelmişken Uzakdoğu dinlerinin hemen hepsinin, çok farklı biçimlerde uygulandıklarını, anlaşılmaz taraflarının olduğunu, bazılarındaki tanrı kavramını anlamanın bile zor olduğunu belirtelim.

Bu yalnızlıktan dolayı mutsuzdu. Kendisine bir arkadaş istedi. Kendisini ikiye böldü, böylelikle erkek ve kadın doğdu. Bilge Yajnavalkya’nın dediği gibi gövdesi bezelye gibi ikiye ayrıldı. Ve kadın böylelikle ortaya çıktı. Onunla birleşti ve bu şekilde insanlık doğdu.

Kadın düşündü: ‘O, beni kendisinden yarattı; benimle nasıl birleşebilir; kendimi gizleyeceğim.’ O zaman kadın inek oldu, erkek boğa oldu birleştiler ve böylece davarlar doğdu. Dişi kısrak, erkek de aygır oldu; dişi eşek, öteki erkeği oldu; birleştiler ve tek tırnaklı hayvanlar oldu. Dişi keçi, erkek de teke oldu; dişi koyun, erkek de koç oldu ve böylece koyunlar, keçiler doğdu. Bu şekilde karıncalara kadar bütün çiftler yaratıldı. Sonra düşündü: ‘Gerçek yaradılış benim, çünkü bütün her şeyi ben yarattım.’ Böylece ‘yaradılış’ kavramı doğdu. Bu gerçeği bilen kişi gerçekten de yaradılışta yaratıcı olur.ʺ (Campbell, 1993: 15-16)

Ünlü mitolog Joseph Campbell’den yaptığımız uzunca alıntı, Hinduizm/Brahmanizm düşüncesindeki ʺilk varlıkʺ ve ʺikinci varlıkʺ hakkında önemli bilgiler vermektedir. Buna göre başlangıçta kendisinden başka hiçbir şey bulunmayan Atman44, ikinci bir varlık yaratmak istediğinde kendisini ikiye bölmüş ve yine bizzat kendisinden ikinci bir varlık yaratmıştır. Kadın ve erkek biçimini alan bu yeni tanrı farklı görünümlerde birleşerek her seferinde farklı türler yaratmış, dolayısıyla evrenin tamamına bizzat kendilerinden şekil vermişlerdir. Bilindiği gibi Uzakdoğu dinlerinde kozmos kavramı çok önemlidir.

ʺPanteist bir görüntü sergileyen bu dinlerde Tanrı Brahma45 evrenin mutlak sahibi olmakla birlikte klasik monoteist dinlerde olduğu gibi evrendeki varlıkların ötesinde kişiliği bulunan bir güç değildir. Brahma, bütün varlıkların ve onların oluşturduğu yasaların içinde mevcuttur. Bir anlamda Brahma, varlıkların hepsinin iştirakiyle oluşan evrensel yasanın ontolojik sonucudur. Bu panteist görüş bütün Hindu doktrinlerini belirler.ʺ (Demirci, 1998: 115)

44

Hint inancında Tanrı Brahma’dır. Atman ise tanrının varlıklarda ve faaliyetlerinde yansıyan, onları o şey yapan tanrısal unsurdur. Bununla beraber Atman her şeyin kendi içinde taşıdığı gayesidir.(bkz. Aydın, 2004: 24-25)

45

ʺHinduizm’in kainat tasavvuru panteist (vahdet-i vücudçu )tir. Genel karakteri panteist olan alem tasavvurunda, kainatın oluşumu görüşü, çeşitli devirlerde meydana gelen kitaplarında bazı farklılıklar gösterir. Ama bu kozmogonya (âlemin meydana gelişi) nın temel işleyişi, her şeyin Tanrı’dan ya da Tanrılardan meydana gelişidir. Çünkü Hinduizm’de tek tanrıcı bir anlayıştan, sayıları bilinemeyecek kadar çok tanrıcılığa uzanan bir Tanrı anlayışı vardır.ʺ (Aydın, 2004: 23) Karmaşık ve net biçimde kavramlaştırılamayacak farklı uygulanışları olan bu dinin ortak bir öteki algısını bulmak zordur. Burada yapmaya çalıştığımız ‘genel’ durum tespitidir.

Dayı’nın da belirttiği gibi,

ʺayrıca herhangi bir tanrı olmamak üzere tüm evren Brahma adıyla bir tanrıdır. Varna öğretisine göre din adamları bu tanrının kafasını oluşturur. Askerler tanrının kolları olarak savaşmak ve toplumu yönetmekle görevlidirler… Toplumdaki çalışanlar, kirli işler gören düz işçiler gibi halk kesimlerinin her biri ise tanrının diğer organlarını teşkil eder.ʺ46 (Dayı, 2008: 131)

Böylelikle ʺhepimiz tanrıyızʺ biçiminde bir düşünceyle tanrı ve evren oluşturulur. Bu tarz dinlerde her nesne evreni tamamlayan bir unsur olduğundan kendince bir değere sahiptir. Yani ağacın ağaç olarak, böceğin böcek olarak evrene katkısı söz konusu olduğundan hiçbir şey dışarıda bırakılmamak üzere değerlidir.

Yaratılış hakkında vahdet-i vücutçu bir doktrin savunan bu dinde her bir nesne değerlidir. Bu dinde nesne, nesne olmakla beraber aynı zamanda öznenin de bir parçasıdır. O halde nesne hem nesne hem özne olmakta, böylece ʺötekiʺ olmaktan çıkmaktadır. Ancak pratikte durum yer yer farklılıklar göstermektedir.

Uygulamadaki farklılıkları izah etmek için Ali İhsan Yitik’e kulak vermek gerekir. Yitik, Hinduizm'in diğer dinlere bakışını iki ana grupta toplar: Dogmatik bakış ve Uzlaşmacı/Çoğulcu bakış. Yitik’e göre bunları Hinduların diğer dinlere yaklaşımında eş zamanlı olarak görmek mümkündür. Ancak bu yaklaşım tarzları eşit oranda temsil edilmezler. Ağırlık dogmatik yaklaşımdadır:

1-Dogmatik Hindu düşüncesinde dinsel çoğulculuğun temelini ʺSanatana dharmaʺ

anlayışı teşkil eder. Buna göre, kendi sistemlerini, ezeli-ebedi yol, fıtri, evrensel din olarak görürler. O yeryüzündeki bütün inanç sistemlerini kapsayan bir üst yapı, evrensel din veya din ötesi bir sistemdir. Diğer dinler ise, Hinduizm’in içinde yer alan,

Şivacılık, Vişnuculuk, Tantrizm vs. gibi birer mezheptirler. Ancak Vedaları tanımayanlar, kabul etmeyenler ise, ʺzındıklardır.ʺ

2-Uzlaşmacı ve çoğulcu tutum temsilcilerinden Ramakrishna, yeryüzündeki pek çok

dini geleneğin mevcudiyetini, Tanrı'nın insanlara bir lütuf ve inayeti olarak görür ve

46

‘Ârîler'in, Hindistan yerli halklarını egemenlikleri altına alıp Veda adı verilen kutsal metinleri ortaya koymalarından sonra Hint kutsal metinleri cemiyetin ilâhî düzenlemeye göre dört temel sınıfa ayrıldığını belirlemiştir ki bunlar Brahmanlar (din adamları), Kşatriyalar (asiller ve savaşçılar), Vaisyalar (ziraat ve ticaretle uğraşanlar) ve Sudralar'dır (işçiler). Brahmanlar din işlerine bakan yöneticiler olup toplumun diğer kesimleri üzerinde hâkimdi.’ (Demirci, 1998: 114 )

insanları en yüce gayeye, Tanrısal idrake ulaştıracağına inanır. İbadet sistemleri ayrı dahi olsa, dini sistemlerin gayesinin aynı olduğunu söyler. Ramakrishna'dan sonra gelenler diğer dinleri müspet, fakat kurtuluşa ulaştırmada yetersiz sistemler olarak yorumlarlar.

Vivekananda'ya göre, dünyadaki bütün din kurucuları Hz. İsa, Hz. Muhammed vd. Tanrı'nın birer avataralandır. Her biri Tanrı tarafından oluşturulan değişik dini sistemlerdir. Gandhi'ye göre ise, dinlerin özünde bir farklılık söz konusu değildir. Farklılık sadece bu hakikati algılamaya çalışan kişinin gözündedir. Bütün peygamberler hürmete layıktırlar. Önemli olan ruhun kurtuluşudur. İnsan ibadet edeceği tanrıyı seçme hürriyetine sahiptir. (Yitik, 1998: 129-138)

Yitik’in tespitlerinden yola çıkarak Hinduizm’de ortak bir ʺötekiʺ algısı olmadığını söyleyebiliriz. Ancak az önce de belirttiğimiz gibi dinin kendi teorik tarafı insanlara

ʺötekiʺ olarak bakmaya izin vermemektedir. Bu dinde insanın da, tüm diğer varlıkların da kozmos içinde belli bir yeri ve değeri olduğundan, her nesne son derece değerlidir ve hiçbiri ʺötekiʺ değildir. Bu yönüyle uzlaşmacı ve çoğulcu tutum takınan Hinduların Hinduizm’in özüne daha sadık kaldıklarını savlamak mümkün görünmektedir.

Brahmanizm’in ʺötekiʺ algısına gelindiğinde onun da Hinduizm’den çok farklı olmadığı görülecektir. Brahmanizm terimi, kast sisteminin en üstünde yer alan Brahmanlar'a mahsus dinî anlayışı, Tanrı Brahma doktrinini benimseyenleri, Vedalar'ın şerhi olan Brahmanalar'da ortaya konan dinî yapıyı ifade eder. Hinduizm’in çekirdeğini oluşturduğu için ondan büyük farklarla ayrılmaz.

Diğer Hint dinleri gibi Brahmanizm'de de ahlâk, din veya felsefenin bir kolu olarak değil en yüksek dinî uygulama ve kurtuluş yolu olarak görülen meditasyonun hazırlayıcısı telakki edilir. Bu sebeple temel ahlâkî kurallar zühd çevrelerinde oluşturulmuştur. Ahimsa (zarar vermemek, öldürmemek, şiddete başvurmamak) prensibi Hint dinlerinde önemli bir yer tutar. Rahiplerin ortak beş kuralının dördü yani öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek ve zina yapmamak, Hindistan'daki her çeşit inancın zâhidlerinin ortak noktalarıdır. (Tümer, 1992: 332) Brahmanizm de ahimsa prensibi gereği öldürmeye, şiddete karşı olduğu için diğer varlıklara gösterdiği hoşgörüsüyle ön plana çıkar. Brahmanizm’de de Hinduizm’de olduğu gibi özne ve nesne iç içe geçmiştir. Özne nesneyi oluşturur, nesne de özneyi. Brahmanizm’in ʺötekiʺ

algısı da Hinduizm’e benzemekte, ötekileştirme yapmamaya özen göstermektedir. Bir diğer Uzakdoğu dini olan Budizm en barışçı, uzlaşıcı dinlerden biridir.

ʺMilâttan önce VI. yüzyılda Hindistan'ın kuzeydoğusunda doğan, Brahman şekilci-liğine ve kast sistemine karşı çıkan, soyut metafizik tartışmaları bir yana bırakarak duyguları dizginleme, ahlaken temizlenme, insanları eşit görme, insanlara ve diğer canlılara sevgi ve şefkat duyma gibi ilkelere dayanan Budizm'e felsefî-teolojik bir hareket, mezhep veya tarikat olarak bakanlar varsa da onda bu belirtilen hususları destekleyen özellikler bulunmakla birlikte kurucusu, kutsal metinleri, inanç esasları, cemaati, mâbedleri ve diğer özellikleriyle bu sistem daha çok bir din olarak nitelendirilmektedir.ʺ(Tümer, 1992: 352)

Kurucusu Siddhartha Gotama'nın zamanla ilahlaştırıldığı bu dinde de canlılar birbirinin akrabasıdır, dolayısıyla hiçbir canlı incitilmemelidir. Tenasüh inancı gereği bir Budist için kan dökmemek ve zarar vermemek büyük önem taşır.

Şinasi Gündüz’ün, John Hick’ten aktardığına göre ʺHinduizm’e benzer şekilde Budizm’de de diğer dinsel gelenekler, hakikate ulaşma konusunda birer vasıta olarak değerlendirilmekte ve Dharma'nın farklı görünüşlerinin kısmen de olsa bu geleneklerde yansıdığı kabul edilmektedir.ʺ (Hick, 1987: 331 aktaran Gündüz, 2001: 91)

Dolayısıyla Budizm doktrinleri gereği insanları eşit gördüğünden ve tüm canlılara sevgi beslemeyi salık verdiğinden farklı din mensuplarını da ʺötekiʺ olmaktan çıkartır. Budizm’in de belirgin bir ʺötekiʺsi yoktur. O da diğer Uzakdoğu dinlerine benzer

şekilde kin ve nefretten uzak durmayı, insanları ve canlıları sevmeyi, onlara şefkat duymayı salık vererek eşitlikçi, uzlaşıcı bir görüntü sergilemektedir.

Yaklaşık 2500 yıllık bir geleneği olan Jainizm de Uzakdoğu dinlerindendir. Bugün modern Hindistan'da azınlık olmakla beraber ABD, Batı Avrupa ve Afrika'da büyüyen topluluklar halinde varlığını sürdüren Jainizm, yaklaşık M.Ö. 500 yıllarında

Hindistan'da başlamıştır. Kurucusu, Nataputta Vardamana’dır.

(http://tr.wikipedia.org/wiki/Jainizm)

Hindistan bölgesini dini, etik, politik ve ekonomik açıdan neredeyse iki bin yıldan fazladır etkileyen Jainizm, özellikle şiddete başvurmama konusunu vurgulayarak, ruhani bağımsızlığı ve eşitliği amaçlar. Jainizm insana ait en yüce mükemmelliğin ortaya

çıkarılmasına uğraşır. Buna bağlı olarak Jainizm, mükemmel olan insandan daha yüksek bir varlığı ya da bir Tanrı'yı tanımayı gerekli görmez.

Jain inancında her insan eylemlerinden sorumludur ve her canlı, ölümsüz, sonsuz bir ruha, jiva'ya sahiptir. Bu ruh yaşamın ruhani doğasına uygun ve saygılı biçimde, doğru

şekilde yaşamamızı, düşünmemizi ve hareket etmemizi sağlar.

Jainizm çok güçlü keşişlik ve çilecilik eğilimlerine sahiptir. En yüksekteki ideal Ahimsa'dır, yani her varlığa eşit saygı ve şefkat göstermektir. Jain Agamaları her yaşam biçimine büyük saygı gösterilmesini, katı vejetaryen kurallarını, çileciliği, kendini savunurken bile şiddet uygulamamayı ve savaşa karşı olmayı öğretir. Jainizm sevgi ve merhameti yüceltir.47 (http://tr.wikipedia.org/wiki/Jainizm) Bu dinin de diğer Uzakdoğu dinlerine benzer şekilde sevgi ve merhameti, ʺahimsaʺyı ön plana çıkartması diğer insanlara karşı hoşgörülü olmayı gerektirir. Bu yönüyle Jainizm de Hinduizm, Brahmanizm ve Budizm gibi ʺötekiʺ oluşturmaktan kaçınır diyebiliriz.

Dünyanın en eski dinleri arasında yer alan Şintoizm Japonların milli dini karakterini sergilemektedir. Bu inanca göre birbiriyle hem kardeş hem karı-koca olan Gök (Baba Tanrı) ile Yer (Ana Tanrı) bütün Japon adalarını ve diğer Tabiat Tanrılarını doğurmuşlardır. Bu iki ilah inancı etrafında dönüp dolaşan başka Tanrı inanışları da vardır. Nakledildiğine göre Japonya’da sekiz milyon ilah vardır. Dağ, ırmak, ateş, fırtına, yağmur, vb. ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı vardır.

Şintoizm'de ilahlar hem erkek (izanagi) hem de dişi (izanami)'dir. Bu iki ilah daha sonra geleceklerin ataları olmuştur. Şintoizm'de kutsal metinlerinde bu ilahların yaptıkları yazılıdır. Onlarda aynen insanlar gibi doğar, evlenir, banyo alır, hastalanır, kıskanır, ağlar ve ölür. Şintoizm'in bir diğer özelliği diğer dinlere karşı oldukça hoşgörülü bir din olmasıdır. ( http://www.minikjaponya.com/icerik/din/shinto.asp) Bu yönüyle Hinduizm ve Budizm’i çağrıştırmakta ve ʺötekiʺ konusunda oldukça yumuşak bir tutum sergilemektedir.

47 Jainistlerin diğer canlılara zarar vermeme prensipleri bazen o denli uç noktalara kadar götürülür ki dünya hayatı tam bir çileye dönüşür. Örneğin Jainistler nefes alırken herhangi bir canlıyı öldürmemek için ağızlarına maske takarak dolaşırlar. Mikropları öldürmemek için ilaç kullanmazlar. Bu dinde antibiyotik ve dezenfektan kullanımı yasaktır.(bkz. http://www.kuranahlaki.com/uzakdogu10.htm#1)

Çin dini geleneğinin en orijinal öğretilerinden Taoizm de panteist ve plüralist yapıdadır. Tanrılar, ruhlar ve ölümsüzler sahip oldukları güç ve aydınlanma derecesine göre Taoist panteonunda sıralanırlar. Taoizm’in başlıca öğretisi, ebedi, gayrişahsî mistik bir üstün varlıkla ilgilidir. Taoizm 'e göre bu âlem mevcut olan (Yank)la mevcut olmayan (Yin)in

birleşmesinden meydana gelmiştir. Bazı kaynaklara göre Tao, Tanrı’nın

sembolleştirilmiş varlığı olarak anılmaktadır. (http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18900-uzakdoğu-dinleri-taoizm-taoculuk.html)

Taoizm’e göre insan ancak manevi yönüyle insandır. Bunun için Tao rehber olarak kabul edilmelidir. Taoizm’in temel prensibi ʺiyilere karşı iyilik yapmak, iyilik yapmayanlara karşı yine iyilik yapmak, böylece her şeyin iyi olmasını sağlamakʺ olarak özetlenebilir. Taoizm’de dini inancın büyüklüğü mutlak sükûnet ve rahatlık içinde dünyaya sırt çeviren bir hayat tarzıyla mümkündür de diyebiliriz. Taoizm’in ahlak anlayışı üç ana noktada toplanabilir. Bunlar: 1-Basit bir hayat yaşayarak tutumlu olmak, 2-Mütevazı olmak, nefsini gurur ve kibirden uzaklaştırmak, 3-Bütün canlılara karşı merhametli olmak (http://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/18900-uzakdoğu-dinleri-taoizm-taoculuk.html)

Dünya Tarihi kitabında Taoizm’in Çin düşüncesindeki pratik sonuçlarının politik suskunluk ve bağsızlık olduğunu ileri süren J. M. Roberts, ʺbu yolun (Taoizm) izleyicilerine göre ideal olan şudur, bir köy, bir başka köyün varlığını sabahları öten horozların sesinden dolayı bilir ama o köyle başka şekilde ilgilenmemesi, onlarla ticaret