• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: GEZİ KİTAPLARINDA AVRUPA

2.1.1.2. Alman Şehirleri ve Almanya’da Şehircilik:

Dönem gezginleri için Alman kentleri ideal yerleşim mekânlarıdır. Kitaplarında bahsettikleri hemen her Alman kentini İstanbul’la karşılaştırarak anlatan gezginler,

İstanbul’un eksiklerinden sıkça söz ederek Batı medeniyetinin üstünlüğünü, Doğu medeniyetinin geri kalmışlığını bu kentler üzerinden vermektedirler.

Berlin:

ʺTürk edebiyatında geniş olarak ilk kez, Ahmet Resmi Efendi’nin 1764 yılında meydana getirdiği sefaretname ile tanınan Berlinʺ (Asiltürk, 2000: 102) ondan yaklaşık yüz elli yıl sonra gezi kitabı yayımlayan Türk gezginlerinin de ilgi odağı olmuştur. Alman Rûhu

adlı eserine önce Berlin’i tanıtmakla başlayan Mehmed Enisî de bunlardan biridir. Enisî’ye göre Berlin temizdir, güzeldir ve mamûrdur. Yaklaşık bir milyon sekiz yüz bin insanın yaşadığı bu kentte insanlar ʺâşiyâne-i sa’ylerini, destgâh-ı sanatlarını kurmuş karıncalar gibi faâl bir çalışma neticesi olarak maksâd-ı mevcûdiyeti, zevk-i maişeti idrâk etmiştir.ʺ (Mehmed Enisî, 1330: 4) Büyük asker, büyük âlim ve metin ruh yetiştirmekle şöhret kazanmış olan kent, tam altmış dört buçuk kilometre dört köşe bir alana yayılmıştır.

ʺAltmış dört buçuk kilometre terbîinde bir meydan tasavvur ederek bunun üzerini müteaddid parklarla, âlî binâlarla, saatlerce uzamış asfalt yollarla, dârülfünûnlarla, ziraât, ulûm-ı fünûn, hıref ve sanâyi, âsâr-ı atîka müzeleriyle, hayvanât ve nebatât bahçeleriyle, ahâlinin tenezzühüne mahsûs mesirelerle, tiyatrolarla, ticarethânelerle, dârülmusikîlerle, muazzam otellerle, her tarafa tekmil mülhakâta merbût ve mümtedd turûk-ı muntazâma ve şebeke-i hududiye ile ve daha bu gibi ta’dâd edilemeyecek müessesât-ı âliye ve iktisâdiye ile eâzım ve ekâbirin heykelleriyle tezyin ediniz… İşte o vakit altmış dört buçuk kilometro murabba’a yayılmış cezr u medd-i ticaretle muttasıl dalgalanmakta bulunmuş olan Berlin’i anlayabilirsiniz.ʺ (sf 4)

Enisî’nin bir cümleyle bütün özelliklerini sıraladığı Berlin, Celâl Nuri’nin 1913 yılında yayımladığı Kutup Musâhabeleri adlı gezi kitabında da söz konusu edilmektedir. Yazar 1913 yılında, Hamburg-Amerika şirketinin Viktorya-Luize gemisiyle büyük bir deniz yolculuğuna çıkmıştır. Yolculuk esnasında tuttuğu notlardan oluşan Kutup Musâhabeleri adlı eserinde Almanya, İskoçya, Norveç, İzlanda gibi Batı ve Kuzey Avrupa ülkeleri hakkında bilgiler verir.

Celâl Nuri’nin Berlin’de gördükleri kendisinde büyük bir şok etkisi yapar. Berlin’de gördüğü muazzam bir dünya yazarın başını döndürür ve ʺötekiʺ karşısında duyduğu acziyeti daha kitabın başında şu ifadelerle dile getirmek zorunda kalır:

ʺUtanıyorum! En büyük bir cinayeti irtikâb etmiş bir alçak gibi utanıyorum, bir türlü rahat yüzü görmüyorum. Etrafımda bin türlü esbâb-ı istirâhat ve refâhiyyet, hatta bin türlü vesâit-i bahtiyârî var. Fakat benim mahcûbiyetim bunlardan istifademe şiddetle mâni oluyor… Kendimden tiksiniyorum. Onun için Berlin’in şu muazzam, mücessem, müheykel medeniyet-gâhın içinde bir öksüz vaziyetindeyim. Her nerede ise tâli’ime ağlayacağım: Mehâsin-i tabîiyye, âsâr-ı medeniyye,

otomobiller, elektrikler, fabrikalar, saraylar, şatolar, derûnlarındaki âsâr-ı nefîse, tiyatrolar, husûsiyle mûsikî, ahâlinin şetâreti, hâsılı bütün bu hay u hû beni eğlendireceğine mahzûn ediyor.ʺ (Celâl Nuri 1997b, 9)

Yazarın ʺötekiʺ karşısındaki psikolojik durumu; ezilmişliği, alçalmışlığı dile getirdiği satırları Berlin’de gördüklerinin şaşkınlığı ile yazılmıştır. Berlin’de dolaşırken ʺşu Ka’be-i muazzama-i terakkîde dolaşmak pek fena oluyor.ʺ diyen yazar Berlin’i ilerlemenin, medeniyetin Ka’besi olarak imler.

Celâl Nuri’nin Berlin hakkında söyledikleri bununla sınırlı değildir. Berlin’de hızlı bir hayat yaşanmaktadır. Bu kentte otomobiller şimşek hızıyla gidip gelmekte, kent halkında olağanüstü bir zindelik bulunmaktadır. Herkesin bahtiyar olduğunu söyleyen yazara göre şehir son tarzda yapılmış bir makine gibi işlemektedir. Burada her şey yeni, her şey temizdir. Yazar burada gördüğü güzelliklerin karşısına hayalen İstanbul’u yerleştirerek hüzünlenir ve karşılaştırma yöntemiyle Berlin’in ne kadar üstün bir durumda olduğunu bir kez daha vurgular:

ʺCaddeyi (Unter den Linden) gördüğüm vakit, bilâ-ihtiyâr, aklıma Bâbıâlî civârı geliyor: Harap, Pompei yıkıkları gibi bir eski san’atı irâe eden bir eser-i zarîf-i mâzî değil, bütün levs ü mürâîliği ile bir eski Bâbıâli, yanmış, kül olmuş bir Şûrâ-yı Devlet dâiresi görüyorum. Wilhelmştrase Sarayı’nı temâşâ ettiğim vakit gözümün önüne Sadâret kapısının civârında, operatör şehremîninin göremediği, çökük, çürük, soluk, bozuk Adliye Hanı, cephesini sigorta tenekelerinden yaptığı koleksiyon ile tezyîn etmiş arzıhalci, cehâlet-i umumiyyeye delâlet eden arzıhalci ve hazır mektupçu dükkânı geliyor.ʺ (Celâl Nuri 1997b, 10)

Dönem ruhunu çok iyi yansıtan bu Berlin-İstanbul karşılaştırması, aynı zamanda Batı-Doğu karşılaştırmasıdır. Yazar, ʺötekiʺnin mekânında her şeyi yeni her şeyi temiz ve muntazam görürken bunun karşısına koyduğu ʺbizʺde her şeyi eski püskü, her şeyi perişan görmektedir. Bu, baştan aşağı bir uygarlıkla baştan aşağı bir ilkelliğin karşılaştırılmasıdır.

Şerafeddin Mağmumi tam da 1. Dünya Savaşı’nın patlak verdiği günlerde Almanya’dadır. Hayatının bu en zor yolculuğunu Seyahat Hatıraları III adını verdiği kitabın sonuna ekleyen yazar, alelacele ve telaşlı bir şekilde dolaşsa de Berlin hakkındaki izlenimlerini okuyucusuyla paylaşmıştır.

Mağmumi, Berlin’in iki buçuk milyon nüfusuyla, Londra ve Paris’ten sonra Avrupa’nın en büyük şehri olduğunu söyler. Ortasından Spree Nehri’nin geçtiği bu kent düz ve kumluk bir ovaya kurulmuştur. ʺBerlin’e girer girmez bir ecnebinin ilk önce gözüne çarpacak şey nefâset ve intizâmdır… en zengin ve şerefli mahalle ve caddesinden en ücrâ ve fakir sokaklarına varıncaya kadar her yeri âdeta ifrat derecede temizdir.ʺ (Şerafeddin Mağmumi, 2008a: 442) Yazar Berlin’de, bütün cadde ve meydanlardan park ve bahçelerin içine kadar, her yere ya asfalt döküldüğünü ya da parke taşı döşendiğini belirtir. Otellerde, mağaza ve dükkânlarda fiyatların yazılı olduğu bu kentte fiyat yüzünden aldatılma tehlikesi yoktur. Ayrıca bir gezgin için çok önemli olan otel konforu Berlin’de fazlasıyla mevcuttur.

Cenab Şahabeddin’in Avrupa Mektupları’nda da Berlin’den söz edilmektedir. Yazarın Birinci Dünya Savaşı sırasında Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Almanya ve Avusturya’yı dolaşarak edindiği izlenimleri mektup şeklinde Tasvir-i Efkâr gazetesine göndermesiyle oluşan Avrupa Mektupları, 1919 yılında kitap hâline getirilmiştir. Cenab’ın bu eseri incelenen tüm gezi kitapları içinde kendisini fark ettirecek derecede başarılı bir üslûpla yazılmıştır. Hasan Akay’ın belirttiği gibi ʺBu seyahat yazılarında Cenab, yalnız sanatkârane üslûbu ile değil, fakat görüş ve duyuşunun başkalığı ve nüfuzlu kavrayışı bakımından da dikkati çekmiştir. Cenab’ın gezi yazıları içinde en kuvvetli ve en güzel olanları bu kitabında yer alanlardır.ʺ (Akay, 2007: 96)

Cenab Şahabeddin bu gezi kitabında Berlin’in gençliğine, temizliğine ve düzenine dikkat çekilmektedir. Yazar, elli sene önce pis ve sağlıksız bir şehirken bugün dünyanın en temiz kenti hâline gelen Berlin’den bahsederken bir Fransız yazarın şunları söylediğini aktarır: ʺNezâfet-i belde itibariyle Berlin’e kıyas edilince, Paris bir âhûr, Londra bir lâğım ve New York bir domuz yuvasıdır.ʺ (Cenab Şahabeddin, 1997: 72) Cenab’ın Berlin’de dikkatini çeken ikinci şey Berlin’in gençliğidir. Berlin’i

ʺbayramlıklarını giymiş bir toy gençʺe benzeten yazar burada eski bir bina bulunmadığını belirterek şehirde mâzi arayanların Berlin’den hoşlanmayabileceğini söyler. Onun Berlin hakkındaki izlenimleri özetle şöyledir:

ʺBrandenburg eyâletinin ortasında, kumlu bir arz üstünde Berlin büyük şehirlerin en genci sıfatıyla ihtirâât-ı sınâiyyenin en turfandalarını kendisine cem’ ediyor. Vesâit-i nakliye, vesâit-i tenviriyye, vesâit-i teskiniyye, posta, idâre-i belediye,

intizâm-ı zâbıta, velhâsıl her türlü teshilât-ı hayâtiyye itibariyle Berlin’e karşı hiçbir pâyitaht iddia-yı tefevvuk edemez.ʺ (Cenab Şahabeddin, 1997: 72)

II. Meşrutiyet döneminde Avrupa’yı gören bir diğer gezgin Ferit Kam’dır. Sebilürreşad dergisi tarafından 1913 yılında ʺAvrupa ahvâlini tetebbû ve ulemâ ve felâsife ile tesis-i muarefeʺ için Avrupa’ya gönderilen yazar, Avrupa hakkındaki izlenimlerini mektuplar

şeklinde Sebilürreşad dergisine göndermiş ve bu yazılar 19 Şaban 1331- 4 Safer 1332 tarihleri arasında yayımlanmıştır. Bu mektuplar Avrupa Mektupları adıyla 2000 yılında Nergiz Yılmaz tarafından kitaplaştırılmıştır.

Ferit Kam, Avrupa gezisi sırasında önce Fransa ve İsviçre’yi görür. Oradan Berlin’e geçen yazar bu Alman toprağına ayak basar basmaz bir başka hâl hisseder. Ona göre, gerçekten bu toprakta bir başka feyiz vardır. Avrupa şehirlerinin hepsinin güzel, hepsinin temiz olduğunu söyleyen yazara göre ʺBerlin nezâfet ve intizamda onların hepsine fâikdir.ʺ (Kam, 2000: 87) Ferit Kam’a göre ʺBerlin’de her şey fen62 ile zevkin âhenk-i imtizâcını göstermektedir. Şehrin taksimâtını, ondaki muhteşem binaların zerâfet ve metânetini görenler zannederim ki onlara gerek fennî, gerek zevkî bir nakısa ispat edemezler.ʺ (Kam, 2000: 87)

Gezginler Berlin’de bulundukları sırada kentin meydanlarında, caddelerinde, dolaşmışlar, buralar hakkındaki izlenimlerini ve şehrin mimari yapısı hakkında göze çarpanları aktarmışlardır. Bunun yanı sıra imkânları ölçüsünde şehrin tarihi ve turistik yerlerini, kütüphanelerini, müzelerini, hayvanat ve nebatat bahçelerini gezmişlerdir. Berlin’i bir turist gibi gezen Şerafeddin Mağmumi, kentin görülmesi gereken hemen her tarafını görme fırsatı bulmuştur. Berlin’de on gün kalan yazar kentin gezilmedik yerini bırakmamıştır. Cadde ve meydanlardan bir saraya ya da müzeye giderken bahseden yazar, bunların hemen her köşesinde heykellerin bulunduğunu gözlemler. Mağmumi cadde ve meydanlar hakkında izlenimlerini aktarırken sık sık karşılaştırma yöntemini seçer. Örneğin Friedrich Caddesi boyca Berlin’in en uzun caddesi olsa da genişlik

62

Fatih Andı, dilimize Arapça’dan geçen ‘Fen’ kelimesinin önceleri ‘herhangi bir sahada edinilen bilgi ve maharet’ anlamında kullanıldığını, bu anlamıyla örneğin bir ‘fenn-i arûz’dan, ‘fenn-i edeb’den, ‘fenn-i hat’tan söz edildiğini belirtir. Andı’ya göre 19. yüzyıla gelindiğinde aydınlarımızın modern dünyadan ithal ettiği pozitivist düşüncelerin bir yansıması olarak ‘fen’ kelimesi bir anlam değişikliğine uğramıştır. Kelime, Batı teknolojisi, bu teknolojiyi oluşturan bilgi birikimi ve giderek modern bilimin kabul ettiği ‘bilimsel bilgi’ karşılığında kullanılmaya başlamıştır. Bkz. ANDI, Fatih (2010), Roman ve Hayat, Akademik Kitaplar, İstanbul. S. 119 Bu yönüyle Ferit Kam’ın ‘fen’ kavramıyla anlatmak istediği şey artık bilim ve teknolojidir.

bakımından bizim Beyoğlu Caddesi kadar geniş değildir. Berlin’in meşhur Unter den Linden (Ihlamurlar Altı) Caddesi, Berlin’in en kibar ve şerefli, aynı zamanda en kalabalık yerlerinden biri olsa da ʺParis Champs Elysées’sine nispeten pek sade ve pek küçük.ʺ (Şerafeddin Mağmumi, 2008a: 419) tür.

Celâl Nuri, Berlin’in Unter den Linden (Ihlamurlar Altı) Caddesi’nden hayranlıkla söz ederken burasını ʺkürre-i arzın en muntazam, en hendesî, en nazîf şâhrâhıʺ olarak niteler. Cenab Şahabeddin ise Siegesalle Caddesi’ni beğenmiştir. ʺSiegesalle’nin kıymet-i bediası her tahminin fevkindedir.ʺ diyen yazara göre,

ʺBu bî-nazir cadde baştanbaşa bî-nazir bir dehliz-i sanat ve nefâsettir. Tasavvur ediniz: Tiergarten kenarında yeşillikler arasında gömülmüş geniş, doğru, pür-sâye ve pür-terâvet bir şâhrâh; iki keçeli, dallar ve yapraklar içinde süt gibi beyaz mermerden trâşîde otuz altı Hohenzollern heykeli. Brandenburg emirleri, Prusya kralları, Almanya imparatorları, salon kadar cesim tahtlar içinde kraliçeler…Ve caddenin nihayetindeki vâsi meydanda bir tarafına Bismarck’ın, diğer tarafına Moltke’nin dev-nispet heykellerini almış âbide-i zafer ve meydanın ka’rında muazzam ve muhteşem Reichstag binası!ʺ (Cenab Şahabeddin, 1997: 76)

Şerafeddin Mağmumi de Siegesalle’yi çok beğenir ve ʺbu cadde debdebe ve azametçe cidden bî-misâl, şahane bir yoldur.ʺ (s. 428) der.

Berlin’in geniş ve güzel caddelerini beğenen Cenab Şahabeddin şehrin mimari yapısı için aynı şeyleri düşünmemektedir. Berlin’de her tarafta hayalden çok hesap görüldüğünü kaydeden yazar Otel Adlon gibi birkaç bina dışında ölçüsünü sanattan alan bina göremediğini söyler. ʺÖtekilere ancak birer zâde-i hendese, diyebileceğim; planlarını hesap ve iktisat resmetmiş; herbiri metin bir muâdele-i riyâziyye hâlinde zemine kurulmuş; ne kendisi kımıldıyor, ne de sizin ruhunuzda bir şey kımıldatıyor.ʺ (s. 74) Cenab Şahabeddin’e göre güzel sanatlarda madde kullanıldığı hissedilmemelidir hâlbuki Berlin’in mimarisinde sanat mermeri unutturmamaktadır, bu yönüyle mimari, yazarın zevkine hitap etmez. Binalarda yaldızın aşırı bir şekilde kullanılmasından da rahatsız olan yazar, ʺBu binalar yaldızla süslenmiyor, yaldızı yükleniyor.ʺ (s. 75) der.

Şerafeddin Mağmumi ise şehrin genel mimari yapısı için, ʺBinaları pek mazbut ve umûmiyetle pencereler çifte çerçeveli ve balkonları ve taraçaları hemen ekseriyetle çiçekle donatılmış.ʺ (Şerafeddin Mağmumi, 2008a: 442) demekle yetinir.

Gezginlerinin en önemli uğrak yerlerinden biri kentin müzeleridir. Diğer bütün gezginler içinde en çok müze gören Şerafeddin Mağmumi’dir. Almanya’da

ʺmüzehanelerin, numûnehanelerin, resimhanelerinʺ bedava gezilebildiğini belirten yazar, Eski Müzehane’yi, Gallerie National denilen Güzel Sanatlar Müzesi’ni,

İmparator Friedrich Müzesi’ni, Müsta’merat Müzesi’ni, Esliha Müzesi’ni, Etnografya Müzesi’ni, Harf ve Sanayi Müzesi’ni, March Brandburg Müzesi’ni, Hohenzollern Müzesi’ni gezme fırsatı bulmuştur. Eski Müze’de eski Mısırlılara, Asurlulara Keldanilere, İranlılara ait tarihi eserleri ve bizim Bergama’dan getirilen antik kalıntıları gören Mağmumi müzeyi ʺgezmekle tükenir şey değilʺ diyerek niteler. (s. 422) Güzel Sanatlar Müzesi’nde, Alman sanatkârlarının elinden çıkmış türlü tablolar ve heykeller gören yazar, Harf ve Sanâyi Müzesi’nde ʺgerek Almanya gerek memâlik-i ecnebiye-i sâireye ait eski ve yeni her türlü sanâyiin âlât ve edevâtıʺ görme fırsatı bulur.

Müze meraklısı bir diğer gezgin Ferit Kam’dır. Kam, önce Posta Müzesi’ni, ardından Silah Müzesi’ni ve son olarak da Kraliyet Müzesi’ni gezer. Posta müzesinde insanların

şimdiye kadar haberleşme ile ilgili kullandıkları bütün aletlerin örneklerini gören yazar, müzenin büyüklüğü karşısında ʺburasının muhteviyatı hakkında vâkıfâne mâlûmât verebilmek için günlerce, hatta aylarca tedkikât ve tetebbûâtta bulunmak lazımdır.ʺ (Kam, 2000: 93) demekten kendini alamaz. Esliha Müzesi ise insanları ölüme götüren savaş aletlerinin sergilendiği, içinde topların, tüfeklerin, tabancaların, obüslerin, humbaraların bulunduğu bir ziyaret yeridir. Kraliyet Müzesi diğerlerinden farklı bir öneme sahiptir çünkü burada önemli miktarda Türk eseri sergilenmektedir. Almanlar, Doğu Türkistan’daki Turfan kentinde yaptıkları kazılarda eski Türklere ait pek çok antika eser bulmuşlar ve bunları müzelerine getirmişlerdir. Yazar, ʺCamekânların içi eski Türklere ait eserlerle mâlâmâl idi. Mensûcâta, hülliyyât-ı nisvâna müteallik âsâr-ı sanatın kâffesinde Türklerin maharetleri selîka-i sanatkârîleri tecelli ediyordu.ʺ (s. 98) diyerek eski Türklerin sanatta ileri olduklarını söyler.

Berlin’deki nebatat ve hayvanat bahçeleri ile mesire yerleri de gezginlerin ilgisini çekmiştir. Ferit Kam’a göre Berlin’deki nebâtât ve hayvanât bahçeleri Almanların diğer milletlere olan üstünlüğünün birer işaretidir. ʺParis’in hayvanat ve nebatat bahçelerini gördüm. Fakat Berlin’deki bahçelerle aralarında çok fark var idi.ʺ diyen yazara göre Berlin’deki hayvanat bahçesi, ‘bahçe değil, tabiatın mevlüd-ü[i] sâlisini teşkil eden

mahlûkâtın hemen kâffesini câmi bir meşher’dir. (s. 89) Nebatat bahçesini de çok beğenen yazar, ʺO hıyâbân-ı irem-nazîrin sahasında büyük-küçük müteaddit göller, göllerin içinde suda yetişen nebâtâtın envaı var idi. Hele muhtelif iklimlere mahsus nebatâtın muhafazası için inşa edilmiş olan o cesîm serlerin kıymeti, ehemmiyeti görmeden takdir edilemez.ʺ (Kam, 2000: 89) diyerek burasını hayranlıkla dile getirir. Yazar, bahçeye giriş için ücret alınmadığından burasının insanlarla dolup dolup boşaldığını, Almanların burasını seyretmekten zevk aldığını da söyler.

Cenab Şahabeddin, Berlin’deki Tiergarten parkını çok beğenir. ʺKusursuz bir manzara-i sanat seyretmek için Brandenburg kapısından çıkarak Tiergarten civarına gitmelisiniz. Tiergarten-su, gölge, çiçek ve ağaç- bütün tabiî güzellikleri cem’ etmiş bir ormandır.ʺ (Cenab Şahabeddin, 1997: 76) diyerek bu meşhur parkı över. Celâl Nuri de, ʺkasabanın göbeğinde uzun müddet imtidâd eden Tiergartenʺi, diğer ormanlık alanlarıyla beraber Berlin’i güzelleştiren, onu diğer Avrupa kentlerinden üstün hâle getiren bir unsur olarak görür.

Gezginlerin bir diğer uğrak yeri kütüphanelerdir. Berlin’de yedi kütüphane bulunduğunu bunların içinde en büyüğünün Kraliyet Kütüphanesi olduğunu belirten Ferit Kam, bu kütüphanenin Brandenburg Electeur’u Friedrich Guillaume tarafından 17. yüzyılda yapıldığını ve içinde altı yüz bin kitap bulunduğunu belirtir. Yazar bu kadar çok kitabı biriktiren, bizim önem vermediğimiz el yazması kitapları bile büyük bir ehemmiyetle toplayan Almanlara hayran olduğu gibi kütüphanedeki sessizliğe, kimisi on sekiz-yirmi yaşlarında kimisi ise yaşlılıktan belleri bükülmüş, elleri titreye titreye kitap okuyan kütüphane müdavimlerine de hayran olur. Almanya’daki kütüphaneler hakkında duyduklarını aktaran Kam, München kütüphanesinde 800.000, Göttingen kütüphanesinde 500.000, Breslau, Dresden ve Stuttgart kütüphanelerinde 300.000, Tübingen kütüphanesi, Wolfenbüttel ve Hamburg Dar’ül-kütüblerinde 250.000 kitap bulunduğunu büyük bir şaşkınlıkla anlatır.

Berlin’deki saraylar ve kiliseler daha çok Mağmumi’nin ilgisini çekmiştir. Kraliyet Sarayı’nı gezen Mağmumi, burasının yüz doksan iki metre uzunluğunda yüz on altı metre genişliğinde ve yetmiş metre yüksekliğinde ʺkışla gibi cesim bir binaʺ olduğunu söyler. Reichstag Sarayı ise, Zafer Anıtı’nın karşısına yapılmış ʺşekil ve manzaraca Berlin’in en muhteşem ve muazzam binasıʺdır. Katedral Kilisesi’ni de gezen

Mağmumi, yüksekliği yüz on dört metre, uzunluğu yüz beş metre, genişliği yetmiş beş metre olan bu binanın 1905 yılında tamamlandığını anlatır. ʺCephesi birçok eizze ve melâike heykelleriyle ve medhâlin bâlâsı Hazreti İsa’nın beş metre boyunda bakırdan bir timsali ile donatılmışʺ olan bu kilisenin, ʺdâhili gayet ferah, pencereleri renkli ve musavver camlarla münevverʺdir. (Şerafeddin Mağmumi, 2008a: 421) Yazar ayrıca Kraliyet Opera Binası, I. Wilhelm Sarayı, Berlin Borsası, Vertem Ticarethanesi gibi kentin önemli binalarını da ziyaret etmiş, Berlin Borsasında üç büyük salonu dolduran binlerce borsacının, tımarhaneyi andıracak şekilde avazı çıktığı kadar bağırdığını; kollarını, yumruklarını salladıklarını, öteye beriye koşuştuklarını hayretle seyretmiştir. Berlin, şehircilik konusunda oldukça ileri durumdadır. Modern kentleşme adına çok sayıda parkla, mesire yerleriyle süslenen bu şehir ulaşım bakımından da eksik bırakılmamıştır. Enisî’nin ʺ… sonra da ma’mûr ve muhteşem zemînin üstünden altına giriniz; örümcek ağı gibi yollar ve bu yollar üzerinde şimşek süratinde lâyenkatı’ cihât-ı muhtelifeye seyr ü sefer eden elektrik trenlerinin, harekât-ı müdhîşe-i medeniyenin derecesini görünüzʺ (Mehmed Enisî, 1330: 5) diyerek anlattığı metro, Berlin’in ulaşım alanındaki kusursuzluğun bir göstergesidir. Avrupa’da daha 1860’larda başlayan metro faaliyetleri, Berlin’de de söz konusudur. 1. Dünya Savaşı sırasında Berlin’i gezen Cenab

Şahabeddin ise kentteki araba ve otomobillerin savaş nedeniyle seferber edildiğinden ulaşımda aksamalar olduğunu, ulaşımın daha çok tramvaylar ve omnibüslerle sağlandığını anlatmaktadır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi yazarlara göre Berlin’in temizliği dillere destandır. Belediye Berlin’in sokaklarını düzenli bir şekilde yıkamaktadır. Bunun için görevli adamlar vardır. Belediyenin bu adamları, sokaktan gelip geçen hayvanların pisliklerini küçük el arabalarına aldığı gibi, sokağın bir taşı yerinden oynasa derhal onu yerine koymaktadır. Berlin sokaklarındaki yaya kaldırımlarının hemen hepsi mozaiktir. Ayrıca yaya yollarının yanında çimenlikler yapılmıştır. Berlin genç bir şehir olduğundan ulaşım, aydınlatma, posta, zabıta hizmetleri bakımından aksamalar yaşamaz. ʺVesâit-i nakliye, vesâit-i tenviriyye, vesâit-i teskiniyye, posta, idâre-i belediye, intizâm-ı zâbıta, velhâsıl her türlü teshilât-ı hayâtiyye itibariyle Berlin’e karşı hiçbir pâyitaht iddia-yı tefevvuk edemez.ʺ(Cenab Şahabeddin, 1997: 72) diyen Cenab Şahabeddin, Berlin’i

Nuri de, Berlin’de bir geceyi anlattığı bölümde ʺBinlerce elektrik feneri asfalt caddeye aksediyor, medenî veya teknik serv-i sîmînler hâsıl oluyor.ʺ (Celâl Nuri, 1997b) diyerek Berlin’de caddelere dikilen elektrik lambaları sayesinde gecelerin gündüz gibi aydınlık olduğunu anlatır.

Berlin’de şehircilik, belediye hizmetleri ve altyapı faaliyetleri ile ilgili bir gözleme de 1914 yılında yayımlanan Şehremaneti Celilesine, 329 Senesinde Avrupa’ya Vukû Bulan Seyahatimiz Esnasındaki Tedkikât-ı Fenniyeye Ait Rapor adlı eserde yer verilmektedir. Dönemin şehremaneti heyet-i fenniye müdür muavini Ahmet Cevdet ve şehremaneti