• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: GEZİ KİTAPLARINDA AVRUPA

2.1.2.2. Fransız Şehirleri ve Fransa’da Şehircilik:

Avrupa medeniyeti kuşkusuz bir kent medeniyetidir; her Avrupa kenti de uygarlığın dünyaya tanıtılmasında ve uygarlık örneklerinin sunulmasında belli bir görev üstlenmektedir. Fransız kentleri de topyekûn Batı uygarlığının birer tamamlayıcısıdır. Bu yönüyle Avrupa’nın başkenti sayılan ʺParisʺsiz, Paris’ten sonra Fransa’nın en büyük kenti olan ʺLyonʺsuz, Fransa’nın en eski şehri olan ʺMarsilyaʺsız bir Avrupa düşünülemez; bu kentlerin Avrupa uygarlığına yaptıkları katkı yadsınamaz.

II. Meşrutiyet dönemi Türk gezginleri de bu bilinç çerçevesinde Fransa’nın kentlerini dolaşmışlar; Avrupa uygarlığının izlerini Fransız kentlerinde sürmüşler; dönem kentlerini mimari yapısından ulaşımına, eğlence hayatından müzelerine kadar inceleyerek edindikleri izlenimleri okuyucularına aktarmışlardır.

Paris:

Tanzimat’ın rüya kenti Paris, bu dönemde Türk gezginlerinden eski ilgiyi görememiştir. Hoca Tahsin’in,

ʺParis’e git bir gün evvel akl ü fikrin var ise

sözünü rehber edinircesine, Avrupa’ya gitiklerinde önce soluğu Paris’te alan Tanzimat dönemi gezginlerinin yerini, II. Meşrutiyet döneminde, Berlin’i görmek isteyenler almıştır denilebilir. Mehmed Enisî’nin, Avrupa Hatıratım’da Fransa’da pek çok kent gezdiği halde Paris’ten bahsetmemesi,66Avrupa’nın neredeyse bütün kentlerini dolaşan Mağmumi’nin Paris’e sadece bir iki sayfa yer vermesi bu dönemdeki ilgi azalmasına birer delil olmaktadır. Bu dönemde Paris hakkında en geniş bilgi Ferit Kam’ın Avrupa Mektupları’nda bulunmaktadır ancak o da birkaç sayfalık bir ilgiden ve genellikle

şikâyetten ibarettir.

Genelde Fransa’ya özelde ise Paris’e ilginin azalmasının altında dönemin siyasi olaylarının etkisi olduğu yukarıda izah edilmiştir. Bu dönemde Paris’in eskisi kadar merak edilmemesinin altında artık Paris’in Türkler arasında neredeyse ezbere bilinmesi yatmaktadır. Daha 1876 yılında Ahmet Mithat, Paris’i hiç görmeden Paris’te Bir Türk romanını yazmıştır ve Avrupa’da Bir Cevelan adlı eserinde dediğine göre bu romanı okuyan bir Fransız öğretmen, ʺO muharrir dahi Paris’i iyi tanıyan Türklerden imiş!ʺ demiştir.67

II. Meşrutiyet dönemi gezginlerinden Şerafeddin Mağmumi’nin Avrupa’da gezerken kentleri genellikle Paris’le karşılaştırarak anlatması da bu dönemde Paris’in sanki

İstanbul kadar iyi bilindiği izlenimini vermektedir. Öyle ki Mağmumi okuyucularının Paris’i ʺzatenʺ iyi bildiklerini düşünerek, Brüksel tiyatrosunu anlatırken ʺParis’teki Odeon Tiyatrosu’nun tıpkı tıpkısı olduğunuʺ, Brüksel’deki St. Michel Kilisesi’nin

ʺParis’teki Notre-Dame Kilisesi’ni andırdığınıʺ, İngiltere’deki British Museum’un okuma salonunun ʺParis’in Milli Kütüphanesi’nden daha elverişli olduğunuʺ, Londra’daki Thames Nehri vapurlarının ʺParis’teki Seine Nehri vapurları kadar şık olmadığınıʺ söyler. Bütün bu ve buna benzer onlarca karşılaştırma hep ʺbilindikʺ Paris’le ʺbilinmedikʺ diğer kenti anlatma çabasıdır. Avrupa’yı gezen yazarların

66

Mehmed Enisî Avrupa Hatıratım adlı eserinin önsözünde bu kitabın ikinci ve üçüncü cildini de yayınlayacağını, ikinci ciltte katıldığı tatbikatları ve Kuzey Afrika sahillerini anlatacağını, üçüncü ciltte Paris’ten arkadaşlarına yazdığı mektupları yayınlayacağını söyler; ancak kitabın bu ciltleri yayınlanmamıştır. Enisî, Paris’i görmüştür ancak Avrupa

Hatıratım’da Paris yoktur. 67

Ahmet Mithat bu konuyla ilgili Avrupa’da Bir Cevelan’da şunları söyler: ‘Nasıl ki bundan on beş sene mukaddem

Paris’te Bir Türk romanını yazdığım zaman okuyanlar miyanında Paris’i tanıyanlar mutlaka benim Paris’e gitmiş olmaklığımı itikâd eylemişler idi. Hatta geçen sene bizim Teodor Kasab Efendi ile bir mülakatta bana hikâye eylemiş olduğu vechile kendisi Paris’te iken Elsine-i Şarkiye mektebini ziyarete giderek orada Paris’te Bir Türk romanından

şakirdâna bazı tercümeler ettirildiğini görmüş ve bu romanın muharriri ile muarefesi olduğunu muallime söylediği

zaman muallim:-O muharrir dahi Paris’i iyi tanıyan Türklerden imiş! deyip de Kasab Efendi:-Bilakis hudûd-ı Osmaniyeden harice çıkmamıştır! cevabını verince muallimi de taaccüb istila eylemiş.’ (Ahmet Mithat, 1293: 71

karşılaştırmalarında İstanbul’dan sonra en çok yeri Paris’in tutması, İstanbul’da karşılaştırılacak unsur bulunamadığında Paris’e başvurulması, Avrupa’da en bilindik kentin Paris olduğuna bir işarettir. Bir bakıma Paris, Osmanlı gezginleri için başka

şehirlerin kendisi üzerinden tanıtılabileceği bir model durumundadır.

Bu dönem gezginlerinin Paris hakkındaki izlenimlerinin başında kentin kalabalığı ve gürültüsü gelir. ʺParis denildi mi bir gürültü, bir hareket, bir faaliyet âlemi tasavvur etmeli.ʺ (Kam, 2000: 58) diyen Ferit Kam için Paris hiç de cazip bir kent değildir. Paris’e gelmeden önce beş on gün kentte kalmayı planlayan yazar, gelişinin üçüncü günü Paris’in atmosferinden rahatsız olup hastalanır ve planladığından daha erken bir tarihte bir türlü yıldızının barışamadığı o ʺfâcire-i cihan-âşinâʺdan (s.68) ayrılır. Ferit Kam, ʺParis’in o velvele-i tenâhî-nâ-pezirinden bir türlü hoşlanamadığınıʺ (s. 67) belirterek bu koca kentte kimsenin kimseden haberi olmadan yaşadığına dikkat çeker. Paris halkını bir büyük makinenin parçaları gibi daima hareket halinde bulan yazar, kent hayatı hakkında şu izlenimlerde bulunur:

ʺBana öyle geliyor ki faaliyet-i medeniye denilen o seyl-i azîmin sevk-i cûşa-cûşuna kapılan kafaların birinde bir dakika kendi âlemine çekilip hayatın hâl-i sükûnundan, zevk-i masûmesinden istifade edecek kabiliyet kalmamış. Onların nevmi, yakazası, sükûnu, hareketi bence takdir-i mahiyeti mümkün olmayan bir hâlet-i diğer! İşte ben Paris’i böyle gördüm, böyle buldum.ʺ (Kam, 2000: 67)

Bir bakıma R.M Rilke’nin Malte Laudris Brigge’nin Notları’ndaki bakış açısına ya da Baudelaire’in Paris Sıkıntısı’ndaki ruhsal durumuna uzaktan uzağa yaklaşan bu ifadeler, modernizmin insan-şehir çatışması duyarlılığını yansıtması bakımından dikkat çekicidir. Paris gezisinin ilk gününde Opera Meydanı’na gelen yazar, elektrikli tramvayların, omnibüslerin, otomobillerin, at arabalarının çokluğundan şikâyet ederek burada karşıdan karşıya geçmenin bile çok güç olduğunu görür. Şehirde öyle bir kalabalık ve öyle bir gürültü vardır ki bu gürültü Ferit Kam’a, ʺİnşallah İstanbul’a gelirsem başımı dinlendirmek için Eminönü’nün en gürültülü bir yerinde saatlerce oturacağım, zira buranın velvelesine nispeten oranın gürültüsüne sükûn-u mutlak denebilir!ʺ (s.58) dedirtmiştir. Kentin sürekli bir devinim içinde olduğunu gören yazar, insanların ulaşım araçlarını tıklım tıklım doldurduğunu, oradan buraya sürekli bir hareket halinde olduklarını anlatır. ʺTarif etmek istediğim bu cûş-u hurûş Paris’in yalnız bir sokağına

münhasır değil, memleketin hemen her sokağı, her caddesi hareket, faaliyet içinde! Hülâsa Paris kıyamet-i kübrâ halinde bir memleket!ʺ (s. 58) diyen Ferit Kam, ʺBenim gibi kırk dokuz sene Şark’ın sine-i sükûnunda yaşamış bir adam, o yaştan sonra Garb’ın velvele-i kıyamet-nümûnunda yaşayamaz.ʺ sözleriyle Paris’in kalabalık ve gürültülü hayatını yaşanmaz bulur.

Kentin sürekli bir hareket içinde olduğunu gözlemleyen bir diğer gezgin Şerafeddin Mağmumi’dir. Ona göre Paris, bir gün içinde sadece iki üç saat dinlenebilmektedir. Gece yarısından iki saat sonraya kadar kahvelerin, eğlence merkezlerinin açık olduğu bu kentte, gecenin çok geç saatlerinde caddelerde gelip geçenler bulunmaktadır. Burada hayat çok erken başlar çok geç biter. Sabahın dördünde şehir hayatına önce pazarcılar akın etmeye başlar; onları sütçüler, kasap arabaları ve işçiler takip eder. Hemen peşinden çöp kovalarını karıştıran ‘paçavracılar’ kent hayatına dâhil olur ve ardından çöpçüler onlardan kalan çöpleri toplamaya başlarlar. Sabahın erken saatlerinde başlayan bu harekete gazete satıcıları, ekmekçiler ve tramvay yolcuları da katılır. Kentin, sabahın dördünde başlayan hareketli hayatı gece ikilere kadar devam eder ve Paris hemen hiç durak bilmeyen koşuşturmalara şahitlik eder.

Kentin hareketli yapısını genellikle olumsuz ifadelerle nitelendirseler de gezginler

şehrin içine daldıklarında türlü güzelliklerle karşılaşırlar. Caddeler, meydanlar, mağazalar bunlardan birkaçıdır. Ferit Kam Paris’te hayvanat bahçesini gezdikten sonra Bolonya ve Şanzelize (Champs-Elysees) Caddeleri’ni görme fırsatı bulur. ʺO bulvarlar hakikaten hıyabân-ı irem. Muntazam ağaçlar, muhteşem kâşâneler, çimenler, çiçekler, cidden görülecek şeyler.ʺ (s. 61) diyerek buraları nitelendiren yazar, Saint Agustine Caddesi’nde yayalar, atlılar, arabalar ve bisikletler için ayrılmış on adet yol bulunduğunu belirtir. Bu yolların hepsinin gidiş ve gelişleri ayrıdır. Yazar, Paris sokaklarını beğenerek ʺBunlara sokak demeğe insanın ağzı varmıyor. Adeta hepsi birer umûmi salon.ʺ (s.61) der.

Paris’te mağazaların çokluğu ve büyüklüğü özellikle Ferit Kam’ın ilgisini çeker. ʺLuvr, Prentan, Bonmarşe vesâire gibi büyük mağazaların tasavvuruna esas olabilecek mebânî henüz memleketimizde mevcut değildir.ʺ (s. 58) diyerek mağaza binalarının büyüklüğünü dile getiren yazar, İstanbul’daki Alman Pazarı ile Bonmarşe’nin bunların yanında ‘dükkânçe’ gibi kalacağını söyler. Paris bir alışveriş merkezidir ve bu yönüyle

para akışı çok fazladır. Ferit Kam bu özelliğinden dolayı şehri ʺaltınları öğüten bir değirmenʺe benzetir. Yazarın sürekli para tüketen bu değirmenden hiç de hoşnut olmadığı şu cümlelerinden anlaşılır: ʺŞahsî muâmelâta gelince her nefes bir Franka alınıyor; ‘bonjur mösyö’ bir Frank, ‘bonsuvar mösyö’ iki Frank, selam Frank, kelam Frank.ʺ (s. 58)

Daha önce de belirttiğimiz gibi dönem gezi kitaplarında Paris uzun uzadıya anlatılmamıştır. Ferit Kam’ın Paris izlenimleri dışında belirgin bir gözlem neredeyse hiç yoktur. Ferit Kam ise üç dört günlük ziyaretinde Paris’in nebatat ve hayvanat bahçeleri ile müzelerini gezmiştir.

Paris’te bir botanik bahçesi gezen yazar burasını ʺkitapsız bir dershaneʺ olarak nitelendirir. İçinde türlü iklimlerden getirilen hayvanların bulunduğu bu bahçeye insanlar aileleriyle beraber gelerek hoş bir vakit geçirmektedir. Bolonya Ormanı’na gidip hem ormanı hem de hayvanat bahçesini gören Ferit Kam, bahçenin çok kalabalık olduğunu beyan eder. Yazar, hayvanat bahçesinde fillerin ve develerin üzerine çocukların bindirilip gezdirildiğini görür ve bizim çocukların bu tür eğlencelerden mahrum kalmasına hayıflanır. Bolonya Ormanı’nı ʺhakikaten hoş ve cidden

şairâneʺbulan Kam, derelerin kenarına kanepelerin konduğunu, insanların bunların üzerine oturarak ailece vakit geçirdiklerini aktarır. Bu kadar güzelliğiyle beraber Bolonya Ormanı’nın doğal olmaması yazarın eleştirisine maruz kalır. Bu ormanda bir tek kuş yoktur, dereler yapaydır. Ormanı ʺmedenileşmişʺ ve ʺtabiattan tecerrüd etmişʺ bulan yazar hem Bolonya Ormanı’nı hem de Versay Bahçesi’ni gezdikten sonra ʺAman ya Rabbi, insan eli değmedik, onun libas-ı tasarrufunu giymedik bir şey yok mu?ʺ diye Paris’te etrafa bir göz gezdirir ve gökyüzünden başka doğal bir yer göremez.

Ferit Kam Paris’i ikiye bölen Sen Nehri’ni de görmüştür. Nehrin kenarında dolaşan yazar kendisini Paris’in Kağıthanesi’nde ya da Göksu Deresi’nde zanneder. Nehrin kenarında pek çok bahçe ve bina bulunmaktadır. Yazar Fransızların suyun iki tarafını da bayındır duruma getirdiklerine işaret olması bakımından, ʺher gördüğümü yazacak olursam mektup değil adeta koca bir kitap olur.ʺ (s. 63) der.

Ferit Kam’ın Paris’te bir başka durağı Louvre Müzesi’dir. Müze hakkında ayrıntılı bilgi vermeyen yazar müzede tabloların olduğu bölümü kısmen gezebildiğini bunun bile üç dört saat sürdüğünü belirtir. Sanattan çok anlamadığını beyan eden yazar yine de

Rafael’in eserlerini merak ettiğini ve burada görme fırsatı bulabildiğini dile getirir. Müzede bir camekânın içinde Napolyon’un tâcını ve X. Şarl’ın kılıcını gören yazar,

ʺKılıcın kabzası som pırlanta idi. İşrâkına, şaşaasına göz dayanmıyor idi.ʺ(s.60) diyerek Fransız ihtişamı hakkında ipucu verir.

Ferit Kam Paris’te Notre Dame Kilisesi’ne de gider. ʺAnlar anlamaz onun da şurasını burasını temaşa ettik.ʺ (s.63) diyen yazar Paris’te yüzden fazla kilise bulunduğunu belirtir. İstanbul’da bilmediği, gezmediği pek çok cami olduğu halde Paris’in bütün kiliselerini gezmek yazara abes gelir, dolayısıyla kilise gezintisine sadece Notre Dame Kilisesi’ni gezmekle son verir. Kilise dışında kentin mimari yapısına çok değinmeyen yazar binaların büyük olduğunu belirtmekle yetinir.

Paris’in şehircilik ve belediye hizmetleri bakımından değerlendirilmesi genelde Ahmet Cevdet ve Celâl Esad’ın hazırladıkları raporda dillendirilmektedir. Paris’in itfaiyesini, kaldırımlarını, mezbahasını, kanalizasyonlarını ve pazarlarını anlatan yazarlar kentte dikkat çeken belediyecilik faaliyetlerini özetle şöyle anlatmışlardır:

Avrupa kentlerinde kaldırımlar ve yollar genellikle taş parkeden ya da asfalttan yapılmaktadır ancak Paris’te bunun yerine tahta parkelerin çokluğu dikkati çeker. Tahta parkenin pahalıya mal olduğu için yavaş yavaş diğer Avrupa kentlerinde terk edildiğini anlatan yazarlar Paris’te bu tercihin bir müddet daha devam edeceğini ön görürler.

Şehirde belediye çöpleri geceden toplamaktadır. Çöp arabaları benzinli değil elektriklidir; bundaki amaç insanları uykusunda rahatsız etmemektir. Toplanan çöpler

şehrin dışında bir fabrikaya getirilir ve burada madeni çöpler sanayide kullanılmak üzere ayrılır. Kalan çöpler ise fırınlarda işlenerek tuğla yapımında kullanılmaktadır. Fırınlardan çıkan sıcak havadan da elektrik üretilir.

Paris’in kanalizasyon sistemi de modern teknolojiye ayak uydurularak yeniden yapılmıştır. Bu iş için yüz atmış milyon Frank harcandığını belirten yazarlar tıpkı Berlin’de olduğu gibi Paris’te de lağımların belli bir işlemden geçtikten sonra tarlalara akıtıldığını anlatmaktadır.

Paris’te insanların zorunlu tüketim malzemelerini temin etmek için pazarlar kurulmaktadır. Merkez pazarı, mahalle pazarları ve hayvan pazarı olmak üzere Paris’te

üç ayrı pazar bulunmaktadır. Merkez pazarı iki tane büyük kapalı pazardır; mahalle pazarları ise açık ve kapalı pazar olmak üzere iki çeşittir.

Paris hakkında rapor hazırlayan yazarlar Paris’in henüz modern bir mezbahası bulunmadığını söyleyerek, ʺParis’in mezbahası gayet büyük ve zamanının en fenni mezbahalarından iken Almanya’da yapılan mezbahalardan sonra mahzurları görülmüş ve bugün fenne gayrımuvafık mezbahalar meyanında bulunmaktadır.ʺ (Ahmet Cevdet ve Celâl Esâd, 1330: 44) derler.

Paris’teki itfaiye teşkilatından da haber veren yazarlar itfaiyenin bütün masraflarının belediye tarafından karşılandığını ancak itfaiye memurlarının Harbiye Nezareti’ne bağlı bulunduğunu anlatırlar. Paris’te farklı rütbelerde toplam 1287 itfaiye memuru vardır. Tulumbaları taşımak için kullanılan at sayısı iki yüz kadardır; atların dışında otomobil tulumbalarla da hizmet verilmektedir. Ayrıca yazarlar, sokaklara yüz metre aralıklarla yangın muslukları konduğunu ve 521 adet yangın ihbar telefonunun şehrin pek çok yerine yerleştirildiğini dile getirirler.

Son olarak Paris’te şehircilik adına aydınlatma ve ulaşımdan bahsetmek gerekir. Kentin bu yönlerine dikkat eden gezgin Ferit Kam’dır. Yazarın kente girişinde ilk dikkatini çeken şey saatin gece on buçuğu olmasına rağmen etrafın gündüz gibi aydınlık olmasıdır. Her tarafın rengârenk lambalarla donatıldığını gören yazar, ʺBu manzarayı tasvire kalkışmak beyhudedir. Çünkü dizilecek kelimeler ne kadar parlak olursa olsun o manzaraya nispetle yine pek sönük kalır.ʺ (s.57) diyerek şaşkınlığını dile getirir.

Ulaşım araçlarının çokluğundan yazarın şikâyet ettiğini daha önce belirtmiştik. Paris’in görünen yüzündeki ulaşımdan rahatsız olan yazarın, yerin altındaki ulaşımdan ise hoşnut olduğu dikkati çekmektedir. Ferit Kam, Paris’i gezdikten sonra bütün gördükleri arasında en çok metrodan etkilendiğini dile getirir ve şunları söyler:

ʺBu kadar havârık-ı medeniyet içinde benim en ziyade hayretimi, takdirimi celb eden şey metrodur. Metro hakikaten görülecek, hayret edilecek bir eser-i kudret ve marifet. Paris’in sath-ı hariciyesi ahalinin cevelânına kâfi gelmemiş, arzın dağdağadan âzâde olan sîne-i sükûnunu kat kat açmışlar. Orasını da kendi faaliyetleri için bir saha-i cevelân haline getirmişler.ʺ (Kam, 2000: 63)

Yazar, Paris’in üstünün insanların ulaşımı için yeterli gelmediğini, toprağın altını da bu maksatla kazarak ulaşım sağlandığını aktarır. Metro çinilerle kaplanmıştır ve tünelin her tarafı aydınlatılmıştır. Ayrıca vagonları gayet geniştir ve yüksek bir hızla hareket etmektedir.

Dönem gezginlerinin Paris izlenimleri hakkında söylediklerini böylece özetledikten sonra genel olarak Paris hakkında şunlar söylenebilir: Bu dönemde Paris eskisi kadar merak edilmemiş ve üzerine çokça açıklama yapılma ihtiyacı hissedilmemiştir. Hem Paris’i gezenlerin azlığı hem de gezenlerin ayrıntıya kaçmadan Paris’i anlatmaları nedeniyle kentin gözden düşmeye başladığı görülmektedir. Bununla beraber Paris pek çok konuda ilerlemiş ve güzel bir şehirdir. Gezginler kalabalığından, gürültüsünden

şikâyet etseler de bu modern Avrupa kentinden alınacak çok dersin bulunduğunun da farkındadır.

Marsilya:

Fransa’nın en eski şehri olan Marsilya dönem gezginlerinden yeterince ilgi görmüştür. Paris’e olan ilginin diğer kentlere kaydığı göz önüne alınırsa bundan en çok Marsilya’nın pay aldığı dikkat çeker. Ferit Kam, Mehmed Enisî ve Şerafeddin Mağmumi Marsilya hakkındaki izlenimlerini okuyucularıyla paylaşan gezginlerdir. Özellikle Mağmumi Marsilya’nın gezilecek hemen her tarafını gezerek kent üzerinde uzun uzadıya durur.

Mağmumi’ye göre Marsilya genel durumu itibariyle İstanbul’u andırır. Kozmopolit bir yapıda olması bunun en büyük göstergesidir. Burada türlü kıyafetler giyen dünyanın her tarafından gelmiş insan görmek mümkündür. Limanı Haliç’e benzemektedir. Galata’nın, Limon İskelesi’nin ve Balıkpazarı ortamının birer eşi burada görülebildiği gibi kentin İzmir’i hatırlatan yönleri de vardır.

Mağmumi, Marsilya’nın Fenikeliler zamanında kurulduğunu ve o günden bugüne kadar ticaret merkezi olması yönüyle önemini hiç kaybetmediğini belirtir. Marsilya, Batı Avrupa ile Uzakdoğu arasındaki ticareti sağlayan işlek bir limandır. Buradan Karadeniz’e, Afrika’ya, Hindistan’a, Çin’e, Japonya’ya, Madagaskar’a ve Amerika’ya düzenli seferler yapılmaktadır. Yine buradan başlayan demiryolu, İtalya, İsviçre ve

gün geçtikçe büyüyen bir kenttir. Nüfusu dört yüz bine yaklaşan bu kent aynı zamanda Rhône Ağzı eyaletinin başkentidir ve Fransa kolordularından birinin merkezidir. Mehmed Enisî, uzun ve tehlikeli bir yolculuktan kurtulmanın da sevinciyle Marsilya’yı görür görmez kente hayran olur. Akşamdan geldikleri Marsilya Limanı’ndan sabahın ilk ışıklarıyla kente bakan yazar,

ʺEnvâr-ı âlem-efruz-ı aftâb, sabahın sislerini dağıtarak üç yüz yetmiş bin kadar ahâlisi olması sebebiyle Fransa’nın üçüncü ve ehemmiyet-i bahriyece birinci şehri olan bu ma’mûre-i medeniyetin, kadimen Foseanların müstemlekesi olan bu ticaretgâh-ı muazzamın hey’et-i âliye-i nazar-pirâsını izhâr eyledi.ʺ (Mehmed

Enisî, 2008: 67)

diyerek şehri nitelendirir. Büyük rıhtımını, zarif yapılarını, fabrikalarla süslenmiş sahilini, büyük binalarını, yaldızlı kubbeli mabedlerini ve binlerce ticarethanesini övgüyle dile getiren yazar,

ʺUzaktan bile seyrolunurken bu şehr-i ma’rûfun ehemmiyeti nazar-ı ibtisar önünde tecessüm ediyor ve bu manzara-i güzin ve bülendiyle san’at ve ma’rifet-zekâ-yı beşer ve fikr-i temeddün nâmına-bir heykel-i muhteşem yaparak gayret-verân ve faaliyet perestân-ı ümmetin enzâr-ı kemâlât-cûyâneleri önüne rekz etmiş denilmek çespân bulunuyordu.ʺ (Mehmed Enisî, 2008: 68) der.

Marsilya’nın meşhur heykeltıraş Poje, şair Meri ve Tiyer gibi ustalara vatan olması da yazarın kente olan sevgisini artırır.

Ferit Kam, ʺMarsilya’nın her tarafını gezemedim. Yalnız bir-iki büyük caddesini gördüm. Binalar cesim, sokaklar zararsızdı.ʺ (Kam, 2000: 53) demekle yetinirken

Şerafeddin Mağmumi kentin hemen her tarafını gezerek Marsilya hakkında en ayrıntılı bilgileri vermiştir. Kentin eski tarihi dokusu ile modern yönünün iç içe geçtiğini gören Mağmumi, ʺEkser mahallâtı kâr-ı kadîm binalardan ibaret esvâkı dar ve pis ve dolambaç olmakla beraber ahîren emsâli az bulunur geniş bulvarlar, meydanlar açılmış, parklar, bahçeler, tarh ve tanzîm olunmuştur.ʺ(Şerafeddin Mağmumi, 2008a: 227) der ve Marsilyalıların kenti modernize etmek için çalıştıklarını dile getirir. Kentin bir eski, bir de yeni iki limanı bulunduğunu gözlemleyen yazar buraları tarif ettikten sonra Katedral Kilisesi’ni anlatmaya koyulur. ʺKatedral Kilisesi Arap ve Bizans üslûplarının numune-i

müştereki olmak üzere ‘sincabî’ bir taştan yeni bina edilmiştir.ʺ (s. 228) diyen yazar