• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: GEZİ KİTAPLARINDA AVRUPA

2.1.1.4. Almanya ve Alman İmgesi:

İmge her şeyden önce bir bilgi gerektirir. Çoğunlukla a priori bilgilerle oluşup kalıplaşsa da imgenin mutlaka bilgiyle bağlantısı vardır. Bir toplum hakkında imge oluşması için o toplum ya çeşitli gözlemlerle gözlenmeli ya da o toplum hakkında okuma ve dinlemelerle bilgi edinilmelidir. Türklerin Almanlarla uzun yıllara dayanan ilişkileri olduğu halde II. Meşrutiyet dönemine gelene kadar belirgin bir Alman imgesi ortaya koymadıklarını söylemek yanlış olmaz. Bununla birlikte Özlem Kumrular’ın da tespit ettiği gibi Osmanlılar bütün Avrupalılar hakkında ʺFrenk, Kâfir ve Domuzʺ gibi söylemler çerçevesinde imge oluşturmuşlardır. Kumrular, Kanuni dönemindeki Türk imgesini incelediği çalışmasında dönem Avrupa’sının Türkler için ʺköpekʺ imgesi oluşturduklarını, İspanyolların ʺperroʺ, İtalyanların ʺcaneʺ, Almanların ʺkahrolası köpeklerʺ, ʺkan köpeğiʺ, ʺTürk köpeğiʺ gibi isimlerle gündelik hayatta Türk imgesi geliştirdiklerini; buna karşılık da Osmanlıların bütün Avrupalıları ʺdomuzʺ sözüyle imgeleştirdiklerini söyler. (Kumrular, 2008: 111) Yazar görüşünü desteklemek için

İstanbul’da yapılan saray şenliklerinde Avrupa’yı temsil eden ʺdomuzʺla, Osmanlı’yı temsil eden ʺaslanʺın dövüştürülmesinin alegorik bir kanıt olduğunu ifade eder ve sonradan Almanlarla bütünleşen ʺdomuzʺ imgesinin 16. yüzyıl boyunca tüm Avrupalılar için kullanılan pejoratif bir niteleme olduğunu beyan eder.

Buradan çıkan sonuç şudur ki klasik Osmanlılar Avrupa’daki milletleri ayrı ayrı imgeleştirmemiş, toptancı bir yaklaşımla tümüne birden ʺFrenk, gâvur, domuzʺ gibi imgeler geliştirmişlerdir. Almanlar hakkında II. Meşrutiyet dönemine gelene kadar ayrıca bir imge oluşturulmamasının altında bu toptancı yaklaşım söz konusudur. Bununla birlikte bu döneme gelene kadar Almanya’ya çokça gidilmemesinin de önemli bir etkisi olduğu inkâr edilemez. İncelediğimiz gezi kitaplarının en önemli özelliklerinden biri daha önceleri çok da önemsenmeyen Almanya hakkında ilk defa derli toplu imge oluşturmalarıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi II. Meşrutiyet döneminden önce Almanya çokça gezilen, üzerine türlü imgeler geliştirilen bir ülke değildir. II. Meşrutiyet dönemi ve hemen öncesinin getirdiği siyasi yakınlaşma

Almanya’yı yakından görme merakını tetiklemiş ve dönem gezginleri bu ülkeyi ve ülke halkını siyasi yakınlaşmanın paradigması çerçevesinde imgelemişlerdir.

Yukarıda, gezginlerin Almanya şehirlerini, şehirlerdeki türlü maddi kültür unsurlarını, ülke ekonomisini, ordusunu, eğitimini, kadınlarını, güzel sanatlarını ve daha pek çok özelliğini nasıl aktardıklarını özetlemeye çalıştık. Kuşkusuz bu anlatılanların tamamı Almanya imgesine dâhildir, Almanya imgesini oluşturan temel parçacıklardır. Biz bu bölümde oluşturulan imgenin ʺne olduğuʺ ile birlikte ʺneden böyle olduğunuʺ irdelemeye çalışacağız. Öncelikle dönem gezginlerinin oluşturdukları Alman ve Almanya imgesinin ne olduğunu tespit etmeye çalışalım.

Hemen belirtmek gerekir ki her anlatı bir dil işidir ve gezi anlatısı türünün de kendine özgü bir dili vardır. Yazarların amacı doğrultusunda dilin kullanımlarının farklılaştığı görülse de Aktulum’un dediği gibi ʺher yolculuk anlatısı öncelikli olarak betimsel bir söylem üzerine kurulur.ʺ (Aktulum, 2006: 48) Gezi kitaplarında betimlemenin ön plana çıkması, hatta çoğu kez tamamen betimlemelerden kurulması betimlemeyi iyi okumayı gerektirmektedir. Bu kitaplarda betimlemeyi yapan özne hem gören hem de gösterendir. Böylelikle betimlemeler sonucu ortaya çıkacak olan imgeler öznelliğini betimleyenden alacaktır. ʺBetimleyici ise imgelemini devreye sokmaktan çok okuduğu kitaplardan edindiği bilgileri stoklayan kişidir, bilimsel bir görev üstlenen, kurumlaşmış bilgi konusunda ortaya çıkan boşlukları doldurmaya uğraşan gezgindir.ʺ (Aktulum, 2006: 49) Buradan betimleyicinin gördüğü gerçekleri salt gerçeklik biçiminde değil kendi dünyasında yeniden şekillendirerek betimlediği sonucu çıkmaktadır.

Yazarların oluşturduğu Alman imgesi yukarıda bahsedilen niteliklerle var edildiğinden objektif görünümlü subjektif yargılardan oluşur. Gezginlere göre Almanlar kusursuz bir millettir. Bütün imgelem bu tezi savunmaya yönelik betimlemelerle kurulur. Yazarlar somut verilerden, gözlemlerden yola çıksalar da cümlelerini duygusal yargılar içerecek biçimde kurmaktadır. Çoğunlukla, iyi olduğunu düşünülen bir davranış bütün Almanlara genellenmektedir. Örneğin Almanlardan kurallara harfiyen uyan bir millet olarak söz edilmiştir. Ancak eğer öyleyse Alman hapishanelerinde hiç kimse olmaması ya da Almanya’da hiç kimseye trafik cezası yazılmaması gerekmektedir. Gezginler herkesin kurallara uyduğunu söylerken uymayanlardan söz etmemeyi tercih etmişlerdir.

Yazarların hemen hepsi Almanları medeni bir millet, hatta Avrupa’daki diğer medeni milletlerden de üstün bir millet yapan dört önemli neden görürler denilebilir: Çalışma, sabır, vaktin nakit olduğunu bilmek ve özellikle de vatan sevgisi. Gezi yazarlarına göre, bu dört özellik birbirinden çıkarak ve yine birbirini tamamlayarak modern Almanya’nın temelini oluşturmuştur.

Gezginlere göre bir kere Almanlar çok çalışkan insanlardır. Onları bu kadar üstün duruma getiren bıkmadan usanmadan çalışmalarıdır. ʺHer Alman midesindeki açlığı hisseder gibi vicdanında mesuliyetini duyar. Vazife ve mesuliyet, bu iki fikir her Alman’ın nâsıhı ve müsteşârıdır; her hatvede emir ve ihtâr onlardan beklenir.ʺ (Cenab

Şahabeddin, 1997: 70) Karınca gibi çalışkan Almanlar çalışmayı var olmanın gayesi gibi görürler ve çalışma sonucunda elde ettikleri ücretten mutluluk duyarlar. ʺAlman gibi çalışmak en âli, en dûr endîş bir çalışmaktır.ʺ (Mehmed Enisî, 1330: 6) Bugün hangi devlete ya da hangi bireye söylenirse söylensin ʺAlman gibi çalışʺ denilebilir. Çünkü Almanlar çok büyük bir gayretle, ilerisini düşünerek, bilinçli bir şekilde çalışırlar.

Yine gezginlere göre Almanlar çok sabırlıdırlar. Uzun süre, her türlü zorluğa göğüs gererek çalışırlar, böylelikle çalışmaya karşı sebat ederler. Üçüncüsü vaktin nakit olduğunu bilirler. Savaş zamanlarında sıkıntı çekseler de barış zamanlarını çok iyi değerlendirirler. Bir yandan ekonomik anlamda gelişmeyi sağlarlar öte yandan çıkması muhtemel sonraki savaş için hazırlık yaparlar. Son olarak da vatanlarını çok severler. Bu vatan sevgisiyle kendini feda edercesine çalışırlar.

Mehmed Enisî’nin Almanlara ait özellikleri şu şekilde sıraladığını, bu sıralamanın hemen bütün gezginlerde az çok tespit edildiğini görüyoruz:

Kanuna riayet: Bu, o denli belirgindir ki Almanlar kanun karşısında eşittir, bir çiftçi ile imparator kanun karşısında birbirinden farksızdır. Örneğin Büyük Friedrich, Potsdam’daki Sanssouci Sarayı’nın yakınındaki değirmeni, sahibi rıza göstermediği için kaldırtamamıştır hatta faaliyetini bile durduramamıştır.

Üstün verdiği emri derhal yerine getirme: Bir Alman askeri, üstünden aldığı emrin zorluğunu, tehlikesini düşünmeden derhal yerine getirir. Karşısına ölüm bile çıksa katiyen emri ertelemez, emri uygulamaktan vazgeçmez. Bu sayede Alman denizaltıları

İngiliz savaş gemilerini batırmayı başarmış, Alman orduları dünyanın en büyük ordularını hüsrandan hüsrana uğratmıştır.

İktisadi hayata değer verme: Almanlar ekonomiyi, paranın gücünü önemserler. Bu

özelliği sayesinde Almanya, en zengin devletlerle, en tehlikeli zamanlarda bile rekabet edebilecek gücü yakalamış, milletler arasındaki itibarını en üst seviyede tutabilmiştir. Kazandığını muhafaza etmesini bilmek: Almanlar bir marklık bir kazancı bile kaçırmak istemezler. En küçük bir kazanç bile belli bir emeğin ürünüdür, emek ise değerlidir. Çalışmayla, emekle kazanılmış hiçbir şeyi heba etmezler.

Sabırla ve son derece emin adımlarla geleceğin mutlu günlerine çalışarak gitmek: Almanların en belirgin özellikleri çalışkan olmalarıdır. Bu çalışkanlık ise belli bir ülküyle vardır. Geleceğin mutlu günlerini düşünerek sabırla, güçlüklere tahammül ile çalışırlar. Buna Almanya’nın o günkü durumu şahitlik eder.

Kendinden çok milletini sevmek: Milliyetçilik Almanlarda çok belirgindir. Onlar milletinin mutluluğu için kendilerini feda edercesine çalışırlar. Ancak Almanlarda millet sevgisi kuru bir milliyetçilik şeklinde değil, milletinin mutluluğu için çalışmak biçiminde görülür.

Birlik-beraberlik düşüncesi: Cenab Şahabeddin’in, ʺAltmış beş milyon Alman’ı el ele tutuşmuş tasavvur ediniz; aldanmazsınız.ʺ (Cenab Şahabeddin, 1997: 66) sözünde ifadesini bulduğu gibi Almanlardaki birlik duygusu başka milletlerde görülemeyecek kadar yoğundur. Onlardaki bu duygu hiçbir ihtirasa çarpmadan ortaya çıkar. Bu, tek vücut Alman milletinin, millet olma şuurunun derecesini gösterir.

Üstün bir ahlak: Bu ahlak anlayışı Almanların sosyal hayatını nezih bir şekilde düzenler, genç ruhları önce milletinin sonra da kendisinin büyük ülküleri için hazırlar. Almanların sosyal hayatı itidallidir. Çünkü Almanların hepsinde asker gibi bir disiplin görülmektedir. Bu onların tavır ve davranışlarındaki olgunluğu besler. Almanların sefahatinde bile itidal vardır. Paris’teki ‘sefahat-i rezilane’ Berlin’de kesinlikle bulunmaz. Bu yönüyle Avrupa’nın diğer modern ülkelerindeki ahlak çöküntüsü Almanlarda yoktur.

Tasarrufa uymak: Her Almanın ruhunda bu güzel özellik vardır. Almanlar bilir ki gelecekten emin olmak için bugünün varlıklarından saklamak gereklidir. Onlar bunu uygulamakta da başarılıdırlar.

Girişimci düşünceye sahip olmak: Almanlar girişimci bir özelliğe de sahiptir. Bu özellikleri sayesinde dünyanın her köşesine sokulmuşlar, her işe başvurmuşlardır.

İngiltere’de bütün büyük otelleri, ticareti ellerine almış yetmiş seksen bin Alman vardır. New York pazarlarında, Kanada topraklarında, Pampa ovalarında büyük işler başarmış Alman girişimciler görmek, Asya’nın her köşesinde, Çin ve Hint ticaret merkezlerinde yine onlarla karşılaşmak şaşırtıcı değildir. Almanlar girişimcilikleri sayesinde hem para kazanırlar hem de dünyanın her köşesine milletlerinin yayılmasına hizmet ederler. Askerliği sevmek: Bu, Almanlara atalarından kalmış en değerli hazinedir. Hem günü hem de geleceği korumanın en çıkar yolu askerliği sevmektir. Almanların hepsi askerdir. Hem mesleklerini yerine getirir hem de askerlik mesleğini icra ederler. Güvenliklerini her şeyin üstünde tutarlar, kentlerinin de belirgin bir özelliği bu güvenlik endişesiyle aldıkları tedbirlerdir. Almanlar askerliğe kendi güvenliklerine değer verdikleri için muhteşem ordular, büyük donanmalar meydana getirmişlerdir.

Düşmanını sürekli gözetlemek: Almanlar düşmanlarının durumu hakkında bilgi toplamaya, istihbarata değer verirler. Bu özellik, kendi güvenliği için her millete hatta her insana gereklidir.

Kurallara uymak: Almanların en belirgin özelliklerinden biri neredeyse ifrat derecesinde kurallara uymalarıdır.

ʺAlman esâsen hürmetkâr-ı nizamdır. Bir şey memnûdur, denildi mi, hilafında hareket hiç kimsenin hayaline uğramaz. Bu münasebetle hikâye ediyorlar: Bir adam sokakta kendi hanesi önüne tesadüf eden bir elma ağacına, ʺBu ağaçtan meyve koparmak memnûdur.ʺ levhâsını asmış, on sene o ağaçtan bir tek elma koparan kimse görülmemiş.ʺ (Cenab Şahabeddin, 1997: 88)

diyen yazarın imgelediği gibi Almanya’da ʺYasaktır!ʺ sözü neredeyse bir semavi vahiy gibi algılanır ve kesinlikle bunun tersine hareket edilmez.

Gezginlere göre Almanlar tam anlamıyla hayat adamıdır, iş adamıdır. Hayatın bütün güçlerinden çalışmayla, sabırla istifade etmeye çalışırlar. Onlar el attıkları her işte

başarılıdır. Metin bir ruha, çelik gibi bir iradeye sahiptirler. Bilime ve eğitime önem verirler. Almanlar bilimsel çalışmalarını hiçbir taassuba çarpmadan, serbestçe yapabilmektedirler. Almanlarda gerçeğe ulaşma aşkı vardır. Büyük tarihçiler, doğa bilginleri, farklı alanlarda önemli bilim adamları yetiştiren Alman milleti, insanın aciz olduğunu, insanoğlunun bu kadar ilerlemesine neden olan zekâsının ve gücünün çok ötesinde onu yaratan bir büyük yaratıcı olduğuna inanır. Burada bilim ile inanç çarpışmaz, birbiriyle rekabet etmez. Bilimin amacı yaratıcıyı inkâr etmek değildir. Almanların her şeyi iridir, gösterişlidir, büyüktür. Bu, nitelik olarak da nicelik olarak da böyledir. Fabrikaları büyüktür, şehirleri büyüktür, sarayları, caddeleri büyüktür, kendileri fiziksel olarak iridir (Celâl Nuri’ye göre askerleri iki metre boyundadır), yedikleri biftekler büyüktür, içtikleri biraların bardakları büyüktür vs, akla gelecek her

şeyleri büyüktür. Orada küçük olarak nitelenebilecek hemen hiçbir şey yoktur. Onun için gezi kitaplarında Almanya’da bir şey nitelenirken sıkça ʺmüşâşâʺ ifadesi kullanılır. Almanlar sanatta da, felsefede de, eğitimde de, orduda da, şehircilikte de akla gelebilecek hemen her şeyde en ileri seviyededir. Avrupa’nın en büyük bestecisi Alman olduğu gibi, en büyük filozofları Almanlardan çıkmıştır. Avrupa’nın en güçlü ordusu onlarda olduğu gibi en temiz şehri de onlardadır. Cenab Şahabeddin’in mimari konusundaki eleştirileri ile Berlin’de gördüğü hayat kadınları eleştirisi istisna tutulacak olursa bütün gezi kitaplarında Almanya ve Almanlar hakkında olumsuz bir tek söylem bulunmaması oldukça şaşırtıcıdır. Bütün Almanları tek bir kalıptan çıkmış gibi mükemmel insanlar olarak gören, Almanya’yı yenilmesi imkânsız süper güç olarak algılayan dönem gezginleri ʺkusursuz Almanʺ imgesi ile ʺüstün/ideal insan tipiʺ oluşturmak için ellerinden geleni yapmışlardır denilebilir. Bu gezi kitapları okunduğunda dönem okuyucusunun kendi kendinden soğuması, Alman olarak dünyaya gelmediğine pişman olması işten bile değildir. Kitaplar neredeyse cenneti yeryüzüne indirip Almanya’da konuşlandırmıştır.

Almanlar çalışkan oldukları kadar eğlenmesini de bilen insanlardır. Onlar robot gibi sadece çalışmaya programlanmış değildir. Celâl Nuri’nin, ʺHalk zamanın kıymetini biliyor. Çalıştığı kadar da eğleniyor. Diyorlar ki geçen asırda Alman pek mutasavvıf, derviş-nihâd ve kanâat-kâr imiş. Şimdi öyle değil. Bu asırda hem çok çalışıyor hem de eğleniyor.ʺ (Celâl Nuri, 1997b: 18) diyerek belirttiği gibi Almanlar artık hayatı dolu

dolu yaşamaktadır. Diğer gezginlerin de üzerinde durdukları bu nokta çok önemlidir. Yazarlar Almanların hem çalışıp hem eğlenmesine özenerek seküler bir yaşama besledikleri hayranlığı ortaya koymaktadırlar. Oluşturulan bu seküler Alman imgesi ile yüz yıllardır derviş hayatı yaşayan, ʺbir lokma bir hırkaʺ ile yetinen Osmanlı toplumuna alternatif bir yaşam teklif edilmektedir. Osmanlı toplumu yüz yıllardır ne çalışmakta ne de eğlenmektedir. Dünya hayatından bütünüyle soyutlanmış bir görüntü sergileyen Osmanlı insanının karşısına ʺTürklüğe has olan o esnemeden, uyuklamaktan, vakit geçirmekten haberi olmayanʺ (Celâl Nuri, 1997b: 18) Alman insanı konmaktadır. Yüzlerce yıldır mutluluğu ʺöte dünyaʺda arayan Osmanlılara karşın mutluluğu ʺbu dünyaʺda arayan Almanlar alternatif hayatlarıyla boy göstermektedir.

Gezginlerin Almanya imgesi de Alman imgesinden çok farklı değildir. Neticede Almanya’yı bu çalışkan Almanlar kurmuştur. Almanya ʺşevketliʺ bir ülkedir. Medeniyetin bütün güzellikleri ve harikaları ile süslenmiş, gücünü milletinden alan bu devlet, ʺsüfliyât-ı beşeriye ile ulivviyât-ı beşeriye yani akvâm-ı fâzıla ile milel atlâʺ (Mehmed Enisî, 1330: 5) arasındaki farkı gösteren bin bir türlü örnekle doludur.

Birkaç örnek üzerinden Almanya anlatılacaksa önce onun ʺyeniʺliğine değinmek gerekir. Cenab Şahabeddin’den Ferit Kam’a, Celâl Nuri’den Mehmed Enisî’ye kadar Almanya hakkında izlenimlerini anlatan bütün gezginler onun yeni oluşuna dikkat çekerler. ʺFransa mâzi, İngiltere hâl, Almanya istikbâldir.ʺ (Celâl Nuri, 1997b: 15) diyerek durumu özetleyen Celâl Nuri diğer gezginlerin düşüncelerini de aktarmış olur. Berlin’i ʺbayramlıklarını giymiş bir toy gençʺe benzeten Cenab Şahabeddin de burada eski bir bina bulunmadığını belirterek şehirde mâzi arayanların Berlin’den hoşlanmayabileceğini söyler. Ferit Kam da benzer düşüncelerini şu sözlerle aktarır:

ʺAlmanya’yı rey’ân-ı şebâba has füyûzun kâffesinden müstefid bir gence benzettim. Öyle bir genç ki vechinde nûr-u âfiyet lemeân ediyor; yanaklarından kan damlıyor; saçının her teli güneşin hüzme-i zertârına meydan okuyor; yerlere mütehakkimâne basıyor; gürbüz kolları, salâbetli elleriyle tuttuğunu koparıyor; daima şen, daima şâtır, daima istikbâle, istikbâldeki feyiz ve kemâle nâzır.ʺ (Kam, 2000: 85-86)

Almanya’da her şey yeni, her şey yerli yerindedir. Ara sıra Osmanlı’nın köhnemiş, eskimiş yapısıyla Almanya’yı karşılaştıran yazarlar bu yeniliğe duydukları hayranlık karşısında kendi ülkelerinden nefret edecek seviyeye gelirler. Bunun belirgin örneğini

daha önce de dillendirdiğimiz gibi Celâl Nuri’de görürüz. Yazarın Berlin’deki Unter den Linden Caddesi’ne bakıp bizim Bâbıâli’yi hatırladığını Berlin’i anlattığımız bölümde değinmiştik. Gezginlerin yeni olana hayranlık duymaları eşyanın tabiatının gereğidir. Kuşkusuz yeni olan her zaman caziptir. Almanya da yenidir ve Türklerin gözündeki cazibesini biraz da buna borçludur.

Almanya’nın bir diğer önemli özelliği askerliğe, güvenliğe verdiği değerdir. Bu özellik Almanya’da o denli belirgindir ki Almanya’nın ekonomik kalkınmayla askeri kalkınmayı her devirde beraberinde götürmesini netice vermiştir. Almanya’nın en dikkat çekici özellikleri medeniyeti ve büyük askeri gücüdür. İkisi birbirinden ayrılmaz. Almanlar hem bilim ve teknolojiye hem de askeri güce eşit oranda değer vermişler, bu güçlü Almanya kalem ve kılıcın birleşmesi sonucu meydana gelmiştir. Enisî’nin ʺsa’y ve marifete taarruz edenlere hadlerini bildirmek için Almanya’da bütün vâsıtalar ihzâr edilmiştir, bütün ruhlar hâl-i teyakkuzdadır.ʺ (s. 5) ifadesinde de görüldüğü gibi Almanya karadan, havadan ve denizden kendi güvenliğini sağlayacak tedbirleri almıştır. Her an bir saldırı olacak gibi teyakkuzda bulunmaktadır. Almanya’nın bu askeri gücü gezginlerin en çok ilgisini çeken unsurlarından biridir. Neticede dönem savaşlar dönemidir. İster I. Dünya Savaşı öncesinde isterse savaş ortamında Almanya’ya gidilmiş olsun netice değişmez, gezginler Alman ordusuna büyük değer vermişler, onu dünyanın en büyük ordusu gibi imlemişlerdir.

Almanya temiz ve düzenlidir. Gezi kitaplarında Almanya’dan bahsederken ʺtemiz ve muntazamʺ nitelemesini dillerinden hiç düşürmeyen gezginler ülkedeki temizlik ve düzenin daha ilk dakikada göze çarptığını söylerler. Bu temizlik ve düzen medeniyetin, ilerlemişliğin göstergesidir. Berlin’in temizliği ise dillere destandır. O gün için Avrupa’da Berlin kadar temiz bir başkent yoktur. Sokakların, caddelerin temizliğiyle birlikte buralarda en küçük bir düzensizliğe-örneğin bir kaldırım taşının yerinden oynaması ya da yolda asfaltın çökmesi gibi-rastlanmaması Almanya’nın ulaştığı uygarlık seviyesini gösteren delillerdir.

Almanya’da dikkatlerden kaçmayan bir şey daha varsa o da ülkedeki aksiyondur. Gezginlerin çoğunlukla ʺAlmanyaʺ sözcüğünün yanında ʺfaaliyetʺ sözcüğünü de kullandıkları dikkati çeker. Almanya’da hayat çok hızlı yaşanmaktadır. Ulaşım araçları vızır vızır işlemekte, insanlar bir o yana bir bu yana koşuşturmaktadır. Bu aksiyon ise

beyhude bir hareket değildir. Hemen her adım ya çalışmaya ya da eğlenmeye atılan bir adımdır. Gezginler Almanları sürekli sokaklardaymış gibi algılamışlardır. Gündüz caddeleri, sokakları dolduran kalabalıklar, geceleri de ya eğlence merkezlerini ya da caddeleri doldurur. Bu ülkede aksiyon hiç bitmez, memleketin gecesi ayrı yoğun, gündüzü ayrı yoğundur.

Almanya’da devlet yönetimi de mükemmel bir şekilde işlemektedir. Enisî’nin ifadeleri ile dile getirirsek, Berlin Almanya’nın kalbidir.

ʺBu kalbin içinde koca Almanya’nın divân-ı meşvereti vardır ki buradan çıkan rey ve hükümler, âli kanunlar Almanya’yı teşkil eden yirmi altı hükûmet-i müttehidenin saâdetini te’min, istikbâlini tanzim eder, öyle bir divân-ı meşveret ki burada umûmiyet-i milliyenin menâfi-i hakikîyesi nazâr-ı itibârda tutulur, ihtirasât-ı hasîsenin yeri yoktur; buranın kubbe-i muhteşemesi içinde Walpole’lerin, Gladstone’ların desâisi değil, hak ve hakikâtı sevenlerin, hukûk-ı âliye-i medeniyete hürmet gösterenlerin sadâları aks eder.ʺ (Mehmed Enisî, 1330: 17-18)

Berlin’deki millet meclisinin betimlendiği yukarıdaki satırlarda gerçeğin tek bir bakış açısının süzgecinden geçtiği net biçimde görülebilmektedir. Yazar olanca öznelliğiyle millet meclisinin etkinliklerini övmekte, buradan çıkan kanunların Almanya’yı oluşturan yirmi altı eyaletin mutluluğunu sağladığını, geleceğini düzenlediğini belirtmektedir. Bu mecliste gerçek anlamda demokrasi vardır, bütün milletin yararı gözetilmektedir. İngiltere meclisindeki Robert Walpole, William Ewart Gladstone gibi hileciler Almanya meclisinde bulunmaz. Burada sadece hukuka saygı gösteren, hak ve hakikati seven milletvekilleri vardır.

Enisî’nin II. Meşrutiyetin yararlarını saydığı, Almanya tipi bir meclisin ne büyük işler yapabileceğini vurguladığı eserinde, aynısını ülkemizden de beklediğini çıkartmak zor değildir. Aslında bütün bir gezi kitabının yazılış amacı da budur, Almanya’dakinin aynısını Türkiye’de görmek.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi dönem gezi kitaplarında Almanlar üstün bir millet, Almanya ise mükemmel bir ülke olarak imgeleştirilmiştir. Peki, bu imgenin asıl nedeni nedir? Almanlar ʺgerçektenʺ üstün bir millet midir yoksa gezginlere bunu söyleten farklı nedenler mi vardır? Bir imge incelemesinde kuşkusuz bu tarz soruların çok önemli bir yeri vardır. Bir kişi ya da toplum hakkında oluşturulan imge ile reel olan