• Sonuç bulunamadı

1.2. EĞİTİM VE ÖĞRENME KURAMLARI

1.2.1. Temel Eğitim Paradigmaları

1.2.1.1. İşlevselci Paradigma

Temel eğitim paradigmaları başlığında çeşitli yaklaşımlar incelendiğinde ilk olarak işlevselci yaklaşım dikkat çekmektedir. İşlevselci yaklaşımın tam olarak

anlaşılabilmesi için önce işlev kavramının incelenmesi gerekmektedir. İşlev, bütün olarak bir sistemin veya sistemdeki birimlerin işleyişleri, görevleri ve bunların sonuçlarıyla ilgili bir kavramdır. İşlevselci yaklaşım, toplumun kendini oluşturan parçaların toplamından daha fazlası ve onlardan farklı bir bütün olduğunu söylemektedir. İşlevsel olarak toplumu oluşturan parçalar birbirine bağlıdır.

İşlevselci bakış açısında toplum, çeşitli alt sistemlerden oluşan bir bütün olarak algılanmaktadır. Sosyal bir sistem olan toplum, kendisini oluşturan unsurlar ile bu unsurların arasındaki ilişkileri kapsamaktadır (Yayla, 2011: 30-31). Buradan anlaşılacağı gibi işlev kavramı sistemin her öğesiyle alakalı olan ve sistemi ayakta tutan bir kavramdır. İşlevselci paradigmanın toplumu bir sistem olarak ele aldığı görülmektedir. Haliyle işlevselci paradigmanın eğitim anlayışı da bu doğrultuda olmak durumundadır.

İşlevselci yaklaşımın eğitime bakışına bakıldığında görülmektedir ki her toplumsal kurumun olduğu gibi eğitim kurumu da toplum içerisinde işlevseldir.

İşlevselcilikte toplumsal bütünlük hayati önem taşımaktadır. Bu bütünlüğün sağlanması da bireylerin toplumun onayladığı kuralları benimsemelerine, öğrenmelerine ve bunlar doğrultusunda davranmalarına bağlıdır. Eğitim, toplum tarafından onaylanmış davranışları ve değerleri bireylerin kazanmalarının aracıdır.

Bireyleri toplumun beklediği şekilde davranmaları için hazırlar ve güdüler. Eğitim, çocuğun öğrenmesi gereken değerleri ve kuralları ona aktarır ve toplumun uyumlu bütünlüğü için gereken uzlaşmayı yaratır (Yayla, 2011: 30-31). İşlevselci yaklaşım için toplumu sanki insan vücudu gibi canlı bir sistem olarak ele aldığını söylemek yanlış gözükmemektedir. Tıpkı vücutta olduğu gibi toplumda da her parçanın bütünü ayakta tutabilmek için belirli bir görevi bulunmaktadır. Eğitim de bu parçalardan birisi konumundadır. Toplumu ayakta tutabilmek için eğitimin düzgün bir şekilde işlemesi gerekmektedir.

1.2.1.2. Çatışmacı Paradigma

Bir diğer temel paradigma olan çatışmacı paradigmadaki kuramcıların çalışmaları genellikle Marx ve Weber'in görüşlerine dayanmaktadır. Çatışmacı paradigmada toplumla eğitim arasında çok yakından bir ilişki görülmektedir, ancak daha çok okullarla seçkinlerin istekleri arasındaki bağlantılar üzerinde durulmuştur.

Çatışmacı paradigmada bilişsel becerilerin kazanılmasından çok eğitimle itaatin

öğretimi arasında olan ilişki vurgulanmaktadır ve bu paradigma okulları siyasi iktidardakilerin çıkarlarına yarayan ve var olan eşitsizlikleri pekiştiren, bu düzenin benimsenişini destekleyen tutumlar üretmekte olan kurumlar olarak görmüştür (İnal, 1998: 47). Çatışmacı paradigmada işlevselci yaklaşıma göre daha gerçekçi bir yaklaşım olduğu söylenebilmektedir. İşlevselci yaklaşım topluma biraz daha dışarıdan bakmakta gibi görünmekte iken çatışmacı paradigma toplumun içeriği ile doğrudan ilgilenmektedir. Eğitim sisteminin siyasi iktidar tarafından belirlenmekte olması da çatışmacı paradigmanın görüşlerinin haklılığını göstermektedir.

Çatışmacı paradigmanın eğitim anlayışında her eğitim sisteminin, yöneticilerin değer ve normlarını yansıttığı, bunun getirisi olarak da eğitimin toplumsal sınıf farklılıklarını güçlendirdiği ve pekiştirdiği öne sürülmektedir. Bu paradigmaya göre eğitim, kapitalist sınıf tarafından kendi egemenlik konumunu meşrulaştırmak amacıyla kullanılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında eğitimin iki temel işlevinin toplumsallaştırma ve meşrulaştırma olduğu görülmektedir. Eğitim sistemleri meşrulaştırmayla öğrencilere kapitalist ideolojiyi veya eğitimde fırsat eşitliği ideolojisini iletmektedir. Toplumsallaştırmayla da işçi sınıfın bilincinin biçimlendirilmesi söz konusudur. İşçilerin bilincini oluşturan öğeler (dayanışma tarzları, benlik kavramları, kişisel davranış biçimleri, değerler, inançlar, vs.) eğitim aracılığıyla ekonomik altyapının biçimlendirdiği öğeler olmaktadır. Ayrıca okulların mevcut olan eşitsizlikleri yeniden ürettikleri ve zeka düzeyi testlerinin yoksullara karşı sistematik şekilde işlediği, çünkü bu testlerin taraflı olduğu belirtilmektedir.

Yani mesleki kurslara yönlendirmek gibi uygulamalarla zeka düzeyi testleri, öğrencileri başarısızlığa itmektedir (İnal, 1998: 48). Çatışmacı paradigmanın daha çok toplumun siyasi boyutuyla ilgilenmekte olduğu görülmektedir. Siyasi iktidarın eğitimi kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını söylemesi genel geçer bir doğruluğa sahip olmasa da doğru olduğu söylenebilmektedir.

1.2.1.3. Yorumcu Paradigma

Yorumcu paradigma; gerçekliğin çokluğunu ve karmaşıklığını, karmaşık ilişkileri, geleceğin belirsizliğini, bütünselliği, düzensizliği, bilgiyi yorumlamayı, durumsallığı, gözlemcinin katılımcı özelliğini, öznelliği, informelliği, öznelliği, nitelliği, göreliliği savunan dünya görüşü olarak tanımlanabilmektedir. Pozitivist paradigmanın tek doğrusu yerine yorumcu paradigma gerçekliği karmaşık olarak

nitelemektedir. Yorumcu yaklaşımda düzen ilkesinin bir hiyerarşi değil karmaşıklık olduğu vurgulanmaktadır. Yorumcu paradigmaya göre gelecekle ilgili kesin sonuçlara varılamaz; geleceğin belirsizlik içinde olmasından dolayı onun hakkında kesin yargılarda bulunulması yanlıştır (Güngör, 2004: 61). Yorumcu paradigmanın geleceğe belirsiz bir bakış sergilemesi bir bakıma karamsar bir tutum izlenimi oluşturmaktadır. Ancak öznel bir tutum sergilenmesi dikkat çeken bir tavır olarak karşımıza çıkmaktadır. Öte yandan yorumcu paradigmanın topluma olan bakışı da daha farklı görünmektedir.

Yorumcu paradigmada toplumsal hayatın yapı taşları insanların gündelik hayat etkinlikleridir. Yorumcu yaklaşımdaki eğitim anlayışı da öğrenci, öğretmen, yönetici gibi etmenlerle ilgilenmektedir. Yorumcu eğitim anlayışı kendi bilimsel kavramlarını dayatan pozitivist-nesnelci yöntemlere karşı durumdadır. Bunun yerine öznelci bir yaklaşım benimsemektedir. İnsanların anlayışlarının ve yorumlarının olabildiğince saf bir şekilde elde edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Eğitimde yer alan bireylerin (öğretmen, öğrenci, yönetici, vb.) okul süreçleriyle ilgili yorumları, farklı yönetim ve öğretim biçimlerine neden ve nasıl tepki verdiklerinin anlaşılması, okul yaşamının karmaşık ve zengin boyutları gibi konuların çözümlenebilmesi yorumcu yaklaşımın odak noktasıdır (Tan, 1994:84). Yorumcu paradigmanın diğer yaklaşımlardan farklı olarak bireyci bir tutum sergilemesi onu farklı bir yere taşımaktadır. Eğitim anlayışında da bu bireyci ve öznel tutumu koruması önemli bir detay olarak gözükmektedir. Genel bir açıdan ele alındığında gözden kaçabilecek olan şeyler daha özneci bir yaklaşımla daha çok dikkat çekebilmektedir. Ayrıca birden fazla kişinin olduğu bir yerde haliyle birden fazla bakış açısı, düşünce ve yorum olacağından hepsinin değerlendirilmesi büyük bir önem taşımaktadır.

1.2.1.4. Eleştirel Pedagoji Kuramı

Pedagoji, eğitim bilimi anlamına gelmektedir ve çocuklarda öğrenme ve öğrenme problemleri, bireylerin başka kültürleri nasıl öğrendiği gibi konuları içermektedir. Pedagoji biliminin alanı, çocuk ve yetişkin arasındaki insanların eğitimi ile yönetimi olarak belirlenebilmektedir. Ancak pedagoji temel anlamıyla çocuk yönetimi olmaktan çok Batı'nın ilerlemiş olan ülkelerinde üretilen ve desteklenen, henüz kapitalist sistemin yerleşmemiş olduğu ülkelere sistemin yerleşmesini sağlamak amacıyla oluşturulan bir eğitim anlayışı haline gelmiştir.

Bundan dolayı pedagoji, bilinen anlamının ötesinde, kapitalist düşüncenin bir malzemesi olarak kullanılmaktadır ve buna karşıt olarak mevcut olan pedagojinin eleştirilerek Illich'in istediği düzeye gelmesi umut edilmektedir (Keleş, 2013: 21).

Eğitimin bir bilim olarak ele alınmasının önemi burada net bir biçimde görülmektedir. Ancak daha önce üzerinde durulmuş olan çatışmacı yaklaşım hatırlanacak olursa, eğitimin kapitalist sistemler tarafından kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanılmasının önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu noktada Illich'in eleştirileri ve fikirlerinin oldukça önem taşımakta olduğu görülmektedir.

Illich, eğitim sistemini eleştiren önemli bir düşünürdür ve toplumsal kurumların kimliği ve işleyişi üzerine önemli ve eleştirici fikirler öne sürmüştür.

Eleştirilerinin odak noktasında kurumların esas işlevlerinin dışına çıkarak farklı misyonlar yüklenmeleri, toplumsal ve bireysel özgürlüğün kurumun denetimine verilmiş olması, davranışların ve tutumların kurumsal bir biçimlendirmeye maruz kalması ve eleştirellik yerine pasifliğin meşrulaştırılması gibi sorunlar vardır (Keleş, 2013: 22). Bireysel özgürlüklerin kontrol altında tutulması ve kısıtlandırılması ile bireylerin eleştirelliğinin azaltılmaya ve hatta tamamen kaldırılmaya çalışılması Illich'in demek istediği kurumların yapmaları gerekenlerin dışına çıkmalarını özetler niteliktedir. Bu şekilde bir eğitim sisteminin geliştirilmesi de eğitimi farklı amaçlara hizmet eder niteliğe taşıyacağından dolayı burada eleştirilerin son derece haklı eleştiriler oldukları söylenebilir.

Eleştirel bilincin eksik olmasından dolayı otoriteleşme yükselmekte ve iktidar sahibi olanların güç sahibi olmayanlar üstündeki etkileri artmaktadır. Bu durum ise ezilenler ve ezenleri oluşturmaktadır. Böyle bir durumda girişilen bir özgürlük mücadelesi ile bu roller değişse, yani ezilenler ezilmişliklerinden kurtulsa, ancak böyle bir durumda ezilenlerin ezenler haline gelmesi yine hükmedici bir düzen sağlayacağından istenilen sonuca ulaşılamamış olunur. Bunun olmaması için de ezilenlere mücadele bilincinin kazandırılması gerekmektedir. Bu da ancak eleştirel pedagoji ile mümkün olmaktadır (Keleş, 2013: 25). Mücadele bilincinin oldukça önemli olduğunun vurgulanması gerekmektedir. İktidar sahiplerinin kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri ve uyguladıkları politika ve sistemlerin toplum açısından zararlı olduğu net bir biçimde görülmektedir. Ancak vurgulandığı gibi ezilen taraf haklı durumda olmasına rağmen ezici bir konuma gelirse o zaman haklılığını kaybedecektir ve aslında düzen değişmiş gibi gözükse de temelde değişen

bir şeyin olmadığı görülecektir. Bunun için de mücadele bilincinin doğru bir biçimde bireylere kazandırılması gerekmektedir.

Eleştirel pedagoji, klasik eğitim sistemindeki yöntem ve içeriğe karşı çıkmakta ve öğrenenleri dünyayı değiştirmeye, ona meydan okumaya teşvik eden bir yaklaşımdır. Eleştirel pedagojide amaç; eğitimi okullarda düşünceyi ve pratiği birleştirecek biçimde yeniden tanımlamak ve dönüştürmektir. Eleştirel pedagojide eğitimin sadece okuldan ibaret değil, toplumsal gerçekliğin geniş bağlamı içinde düşünülmesi gerektiği savunulmaktadır. Bu pedagojik yaklaşımda eğitsel ve sosyal bir eşitlik ve adalet öngörüsü temel alınmaktadır. Eleştirel pedagoji, eğitimin politika alanında oldukça derin bir şekilde kökleştiği inancını savunmaktadır ve eğitsel açıdan alınan bütün kararların fazlasıyla derin politik içerikleri olduğu üzerine odaklanmaktadır ve demokratik toplum idealine ulaşma yolunda etik bir parça olarak görülmektedir (Aslan, 2012: 66). Eleştirel pedagoji oldukça haklı eleştirilere sahip olsa da bu şekilde bir eğitim sisteminin uygulanması iktidar sahibi kurumların çıkarlarına uygun düşmeyeceğinden, ne kadar gerçekleştirilebileceği tartışma konusu olabilecek niteliktedir. Eşitsizliklerin ve adil olmayan bir düzenin önüne geçilebilmesi için eleştirel pedagoji temelli bir eğitim anlayışının benimsenmesi kaçınılmaz gözükmektedir. Ancak bunun uygulanması ile ilgili bir adım atılabilmesinin ne ölçüde imkânlı olabileceği üzerinde düşünülmesi gerekmektedir.