• Sonuç bulunamadı

Türk Eğitim Sisteminin Cumhuriyetten Günümüze Tarihsel Gelişimi

1.3. TÜRK EĞİTİM SİSTEMİ

1.3.3. Türk Eğitim Sisteminin Cumhuriyetten Günümüze Tarihsel Gelişimi

Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından Türkiye'deki eğitim sisteminin yapısal özellikleri şekillendirilirken, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerini de kapsamakta olan yakın tarihsel süreçte edinilmiş deneyimlerden faydalanıldığı belirtilmektedir. Bu deneyimler içerisinde Batı'da yer alan eğitim sistemlerinin incelenmesi ile özellikle ordunun modernleşmesi için kurulmuş olan yeni eğitim kurumlarının yeri diğerlerine oranla oldukça belirgin durumdadır. Bunun yanı sıra Türkiye'de yeni kurulmuş olan eğitim sisteminin çağdaşlığı temel almakta olan laik ve mili bir yapıda biçimlendirilmesindeki amacın, dünyanın o dönemde yakalamış olduğu gelişmişlik düzeyine ulaşmak için yapılmış olduğu, o dönemde eğitimden beklenen işlevin eski tip olan eğitim kurumları tarafından gerçekleştirilemeyecek olduğuna ilişkin kurucu iradenin fikirleri olduğu ileri sürülmektedir. Bu dönemde eğitim alanında yapılacak olan reformlarda yabancı ve yerli eğitimcilerin görüşlerinin alındığı ve özellikle John Dewey'in etkili bir isim olduğu görülmektedir (Güçlüol, 1996: 453-454). Görüldüğü üzere cumhuriyetle gelen yenilik her alanda olduğu gibi eğitim alanında da kendisini göstermiştir. Yeni bir rejimle birlikte eğitim sisteminin de bu yeniliğe uyacak bir hale gelmesi gerekmiştir. Eski eğitim sisteminin ve eğitim kurumlarının çağdaşlıktan uzak ve demokrasi ile cumhuriyet rejimine uygun olmamaları eğitim alanında köklü yeniliklere gidilmesini mecburi kılmıştır denilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından ilk dönemde eğitim laikleştirilmiş ve Latin harflerinden uyarlanmış yeni bir alfabe kabul edilmiştir.

Bunun yanında kadınların eğitimine önem verilmiş ve karma eğitime geçilmiştir.

Kırsalda yaşamakta olan nüfusun eğitimi ile bu eğitimi sağlayacak olan

öğretmenlerin yetiştirilmesi ile ilgili önemli adımlar atılmıştır. Eğitimle ilgili niceliksel alanda da önemli gelişmelerin yaşanması ile birlikte Atatürk ilkelerine bağlı ve laik düşünceye sahip bir yeni insan tipi yetiştirilmesi, eğitimin birincil amacı haline gelmiştir (Doğramacı, 1996: 342). Kırsal alanda yer alan bireylerin eğitimine de ayrıca önem verilmesi eğitim alanında yapılmış olan değişikliklerin ciddiyetini ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra karma eğitim ve yeni alfabe ise devrim niteliği taşıyan yenilikler olmasıyla eğitim alanında köklü değişimler ve gelişmeler sağlamıştır denilebilir. Bunların yanı sıra eğitim felsefelerinde de değişiklikler olduğu göze çarpmaktadır.

Cumhuriyetin ilanının ardından eğitim alanında benimsenmiş olan felsefe ile toplumun belirli bir yönde değişiminin hızlandırılması maksadının yalnız başına bir amaç olmadığını, bu durumun ötesinde eğitim alanında yeni bir millet, yeni bir devlet ve yeni bir medeniyet inşa edilmesine yönelik olan bir devlet tutumunun yer aldığını savunmakta olan görüşler de mevcuttur. Bu görüşlere göre, toplumun bütün olarak hızlı bir biçimde değiştirilmesine yönelik olan devlet tutumu, 1935 senesine kadar üretilmiş olan politikalarla etkin bir biçimde devam etmiştir (Bolay vd., 1996:

45). Toplumun gelişebilmesindeki en önemli etmenin eğitim olmasından dolayı politik olarak da bu alana fazlasıyla önem verildiği görülmektedir. Cumhuriyetle birlikte yeni bir düzenin ve yeni ve gelişmiş bir toplum anlayışının benimsenebilmesi ve düzgün şekilde işleyebilmesi temelde eğitim sayesinde mümkün olmaktadır.

Genel itibariyle cumhuriyetin kuruluş döneminde şekillendirilmiş olan Türk eğitim sistemi, yapısal açıdan pedagojik bir nitelikten çok yeni kurulmuş olan devletin ayakta durması adına kendine özel misyonların yüklenmiş olduğu bir yapı olarak gözükmektedir. Yeni kurulmuş olan devletin “muasır medeniyet seviyesini”

yakalayabilmesi hedefi adına eğitim alanında yapısal anlamda bir hazırlık sürecinin cumhuriyetin kuruluş döneminde yaşanmış olduğu söylenebilmektedir (Şimşek, 2012: 71). Cumhuriyetin ilk döneminde eğitim sisteminin pedagojik nitelikli olmayıp devlete odaklanmış olmasında devletin yaşamış olduğu köklü değişimin önemli bir yerde olduğu açıkça görülmektedir. Böylesi bir yenilikte haliyle odak noktası olarak da bu yeni durum ve devletin seviyesinin yükseltilmesinin olması kaçınılmaz olmaktadır. Eğitim sistemi de mecburi olarak buna katkı sağlayacak bir nitelikte olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının sonrasındaki süreçte eğitim alanında atılmış olan adımların temelinde bulunan politikalar, eğitimin ulus devlet olabilme yolunda bir araç olmasını sağlayacak nitelikte üretilmiştir. Ulus devlet yorumu, Osmanlı Devleti'nin çeşitliliğe dayalı olan yapısının tersine homojen bir topluluk olmayı gerektirmekte ve yetiştirilecek olan neslin de bu anlayışa sahip olmasını gerektirmiştir. Cumhuriyetin kurulmasının ardından en büyük hedef olan batılılaşma ideali aynı şekilde devam etmiş ve batılı devletlerin ilerlemesinin temeli olarak görülen dinin alanının sınırlandırılması Türkiye'de gerçekleştirilmeye çalışılan bir tutum haline gelmiştir. Bu tutumun toplum tarafından kabul edilmesi ve benimsenmesi için de eğitim oldukça önemsenmiştir. Bu dönemdeki eğitim politikaları genel olarak devlet ve din ilişkisinin değişmesine bağlı bir şekilde eğitim din derslerinin ve dinin niteliği ve etkisi üzerinde yoğunlaşmıştır. (Şimşek, 2012:

71-73). Buradan da anlaşılacağı üzere söz konusu olan dönemde eğitimin bir araç olarak kullanıldığını söyleyebilmekteyiz. Devletin yeni hali ve olması istenen yapıya ulaşılabilmesi için öncelikle toplumun buna hazır olması ve bu durumun bilincinde olması gerekmektedir. Bu da haliyle eğitim sayesinde mümkün olabilmektedir. Dinin insanlar üzerindeki etkisinin oldukça büyük olmasından dolayı din alanında da eğitim sayesinde iyileştirilmelere gidilmesinin tercih edildiği de açıkça görülmektedir.

Cumhuriyetin ilanının sonrasındaki süreçte oluşturulmuş olan yeni eğitim politikalarının temellerinin birkaç ana ilkeden oluştuğu savunulmaktadır. Bu dönemde eğitimin dilinden uygulanacak yönteme ve amaçlara kadar eğitimde milli olma ilkesi benimsenmiştir. Bunun yanında eğitimin bilimi merkez olarak olan bir anlayışla yapılanmasının temel ilke olarak benimsenmesi de bu dönemdedir. Ayrıca eğitim-öğretim alanında farklı uygulamalara son verilerek sadece devletin söz hakkına sahip olacağı bir birliktelik oluşturulmasının temel bir ilke olarak kabul edildiği değerlendirilmesinde bulunulmuştur. Bu dönemde halkın cahil olması sebebiyle eğitilmesi gerektiği ve üretim noktasında nitelikli ürünlerin elde edilmesini sağlayacak bir eğitim sisteminin kurulması, fazilet ve disiplin anlayışına göre işleyen bir yapıya ulaşma ilkeleri göze çarpmaktadır. Ayrıca bu dönemde eğitim ve öğretimde kız-erkek ayrımına son verilip karma eğitim ve öğretimin icra edilmesi, cumhuriyetin koruyucusu olma bilincine sahip bir neslin yetiştirilmesi ve tüm vatandaşların eğitim olanaklarından faydalanabilmesi gibi ilkeler de eğitim

politikalarının önemli içeriğini oluşturmaktadır (Tezcan, 2000: 22-26). Bu dönemde benimsenmiş olan eğitim ilkelerine bakıldığında temel olarak toplumsal birliğin sağlanabilmesi üzerinde durulmuş olduğu gözden kaçmamaktadır. Birlik sağlanabilmesi amacıyla da milliyetçi bir ilkenin benimsenmiş olduğu ve eğitimden sorumlu olan ve eğitim üzerinde söz sahibi olan kurum olarak sadece devletin ön plana çıktığı görülmektedir. Çağdaş ve batılı anlamda bir eğitim sisteminin oluşabilmesi için kız-erkek ayrı şekilde olan eğitim anlayışı yerine karma eğitime geçilmesi de oldukça önemli bir adım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra eğitim konusundaki devletin politikalarının moderniteyi merkeze alan bir kültür çerçevesi içerisinde yeni bir insan tipi yetiştirmek olduğu da savunulmaktadır. Ayrıca köylere yönelik eğitimler, köy enstitüleri ve halk eğitimi bu çerçevedeki amaçlara ulaşılması maksadıyla atılmış olan adımlardır. Bu politikaların sonucunda laik, dinamik, modern, güçlü ve milli bir ülke oluşturabilmek amacıyla eğitim alanında kararlar alınmış ve alınan bu karar uygulanmıştır (Demircioğlu, 2008: 211). Oluşan yeni düzene uyum sağlanabilmesi ve çağdaş, batılı bir toplum haline gelinebilmesi sebebiyle modernitenin merkeze alınmış olduğu söylenebilmektedir. Köyler ve kırsal kesimlerdeki eğitime de aynı şekilde önem verilmesi genel olarak ülke çapında herkesi belirli bir standarda getirmek amacının taşındığını da göstermektedir.

Cumhuriyet dönemindeki eğitim sistemindeki uygulamalara bakıldığında ise ilk olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasının hemen sonrasındaki hükümetin ilk programında ülkede bulunan çocuklara milli ve dini bir eğitim verilmesinin hedeflendiği göze çarpmaktadır. 15 Temmuz 1921'de Ankara'da toplanan Maarif Kongresi'nde uygulanacak olan eğitim politikalarının ilkeleri ve genel çerçevesinin belirlenmesi ile ilgili ilk önemli adımlar atılmıştır. 17 Şubat 1923 senesinde İzmir İktisat Kongresi'nde ise iktisadi eğitim alanında ne gibi şeyler yapılabileceği tartışılmıştır. 8 Mart 1923'te, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmış olan Misak-ı Maarif genelgesinde ise benimsenmiş olan eğitim felsefesine göre eğitimde çağdaşlık, laiklik ve millilik ön plana çıkarılmıştır (Şimşek, 2012: 78). Yapılan uygulamalar göstermektedir ki batılı bir anlayışın benimsenmeye çalışılmasının yanında dini eğitim de unutulmamıştır. Çağdaş ve batılı bir anlayışın yanında milli ve dini değerlerden ödün verilmeden uygulanan bir eğitim anlayışının geliştirilmeye çalışıldığı görülmektedir.

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 1924 anayasası ile eğitim ve öğretim özgürlüğü düzenlenmiştir. Bu anayasadaki 80. maddede kanunlara bağlı kalınması ve hükümetin gözetimi altında olmasıyla her türlü öğretimin serbest olduğu belirtilmiştir. 87. maddede ise ilköğretimin devlet tarafından ücretsiz olarak verilen bir hizmet olduğu ve zorunlu olduğu ifade edilmiştir. 1926 senesinde yürürlüğe girmiş olan 915 sayılı kanun ile de pansiyon hizmetlerinin ve parasız yatılı öğretimin devlet tarafından verilmesiyle eğitim alanında maddi imkan eşitliğinin sağlanması doğrultusunda bir adım atılmıştır (Çiftçi, 2006: 187). Bahsedilmiş olan kanunların Türk eğitim sistemi içerisinde oldukça önemli olduklarının altı çizilmesi gerekmektedir. Öncelikle eğitim ve öğretim alanında özgürlük ve serbestliğin sağlanmasının devrim niteliği taşımakta olan bir adım olduğu söylenebilir. Aynı zamanda ücretsiz eğitim ve ihtiyacı olan öğrencilere ücretsiz konaklama imkanının sağlanması da oldukça önemli gelişmeler olarak kendilerini göstermektedir.

Bu dönemdeki eğitim alanındaki en önemli uygulamalardan biri Tevhid-i Tedrisat Kanunu'dur. Atatürk, İzmir'de 3 Şubat 1923 tarihinde yapmış olduğu konuşmasında medreselerin imtiyazlı olan bir sınıfın güçlerini devam ettirmek için sığındıkları yerler olduğunu ima etmiş ve ülkedeki insanların cinsiyet ayrımı yapılmadan yetiştirilmeleri gerektiğini dile getirmiştir. Eğitim ve öğretimde birlik sağlanabilmesine yönelik 3 Mart 1924 senesinde verilmiş olan teklifte, farklı eğitim kurumlarında yetişmekte olan bireylerin farklı dünya görüşleri olacağı ancak ülkedeki bireylerin ortak olan bir ülkü çerçevesinde yetiştirilmeleri gerektiği vurgulanmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu 3 Mart 1924'te kabul edilmiş ve medreseler Maarif Vekilliği'ne devredilmiştir. Bunun sonrasında 11 Mart 1924'te ise medreseler kapatılmıştır ve devletin ilahiyat fakülteleri açacağı, pratik hayattaki dinin uygulamalarında din görevlilerinin görevli olacağı ve bu görevlerin devletin açacak olduğu okullarda yetiştirilecek oldukları belirtilmiştir (Şimşek, 2012: 80-81).

Görüldüğü üzere bu kanunla birlikte eğitimle ilgili her konuda devletin söz sahibi olması durumu kesinleştirilmiştir. Dini eğitim konusunda da devlet söz sahibi olmuş ve medreselerin kapatılmasıyla da çağdaş ve modern standartlarda bir eğitim anlayışına geçilmesiyle ilgili atılan adımlar devam etmiştir.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim alanında tek iktidar sahibi olanın devlet olmasının amaçlandığı ifade edilmektedir. Devlet, ülkedeki eğitim hizmetini zorunlu kılmış ve bu eğitim hizmetini ücretsiz olarak sağlayacağını anayasal bir hüküm

şeklinde belirlemiştir. 1927 senesinde ortaöğretimde ve ilköğretimin ikinci kademesinde değişikliğe gidilmiş ve din dersleri ile Farsça ve Arapça dersleri müfredattan çıkarılmıştır (Yağcı, 2007: 167). Arapça ve Farsça derslerinin müfredattan çıkarılmasında milliyetçi bir eğitim anlayışının benimsenmesinin etkisi olduğu açıkça söylenebilmektedir. Aynı zamanda eğitim hizmetinin zorunlu kılınması ve ücretsiz olarak sağlanabilmesi toplumun seviyesinin yükseltilmesiyle ilgili önemli bir adımdır denebilir.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu sayesinde dinin baskın olduğu eğitim sistemi yerini laikliğin temel alındığı ve ulusal olan bir eğitim sistemine bırakmıştır. Ayrıca bu kanun ulusalcılığı ve laikliği merkeze almakta olan Harf Devrimi gibi devrimlerin gerçekleştirilmesine de ortam hazırlamıştır (Tanilli, 2007: 240). Buradan hareketle Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun önemi açıkça görülebilmektedir. Eğitim alanında başka yeniliklere de temel hazırlaması kanunun önemini ortaya koymaktadır. Dinin baskınlığının azaltılması da milliyetçi ve laik bir anlayışın benimsenmesinde şart olduğundan bu yönde de adımlar atılmış olması dikkat edilmesi gereken bir başka nokta olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim ve öğretim alanında bir birliğin sağlanmasının yanı sıra, toplumda bilimsel düşünme biçiminin yerleşmesi için gereken eğitim felsefesi şekillenmiştir. 1929 senesinde yeni alfabe ile birlikte okuma ve yazma oranının arttırılması amacıyla Halk Mektepleri ve okuma yazma faaliyetlerinin yanında sanatsal ve kültürel faaliyetlerin de yapıldığı Halkevleri açılmıştır. Bu adımın sonrasında tekke ve zaviyeler kapatılmış, 1933 senesinde de üniversitelere yönelik düzenlemeler yapılmıştır. 1936 senesinde Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet Konservatuarı açılmıştır (Akarsu, 2007: 137).

Görüldüğü gibi eğitim alanındaki gelişmeler her alanı kapsayacak şekilde sürdürülmeye çalışılmıştır. Kültürel alan da unutulmamış, bu alanda da topluma eğitim fırsatı sunulmuştur. Yeni bir alfabenin gelmesiyle toplumun geneli için buna uyum sağlamak zor olacağından ve okur yazarlık daha da zorlaşacağından bununla ilgili önlemler alındığı ve uygulamalar yapıldığı görülmektedir.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun ardından eğitim alanındaki önemli bir reform hareketi de Harf Devrimi'dir. Ulusal kültürün ifade edilmesi ile yaşatılması amacıyla Türkçe'nin işlevsel hale getirilmesi, çağdaş uygarlıklarla güçlü olan bir bağın kurulması ve Türkçe olmayan sözcüklerin çıkarılması, 1 Kasım 1928 tarihinde Harf

Devrimi'nin temel hedefleri olarak halka deklare edilmiştir. Kullanılacak olan dil ve yeni alfabe ile ilgili çalışmaları yürütmesi için 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Bu devrimin tek amacı kullanılan alfabenin değiştirilmesi değil; eğitim yoluyla uzun vadede kültürel değişimin yaşanması ile çağdaş dünyanın gerekliliklerini temel almakta olan bir zihniyet değişikliğinin sağlanmasıdır (Şimşek, 2012: 84). Yeni bir rejimle yeni bir toplum anlayışının gelmesi ve oturabilmesi için köklü değişimlere ihtiyaç duyulduğu rahatça söylenebilmektedir. Kullanılan dilin değiştirilmesi bu yeni düzen için, hem yenilikçi, çağdaş hem de milliyetçi bir anlayış için oldukça gerekli bir adım olarak kendisini göstermiştir. Aynı zamanda batılı bir anlayışın benimsenebilmesi için ve batının daha iyi anlaşılabilmesi için de batıda kullanılan alfabenin kullanılmasının gerekeceği de öngörülebilmektedir.

Batı'nın yakalamış olduğu standartların yakalanması adına, bilimsel çalışmaların yapılabilmesi ve Osmanlıca'nın okunması ve yazmasının zor olmasından dolayı Latin Alfabesi'nin benimsenmesinin ve Harf Devrimi'nin yapılması olumlu bir adım olarak görülmüştür. Devrimin yapılmasından sonra halkın yeni harfleri öğrenmesiyle ilgili yapılmış olan çalışmalarla halkın okur-yazar oranının yükseldiği ve eğitim ile öğretimin kolaylaştığı görülmektedir. Aynı zamanda demokrasinin ve ulusal kültürün gelişiminin de yolları açılmıştır. Bunun yanı sıra Harf Devrimi, eğitim alanında yeni bir yapılanma sağlamasının yanı sıra toplumsal hayatta da değişiklikler meydana getirmiş, toplumsal değişimlere de olumlu anlamda katkılarda bulunmuştur (Bademci, 2001: 4). Görüldüğü üzere harf devrimi birden fazla alanda olumlu sonuçlar sağlamıştır. Eğitimin yanı sıra toplumsal alanda da faydalı olduğu görülmektedir. Yeni alfabenin öncekinden daha kolay ve anlaşılır olması da eğitimin zorluğunu azaltmış ve daha fazla insanın rahatça eğitim alabilmesini, okuma ve yazma öğrenebilmesini olanaklı hale getirmiştir.

Bu dönemde eğitim alanında atılmış olan başka bir önemli adım ise Köy Enstitüleridir. Köy Enstitülerine sadece köylü olan çocuklar kabul edilmekte ve pek çok meslek birlikte öğretilmekte, mezun olanlar da köylerde öğretmenlik yapmanın yanı sıra köylerin aydınlatılmasından da sorumlu olmaktaydı. Harf Devrimi'nin ardından köylerin kalkınmasına yönelik eğitim faaliyetleri üzerinde durulmuştur.

1930 senesinden sonra köycülük hareketi başlamış ve bunun sonucu olarak taşrada bir takım kurslar açılmıştır. 1936 senesinde Eğitmen Kursları, 1937 senesinde Köy Öğretmen okulları ve 1940 senesinde köylerde görev yapacak öğretmen ve köylere

uygun olan alanlarda iş yeteneğine sahip meslek elemanlarının yetiştirilmesi maksadıyla 'iş okulu' olma özelliğine sahip Köy Enstitüleri kurulmuştur. Bu enstitülerde görevli olan öğretmenlerin eğitim hizmeti vermekte oldukları bireyler yalnızca köydeki öğrenciler değildir. Köyde yaşamakta olan yetişkinlerinde eğitiminden öğretmenler sorumlu tutulmuşlardır (Binbaşıoğlu, 2005: 325-326). Daha önceden de değinildiği gibi eğitimle ilgili yapılan gelişmeler geniş çaplı olmakla birlikte toplumun her kesime yönelik gelişmeler şeklindedir. Köylerle ilgili yapılan yenilikler de bunu göstermektedir. Toplumun her alanında seviyenin yükseltilebilmesi ve verilen eğitimin herkese ulaşabilmesi amacıyla köylerle ilgili bu şekilde adımlar atıldığı söylenebilmektedir.

Başka bir uygulama ise cumhuriyetin ilanından sonra müfredat programları bakımından ilkokulların köy okulları ve genel okullar olarak ikiye ayrılmasıdır. Köy okullarında verilen eğitimdeki ders içerikleri, köylerdeki yaşam şartları düşünülerek hazırlanmıştır. İlkokul süreci 6 yıl olarak belirlenmiş ve öğretim programına haftalık 2 saat tarım dersi konularak tarımdaki üretimin bilinçli bir yolla yapılmasının sağlanması hedeflenmiştir. Bunun yanı sıra özel eğitime ihtiyaç duyan çocukların eğitimleri ile ilgili adımlar da atılmıştır (Özkök, 1995: 31, Çağlar, 1998: 291).

Görüldüğü üzere kırsal kesimdeki bireylerin eğitimi üzerinde durulurken kırsal kesimlerdeki yaşam şartları da göz önünde bulundurulmuştur. Eğitimin her alana nüfuz etmesi gerektiği düşünülerek kırsal kesimde tarım eğitimi üzerinde durulmuş ve her alanda olması gerektiği gibi bu alanda da insanlar bilinçlendirilmeye ve yapılan işin bilinçli bir şekilde yapılması sağlanmaya çalışılmıştır.

1930 senesinden itibaren Teknik ve Mesleki Okullar ile Erkek ve Kız Sanat Enstitüleri açılmaya başlanmıştır. 1933 senesinde ise Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olmasından dolayı İstanbul Üniversitesi özerk bir yapıda değildir ve üniversitesinin akademik kadrosunda o dönemde Almanya'dan Türkiye'ye sığınmış olan bilim adamları yer almıştır. 1946 senesinde çıkarılmış olan kanun ile üniversitelerin yapısı özerk bir yapı haline gelmiştir (Şimşek, 2012: 94-95). Eğitimle ilgili genel olarak devletin söz sahibi olmasından dolayı üniversiteler ile ilgili de bu tutumun belirli bir süre için sürdürülmüş olduğu görülmektedir. Aynı zamanda meslek okulları ve sanat okullarının açılmasının da her alanda eğitime önem verilmesiyle ilgili adımların devamı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

1946 senesinde çok partili döneme geçilmesiyle siyasi alanda yaşanan değişimlerin etkisi pek çok alanda ve haliyle eğitim alanın da görülmektedir.

Özellikle 1950 senesi sonrasında eğitimde öğrencilere işlevsel bilgilerin öğretilmeye çalışıldığı dikkat çekmektedir. Ancak bu dönemdeki eğitim alanındaki yeniliklerin bilimsel temelli olmaktan çok politik temelli olduğu da görülmektedir. 1960 yılına kadar olan dönemde eğitime ayrılan mali kaynak ve öğretmen sayısının yükselen öğrenci gereksinimleri karşılamakta yetersiz kaldığı belirtilmiştir. Bunun yanı sıra 1952-1953 eğitim-öğretim döneminde ortaöğretimin süresi 4 yıla çıkarılmış; ancak 1955 senesinde bu süre tekrar 3 yıla indirilmiştir. Bu dönemde ortaöğretimden beklenilenin, cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gibi aydın bireyler yetiştirilmesi değil, demokrasi için gerekmekte olan kitlesel eğitimin verilmesi olduğu ve bu dönemde ortaöğretim kurumlarının halkın geneli tarafından ilgilenilen kurumlar haline geldiği savunulmaktadır (Güven, 2010: 232-236). Demokratik bir siyasi anlayışın benimsenmesi ve çok partili döneme geçilmesi yukarıda söz edildiği gibi eğitim alanını da fazlasıyla etkilemiştir. Kaçınılmaz olarak eğitim alanında politik bir görüşün benimsenmiş olduğu ve demokrasi anlayışının öğrencilere kazandırılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Başka bir görüş ise çok partili döneme geçilmesinin ardından 27 Mayıs 1960 senesindeki askeri darbeye kadar olan sürede eğitim alanındaki beklentilerin karşılıksız kaldığı, cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından uygulanmaya başlayan eğitim felsefesinin köklü hale gelmesinin tersi yönde uygulamaların bulunduğu ve siyasi kaygılar sebebiyle finansmana ve planlamaya dikkat edilmeden eğitim konusunda adımlar atıldığı yönündedir (Sakaoğlu, 2003: 259). Bu görüşün olumsuz

Başka bir görüş ise çok partili döneme geçilmesinin ardından 27 Mayıs 1960 senesindeki askeri darbeye kadar olan sürede eğitim alanındaki beklentilerin karşılıksız kaldığı, cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından uygulanmaya başlayan eğitim felsefesinin köklü hale gelmesinin tersi yönde uygulamaların bulunduğu ve siyasi kaygılar sebebiyle finansmana ve planlamaya dikkat edilmeden eğitim konusunda adımlar atıldığı yönündedir (Sakaoğlu, 2003: 259). Bu görüşün olumsuz