• Sonuç bulunamadı

AB Eğitim Politikalarının Ülkemiz Eğitim Politikalarına Yansımaları Ve Uygulamadaki Sorunlar Yansımaları Ve Uygulamadaki Sorunlar

1.4. GÜNÜMÜZ TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN SORUNLARI VE İHTİYAÇLARINA GENEL BAKIŞ

1.4.2. AB Eğitim Politikalarının Ülkemiz Eğitim Politikalarına Yansımaları Ve Uygulamadaki Sorunlar Yansımaları Ve Uygulamadaki Sorunlar

Her ülkenin devlet yapısı, anayasası, yasama, yürütme ve yargıyla ilgili tüm kurum ve kuruluşları ve bunların işleyişleri o ülkenin politik sistemini meydana getirmektedir. Dolayısıyla her ülke kendi politik anlayışını gelecek nesillere aktarmak ve benimsetmek istemektedir. Ülkelerin bu isteğini vatandaşlarına kabul ettirmesi aşamasında kullandığı en önemli ideolojik araçlardan biri de eğitimdir.

Dolayısıyla eğitim bireylerin kendi gelişimlerinde önemli bir rol oynadığı gibi resmi ideolojilerin gelecek nesillere aktarılmasında da büyük bir öneme sahiptir. Bu noktada hem etkileyen hem de etkilenen durumunda olan eğitim, toplumların geleceğine yön veren önemli bir unsurdur. Eğitimle aynı görevi üstlenen politika ise, eğitimi geliştiren, dönüştüren ve güçlü kılan bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Politika, yaptırım gücünü kullanarak eğitim sistemine müdahale ederken, eğitim sistemi de mevcut politikaların varlığını uzun süre devam ettirmesine ve gelişmesine hizmet etmektedir. Dolayısıyla bir ülkenin politik sistemi zaman içerisinde değiştiğinden eğitim sistemi de değişikliğe uğramaktadır. Bu bağlamda bir ülkenin

eğitim politikasının o ülkenin eğitim sisteminin gelecekte nasıl şekilleneceğinin ve eğitimle ilgili yapılması gerekenlerin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu noktada eğitim politikası ulusal bir proje olarak karşımıza çıkmakta ve hem geçmişin izlerini taşımakta hem de günümüz ihtiyaçlarını karşılayarak geleceğe yön vermektedir. Bu bağlamda Türk eğitim sisteminin temel politikasına baktığımızda;

bu politikanın temelini Atatürk İlke ve İnkılaplarının oluşturduğu görülmektedir.

Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda şekillenen eğitim politikamız; laik, milli, cumhuriyetçi, eşitlikçi, işlevsel ve çağdaş özelliklere sahip, hem ülke ihtiyaçlarını yansıtan hem de ulusal ve evrensel kaynakları dikkate alan bir yapıya sahiptir.

Zaman içerisinde gerek küreselleşme süreci gerekse dünya genelinde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, tüm toplumların ihtiyaçlarını değiştirmiş ve bu değişen ihtiyaçlara cevap vermek için sürekli yeni bilgiler edinerek kendini yenileyen toplumlara gereksinim duyulmuştur. Günümüzde küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği böyle bir toplumun oluşmasında AB güçlü bir topluluk olarak ön plana çıkmaktadır.

AB, ilk defa 2. Dünya Savaşından sonra ekonomik bir birlik oluşturma amacıyla Batı Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg gibi altı Avrupa ülkesi tarafından kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) adıyla gündeme gelmiş, günümüzde ise başlangıçtaki ekonomik boyuta ilaveten sosyal, kültürel ve siyasi boyutları da içeren çok uluslu bir topluluk olan AB’ye dönüşmüştür. Kuruluş aşamasındaki amacı, ekonomik açıdan Avrupa’da tek bir birlik oluşturmak olan AB ülkeleri, zaman içerisinde kültürel yapılarındaki değişimleri dikkate alarak aralarındaki farklılıkların korunması düşüncesinin yanı sıra ortak bir Avrupa kültürü geliştirmişler ve yaygınlaştırmışlardır (Fontaine, 2007:

7). İlerleyen dönemlerde dünya çapında bilim ve teknolojideki hızlı değişimlere ayak uydurmak isteyen AB ülkeleri, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda yaptıkları çalışmalara eğitimi de dâhil etmişler ve eğitim alanında da bir takım ortak çalışmalar ve politikalar gündeme getirmişlerdir. AB ülkeleri arasında ortak bir eğitim politikası bulunmamakta, ancak birliğe üye olan ülkelerin eğitim sistemlerinin ortak ilkelere sahip olması ön koşul olarak kabul edildiği görülmektedir. Yani, birliğin belirlediği genel ilke ve göstergelerle çelişkiye düşmeyecek ortak bir eğitim sistemi oluşturulmuştur. Levin, bu durumu yani, dünyada bir çok ülkenin eğitim sistemlerini genellikle benzer eğitim modelleri çerçevesinde yeniden

yapılandırmasını bir politika salgını olarak değerlendirmektedir. Levin, eğitim reformlarının bir salgın halinde bütün dünyaya yayıldığını ve bu reformların genellikle küreselleşme, uluslararası alanda rekabetçi olma, bilgi toplumuna ve ekonomisine dâhil olma, nitelikli bir insan sermayesine ve iş gücüne sahip olma gibi hedeflerin esas alınarak gerçekleştirildiğini ifade eder. Levin’e göre, küresel düzeyde meydana gelen değişimler, reform taleplerini sürekli gündemde tutmakta ve var olan eğitim sistemleri sürekli olarak saldırıya maruz kalmaktadır. Levin, bu saldırıların eğitimin amacını ekonomiye indirgeyen, eğitimde özelleşme ve piyasalaşmanın gelişmesini sağlayan Adem-i merkeziyetçi bir yönetimi, aile ve çocuğun taleplerini ön plana çıkaran reform modellerinin bütün dünyaya salgın halinde uygulandığını dile getirmektedir (Levin, 1998). Levin’in de ifade ettiği gibi AB eğitim politikasının temelinde ekonomiye hizmet eden, aile ve öğrenciyi merkez alan, eğitim yönetiminde yerelleşmeyi ön plana çıkaran bir eğitim sisteminin olduğu ve AB’nin bu eğitim sistemini tüm dünya geneline bir salgın halinde yaymaya çalıştığı görülmektedir. Bu salgına maruz kalan ülkelerden biri de Türkiye’dir.

Türkiye’nin AET’ye üye olmak için başvuruda bulunduğu 1959 yılında başlayan ve günümüzde de halen devam eden Türkiye ile AB arasındaki ikili ilişkiler, Türkiye-AB ilişkileri olarak tanımlanmaktadır. Türkiye, başvurusunun kabul edilmesinin ardından 1963 yılında AET ile ortaklık anlaşmasını imzalamış ve bu anlaşma doğrultusunda Helsinki’de 1999 yılında adaylığı kabul edilen Türkiye ile AB üyeleri arasında 2005 yılında tam üyelik müzakereleri başlamıştır. Bu müzakereler çerçevesinde, AB’ye uyum sağlanması amacıyla ülkemizdeki birçok kurul ve kuruluş yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu yeniden yapılanma sürecine giren kurumlardan biri de eğitim kurumudur. Bu bağlamda Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için AB’ye üye ülkeler tarafından bir takım ölçütlerin yerine getirilmesi istenmiş ve bu amaçla bir takım öneriler gündeme gelmiştir. Bu önerilerden biri de, Türkiye’nin ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yönden gelişmesinde büyük önem taşıyan Türk eğitim sisteminde bir takım düzenlemeler yapması gerektiğidir (Sağlam vd., 2011: 90). Günümüzde bilimsel ve teknolojik gelişmelerin hız kazanmasıyla birlikte bilgi üretimi ve tüketimi gelişmişliğin göstergesi haline gelmiş, ayrıca ekonomik büyümenin temeline eğitimin kalitesinin konulmasıyla bütün dünya ülkelerinin aynı standart ve kalitede eğitim sunması gerekliliği ortaya çıkmıştır. AB’de dünya genelinde yaygınlaşan bu ortak hareketi,

üyesi olan bütün AB ülkelerinde uygulama zorunluluğu getirmiştir. AB’nin getirdiği bu zorunlulukla birlikte AB üyesi olmak isteyen Türkiye’nin eğitim sisteminde de bir takım düzenlemelere gittiği görülmektedir. Yani, Türkiye ile AB ülkelerinin eğitim sistemlerinin genel amaçlarının benzerlik gösterdiği, her iki sisteminde öğrencilerin zihinsel, bedensel, mesleki ve etik yönden gelişim sağlamalarına, gerek kendi gerekse diğer kültürlere saygı göstermelerine, ulusal kimliğin korunmasına, demokratik yaşama katılım ve demokrasinin gelişimi gibi konuların yer aldığı görülmektedir. Ancak Türkiye’nin bu ilkeleri gerçekleştirme hızında geri kaldığı görülmektedir.

Türkiye’de 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile Milli Eğitim Sisteminin amaçları ve temel ilkeleri belirlenmiş ve herkesin eğitim hakkının olması, herkese eğitimde eşit fırsatlar verilmesi ön görülmüştür. AB ortak eğitim hedeflerine baktığımızda ise eğitimde eşitlik, eğitim alanında işbirliği ve uyumun sağlanması gibi amaçlarının olduğu görülmektedir. Bu bağlamda ülkemiz eğitim sistemi ile AB ortak hedeflerinin örtüştüğü görülmektedir. Ancak ülkemizin eğitim sisteminde yer alan temel amaç ve ilkeleri tam olarak yerine getirememiş olması, AB’ye giriş sürecinde eğitim alanında daha fazla çaba göstermesi gerektiğini ortaya koymuştur. Bu çabanın bir göstergesi olarak da Türkiye, MEB bünyesinde eğitim ile ilgili birimler oluşturmuş ve bu birimlerle eğitim sisteminin yeniden yapılanması yönünde düzenlemelere başlamıştır. Bu düzenlemeler kapsamında öncelikle Türkiye-AB ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla yapılan mevzuat uyum çalışmalarına eğitim de dâhil edilmiştir. Eğitim alanında AB’ye uyum sürecinde ön plana çıkan en önemli belge, Türkiye’nin 2001 yılında yayınladığı Ulusal Program’dır. Ulus Programla birlikte Türk mevzuatında yapılması gereken değişikliklere ve gerekli kurumsal değişikliklere yer verilmiştir. Ulusal Program’da Türk mevzuatında değişiklik ve yenilikler şu şekilde sıralanmaktadır:

Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatlarına yetki ve sorumluluk devredilmesi amacıyla 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat Kanunu'nda düzenlemeler yapılması gerekmektedir.

Gerekli olan alt yapı oluşturulduktan sonra zorunlu eğitim süresinin AB ülkelerinin ortalaması olan 12 yıla yükseltilmesi halinde 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nda, 4306 sayılı Sekiz Yıllık Zorunlu İlköğretim Kanunu'nda finansman ile ilgili hükümlerin süre uzatımı ve kullanım alanları kapsamında, mesleki ve teknik eğitimle sanayi arasındaki ilişkinin artırılabilmesi için 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu'nda düzenleme gerekecektir.

Yükseköğretimle ilgili olarak, Bologna Deklarasyonu hedefleri doğrultusunda YÖK tarafından planlanan düzenlemeler ve yapısal değişiklikler gerçekleştirilecektir.(Terzi, 2005: 38)

Görüldüğü gibi AB üyelik sürecinde ülkemizde eğitimde merkeziyetçi yapı ve zorunlu eğitim süresinin kısa olması bir sorun olarak görülmüş ve bu yönde çalışmalar yapılması tavsiye edilmiştir. Özellikle son zamanlarda Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu tavsiyeler doğrultusunda eğitimde yerelleşme ve zorunlu eğitimin süresinin uzatılması konusunda çalışmalar yaptığı görülmektedir. Ayrıca Bologna Deklarasyonu baz alınarak “diploma ve akademik derecelere şeffaflık getirilmesi, yüksek öğretimde lisans, yüksek lisans ve doktora aşamalarının benimsenmesi, öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliğinin özendirilmesi, öğretim, yetiştirme ve araştırmaya dayalı entegre programlar geliştirilmesi ve akademik değerlendirme ve kalite kontrol sistemleri kurulması” (Terzi, 2005: 38-39) yönünde bir takım çalışmalar da yürütülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere; AB uyum sürecine bağlı olarak Türk eğitim sisteminin çehresinin önemli ölçüde değişmeye başladığı görülmektedir.

Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı’nın AB tavsiyeleri doğrultusunda gerekli kurumsal değişikliklere de gittiği görülmektedir. Bu bağlamda AB’ye uyum çalışmalarının süresini kısa ve orta dönemlerde yapılacaklar olarak sınıflandırdığı görülmektedir. Bu bağlamda kısa dönemde yapılması planlanan çalışmalar şu şekilde sıralanmaktadır:

AB'nin Gençlik ve Eğitim Programları'ndan sorumlu Ulusal Ajansın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’a ilişkin çalışmalar sonuçlandırılıp, uygulamaya konulacaktır.

AB tarafından desteklenen Mesleki ve Teknik Eğitimin Modernizasyonu Projesi, Dünya Bankası destekli Temel Eğitim Projesi, AB tarafından uygun görülen Mesleki ve Teknik Eğitimin Güçlendirilmesi projeleri ve Socrates, Leonardo ve Gençlik programları ile Türkiye eğitim alanında AB standartlarına en kısa sürede ulaşmayı hedeflemektedir.

Türkiye’nin, AB tarafından yürütülen eğitim programlarından SOCRATES programına 2001 Kasım ayından itibaren aktif olarak katılması planlanmaktadır. Bu bağlamda, AB tarafından öğrencilere mezuniyetlerinde verilmesi önerilen Diploma Eki (Diploma Supplement) uygulamasına tüm yükseköğretim kurumlarında Haziran 2001 tarihinden itibaren başlanacaktır.

Mevcut meslek yüksekokullarının, nitelikli öğretim elemanı ve gerekli fiziksel altyapı ile donanım problemlerinin çözümü için

gerekli çalışmalara ve düzenlemelere (Mesleki ve Teknik Öğretim

AB’ye uyumla ilgili eğitim alanında orta dönemde gerçekleştirilmesi planlanan değişiklikler ise resmi gazetede şu şekilde yer almaktadır:

Zorunlu ilköğretim süresinin AB ülkeleri ortalaması olan 12 yıl seviyesine yükseltilmesi için gerekli çalışmalar yapılacaktır.

Öğretmenlerin aldıkları hizmet içi eğitimlerinin özlük haklarına yansıtılabilmesi ve ihtiyaç duyulan alanlarda sözleşmeli öğretmen istihdam edilebilmesi için AB ülkelerinin ilgili mevzuatı ve uygulamaları gözden geçirilecek ve gerekli hukuki ve kurumsal düzenlemeler yapılacaktır.

Mesleki ve teknik eğitim ile ilgili olarak 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nda gerekli düzenlemeler Milli Eğitim Bakanlığı’nca tamamlanacaktır.

AB tarafından uygun görülen Mesleki ve Teknik Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi, mesleki eğitim ve öğretim ile özel sektörün talep ettiği vasıflı insan gücü arasındaki koordinasyonu sağlayarak, aradaki boşluğu kapatmaya çalışan, mesleki eğitim alanındaki uygulamalarını, AB standartlarına yaklaştıracaktır.

Ortak bir mesleki eğitim politikasının uygulanması için 1963 yılında uygulamaya konulmuş olan 363D0266 sayılı Konsey Kararı'nda yer alan üye ülkelerin, iş güçlerinin genel ekonomik durumlardaki ve üretim teknolojilerindeki değişikliklere adaptasyonunu, yüksek bir istihdam kapasitesinin yaratılmasını, işçilerin dolaşımına yardımcı olmayı sağlayacak on temel ilkenin ülkemizde de uygulamaya geçirilebilmesi için gerekli çalışmalara başlanacaktır.

Mevzuat değişikliği çalışmaları, 1998’de gerçekleştirilen 3. Esnaf ve Sanatkarlar Şurası sonrasında kurulan, Milli Eğitim Bakanlığı koordinatörlüğündeki “Şura İzleme Komitesi” çalışmaları çerçevesinde oluşturulan “Mevzuat Komisyonu” tarafından yürütülmekte olup; AB Müktesebatı ile uyum konusundaki çalışmaların tamamlanması planlanmaktadır.

Bakanlık taşra teşkilatlarına yetki ve sorumluluk devredilmesi amacıyla 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat Kanunu’nda düzenlemeler yapılacaktır. (Resmi Gazete, 2001)

Ulusal programda belirlenen bu hedefler doğrultusunda bir takım düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. Bu düzenlemelerden en önemlisi, katılımcı

ülkelerin AB Eğitim ve Gençlik Programlarından yararlanmayı sağlamak için ülke içinde kurdukları ve ilgili taraflar ile işbirliği içinde programdan yararlanma etkinliklerini örgütleyen uygulama birimi olan Ulusal Ajans’ın kurulmasıdır. Ayrıca yükseköğretim kademelerinde yapılan düzenlemeler de büyük önem arz etmektedir.

Ülkemizde 2001 yılında DPT bünyesinde oluşturulan Ulusal Ajans, Socrates, Leonar da Vinci, Youth (Gençlik) programları eşliğinde üç alt boyutta çalışmalarını sürdürmektedir. Ulusal Ajans’ın yaptığı geniş kapsamlı çalışmalarla Türkiye’nin Ocak 2004’de imzalanan anlaşmayla AB eğitim programlarına tam olarak katıldığı görülmektedir (İKV, 2004: 42). Dolayısıyla AB eğitim programlarıyla birlikte ülkemizde AB’ye uyum sürecinde eğitimle ilgili önemli çalışmalara imza atılmıştır.

Ayrıca eğitim alanında uyum konusunda önemli bir yere sahip olan Ulusal Program doğrultusunda MEB bünyesinde yer alan yönetim alanında da bir takım düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir. Bu bağlamda “3797 Sayılı Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa’nın 4359 sayılı Yasa’yla değişik 53, 56, 61 ve 62’nci maddeleri hükümleri doğrultusunda personel yönetiminin sorumluluk alanlarından; a) Yönetici atama, b) Öğretmen atama, c) İlköğretim müfettişi atama, d) Norm kadro” (MEB, 2001: 312-313) gibi alanlarda yeniden düzenlemeler yapılmıştır. Bu çalışmayla birlikte AB ülkelerinin eğitim yönetiminde istikrar ve verimliliği sağlayan güvencelerin ülkemiz eğitim yönetimine getirildiği görülmektedir. Özellikle norm kadro çalışmaları başlatılmış, bu çalışmayla her okulda branşlar bazında bulunması gereken norm kadro sayıları belirlenerek sağlıklı bir personel istihdamı gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece öğrencilerin eğitim-öğretim olanağından eşit bir şekilde faydalanması amaçlanmıştır. Ayrıca bu çalışma, AB ülkelerindeki öğretmen akreditasyonuna yönelik bir çalışmanın başlatıldığını da göstermektedir. Ancak bütün bu çalışmalara rağmen ülkemizde halen norm kadro açısından bölgeler hatta aynı bölgedeki okullar arasında da sorunların olduğu görülmektedir. Bazı okullarda branş bazında fazlalık varken, bazı okullarda derslerin boş geçtiği bilinmektedir.

Ayrıca Ulusal Programla birlikte meslek standartları kurumunun oluşturulmaya çalışıldığı, ancak meslek standartlarının belirlenememesi nedeniyle bu konuda düzenlenen eğitim programlarının uluslararası nitelikten uzak olduğu görülmektedir. Bu konuda AB eğitim programlarına uyum sağlanamadığı, dolayısıyla da AB ile işbirliği alanlarının daraldığı ve bireylerin serbest dolaşımının

engellendiğini söylemek mümkündür. Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde eğitimle ilgili birimlerin kurulmasının yanı sıra bu birimlerin yaptıkları çalışmaların değerlendirilmesi, eksikliklerinin ve sorunlarının saptanması için AB tarafından yıllık ilerleme raporlarının yayınlandığı görülmektedir. Bu raporlar, AB’ye üye ülkelerin eğitim alanındaki gelişmeleri ortaya koyması açısından büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde eğitim alanındaki gelişmeleri takip etmek için 1998’den 2006’ya kadar hazırlanan ilerleme raporlarına baktığımızda, Türkiye’nin eğitim sisteminin genel olarak AB eğitim politikalarıyla paralellik gösterdiği, ancak özellikle öğretim programları, haftalık ve yıllık ders süresi, zorunlu eğitim süresi, Demokrasi ve İnsan Hakları eğitimi, yabancı dil öğretimi, yaşam boyu öğrenme, mesleki eğitim ve öğretim sistemi, Temel Eğitim Programı, eğitim sisteminin örgütlenmesi ve yönetimi gibi alanlarda yapılan çalışmalara rağmen halen sorunların olduğu ifade edilmekte ve tavsiyelerde bulunulmaktadır. MEB’in bu tavsiyeler doğrultusunda hareket etmesiyle birlikte ülkemizde eğitimin hemen hemen her alanında yapılan eğitim politikalarında AB eğitim politikalarının etkileri bariz bir şekilde görülmektedir. Bu etkileri öncelikle öğretim programları açısından değerlendirdiğimizde, Türkiye ile AB ülkeleri arasında öğretim programları konusunda ortak bir politikanın olmadığı görülmektedir. Konuyu özellikle yetki ve sorumlulukların devredilmesi bazında ele aldığımızda birçok AB ülkesinde öğretim programlarının hazırlanması ve geliştirilmesinde bu yetki ve sorumlulukların merkez ile yerel yönetimler arasında paylaşıldığı görülmektedir. Ancak Fransa’da yetkilerin yerel birimlere aktarılması çalışmalarına rağmen ülke genelinde birlikteliği korumak için eğitim politikaları ve eğitim amaçlarının belirlenmesi, eğitim ile ilgili yasa ve yönetmelikler ile eğitim programlarının hazırlanması gibi konular Eğitim Bakanlığı’na bırakılmıştır (Sağlam, 1999: 130). Bu bağlamda ülkemizdeki öğretim programlarının Fransa’daki öğretim programlarıyla benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Fransa’da olduğu gibi ülkemizde de geliştirilen öğretim programları ulusal komisyonlarca hazırlanıp ulusal düzeyde uygulanmaktadır. Bu noktada ülkemizde öğretim programları konusunda mevcut uygulamanın AB ülkesi olan Fransa ile tutarlılık gösterdiği görülmektedir.

Ayrıca öğretim programlarının içeriği konusunun da AB ilerleme raporlarında bir sorun olarak yerini aldığı görülmektedir. Bu bağlamda AB ilerleme raporlarına göre, ülkemizdeki müfredat ve öğretim tekniklerinin gözden geçirilmesi ve

yenilenmesi gerekmektedir. Raporlarda ayrıca müfredatların, öğretim metotlarının ve öğretmen eksikliğinin eğitimin kalitesini olumsuz etkilediği de belirtilmiştir (AB Komisyonu, 2000: 43). AB Komisyonu’nun yaptığı bu açıklamalar neticesinde ülkemizde özellikle 2003 yılından itibaren müfredat ve öğretim yöntemlerinin yenilenmesi konusunda yapılandırmacı yaklaşım temele alınarak bir takım değişiklikler yapılmıştır. Yapılan bu değişikliklerle yaşam boyu öğrenme, sosyal yaşam, kişisel tatmin ve gelişim konularında da bazı çalışmaların yapıldığı görülmektedir. Ancak uygulamada yaşanan sorunlar nedeniyle ülkemizde eğitimin kalitesinin artması yönünde tam olarak bir iyileşme söz konusu olmadığı görülmektedir.

Haftalık ve yıllık ders süresi açısından baktığımızda; Almanya, Fransa ve İngiltere’de haftalık ders saatinin 25-36 saat, yıllık ders saati toplamı ise 974-1400 saat arasında değiştiği görülmektedir. Türkiye’de haftalık ve yıllık ders saatleri toplamının genellikle bu ülkelerle aynı olduğu bilinmektedir. Okutulan dersler açısından karşılaştırıldığında; ilköğretim okullarında okutulan Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi gibi temel derslerin okutulma süreleri ve liselerdeki ortak dersler içinde Fizik, Kimya, Biyoloji ve Tarih derslerinin yıllık saat tutarları bakımından da benzerlik görülmektedir. Ancak ülke dili, felsefe grubu ve Coğrafya gibi derslere Türkiye’nin AB ülkelerinden daha fazla zaman ayırdığı görülmektedir (MEB, 2001:

305). Ülkemizde özellikle 2012 yılında 12 yıllık zorunlu eğitimle birlikte haftalık ders saatlerinin okul türlerine göre değişmekle birlikte daha da arttığı görülmektedir.

İlkokul, ortaokul ve liselerde AB ülkeleri ile ortak okutulan derslerden özellikle Matematik ve Fen Bilgisi ders saatlerinin PİSA’daki başarıyı yakalamak çabası içinde olan ülkemizde daha da arttırılmıştır. Bu durum ise ülkemizin bu konuda AB standartlarının üzerine çıktığını göstermektedir. Konuyu okulların öğretime açık olduğu süreler bakımından değerlendirdiğimizde; bu sürenin “Türkiye’de 180 işgünü olduğu, Almanya ve İngiltere’de 200-210 arasında değiştiği, Fransa’da ise Türkiye ile aynı olduğu görülmektedir” (Demirel, 1999: 55). Görüldüğü gibi AB ülkelerinde okulların açık olduğu süre Türkiye’den daha fazladır. Bu durumu, AB ülkelerinin eğitim saatlerini arttırarak öğrenme kaybını önlemeye çalıştıkları şeklinde yorumlayabiliriz.

Ülkemizde zorunlu eğitim süresi de ilerleme raporlarında bir sorun olarak gösterilmiş ve uzatılması yönünde tavsiyelerde bulunulmuştur. Dolayısıyla

ülkemizde AB eğitim politikalarının etkisiyle günümüzde bu sürenin uzatıldığı görülmektedir. AB ülkelerinde genel olarak zorunlu eğitim süresi 9-12 yıl arasında değişmektedir. Örneğin; Fransa’da 10, İngiltere’de 11, Almanya’da 12 yıl olarak

ülkemizde AB eğitim politikalarının etkisiyle günümüzde bu sürenin uzatıldığı görülmektedir. AB ülkelerinde genel olarak zorunlu eğitim süresi 9-12 yıl arasında değişmektedir. Örneğin; Fransa’da 10, İngiltere’de 11, Almanya’da 12 yıl olarak