• Sonuç bulunamadı

2.4. Bilgi Toplumunun Ortaya ÇıkıĢı

2.4.3. Bilgi Toplumu Sürecinde Teknoloji Olgusuna Genel Bir BakıĢ

2.4.3.1. Teknoloji Edinme ve Ġnovasyon

2.4.3.1.2. Teknoloji Üretimi

Bir ülkenin hem siyasi hem ekonomik anlamda bende varım diyebilmesi o ülkenin teknoloji üretim gücünden geçmektedir. Çünkü bilim, teknoloji ve yenilik yeteneği, rekabet üstünlüğünün ve sürdürülebilir sosyo-ekonomik geliĢmenin belirleyici unsurlarından biri haline gelmiĢtir. ‗Teknoloji özellikle yeni teknolojileri edinme çabası

ülkelerin teknolojik yarışa girmelerine neden olmakta ve bu da teknolojik savaşı doğurmaktadır‘ (Gürol, 1993: 23). Bu savaĢı kazanmanın yolu da teknoloji üretmekten

geçmektedir. Ülkelerin geliĢme sürecinde teknoloji üretebilmelerinin önemini Yücel‘de Ģu sözleri ile vurgulamaktadır; teknoloji üreten ülkelerin teknoloji transferi yapan ülkelere oranla siyasi ve ekonomi arenasında daha fazla rekabet üstünlüğüne sahiptir (Yücel, 1997: 4). Aynı zamanda teknolojiyi üretemez transfer yolunu seçersek uzun vadede bağımlı bir ülke olmamız kaçınılmazdır (KeleĢ, 2007: 58).

Teknolojik hedeflerimize ulaĢabilmemiz teknoloji transferinden çok teknoloji üretme yeteneğimize bağlıdır. Küçükçirkin teknoloji üretebilmemiz için gerekli olan öğeleri Ģöyle sıralamaktadır:

1-AraĢtırmacı nitelikli insan gücü, 2-Yeterli bilgi birikimi,

3-Yeterli finansal kaynak ve

4-Ar-Ge‘ye gereken önemi vererek Ar-Ge çalıĢması yapmak (Küçükçirkin, 1990:1–2).

Bilgi Toplumunda teknoloji üretimi, Küçükçirkin‘inde ifade ettiği gibi iyi bir altyapı, AraĢtırma-GeliĢtirme (Research&Development-R&D) ve inovasyon (innovation) yolu ile mümkündür. Teknolojiyi yaparak öğrenmek ki, bu da Ar-Ge‘ye karĢılık gelmektedir. Ar-Ge‘de bir kültürel süreci (zihniyeti) gerektirmektedir. Çünkü teknoloji üretimi aynı zamanda; toplumun teknik ve bilimsel bilgi düzeyi ile de alakalıdır. Drucker‘a göre, yüksek bilgi verimi ister iyileĢtirmeler yoluyla ister uygulama ya da yenilikler yoluyla olsun, çok uzun bir sindirme süresinin sonucunda geliĢir (Drucker, 1993: 267). Nedeni, teknik ve bilimsel bilginin ekonomik sürece aktarılmasının uzun, zahmetli ve sabır isteyen bir süreci içermesidir. Burada ki hedef

kitlenin iĢgücü olması ve bu hedef kitlenin gerekli teknik ve bilimsel bilgi ile donatılması uzun vadeli bir çalıĢmayı gerektirmektedir.

Ġçinde bulunduğumuz Bilgi Toplumunda teknoloji üretmenin en önemli ayağını Ar-Ge faaliyetleri oluĢturmaktadır.

OECD 2006‘da Ar-Ge‘yi diğer faaliyetlerden ayırabilme ölçütünü Ģöyle belirtmiĢtir; Ar-Ge‘nin içerisinde görülebilir bir yenilik unsurunun bulunması ve bilimsel ve/veya teknolojik belirsizliklerin giderilmiĢ olması gerekmektedir (CumhurbaĢkanlığı Raporu, 2009: 8). CumhurbaĢkanlığı DDK Teknopark AraĢtırma ve Ġnceleme Raporunda, araĢtırma; herhangi bir konuda yeni bir bilgi elde etmeye yönelik bilimsel bir faaliyet, geliĢtirme ise; mevcut bilgi, yöntem veya teknolojiyi, yeni elde edilen bilgi doğrultusunda daha ileriye götürmek Ģeklinde tanımlanmıĢtır (CumhurbaĢkanlığı raporu, 2009: 9).

Dünya ekonomisindeki geliĢmeler ve artan rekabete bağlı olarak ‗yenilik‘ konusuna ilgi de gittikçe artmaktadır. 1980‘ler de ortaya çıkan ‗Yeni Büyüme Kuramı‘ (Ġçsel Büyüme Kuramı) teknolojik geliĢme ve beĢeri sermayeyi büyümenin temel belirleyicileri olarak savunmaktadırlar. Büyümenin itici gücü olarak Ar-Ge faaliyetlerinin önemini vurgulayan Ar-Ge‘ye dayalı ekonomik büyüme modeli ilk kez Romer (1990) tarafından ortaya atılmıĢtır (Jones, 1998: 2). Daha sonra bu yaklaĢım Rıvera-Betiz & P.M. Romer (1991), Grossman &Helpman (1991) ve Aghion &Howitt (1992) tarafından geliĢtirilmiĢtir (Altın ve Kaya, 2009: 251–259).

AraĢtırma-GeliĢtirme (Ar-Ge), OECD Frascati Kılavuzu‘nda; ‗Ġnsan, kültür ve toplumun bilgisinden oluĢan bilgi dağarcığının artırılması ve bu dağarcığın yeni uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalıĢmalar‘ (OECD, 2006: 30) olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda Frascati Kılavuzu‘nda, Ar-Ge teriminin üç faaliyeti kapsadığı ifade edilmektedir. Bunlar; ‗temel araĢtırma, uygulamalı araĢtırma ve deneysel geliĢtirmedir. Bunlar; temel araĢtırma, uygulamalı araĢtırma ve deneysel geliĢtirmedir. Temel araĢtırma; ‗görünürde özel herhangi bir uygulaması veya kullanımı bulunmayan ve öncelikle olgu ve gözlemlenebilir olayların temellerine ait yeni bilgiler elde etmek için yürütülen deneysel veya teorik çalıĢmalardır‘. Uygulamalı araĢtırma; ‗yeni bilgi elde etmek amacıyla üstlenilen özgün bir araĢtırmadır. Bununla birlikte, öncelikle belirli bir pratik amaç veya

hedefe yöneliktir‘. Deneysel geliĢtirme; ‗AraĢtırma ve/veya pratik deneyimden elde edilen mevcut bilgiden yararlanarak yeni malzemeler, yeni ürünler ya da cihazlar üretmeye; yeni süreçler, sistemler ve hizmetler tesis etmeye ya da halen üretilmiĢ veya kurulmuĢ olanları önemli ölçüde geliĢtirmeye yönelmiĢ sistemli çalıĢmadır‘ (DPT, 1990: 11) diyerek ayrıntılı bir Ģekilde tanımlanmıĢtır.

AnlaĢılacağı gibi yeniliğin temel dinamiklerinin arasında Ar-Ge faaliyetleri ile bunların sürekliliğinin vazgeçilmez bir yeri vardır. Söz konusu faaliyetler, sadece endüstriyel yapıyı değil, aynı zamanda geliĢme stratejilerini de yansıtır. Gayri Safi Yurt Hasılası (GSYH)‘nın, 0,045‘lik bölümünü Ar-Ge harcamalarına kullanan Türkiye‘nin yıllık ortalama Ar-Ge büyüme oranı; Meksika, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerle birlikte yüksek görünmesine rağmen, GSYH‘larının yaklaĢık % 2-3‘ünü bu tür faaliyetlere ayıran ülkelerle karĢılaĢtırıldığında ayrılan kaynak miktarının OECD tarafından öngörülen ortalamanın altında kaldığı görülmektedir. Bu durum dikkate alınırsa Ar-Ge faaliyetlerinin büyük boyutlara çekilmesine zemin hazırlayacak insan ve bilgi altyapısı ile bunu sağlayacak yeterli mali kaynak tahsisinin ne kadar gerekli olduğu açıktır. Her ne kadar Türkiye ve benzeri ülkeler, geliĢmiĢ ekonomilere sahip ülkelere göre nispeten daha yüksek devlet Ar-Ge harcaması yapmıĢ olmalarına rağmen, ticari sektörün teknolojik yetersizliği ile bilimsel ve teknolojik altyapılarının toparlanmaya ihtiyaçları bulunduğunu göstermektedir. Bu durum, firmalar, üniversiteler, araĢtırma kurumları ve devletin içinde yer alacağı, Milli Yenilik Sistemimizin acilen tesisinin gerekliliğine iĢaret etmektedir (Ayhan, 1999: 23). Diğer taraftan ülkemizde Ar-Ge faaliyetlerinde özel sektörün payı % 23,3, kamu sektörünün payı % 14,5, üniversitelerin payı ise %62,2‘dir. Ġleri ülkelerde özel sektörün payı % 50‘nin üzerindedir (Çakmakçı, 1999: 43).Ġleri ülkeler düzeyine ulaĢabilmemiz için öncelikle; Ar-Ge çalıĢmalarına özel sektörü dâhil etmeliyiz. DPT‘nin 2011 programında özel sektörün bu alandaki önemine değinilmiĢ ve son yıllarda sağlanan teĢvikler sayesinde özel sektörün bu alanda daha fazla varlık gösterdiğine vurgu yapılmaktadır (DPT, 2011: 131).

Grafik 2: Yıllık Ar-Ge Faaliyetlerine Ayrılan Kaynakların GSYH Ġçindeki Payları ve Yıllık ArtıĢ Oranlarını Gösteren Grafik

Ortalama Yıllık Ar-Ge Büyüme Oranı (%)

(Kesik çizgiler OECD ortalamasını vermektedir)(OECD, 1998).

Bu göstergelere bakarak ülkelerin sosyo-ekonomik güçlerinin sahip oldukları teknolojiye paralel olduğunu söyleye biliriz.

Günümüzde geliĢme ölçüsü, Ar-Ge harcama miktarı, insan gücü, ülkenin enformasyon ve dokümantasyon sisteminin etkinliği ve sanayinin yapısı ile doğru orantılıdır (ÖzdaĢ, 1990: 34–40). Bu ifadelere bakarak toplumların geliĢmiĢlik düzeyini çeĢitli kriterler/kıstaslar/ölçütler doğrultusunda (demir-çelik, çimento, otomotiv sanayi vb.) ölçe biliriz. Bunların en önemlisi ve Bilgi Toplumunun da varlık sebebi olarak görülen, nicel ve nitel açılardan yapılan Ar-Ge (Ar-Ge‘nin kurumsallaĢması) çalıĢmalarıdır.

Ar-Ge harcamaları çok masraflı olduğu için, küçük bağımsız firmaların gücünü aĢmaktadır; bu da monopolcü/tekelci ve devlet destekli piyasa yapılarının varlığını zorunlu kılmaktadır. Özellikle geliĢmiĢ ülkelerde özel sektörün ağırlıkta olduğu bu alan, bizde kamu ağırlıklıdır. Bunun çeĢitli sebepleri vardır. En önemli sebeplerinden bir tanesi, Ar-Ge faaliyetlerinin sabır ve ekonomik güç gerektiren bir yapıya sahip olmasıdır. Gürol‘unda ifade ettiği gibi, teknoloji üretmek sabır isteyen, nitelikli insan gücüne dayanan ve masraflı bir süreçtir (Gürol, 1993: 32). Akçi ise bu konuda Ģöyle

diyor; Ar-Ge çalıĢmaları uzun dönemde sonuç verdiği için sanayicilerin kısa dönemde ticari bir kar beklememeleri gerekli (Akçi, 2004: 37 den Akt. KeleĢ, 2007: 61).

Ġfadelerin geneline baktığımızda Ar-Ge‘nin önemli bir ekonomik kaynak gerektiren bir çalıĢma olduğunu anlıyoruz. Çünkü Ar-Ge ekip çalıĢmasına dayanan ve uzun bir zaman dilimini kapsayan bir süreci ifade etmektedir. Bundan dolayı ekip araĢtırmaları büyük dev firmaların iĢine gelirken, küçük ve orta boy iĢletmeler için oldukça zahmetli bir süreçtir (Duran ve Atik, 2002: 157). Bu durum büyük firmaları, küçük ve orta boy firmalar/Ģirketler karĢısında avantajlı bir hale getirmektedir. Özellikle bizim gibi geliĢmekte olan ülkeler için bu önemli bir problemdir.

Diğer taraftan teknolojiye sahip olmanın bir diğer yolu da, kopya edilmiĢ (taklit) teknolojiyi geliĢtirmekten geçmektedir (KeleĢ, 2007: 60). Bu yolla az geliĢmiĢ ülkeler ve geri kalmıĢ ülkeler kopya/taklit ettikleri teknolojiyi geliĢtirerek üretme yeteneklerini geliĢtirdikleri bilinmektedir.

Sonuç olarak, bu süreçlerin tamamı ileriye dönük stratejik politikalara bağlıdır. Öztürk‘te bu konuda Ģunları söylemektedir; teknoloji üretmemiz politik Ģartlarımıza ve ileriye dönük stratejilerimize bağlıdır (Öztürk, 2003: 212 den Akt. KeleĢ, 2007: 60). Öyleyse artık know-how üretemeye yönelik stratejilere ihtiyacımız vardır.