• Sonuç bulunamadı

Bilgi Toplumunda bilginin kurumsallaĢması, kültürü toplumun merkezine yerleĢtirmiĢtir. Kumar‘ a göre, kültür bundan böyle toplumun ve ekonomik sistemin yansıması ve sonucu değil; toplumsal, ekonomik, politik ve hatta psikolojik gerçekliğin birincil belirleyicisidir (Kumar, 1999:141). Öyle ki, üretim iliĢkileri dahi git gide artan ölçüde kültürel hale gelmektedir. Bunun en önemli çıktısı da teknolojidir.

Çünkü toplum, kültür sistemi çerçevesinde oluşturduğu sorunlarını, yine kendi kültürünün ortaya çıkardığı, kendi ürettiği yenilikçi çözümler ve kendisine özgü yarattığı teknolojisi ile çözmektedir. Ancak bu, toplumların yapısıyla yakından ilişkilidir. Toplumların bunu yapabilmesi, sahip oldukları bilgi sistemlerine, değerler sistemine ve kurumsal yapılarına bağlıdır. Toplumsal yapıların sorun çözücü süreçlerini oluşturan, teşvik eden ve bireyleri bu yönde harekete geçiren bir kültürel yapı olması gerekmektedir (Çopuroğlu ve Uzun, 2011: 324).

Teknoloji bilginin daha spesifik bir halidir. Bilgiyi elde etme yöntemlerindeki değiĢim, buhar makinesinin icat edilmesi, bilim ve teknoloji tarihi açısından önemli değiĢimlere yol açmıĢtır. Çünkü ardından baĢlayan ‗sanayi toplumu‘ ile taĢradan gelen, büyük fabrikalarda çalıĢan binlerce iĢçinin üretime girdiği, yeni bir tarih sayfası açılmıĢtır (Yamaç, 2009: 23). Bu tarihi sayfa, yeni yaĢam formlarını ve sosyo-ekonomik değiĢimleri yazmaktadır.

1950‘lerde ve 1960‘larda pozitivist felsefeciler teknolojiyi sadece fayda sağlayan bir Ģey olarak algılamıĢlardır (Bülbül, 2008: 14). Bu türden anlayıĢ yerini 21. yy da entelektüel boyuta bırakmıĢtır. Artık teknoloji entelektüel iĢçilerin hayatın her yerinde var olduğu kabul edilen bir kimlikle tanımlanmakta ve tanınmaktadır. Layton teknolojinin kendi kurumuna, kendi değerlerine ve yöntemlerine, kendi bilgi türüne sahip olduğunu vurgulamaktadır (Bülbül, 2008: 15). Bu değerleri ve yöntemleri belirleyen temel ögede kültürdür. Kaynakları, aletleri, süreçleri, personeli, bunların yanı sıra, bilim ve mekaniğin prensiplerini, sorunların çözümüne uygulaya, bir tür beceri kültürüdür.

Teknolojik devrimler, tarihte her zaman yenilik kültürüyle bir arada olmuĢtur (Hall-Castells, 1994: 21). Bizim gibi norm, değer ve geleneklerin hâkimiyetinde ki toplumlarda, topluluk bilinci çok güçlüdür. Öyle ki, bu tip toplumlarda değiĢim yaĢanırken gösterilen direnç, yeni bir değiĢimde yine kendisini göstermektedir. Öte yandan, Castells‘in de söylediği gibi, büyüme düĢüncesini benimseyen bireyler ve çeĢitlilik gösteren topluluklar, yenilik konusunda daha az kuĢku duyma eğilimindedirler (Dickson, :92). Ġnovasyonda da baĢarılı olabilmek için de temel kültürel özellikler, yeniliğin fırsatlarına yönelik pozitif duygu, giriĢimcilik (entrepreneurialism), rekabetçilik (competitiveness), farklı görme, risk alma, yaratıcılık, kritik-analitik düĢünmek, baĢarısızlığı hoĢ görmek, iletiĢim ve iĢbirliği olarak sayılabilir. Mumford, ‗teknolojinin geliĢimini, insanın kültürel geliĢiminin ayrılmaz bir parçası olarak‘ görmektedir (Bülbül, 2008: 68). Kültürü, toplumun yapısını biçimlendiren ve etkileyen değerler ve bunları ölçünleyen düzgüler örüntüsü olarak tanımlayan BaĢaran, aynı zamanda insanın kiĢiliğinin, kalıtsal gizilgüçlerinin kültürle olan etkileĢiminin bir ürünü olduğunu söylemektedir (BaĢaran, 2008: 385). Ġnsan bu sosyalleĢme sürecinde geliĢtirdiği, bu değerler sisteminin penceresinden çevresine bakar ve anlamlandırmaya çalıĢır. Unutmayalım ki, her insan kendi kültürünün insanıdır.

Bir ülkedeki siyasilerin/politikacıların, ekonomik kararlarında ve teknolojik yatırım politikalarında kültürel süreçlerin önemli etkisi bulunmaktadır. Ġnsan sermayesinin yanında, sosyal bir sermaye olarak kültürün önemi, göz ardı edilemez. Unutmayalım ki, kültürel sistemin önemli bir unsuru olan sosyal bağlar; firmaların birbirleriyle olan iliĢkilerinde, bilgi ve güven dolaĢımında, güçlendirme noktasında

belirleyici bir etkiye sahiptir. Sosyal iliĢkiler ağı, bilginin özellikle yenileĢme ve değiĢim süreçlerinde, iĢbirliği çerçevesinde kullanılmasını olanaklı hale getirmektedir. Dolayısıyla bilgi birikimi, yenilik ve değiĢme, sosyal sermayenin engelleyici değil, elveriĢli olmasını gerektirmektedir. Yeni üretim süreçlerinde, giriĢimciler ve çalıĢanları birbirine bağlayan, iĢbirliğini ve güven iliĢkilerini geliĢtiren ağlar, sosyal sermaye çerçevesinde yani kültürle Ģekillenmektedir.

Kültür bir markadır sözü, kültürel farklılığı ortaya koyarken aynı zamanda sosyal bağlarında farklılığını anlatmaktadır. Bir araba! nasıl ki üreten için farklı (karlı bir mal, toplumsal gelire katkı), kullanan için farklı (toplumsal statü, kendini ifade etme), araba sahibi olmayan için farklı (bir tehdit, çevre için tehlike) anlamlar yüklene biliyorsa farklı kültürlerde de arabaya farklı rol ve anlamlar yükleyebilirler. Kısacası, ‗kimse bir makinenin iĢlevinin basit, tek bir iĢ görmek olduğunu söyleyemez!‘ (Dickson, :226–227). Teknolojinin maddi anlamı dıĢında simgesel anlamı da olduğu ve bunun da bir dizi anlamlandırma tarzı içinde gerçekleĢtiğini görmekteyiz. Yani teknoloji sanki bu süreçte tarafsız bir öğeymiĢ gibi görünüyorsa da hâkim kültürün ve hâkim ideolojinin elçiliğini yapmaktadır.

Kurumlar toplumdan topluma Ģeklen benzerlik gösterse de içerik olarak farklıdır. Ġçerik olarak farklı olmasının belki de en önemli sebebi kültürlerin yani inanıĢların, davranıĢların, geleneklerin, göreneklerin vs. toplumlara has olmasıdır. Sağlık bir kurumdur. Tüm toplumlarda vardır. Ancak içerisinin doldurulması farklı kültürden örüntüleri içermektedir. Aile bir kurumdur fakat aile kurumunun kendi içindeki dinamikleri her toplumda farklılık içermektedir. Her birey içinde bulunduğu kültürün motifleri ile sosyalleĢmektedir. KarĢılaĢtığı sorunları da bu kültürel motifler doğrultusunda gerçekleĢtirdiği kognitif faaliyeti ile çözmektedir. BaĢaran, algı; düĢüncenin, yorumun ve yargılamanın öğesi; bellek, algıların saklandığı biliĢsel bir güç; biliĢsel gücün iĢlevi ise düĢünmedir (BaĢaran, 2008: 111) der. DüĢünmede bellekteki edinilmiĢ algıları kullanarak, bir soruna çözüm üretmektir. Unutmayalım ki, her toplumun yapısında sorunları çözmeye yönelik dinamikler mevcuttur. Önemli olan onu uyandırmak ve kanalize edebilmektir.

Batı bunu, doğaya egemen olma veya doğayı değiĢtirmenin teknoloji ile mümkün olabileceğini bireylerine aĢılayarak sağlamıĢtır. Bu düĢünceyi içselleĢtiren batı

uygarlığı Ģuanda yaratıcı ve üreten bir toplum haline gelmiĢtir. Erkan‘da, doğaya teslim olmak yerine, doğanın nimetlerinden yararlanma kültürünü bir üst aĢama olarak nitelendirmektedir. Ve bu noktada Türk Toplumu‘nun pratik zekâsının üstün, ancak yenilik ve yaratıcılığının sınırlı olduğunu söylemektedir (Erkan, 1994: 222). Aynı zamanda; düĢünce kalıplarımızı olumsuz anlamda biçimlendiren/Ģekillendiren ve kültürel motiflerimize nerden girdiği belli olmayan deyim veya atasözlerinin (eski köye yeni adet getirme, eski taĢ eski hamam, en iyi yol bildiğin yoldur) ve de yanlıĢ kaderci yaklaĢımların kültürel sistemimizden ayıklanması gerekmektedir. Çünkü atasözleri, deyimler ve dini birtakım ritüeller içinde bulunduğu toplumun yaĢam tarzını ve kültürünü yansıtmaktadır.

Ġnovasyon için, öncelikle bir yenilik kültürünün varlığı gereklidir. Ġnovasyon kültürünü oluĢturmak ve her kesime yaymak ancak, kültürel motifleri, düĢünce kalıplarını değiĢtirmek veya harekete geçirmek ile mümkündür. Bu da hiç kolay bir süreç değildir; çünkü insanoğlu, kültür olarak geçmiĢ kuĢaklardan miras aldığı; değer, norm, davranıĢ kalıpları ile dünya görüĢlerini korumak ister. Marx‘da, toplumun ‗mitoslarla‘, din ve ahlakla oluĢan manevi yapılarının, bütün bir politik ideolojinin, her Ģeyden önce de, çok daha derin bir yapının eseri olduğunu söylemektedir (Schwartz vd., 1998: 14). Marx burada derin bir yapı olarak toplumların kültürel sistemlerine atıfta bulunmaktadır

Marx‘ın bu ifadesi geleneksel toplumlar için açıklayıcı olsa da, Bilgi Toplumu için o kadar açıklayıcı değildir. Çünkü Bilgi Toplumunda toplum kültürünü kuruluĢun kültürü belirler veya Ģekillendirir. Bu sayede kuruluĢlar ayakta kalır ve yenilikçi sosyal katkısını gerçekleĢtirir.

Bilim, Ġnovasyon ve teknolojide ilerleme kaydetmiĢ toplumların ortak özellikleri hoĢgörü kültürüne sahip olmalarıdır. Ayhan bu konuyu Ģöyle açıklıyor; ‗bugüne kadar yapılan incelemeler göstermiĢtir ki, yeni bir ürün geliĢtirmek için yaklaĢık 3.000 parlak fikirle yola çıkılması gerekmektedir. Bunlardan ancak 4 tanesi makul bir program hâline gelmekte ve bir tanesi kazanç getirecek bir ürüne dönüĢtürülmektedir. Bu itibarla öncelikle kurum içinde fikirlerin çiçek gibi açtığı bir iĢyeri kültürü geliĢtirilmesi gerekmektedir‘ (The Economist, 1999 den Akt. Ayhan, 1999: 11). Ġtalya‘nın Floransa Ģehrinde yaĢayan Medicine ailesi de hoĢgörüsü ile Rönesans‘ın doğmasına neden

olmuĢtur. Silikon Vadisi‘ de bilim adamlarına sunmuĢ olduğu hoĢgörü ortamıyla var olmuĢtur. Ġsrail ise bilim adamı eksikliğini 90‘lı yıllardaki Doğu Blok‘unun dağılması ile çeĢitli nedenlerden dolayı vatanlarından ayrılmak zorunda kalan bilim adamlarını Ġsrail‘e getirilmesi ile bunu baĢarmıĢtır.

Yani, kültürel havanın değiĢmesine bağlı olarak, bilimsel ilerleme, Ġnovasyon ruhu ve insan bilincinin geliĢmesi de tetiklenmiĢ olmaktadır (Schwartz vd., 1998: 56). Her çağın kültürel havasına bağlı olarak birçok alanda olduğu gibi, bilim ve teknoloji alanlarında da kendine özgü bir karakter oluĢmaktadır. Bu karakterin sosyal geliĢmeler, askeri ve siyasi iliĢkiler ile hayat standartları üzerinde belirleyici bir rolü bulunmaktadır. Eğer, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel ortamlar, yeniliğe ve değiĢime açık ve uygun ise; teknolojik özden kaynaklanan yenilenme ve değiĢim süreçleri de daha hızlı, daha etkin ve daha kavrayıcı (Erkan, 1994: 95) olmaktadır.

Elbette ki bu süreçleri, bilimsel geliĢme içinde bulunulan ekonomik Ģartlardan bağımsız düĢünemeyiz. Bilimin geliĢmesi nasıl ki, ekonomik ve toplumsal Ģartlara bağlı ise ekonomik ve toplumsal geliĢmelere bağlıdır. Hemen hemen pek çok iktisat teorileri (klasik, neo-klasik, Keynesçi ve yapısalcı) teknolojinin kapitalist sistemin en önemli dinamiği olmasa da önemli kaynaklardan birisi olduğunda hem fikirdirler. Freeman ve Soete‘ye, teknoloji ekonomiye doğrudan verimliliği arttırarak, ya da sermayenin getirisini arttırarak, yeni yatırım ve gelir artıĢına fırsat vermektedir (Freeman ve Soete, 2003 den Akt. Yamaç, 2009: 30). Bu geliĢmeler, yeni iĢbölümü ve uzmanlaĢmaların doğmasına neden olur. Yeni iĢbölümü ve uzmanlaĢma, yeni mesleklerin doğması anlamına gelmektedir. Teknolojinin, ekonomik süreçten sonra etkilerinin görüldüğü alan, sosyal alandır.

Temel sorun, bilgiye sahip ve bilgi üretebilir insan yetiĢtirme ve onları motive etme sorunudur. Bilim ve teknoloji alanında baĢarıyla dolu bir yol kat etmek istiyorsak yaĢam tarzımızı bilimsel metot ve analitik düĢünce üzerine kurmak zorundayız. Çünkü bilimin, bilginin, Ġnovasyon‘ un ve teknolojinin temel girdisi zihin esnekliğidir. Bu esneklikte ancak içinde bulunulan kültürün sosyal öğeleri ile mümkündür. Sorokin ekonomik yapının beĢ temel (dil, din, bilim, sanat, hukuk sistemi) kültür sistemi ıĢığında Ģekillendiğini söylemektedir (Erkilet, 2007: 23). Kısacası ekonomik yapı, içerisinde bulunduğu toplumsal yapıdan ya da kültürel dokudan ayrı düĢünülemez.

1.4. Üretim Tarzı Ġle Toplumsal Yapı Arasındaki ĠliĢkiler ve TartıĢmalar