• Sonuç bulunamadı

2.1 Modern Mimarlığın Türkiye’de Üretilme Biçimleri

2.1.3 Uygulama Alanı

2.1.3.2 Teknik ve Malzeme

Modern mimarinin söylem olarak mekansal ve biçimsel anlamda getirdiği yeniliği uygulama alanına taşıyacak en önemli veri, teknik ve malzeme kullanımının değişmesidir. Toplumsal düzende meydana gelen değişiklik ve buna ek olarak inşaat uygulamalarının malzemelere bağımlı olarak değişmesi, mimarinin de değişimini zorunlu kılmaktadır. Mimar/Arkitekt dergisinde yer alan birçok makalede, yapım tekniğini değiştiren ve zamanın en önemli keşfi olarak kabul gören betonarme, sıklıkla değinilen bir konu olarak ön plana çıkmaktadır. Betonarmenin keşfi ile birlikte, Avrupa’da gerçekleştirilen ve yapı malzemesindeki çeşitliliğin artışına neden olan büyük sanayileşme de dönem yazılarında üzerinde durulan bir konu oluşturmaktadır. Fakat bu gelişmelerin Türkiye’de uygulanabilme problemleri sık sık dile getirilerek, uluslararası bir ürün vermeye çalışan Türk mimarların kendi ülkelerindeki yerel teknik ve malzeme kullanımından dolayı yerel ürünler vermeye mecbur kalması, yazıların bir diğer konusunu oluşturmaktadır. Burhan Arif’in

kaleme aldığı “Türk Mimarisi ve Beynelmilel Mimarlık Vasıfları” adlı yazı, “Bir Türk mimarı uluslararası bir teknik ile Avrupai bir inşa örneği yapmak istese, yapı malzemesinin mecburiyeti olarak mimaride memleketin mahalli yapı şekillerine bağlanmaya mecbur oluyor. Mesela düz çatı malzemesinin memleketimize girmemesi veya demir şerit pencerelerin bugün için uygulanması mümkün olmamasıyla Türk mimarisi daha yerel kalmaya mahkum oluyor.” cümleleri ile Türk mimarların yeni gelişen teknoloji karşısında düştükleri çaresizlikleri aktarmaktadır. (Burhan Arif, 1931, s. 365)

Modern tekniğin gelişimi ve yeni malzemelerin kullanımının inşaat uygulamalarında getirdiği yenilikler, Samih Saim’in yazısında, adeta modern mimarlığın varoluş nedenlerini tarifler niteliktedir. Saim, bu yeni tekniğin getirdiği yenilikler ile yeni hayat tarzına uyum sağlayabilmemiz için binaların birçok unsurunu değiştirdiğini ve bugüne kadar görmediğimiz formların oluştuğunu belirtmektedir. (Samih Saim, 1931c) Betonarme ile birlikte ortaya konan yekpare inşaat sisteminin, zemindeki rutubetten yalıtılarak direkler üzerinde bir yapı oluşturduğunu belirten mimar, adeta Le Corbusier’in Villa Savoye binasını tarif etmektedir. Bu sistem ile ortaya çıkan terasların ise yapıya kattığı yeni anlamı, “Terasanın doğuşu ile ufki bir cephe tipi doğmuştur. Bu düz çatılar sayesinde binalarımız yan cepheleri gibi bir yeni cephe daha kazanmıştır. Bu cephe düz ve ahenktar bir plan halinde teşkil olunacağı gibi üzeri yeşillikli bir bahçe halinde dahi tanzim olunabilir.” cümleleri ile anlatmakta; bir nevi yine Le Corbusier’in sıklıkla kullandığı, çatının beşinci bir cephe gibi tasarlanması gerekliliği ve çatı bahçesi gibi kavramları isim vermeden yerli mimarlara tanıtmaya başlamaktadır. (Samih Saim, 1931c, s. 135) Yazının devamında ele alınan pencere vurgusu ise, “Bu güne kadar cari olan inşaat sistemleri, mimara pencereyi ancak irtifaına olarak açabilmek imkanı vermişti. Küçük açıklıkların üstü taş ya da tahta lentolar ile örtülürdü. İçerideki mekanın daha fazla ışık alması için pencere boyu dikine yükseltilir, bu nedenle yüksek tavanlı hacimler elde edilirdi. Bu hacimlerde insanlar nispetsiz ve mikyassız kaldılar. Betonarme ve bunun doğurduğu yekpare inşaat sistemi uzun zamandan beri aranılmakta olan bu mantıki pencereyi olanaklı hale getirdi.”

cümleleri ile yeni tekniğin ve malzemelerin, yeni bir mimarlık oluşturma adına yüklendiği işlevleri anlatır niteliktedir. (Samih Saim, 1931c, s. 137-138)

Savunulan bir diğer argüman ise Avrupa’nın ve yabancı uzmanların yalnızca tekniğinden faydalanması gerekildiği üzerinedir. Bunun dışındaki her şey yerli işçi, yerli mimar, yerli malzeme, yerli bir mimarlık oluşumu için yeterli görülmektedir. Bu doğrultuda ortaya konan düşünceler, Türk mimarların yabancı mimarlar ile ilgili tartışmalarına, teknik ve malzeme boyutunu da eklemiştir. Tasarımın düşünülüş ve tasarlanış aşamasında yabancı mimarlar ile aralarında herhangi bir fark görmeyen Türk mimarı, oluşan ürünlerin teknik, malzeme ve işçilik yönünden değerlendirildiğinde Türk mimarın yaptığının taklit gibi göründüğünü savunmaktadır. (Nizamettin Hüsnü, 1933) Esasında bu ifadeler, konuyu salt Avrupa’nın eriştiği yapı teknolojisi düzeyi bağlamında ele alması, Türkiye’de, batıdaki kuramsal altyapıdan uzak, yalnızca biçimsel olarak ithal edilen bir mimarlık anlayışının türetildiğini ortaya koymaktadır.

Teknik ve malzeme kullanımının mimariye getirmiş olduğu olanakları savunan mimarlar dışında, dönem içerisinde yeni malzemelerin ve tekniğin yanlış ve bilinçsiz kullanımı sonucunda mimari üretimin olumsuz etkileneceğini savunan mimarlar, Arkitekt dergisinin sayfalarında eleştirilerini belirtmişlerdir. Bu eleştirilerden birinde Mimar Beçet Bedrettin imzalı, “Mimarlıkta basitlik ve moda” isimli yazıda, teknik ve malzemenin yirminci yüzyılda mimarlara birçok olanak, araç ve çareler verdiğini söylemektedir. Eskinin tek tek pencereleri yerine şerit pencere kullanımı, duvarların taşıyıcılıktan uzaklaşması, köşe pencerelerin kullanımı, kiremit çatının yerini düz çatının alması, ahşap doğrama yerine demirin kullanılması gibi, yeni birçok olanağın artık kullanılabildiğini belirtmektedir. Fakat bu kullanımların dönem içerisinde yapılan her yapıda neredeyse birebir aynen kullanılması, bu öğelerin birer moda gibi algılandığı sonucuna varmaktadır. “Mesela köşe penceresi, merdiven yerinde kullanılan boylu boyuna cam pencere, saat kulesi… birer iptila (düşkünlük, tiryakilik) halindedir. Bunlar birer vasıtadır. Ancak yerinde kullanıldıkça güzel olur. Aksi takdirde yabancı ve gülünç olur, son zamanlardaki her inşaatta kullanılan verticalismus modası gibi. Her yerde kullanılan bu unsurlar, suistimal edilmiş

oluyor. Biz bugünün mimarını böyle tanıyamayız. Günün mimarı; modanın ve şekillerin hükümlerinden kurtulup makul ve mahalli orijinal şekiller elde eden mimardır.” sözleri adeta dönem mimarisinin algılanış biçimini tariflemektedir. (Beçet Bedrettin, 1934, s. 214)

Benzer konudaki eleştirilerini sürdüren Mimar Beçet Bedrettin; oluşacak yapı karakterinin malzemeye bağlı olmadığını savunmakta, betonarme mimarlığı gibi bir oluşumun olamayacağını öngörmektedir. Betonarmenin, her milletin kendi heyecan ve arzularına göre kullanma tarzları doğrultusunda ürünler verilmesi gerektiğini belirten mimarlar, “Uluslararası mimarlık taraftarları bu asrın genel tekniğini ve maddesini ileri sürüyorlar. Fakat her malzeme her çevreye ve iklime uymaz, iktisadi olamaz. Bundan dolayı bütün milletler çevresine tatbik edilen tek bir mimari stil olamayacaktır.” cümleleri ile teknik ve malzeme kullanımının uluslararası biçimlenme ile sınırlı tutulmaması gerektiğini savunmaktadır. (Beçet Bedrettin, 1934, s. 215)

Dönemin mimarları tarafından tekniğe bağlı gelişim özellikle vurgulanmıştır. Modern mimarlığın demir ve beton gibi uygun araçlarla çalışıyor olması, oluşacak mimarlığın serbest bir mimarlık olması sonucunu doğurmaktadır. Bu da eskiden olduğu gibi geleneksel malzemenin kısıtlılığında üretim yapmak zorunda kalınan durumun değişmesine olanak tanımaktadır. Yani, daha özgür bir mimarlık oluşumunu tetiklemektedir. Teknik alanındaki gelişmeler ve özellikle beton ve çelik malzemenin farklı kullanım olanakları sunması, dönem mimarlarının özellikle dikkate değer bulduğu bir argümandır. Ünsal, mimarlığın konstrüktif bir sanat olduğundan, teknikten direk etkilendiğinden ve bu etkilenim sonucunda, geleneksel mimarlık çarelerinin terki ve yeni mimarlık çarelerinin araştırılması sonucunun doğduğunu savunmaktadır. Bu yeniden doğuşun ise endüstrileşme, planda ve her şeyde reform, modern sağlık bilgilerinin uygulanması, yeni estetiğin ve yeni bir strüktürel sistemin kurulması, şehircilik prensiplerinin tespiti ile ortaya çıkacağını söylemektedir. (Ünsal, 1937) Modern bir yapının inşaat sisteminin, kafes iskelet sistemi olduğunun altını çizen Ünsal, bu iskeletin demir veya betonlu demir olduğunu söylemektedir. Bu sistemin, çeşitli elemanları standardize ettiğini savunan

mimar, artık modern bir binanın duvarlarının taşıyıcı olmadığını vurgulamaktadır. Bu prensipler, salt duvarlar için değil; döşeme, çatı, temel içinde esas olarak kabul edilmektedir. Bu noktadan sonra, kırma çatı, bir gereksinim olmaktan çıkmakta ve düz çatının yapılabilirliğine işaret etmektedir. Bu çatıya ise açık hava restoranı, dans, mağaza gibi fonksiyonların verilebileceğini savunmaktadır. Statik karkas sistemin, binayı pilotilerin üzerine çıkardığını belirten Ünsal, havaya kalkan binanın alt bölmelerinin bahçe, garaj gibi arsa kullanımını artıracak şekilde kullanılabileceğini savunmaktadır. Son olarak ise pencerelerin artık ufki bir manzaraya hakim olabileceğini ifade eden mimar, bol güneş ve manzaranın artık evin içinde sürekli olacağını savunmaktadır. (Ünsal, 1937) Teknik ve malzeme üzerinden tanımlanan tüm bu düşünceler, Le Corbusier’in modern mimarlığı tanımlayan manifestosuna ve Villa Savoye yapısına adeta göndermeler taşımaktadır.

Betonarme kagir sistemin yoğun kullanımına olanak veren bu tutum, belediyenin kerpiç ve ahşap kullanımını büyük kentlerde yasaklamasından da kaynaklanmıştır. Bu noktada, 1920’lerin kiremit kaplı eğimli çatılı yapıları, 1930’lu yıllarda yerlerini düz çatılı betonarme iskeletin kullanıldığı dünyadaki mimarlık akımına paralel yönde tasarlanmış yapılara bırakmıştır. (Aslanoğlu, 2001) Türkiye, o dönem içerisinde yapı endüstrisinde az gelişmiş bir ülke olmasına rağmen, genç Türk mimarları yüksek yapı teknolojisi gerektiren detay inceliklerini ve malzemeleri kullanan uluslararası mimarlığın öncülleri Le Corbusier gibi mimarlardan etkilenme devam etmiştir.