• Sonuç bulunamadı

3.4 Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikasının Çok Boyutlu Değerlendirilmesi

3.4.4 Teknik Kapasite ve İnsan Kaynakları Açıdan Nükleer Enerji Politikası

Nükleer santrallerin kurulması ve işletilmesi son derece özel uzmanlık ve bilgi gerektiren, olağanüstü disiplinli ve dikkatli bir çalışmayı da zorunlu kılmaktadır. Ülkemizde henüz faaliyet gösteren bir NGS’nin bulunmaması sebebiyle nükleer teknoloji alanında gelişmiş, sistemli bir altyapımız bulunmamaktadır.

Kurulacak olan Akkuyu NGS için gerekli olan yüksek teknoloji ürünlerinin çoğu yapılan anlaşmalar çerçevesinde Rusya’dan temin edilirken, proje inşaatı için gerekli montaj, inşaat, lojistik gibi işlemler ise Türkiye’deki işgücünden faydalanılmaktadır.

Yine Türkiye, alanında uzman insan kaynaklarını artırmak maksadıyla ve gelecekte nükleer güç santrallerinde görev yapmak üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bünyesinde yürütülen kapsamlı bir proje ile öğrencilerimize yurtdışında eğitim alma imkânı sağlamaktadır. Bu kapsamda Türkiye; nükleer enerji alanında bilimsel ve teknik eleman sayısını artırmak için 2011 yılından bugüne kadar 244 öğrenciyi Rusya’ya nükleer eğitimine göndermiştir (Temizer, 2019). Yine Türkiye, Akkuyu nükleer santralinde istihdam edilebilmesi maksadıyla toplamda 600 öğrencinin eğitim için belirli periyotlarla Rusya’ya göndermeyi planlamaktadır. Bu kapsamda Rusya’da bulunan ‘‘Ulusal Nükleer Araştırma Üniversitesine’’ 2014 yılında 190 öğrenci gönderilmiştir. Rusya da eğitim gören 35 Türk öğrencinin bulunduğu ilk grup 2018 yılında, 53 kişilik diğer bir grup ise Rusya'nın başkenti Moskova’da bulunan ‘‘Ulusal Nükleer Araştırmalar Enstitüsü Moskova Fizik Mühendisliği Üniversitesinden (NRNU MEPhI)’’ nükleer santraller, tasarım, işletme ve mühendislik gibi uzmanlık dalında 6,5 yıl süren eğitimlerini başarıyla tamamlayarak 2019 yılında mezun olarak Akkuyu AŞ. ‘de çalışmaya başlamışlardır. Üçüncü Türk öğrenci grubu ise 2020 Şubat ayında eğitimlerini tamamlayarak MEPhI’den diplomalarını almışlardır (Abay, 2020). Ayrıca 2019 yılında Türkiye’nin almış olduğu karar doğrultusunda 32 öğrenciyi daha Rusya ve Çin’e eğitime gönderilecektir. Bu öğrencilerden 25’i, Türkiye’nin ilk nükleer enerji santrali olacak Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde (NGS) çalışabilecek kalifiye insan kaynağının artırılması amacıyla Rusya’ya gönderilirken, 7 öğrenci ise nükleer araştırmalar yapmak üzere Çin’e gönderilecektir (NTV, 2019). Bütün bu çalışmalar Türkiye’nin nükleer enerji alanında yetişmiş insan kaynağı açığını gidermesi açısından son derece önemlidir.

Türkiye 2023 Uluslararası Nükleer Teknoloji Transferi Kongresi’nin sonuç raporu ve bildirileri göz önüne alındığında; 2000 MW’lık VVER tipi bir nükleer santral yapımında sadece işletim için mühendislik hizmetleri ile ilgili olarak 800 kişi, reaktör güvenliği ile ilgili olarak 450 kişi, nükleer uzmanlığı alanında 500 kişi ve gerekli olan 2000 civarında diğer personelle birlikte toplamda yaklaşık 4000 civarından personele yeni iş sahası kazandırıldığı bilinmektedir. Buna tabloya göre Mersin Akkuyu’da yapılması planlanan, 4800 MWe güce sahip olacak olan, NGS’nin yapımımda çalışacak toplam personel sayısı ise yaklaşık 7-8 bin civarında olacağı öngörülmektedir (Nükleer Enerji Transferi Kongresi Sonuç Bildirgesi, 2012: 2). Bu bağlamda ilk başta yurtdışındaki master/doktora programları, alıcı ülkelerde iş üstü eğitimler, ülke içerisinde ara teknik/kalifiye personelin yetiştirilebilmesi, tam teşekküllü üniversite

bölümlerinin açılması Türkiye’nin deneyim kazanmış, güvenilir, güçlü kadrolarını oluşturulması ve nükleer altyapının kurulması açısından oldukça gerekli bir durumdur. Daha sonrasında ise; yürütülmekte olan projelerden transfer edilen belgeler, bilgiler, dokümanlar ve tekniklerle nükleer enerji alanında bilimsel ve temel hususların öğrenilmesi ve nükleer teknoloji edinimine yönelik AR-GE merkezlerinin kurularak geliştirilmesi Türkiye’nin teknik kapasite ve insan kaynaklarının yetiştirilmesi açısından öncelikli politikaları arasında olmalıdır (Dinçer, 2019, s. 26).

Teknik kapasite bakımından değerlendirildiğinde Akkuyu nükleer santral sahasında kurulmaya başlanan 4 adet nükleer reaktör, VVER- 1200 tipi 3. Nesil (Gen III) nükleer reaktördür. Yani VVER-1200 tipi reaktörler, halen diğer ülkelerde işletimde olan VVER-1000 tipi reaktörlerin mevcut işletme ömrü, gücü, termal verimi ve özellikle güvenlik sistemleri artırılmış modelleridir. Yine bu santralde kullanılacak nükleer yakıtın zaman içerisinde Türkiye’de üretimi planlanmaktadır. Nitekim anlaşmanın 3. maddesinde yer alan amaç ve kapsam tanımları içerisinde, işbirliği yapılacak alanlar arasında “Türkiye’de Nükleer Yakıt Tesisleri Kurulması, İşletimi ve Yakıt Döngüsü” maddesi yer almaktadır. Fakat ilk etapta kurulacak 4 ünite, ekonomik açıdan nükleer yakıt tesisi kurmak için yeterli değildir. Ancak ülkemizdeki nükleer santral sayısı arttıkça (en az 8 ünite) ülkemizde nükleer yakıt üretimi mümkün olabilecektir. Akkuyu NGS’nin yakıtları anlaşma çerçevesinde uluslararası piyasalardan da uzun dönemli kontratlarla temin edilebilecektir ( Resmi Gazete, 2010).

Burada nükleer reaktörler ve nükleer yakıtın temini konusunda enerjide Türkiye’nin dışa bağımlılığının azalmayacağı konusunda çeşitli eleştirel görüşler mevcuttur. İddia edildiği gibi nükleer santrallerin kurulması ile birlikte enerjide dışa olan bağımlılıktan kurtuluşun olmadığı, nükleer reaktör teknolojilerindeki gibi nükleer yakıt teknolojilerine de sahip olmadığımızdan dolayı, yakıtın ithal edilmeden nükleer enerjinin de temin edilmesinin mümkün olamayacağı belirtilmekte; Türkiye’nin nükleer santrallerde kullanılacak olduğu yakıtı bu konuda gelişmiş altyapıya ve teknik donanıma sahip ABD, Fransa, Kanada, İngiltere, Rusya ve Almanya gibi ülkelerin onayını ve Uluslararası Atom Enerji Komisyonunun denetimini müteakip alabileceği ifade edilmektedir. Bunlarla birlikte teknik alt yapının yeterli düzeyde olmaması nedeniyle santrallerin işletimi uzun bir süre santrali kuran yabancı firmaların kontrol ve denetiminde sürdürüleceği, bu yüzden nükleer enerjinin dışa bağımlı olmadığı iddialarının yanıltıcı bir yaklaşım olduğu savunulmaktadır (Saygın, Küpeli, & Diğerleri, 2006, s. 17). Bu yaklaşım ve eleştiriler belli bir orana kadar haklı olmakla birlikte

Türkiye’nin sürdürülebilir ve güvenli enerji kaynağı temin edebilmesi ve ileride nükleer enerji alanında yapabileceği fırsat ve imkânları değerlendirebilmesi bakımından vizyonsuz bir eleştiri olduğu görülmektedir. Çünkü bilindiği üzere nükleer enerjinin bir diğer hammadde kaynağı Türkiye’de de oldukça fazla bulunan toryumdur.

Nükleer enerji üretme altyapısı oluşturan ve insan kaynağı açığını tamamlayan bir Türkiye coğrafi sınırları içerisinde bulunan, geleceğin nükleer yakıtı olarak gösterilen ve Dünya’nın ikinci en büyük bilinen rezervine sahip toryum kaynaklarını işleyebilme imkânına sahip olduğunda hem cari açık hem de enerjide dışa bağımlılık konusunda oldukça stratejik bir hamle yapmış olacaktır. Bu konu ile ilgili olarak 21. Yüzyılın madeni olarak gösterilen toryum ile ilgili Türkiye için önemli araştırmalar yapan ve 30 Kasım 2007 tarihinde şüpheli bir uçak kazası sonucu hayatını kaybeden Prof. Dr. Engin Arık’ın nükleer enerji ve toryum konusundaki çalışmaları oldukça önemlidir. Arık çeşitli tarihlerde vermiş olduğu röportajlarda; ‘‘ Kurtarıcının üzerinde

oturuyorsunuz ama haberiniz yok! Büyük bir servetin üzerinde oturuyoruz, küçük bir bilimsel yatırımla toryumu enerjide kullanarak dünya devleri arası girebiliriz.’’ Yine

2002 yılında vermiş olduğu bir röportajda ‘‘..Eğer 2005 yılına kadar yapılması

planlanan yeni tip nükleer enerji santralleri gerçekleşirse, toryum bir numaralı element olacak. Çünkü yeni tip reaktörlerde yakıt olarak kullanılacak. Eğer biz toryum ile elektrik enerjisi üretebilmek olanağına kavuşursak, bu trilyonlarca varil petrole eş değerde bir enerji kaynağı olacaktır

şeklindeki beyanı oldukça önemlidir (Akman, 2018).

Yine Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) Bilim Komitesi Üyesi Prof. Dr. Saleh Sultansoy’un açıklamasında ‘‘..Şu anki bilimsel verilere göre, Türkiye toryum rezervleri bakımından dünyada ikinci

sırada. Aslında birinci sırada çünkü Eskişehir’deki rezervler bilindiğinden daha çok. Eskişehir’deki bilinen rezervler bin yıl boyunca Türkiye’nin elektrik enerjisini karşılayabilir’’ beyanları Türkiye’nin nükleer enerji alanında bugüne kadar

yapmadığı/yapamadığı altyapısal çalışmaların Türkiye’nin bulunduğu coğrafyası ve süründürülebilir güvenlik ve kalkınmasında jeopolitik açıdan nükleer enerjinin önemini ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir (Erdil, 2018). Bu sebeple kritik öneme haiz nükleer enerji teknik ve altyapı çalışmasının yanlış ve eksik yönlendirmelerden ziyade; çok boyutlu, üzerinde derinlemesine ve uzun vadeli düşünülmesi gereken bir konu olduğunu ifade etmeliyiz.

Nükleer enerjisinin üretilmesi doğrultusunda birçok güvenlik ve mali riskler bulunmaktadır. Bu güvenlik ve mali riskler de birbirlerinden bağımsız olarak düşünülmemelidir. Güvenlikle ilgili risklerin kabul edilebilir ya da makul seviyelerde tutulmasına yönelik bağımsız bir düzenleyici otoritenin olması kalitesinin en önemli belirleyicilerinden biri olacaktır. Düzenleyici konumunda bulunan otoritelerin vermiş oldukları birçok karar teknik açıdan uzmanlığı gerektirmektedir. Bu sebeple uluslararası standartlara uygun olması, bağımsız, saydam ve teknik kapasite bakımından donanımlı bir düzenleyici otoritenin olması nükleer enerjide güvenlik bakımından son derece önemli bir husustur. Güvenlik ile ilgili olarak denetleyici ve düzenleyici çerçevenin zayıflığı kazaların meydana gelme ihtimalini artırmaktadır. Ayrıca bir kazanın toplumsal maliyeti de çok fazladır. Diğer taraftan nükleer kazalar incelendiğinde denetleyici ve düzenleyici çerçevenin noksanlıklarının çok önemli rolünün olduğu dikkate alınmalıdır. Bu konu ile ilgili olarak Fukushima nükleer kazası sonrası elde edilen dersler çok çarpıcıdır. Türkiye’deki durum göz önüne alındığında nükleer enerji üretimiyle ilgili düzenleyici otoritenin TAEK olduğu ifade edilebilir. Fakat TAEK’in uluslararası norm ve standartlara sahip bağımsız düzenleyici bir otorite özelliği taşımadığı konusunda Türkiye’de yaygın bir görüş birliği hâkimdir (Atiyas & Sanin, 2012, s. 149). Bu nedenle Türkiye’de nükleer enerji alanında teknik kapasiteye sahip, uluslararası standartlarda siyasi baskılardan uzak, yeni düzenleyici bir otorite sisteminin kurulması, hem nükleer güvenlik ve kalite konusunda olumlu katkı sağlayacak hem de eleştirel tartışmaları sonlandıracaktır.

Bir başka açıdan değerlendirildiğinde ise NGS kurulması ile ilgili çalışmalar elektrik enerjisi üretimi amacıyla gerçekleştirilen çalışmalar olmakla birlikte, diğer taraftan ortalama 550 bin parçadan meydana gelen bir proje olması nedeniyle birçok sanayiyi ve hizmet sektörünü de ilgilendiren kapsamlı bir proje olduğu görülmektedir. Bu nedenle Türkiye’de gerçekleştirilen projenin enerji alanıyla birlikte birçok sanayi ve hizmet sektörünün de gelişmesine olanak sunacağı açıktır. Bu kapsamda NGS inşası, işletilmesi, onarım ve bakımında kendi alanlarında deneyimli sanayi ve hizmet sektöründe çalışan önemli Türk şirketlerin de görev alması planlanmaktadır. Proje şirketinin yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre de Akkuyu nükleer güç santralinin inşasında görev alabilecek kapasiteye sahip birçok Türk firmasının olduğu belirtilmiştir. Bu yüzden özellikle ileri teknoloji gerektiren bazı yan sanayi ve hizmet kuruluşlarının da üretim altyapı ve tekniklerini geliştirmeleri ve nükleer teknolojiye uyum sağlamaları hem işletmelerin gelişimi hem de Türkiye’nin üretim teknolojilerine katkısı bakımından

yerinde hamleler olacaktır. Ayrıca yerli sanayinin nükleer enerji teknolojileri ile geliştirilmesi konusunda Güney Kore’deki nükleer endüstrinin gelişmesi Türkiye açısından çok güzel bir örnektir. İlk nükleer santralinde Güney Kore sadece %2 oranında bir yerel katkısı olmaktayken, günümüzde, %98’i milli kaynaklarla inşa edilen nükleer santral projeleri tasarlayabilmektedir ( Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2010, s. 45).

Akkuyu santrali başta gelmek üzere günümüzde gerçekleştirilen nükleer santral projeleri kapsamındaki yatırım modeli, enerji elektrik fiyatlarının ortalama olarak aşağı yönde çekmesini amaçlayan, nükleer enerjiden elektrik enerjisi “üretme/ürettirme” programları olarak ifade edilebilir. Bu yatırım modellerinde istihdam ve yerli katkı yatırımcının payını artırmak ancak sıkı bir çalışma disiplini çerçevesinde kamu-özel sektör yerli işbirliğinin geliştirilmesi ve ulusal nükleer stratejinin belirlenmesi ile gerçekleşebilir. Ayrıca yüksek teknolojinin lokomotifi olarak görülen nükleer reaktörlerin, sipariş esnasında bu reaktörlerin kurulma ve inşa aşamalarında Türk beyin gücünün ve yerli sanayinin katkısının yüksek tutulması önemli bir konudur (Dinçer E. , 2019, s. 11). Türkiye ileriki dönmelerde hâlihazırda enerji santrali tedarik edecek konumda bulunan ülkelerden (ABD, Fransa, Rusya, Kore, Çin vb.) birisi olma hedefini benimsenmişse, bu hedefe yönelik ciddi adımların atılması gerekmektedir. Yerelleştirme ve milli teknoloji hamlesiyle ilgili olarak Savunma Sanayi Başkanlığı’nın uyguladığı Ofset yöntemi başarılı olmuş ve kendi rüştünü ispatlamış bir yöntem olduğu düşünüldüğünde, benzer bir çalışma programının nükleer enerji projeleri içinde uygulanması Türkiye’nin ulusal güvenlik ve kalkınması açısından oldukça önem arz etmektedir (Dinçer, 2019, s. 26).

Aynı zamanda nükleer enerji, nükleer uygulamalarının en bilindik biçimi olmasına karşın gelişmekte olan nükleer teknikler, mühendislikten tıpa, ziraattan arkeolojiye kadar, birçok alanda geniş uygulama alanına sahiptir. Türkiye’de de nükleer teknikleri uygulamalarıyla kendi kendisini finanse edebilecek bir model AR-GE altyapısı oluşturulması ve bu altyapının milli sanayimize yüksek katma değerli teknolojiler üretme fırsatı vermesi bakımından Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınmasında aktif rol oynayacağı göz ardı edilmemelidir.

3.4.5 Güvenlik ve Stratejik Boyutlarıyla Türkiye’nin Nükleer Enerji