• Sonuç bulunamadı

3.4 Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikasının Çok Boyutlu Değerlendirilmesi

3.4.3 Çevresel Etki Açısından Nükleer Enerji Politikası

Ülkelerin her alanda gereksinim duydukları enerji, sürdürülebilir ekonomi ve ülke kalkınması açısından hayati öneme sahiptir. Bundan dolayı gereksinim duyulan enerji; makul ve ucuz fiyatlarda, çevresel kirlilik oluşturmadan ve güvenli bir biçimde elde edilmesi gerekmektedir. Nükleer enerjinin diğer alternatif enerji kaynakları içerisinde en önemli avantajı çevresel faktörlere ve iklim değişikliklerine bağımlı kalmaksızın, kesintisiz ve çevreye en duyarlı biçimde enerji üretimini sürdürebilmesidir (Özalp, 2017, s. 176).

Küresel ısınmaya bağlı olarak iklim değişikliklerinin ve çevre felaketlerinin arttığı günümüz dünyasında bu olumsuzlukları tetikleyen en büyük etmenin enerji kaynakları üretimi ve kullanımı sonucu atmosferde oluşan sera gazı etkisidir. Çevreyi ve yaşamı olumsuz etkileyen bu sera gazı salınımını azaltmanın yollarından birisi ise; enerji üretiminde fosil yakıtların payının azaltılması ve karbon salınımını azaltacak enerji kaynaklarının (yenilenebilir enerji kaynakları, nükleer) payının artırılması ile sağlanabilmektedir. Günümüz enerji kaynakları içinde nükleer enerji; uzmanlar tarafından mevcut olan büyük ölçekli, oturmuş, geniş ölçüde aktarılabilir tek karbonsuz elektrik üretim kaynağı olarak görülmektedir. Bu nedenle iklim değişikliğiyle mücadelede nükleer enerjinin kullanılması günümüz şartlarında en iyi çözüm yolu olarak kaşımıza çıkmaktadır (Uçkun, 2015, s. 68).

Nükleer santrallerin normal bir şekilde çalışma süreçlerinde kamuoyu tarafından yanlış anlaşılan konuların başında nükleer santrallerin yaydıkları radyasyon miktarıdır. Bazı kıyaslamalar yapılarak bu konunun aydınlatılması faydalı olacaktır. Bir insanın doğal kaynaklı olarak maruz kaldığı radyasyon miktarı dünya ortalamasına göre 2,4 mSv civarındadır. Diğer taraftan bir nükleer santralden 80 kilometreden daha yakın mesafede yaşamını sürdüren bir insan 1 yılda alabileceği ek radyasyon oranı bu miktarın yalnızca 24.000’de 1’ine denk gelen 0,0001 mSv’den daha azdır. Ayrıca bu miktar, bir kişinin aynı süre zarfında kömüre bağlı bir şekilde faaliyet halinde olan bir termik santralden alacağı radyasyon miktarının da üçte biri kadardır. Bundan dolayı da, nükleer santrallerin herhangi bir nükleer kazanın gerçekleşmediği takdirde tarım ve turizm üzerinde herhangi bir negatif bir etkisinin olmayacağı söylenebilir. Bu duruma en güzel örnek Fransa’dır. Fransa aktif faaliyet gösteren 58 nükleer reaktörü ile dünyanın nükleer

enerjiye en çok bağımlı ülkesi konumundadır. Buna karşın dünyanın en kaliteli tarım ürünleri ve yüksek rağbet gören turistik destinasyonları açısından Fransa’da nükleer santrallerin varlığının bir kaygı sebebi yaratmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz (World Nuclear Association, 2012)

Ayrıca Türkiye’de Nükleer Güç Santrali’nin faaliyete geçmesi ile ‘‘Baz Santral’’ olarak kurulan ‘‘Doğalgaz Kombine Çevrim Santrallerinin’’ bu görevleri sona erecektir. Bu durumda doğalgaz santrallerinin enerji sürekliliğini sağlayabilmek için üreteceği karbondioksitin atmosfere verilmesi de engellenmiş olacaktır. Bu durum çevresel etki bakımından oldukça önemli bir durumdur ( Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2010, s. 33).

Türkiye’de nükleer santralin inşasının, işletilmesinin, sökümünün ve atık yönetiminin ülkemizdeki çevre dâhil ulusal tüm mevzuatın gerektirdiği izin ve denetime tabii olması gerektiği söylenebilir. Bu konu ile ilgili olarak söz konusu izinler ve denetimler;

 TAEK tarafınca verilecek olan izinler ve lisanslar,  TAEK tarafınca yapılacak olan denetimler,

 EPDK’dan elektrik üretim lisansı alınması sırasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan radyolojik ve radyolojik olmayan bütün çevresel etkileri de kapsayan ‘‘Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED)’’ için olumlu kararın alınmasını da kapsamaktadır.

Yine nükleer santrallerin işletilmesi sırasında oluşacak çevresel salımlar TAEK’in gözetimi ve denetimi altında olacaktır. Fakat burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus; daha önce de bahsettiğimiz ulusal mevzuatın ve mevcut TAEK, EPDK gibi kurumların yapılanmasının yeterince uygun olup olmadığı konusudur. Bu yüzden uluslararası mevzuatın da incelenerek ülkemizdeki yasal eksikliklerin biran önce giderilmesi, siyasi kaygı gütmeyen bağımsız denetim şirketlerince de faaliyetin her aşamasının titizlikle rapor edilmesi önemli bir husustur.

Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralinin kurulacağı sahada çevresel etki bakımından değerlendirilmek üzere; sismik, jeolojik, deniz, meteoroloji, temel sondajlar, yer altı suyu, hidroloji, haritalama çalışmaları, jeofizikle ilgili etütler ve radyoaktivite faaliyetleri gibi bir çok araştırma yapılmış ve bu konularda 100’den fazla rapor hazırlanmıştır. Yapılan araştırma ve tenkil incelemeler sonucunda belirlenen sahanın ülkemizin en tehlikesiz deprem bölgesinde olduğu belirtilmiştir. Santralin

kurulacağı 350 km yarıçaplı bir alanda yapılan incelemeler sonucu; alana en yakın Ecemiş Fay hattının Akkuyu bölgesi için herhangi bir tehlike arz etmediği görülmüştür (Temurçin & Aliağaoğlu, 2003, s. 37).

Santralin soğutma suyu sistemi ile ilgili ise; kara ve denizde çevre ile ilgili sistemde ortaya çıkabilecek muhtemel etkilerin incelenerek ekolojik dengeye zarar vermeyecek ve deniz suyu sıcaklığını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ilgili mevzuatında belirtilen limitleri geçmeyecek şekilde tasarlanacağı belirtilmiştir. Nükleer santrallerde deniz suyu reaktörlerin soğutulmaları için değil türbinden çıkan buharın yoğuşturulması için kullanılmaktadır ve hiçbir şekilde reaktörden gelen suya karışmamaktadır ( Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2010, s. 38). Fakat sahanın bulunduğu Akdeniz’in 36,5º paralelinde bulunması, deniz suyu sıcaklığının dikkate alınması ve suyun yoğun tuzluluk oranına sahip olması nedeniyle buharlaşma sonucu ortaya çıkan tuz ve diğer kalıntıların da dikkate alınmasında fayda vardır.

Çevresel etki bakımından nükleer santrallerin tarıma etkisi ile ilgili olarak bazı olumsuz görüş ve eleştiriler mevcuttur. Fakat en fazla nükleer güç santraline sahip olan ABD’nin, 42,8 milyar dolarla dünyada en fazla tarımsal ürün ihracatı yapan ülke olduğu görülmektedir. Aynı şekilde Fransa da, en fazla tarımsal ürün ihracatı yapan 2. ülkedir. Dünyada en fazla tarımsal ürün ihracatı yapan ülkelerinin başında gelen ABD’de 104 reaktör, Fransa’da ise 58 reaktör halen faaliyet göstermektedir ( Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2010, s. 42).

Türkiye’de inşası yapılacak olan nükleer santrallerde ortaya çıkabilecek olan radyoaktif atıkların ve kullanılmış yakıtların yönetilmesi ile ilgili olarak idari ve teknik hususlar 2013 tarihinde yayımlanan ‘’Radyoaktif Atık Yönetimi Yönetmeliği’’ ile belirlenmiştir. Buna göre nükleer santralle ilgili proje şirketleri, kullanılmış yakıtların ve radyoaktif atıkların anlaşmaya taraf hükümetin sorumluluğu altındaki nihai bertaraf tesislerine taşınmasına kadar, yönetiminden ve NGS’nin sökümünden sorumlu olduğu belirtilmektedir. Ayrıca taraflarca mutabık kalınabilecek ayrı bir anlaşma ile Rus menşeli kullanılmış yakıtların Rusya Federasyonu’nda yeniden işlenebilmesine imkân tanımaktadır (Dinçer, 2019, s. 26-31).

Tesisin yapılacağı bölgede çevresel etki bakımından nükleer enerji ile ilgili oldukça detaylı fizibilite çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Burada önemli olan sunulan raporlardan ziyade yapılan çalışmalar sonucu projenin yürütülmesinde ve işletilmesinde sıfır hata ile hayata geçirilmesidir. Çünkü olabilecek en küçük teknik veya operasyonel

bir hata geri dönüşü olmayan yıkımlara sebebiyet verebileceği göz ardı edilmemelidir. Bu sebeple özellikle çevre konusunda hassas olan toplumun duygularının rakip devletler tarafından sabote edilmemesi adına çevresel etki alanında yapılan çalışmaların şeffaf bir biçimde toplumla paylaşılması ve toplumun bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Hali hazırda Rosatom şirketi Türkiye’de iklim değişikliği ve çevre alanında çeşitli belgesel çalışmaları yaparak çalışmalarını desteklemektedir (Anadolu Ajansı, 2018)-(3).

Yine son zamanlarda sorumlu şirketin toplumu bilinçlendirmek ve kamuoyundaki eksiklikleri gidermek için çeşitli seminer, konferans ve kongreler düzenlediği görülmektedir. Konu ile ilgili olarak 04 Ağustos 2020 - 04 Eylül 2020 tarihleri arasında yapmış olduğum saha çalışmalarında ve saha yetkilileri ile yaptığım mülakatlarda; Nükleer Güç Santralinin kurulduğu bölgeye yakın yerleşim yerleri olan Mersin iline bağlı Gülnar ve Büyükeceli bölgesinde yaşayan vatandaşların Akkuyu Nükleer A.Ş. yetkililerince çalışma sahasında gezdirildiği ve bizzat operasyon sahasında yerinde verilen bilgilendirmelerle vatandaşların doğru bilgi edinmelerinin sağlandığı görülmüş olup; çeşitli mesnetsiz duyumlar ve bazı yasadışı grupların vatandaşları bilinçli yönlendirmeleri ve algı çalışmaları ile oluşturmaya çalıştıkları olumsuz düşüncelerin de bu çalışmalarla ortadan kalktığı saptanmıştır. Fakat bölgeye 2. Derecede uzak tarım arazilerinin bulunduğu Aydıncık, Bozyazı, Anamur gibi bölgelerdeki vatandaşlara henüz herhangi bir bilgilendirme toplantısı veya seminer düzenlenmediğinden belirtilen bölgelerdeki halkın nükleer enerji ve tarım konusunda endişelerinin devam ettiği tespit edilmiştir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkili kurumlarının da bu tür bilgilendirme çalışmalarının artırılmasında fayda bulunmaktadır. Çünkü ‘’bilinçsiz bir toplum her zaman kullanılmaya hazır bir potansiyeldir’’.

3.4.4 Teknik Kapasite ve İnsan Kaynakları Açıdan Nükleer Enerji