• Sonuç bulunamadı

3.3 Türkiye’nin Enerji ve Güvenlik Politikasında Nükleer Enerjinin Yeri

3.3.3 Nükleer Enerjide Türkiye’nin Güçlü ve Zayıf Yönleri

IAEA tarafından hazırlanmış olan referans belgesine göre sürdürülebilir nükleer güç programının 3 ana faza ayrılmış olduğu, böylece bu fazlar sırasında dikkat edilmesi gereken hususlar ile her faz sonrasında varılacak hedeflerin belirlenmesi sağlanmıştır. Buna göre;

 İlk fazda nükleer güç programı ile ilgili bir karar verilmeden önce yapılması gerekli olan çalışmaları,

 İkinci fazda bir nükleer tesisin kurulma kararının alınmasından sonra tesisin inşasına yönelik yapılacak çalışmaları,

 Son fazda ise tesisin işletmeye alınması ve lisanslanması ile ilgili çalışmaları içermektedir.

Bu referans kaynağına göre, nükleer güvenlikle ilgili konularda ulusal strateji ve politikaların belirlenerek, düzenleyici ve yasal altyapının göz önünde bulundurulması, yakıt temini ve mali kaynakların belirlenmesi ile ilgili güvenliğin sağlanması, insan kaynaklarının geliştirilmesi, kullanılmış yakıt ve radyoaktif atık güvenliği altyapısının oluşturulması gibi alt başlıklar nükleer güç programına geçişte göz önünde bulundurulması ve programın erken dönemlerinde tamamlanması gereken çalışmalar olarak belirtilmiştir.

Fakat Türkiye’de ise daha önce denenen fakat başarılı olamamış nükleer güç programlarının sonuçlandırılamamış olmasının sebepleri incelendiğinde ve nükleer programını bu kadar geç döneme bırakmasının en önemli nedeni analiz edildiğinde; bu

alanda yürütülen devlet planlamalarının uzun dönemli hedefleri göz önünde bulunduran ulusal hedefler kapsamında değil(!); kısa dönemli hükümet kararlarına bağımlı bir şekilde yürütülmeye çalışıldığından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Yine kapsamlı temel nükleer yasalarının hükümetler tarafından çıkarılamaması, bu konuda görevli kurum ve kuruluşlara gerekli mali ve siyasi desteklerin verilerek yeterince aktif çalıştırılamaması, denetim mekanizmalarının sağlıklı işletilememesi Türkiye’nin nükleer enerji konusunda zayıf taraflarından bazılarıdır(Türkiye 2023 Uluslararası Nükleer Teknoloji Transferi Kongresi Sonuç Raporu ve Bildirgesi, 2012).

Türkiye’nin yaklaşık 10 yıldır aktif olarak süren nükleer güç programında hemen hemen ilk santralin inşası aşamasına geçilmiş olmasına karşın; yukarıda belirtmiş olduğumuz IAEA’nın nükleer güç programı kapsamında birinci ve ikinci fazda tamamlanması gereken bazı çalışmaları Türkiye’nin zamanında tamamlamadığı ve bu alanlardaki politika ve stratejilerini tam olarak belirlemediği görülmektedir (Dinçer, 2019, s. 23). Yine Türkiye’nin nükleer teknolojinin kurulması ve işletilmesi bakımından bugüne kadar yeterli düzeyde uzman insan kaynaklarının yetiştirilememiş olması Türkiye’nin bu alandaki hamlelerini zayıflatmıştır.

Türkiye’de nükleer enerji alanında yetkilendirilmiş olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (1956 yılında kurulmuş olan Atom Enerjisi Komisyonu yerine)’nun görev yetki ve sorumlulukları 1982’de çıkarılmış kanunla belirlenmiştir. Fakat kuruluşundan bu güne yaklaşık 64 yıl geçmesine rağmen, bu kurumun görev, yetki ve çalışma alanlarını düzenleyen mevzuatın halen katı, bürokratik ve yetersiz olduğu görülmektedir. Ayrıca kurumun mevcut yapısının nükleer enerji programının yürütülmesi konusunda yetersiz kalan kısımlarının olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle Kurumun çalışma alanlarının genişletilerek mevcut yapısının revize edilmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Yine mevcut mevzuat hükümlerinin hantal yapısından biran önce vazgeçilerek Türk mevzuatının esnek tutulup, tüm ülkeler için kabul gören IAEA mevzuatını referans alması ve mevzuatını yenilemesi mevzuat ve altyapısal eksikliklerin giderilmesi bakımından gerekli ve yerinde bir çalışma olacaktır.

Türkiye’nin sanayi altyapısı hızla gelişmesine rağmen henüz ileri teknoloji gerektiren nükleer malzeme üretimine imkân vermemektedir. Çünkü nükleer enerji üretiminde kullanılan ekipman ve malzemeler günlük hayatta kullanım için üretilen ürünlere oranla ileri teknoloji gerektiren komplike ve özel bir çalışma alanı gerektirmektedir. Türkiye, 2015 yılı sonrasında bahse konu yüksek teknoloji açığının

kapatılması ve ağır sanayi altyapısının geliştirilmesi ve bu alandaki potansiyel gücünü ortaya çıkarabilmesi için Ankara, İstanbul, Kocaeli ve Adana Sanayi odaları bünyesinde sanayii kümelenmeleri oluşturmuştur. Bu kapsamda alanında uzman özel sektör temsilcileri ile akademik tecrübeye sahip İTÜ, Gedik ve Hacettepe üniversiteleri arasında koordineli bir çalışma ortamı sağlanarak, devlet teşviki ile Nükleer Sanayi Kümelenmesi (NÜKSAK) projesi hayata geçirilmiştir ( Enerji Portalı, 2017).

Türkiye’nin nükleer enerji konusunda diğer bir zayıf tarafı ise; nükleer enerji çalışmaları hakkında dış istihbarat birimlerince yönlendirilen çeşitli örgüt/lobi gruplarının kamuoyunu yanlış bilgilendirmesi, bu alandaki bilgi eksikliğini kullanarak toplumda önemli görüş ayrılıkları oluşturmalarıdır. Yani Türkiye başlatmış olduğu nükleer enerji programının ulusal çıkarları açısından gerekliliğini, fayda ve maliyetlerini kamuoyunda şeffaf bir biçimde anlatamadığından dolayı hâlen toplumsal bir mutabakat sağlanamamış olup, bu konuda kamuoyunda nükleer programı destekleyenler ve karşıt gruplar olarak ayrışmalar mevcuttur. Nükleer enerji karşıtları; santrallerin ekonomik performansı, operasyonları sırasında çevreye verecekleri potansiyel zararları, nükleer atık depolama problemleri, terör faaliyetleri ve kazalara karşı güvenliklerinin sağlanması ve nükleer silaha yönelik gizli bir çalışma olabileceği konularındaki kaygı ve eleştirilerini öne sürerlerken; nükleer enerjiyi destekleyenler ise enerji arzında çeşitliliğe ve dolayısıyla arz güvenliğine katkısı, dış bağımlılığın azaltılması, fosil yakıtlara göre daha çevre dostu olması, nükleer güce sahip olmak için bir basamak olarak kullanılabileceğini savunmaktadırlar (Köksal & Civan, 2010, s. 133).

Halen inşa halinde olan Mersin-Akkuyu nükleer santralin coğrafi konumu incelendiğinde ise; Türkiye’nin en önemli iki ana gelir kaynağı olan ‘’Tarım ve Turizm Sektörlerinin’’ yürütüldüğü faaliyet alanında olduğu görülmektedir. Bu nedenle henüz nükleer güvenlik kültürü oluşmamış olan ülkemizde mevcut bölgesel tehdit ve riskleri de göz önünde alarak (terör, sabotaj, hasım devlet saldırısı, elektromanyetik, teknolojik siber saldırılar vb.) bu alandaki yüksek güvenlik gerektiren eksikliklerin titizlikle incelenip önlem alınması gerekmektedir. Çünkü bölgemizde yaşanan kıyasıya enerji mücadeleleri göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin jeopolitik konumu ne Fransa ve Kanada’ya ne de ABD’ye benzemektedir. Bu kapsamda nükleer enerji çalışmalarında yolun başında olan Türkiye açısından yapılacak en ufak bir hata sadece enerji alanını değil, yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin iki ana can damarı olan Tarım ve Turizm sektörünün de bitmesi anlamına geleceği unutulmamalıdır.

Nükleer santrallerin enerji üretimi için tercih edilmesinin en önemli nedenleri hem çalışma sürekliliği hem de çalışma süresinin uzunluğu bakımından avantajlı olması olarak ifade edilebilir. Ayrıca nükleer santrallerin ilk yatırım maliyeti yüksekliğine karşın; 1 birim alana düşen üretilen güç miktarının yüksek olması, talep gören enerji üretim tercihleri arasında üst seviyelere çıktığı söylenebilir. Türkiye’nin henüz birikmiş bir nükleer güvenlik kültürü olmaması ve nükleer tecrübesi bakımından ileri düzeyde kapasitesi olmamasına rağmen bu açıklarını kapatmak için hem sanayi, insan kaynakları ve teknoloji transferi alanlarında hem de güvenlik açısından çalışmalarına ağırlık verdiği görülmektedir.

2000 yılı sonrası yapılan bütün olumlu çalışmalar ve düzenlemelere ilave olarak Akkuyu NGS inşaatı ile başlayan Türkiye’nin nükleer enerjiye sahip olma çalışmalarında diğer önemli bir gelişme ise ikinci bir nükleer enerji santralinin planlama aşamasına dönüşmüş olmasıdır. Bu çerçevede geç kalınmış olmasına rağmen son dönemde denetleyici ve düzenleyici mevzuat konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir (Dinçer, 2019, s. 23). Ayrıca Türkiye’nin 2000 sonrasında ‘’Ulusal Enerji ve Güvenlik Strateji Planına’’ nükleer enerji politikasını da dâhil ederek bir devlet politikası haline getirmesi olumlu bir gelişmedir. Türkiye nükleer enerji çalışmalarında teoride uzun bir geçmişe sahip olsa da, pratikte henüz emekleme ve kuluçka dönemindedir. Günümüzde önemli bir siyasi irade koyarak daha önce yapılamayan bir alanda çalışmaların başlaması ve yürütülmesi Türkiye açısından oldukça yapıcı ve önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Her ne kadar mevzuat, teknik kapasite, güvenlik kültürü, mevcut sanayi altyapısındaki eksiklikler, kullanılacak nükleer yakıtın dışarıdan temin edilme zorunluluğu, insan kaynaklarındaki eksiklikler, Türkiye’nin bulunduğu konumdaki bölgesel yüksek risk ve tehditler gibi hususlar bu alanda ülkemizin zayıf yönleri olarak görülse de; bütün bu eksikliklerin giderilmesi için özellikle son 10 yılda gösterilen atılımlar ile siyasi/bürokratik karar alıcıların dirayetli duruşları sonucu hem sanayii, altyapı ve insan kaynakları hem de ekonomik ve ulusal güvenlik alanında yürütülen topyekûn kalkınma çalışmaları gelecek açısından Türkiye’nin ve bölgenin sürdürülebilir güvenlik ve kalkınması açısından nükleer enerjinin önemini ortaya koymaktadır.

3.4 Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikasının Çok Boyutlu Değerlendirilmesi