• Sonuç bulunamadı

3.4 Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikasının Çok Boyutlu Değerlendirilmesi

3.4.5 Güvenlik ve Stratejik Boyutlarıyla Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası

Nükleer Enerji’nin güvenlik ve stratejik boyutlarıyla değerlendirilmesi teknik ve diğer boyutlardan değerlendirmeye göre daha komplike bir durumdur. Türkiye’nin özellikle coğrafi konumu, bölgesel ve kendine has tehditleri, potansiyelleri ve fırsatları ile konjonktürel açıdan ülkemize mahsus şartlar nedeniyle Türkiye’de faaliyete geçirilecek olan nükleer enerji çalışmasının güvenlik ve stratejik açıdan kapsamlı bir biçimde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bölge ve Ortadoğu’da son dönemde yaşanan terör olayları ile siyasi ve ekonomik çekişmeler, küresel enerji piyasalarındaki tedirginlikler, ABD- Çin rekabeti, Rusya’nın ve Ortadoğu ülkelerinin enerji pazarı rekabeti ile İran’ın belirsiz pozisyonu gibi meydana gelen birçok risk ve faktör Türkiye’nin güvenlik ve enerji politikalarını etkilediği gibi, bölgesel güvenlik ve nükleer enerji stratejilerini de etkilemektedir (Şensoy, Temmuz 2006).

Türkiye ulusal güvenliğini ve enerji güvenliğini sürdürebilmek için bir taraftan enerji hammadde temin ettiği ülkeleri çeşitlendirirken diğer taraftan mevcut sınırları içerisindeki potansiyelini geliştirerek milli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmiş ve bu konuda yaptığı önemli yatırımlar ile enerji açığını azaltmayı hedeflemiştir. İşte bu kapsamdaki yatırımlardan biri de nükleer enerji alanındaki yapılan ‘‘Nükleer Güç Santrali’’ projesidir.

Nükleer enerji santralinde en önemli başlık güvenlik kültürüdür. Özellikle 2011 yılında Japonya da yaşanan nükleer felaket sonrası olası bir nükleer kazanın meydana gelmemesi için başka hiçbir enerji santralinde olmadığı kadar yeni ve ilave güvenlik tedbirleri hayata geçirilmiştir. Bu kapsamda diğer enerji santralleri ile karşılaştırıldığında olasılık olarak nükleer santraller en düşük kaza riskine sahip santraller arasındadır. Buna karşın her türlü emniyet ve güvenlik tedbiri alınan bir nükleer enerji santralinde en büyük risk; radyasyonun yayılma riskidir. Radyasyon riski; alınan nükleer güvenlik tedbirlerine ve geliştirilen teknolojik çözümlere rağmen üzerinde hassasiyetle durulması ve değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Bu kapsamda, nükleer santraller tasarım aşamasından başlayarak sıkı bir denetleme, teknik emniyet anlamına gelen “derinliğine nükleer güvenlik” felsefesi ile faaliyete geçilmesi kabul görmüş ve uygulanan bir güvenlik sistemidir (Tuğrul, 2015, s. 6-10). “Derinliğine Savunma” ilkesinde yer alan beş fiziksel bariyerin bütünlüğünü ve sağlamlığını koruyacak, birçok güvenlik sistemi Türkiye’de yapılacak VVER- 1200 tipi

reaktörde yer almaktadır. Ayrıca Çernobil nükleer santralinde bulunmayan, “Eriyik Kor Kabı, “Çift Koruma Kabı, Acil Durum Kor Soğutma Sistemi, Otomatik Kontrol, Pasif Güvenlik Sistemi, Sismik Sistemler, yine bunlara ek olarak Fushikuma nükleer santralinde meydana gelen hidrojen patlamalarını engelleyici, ‘’Hidrojen Emici Sistemler’in’’ tamamı kurulacak olan VVER- 1200 tipi reaktördeki güvenlik sistemleridir. Yine gerek tasarımı, gerekse güvenlik sistemleri ile VVER-1200 nükleer santrallerin hem Rusya hem de Avrupa ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı kod ve standartlarına uygun olduğu tescil edilmiştir ( Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, 2010, s. 53-54).

Türkiye’de olduğu gibi deprem riski altında bulunan ülkelerde yapılacak olan nükleer santrallerin depremlere karşı dayanıklı olması da çok önemlidir. Türkiye’deki deprem riskleri göz önüne alınarak uygun görülen yerler arasında olan Akkuyu ve Sinop’ta kurulması planlanan santraller sırasıyla Sinop’ta 300 ve Akkuyu’da 245 Gal tepe salınım şiddetindeki ciddi depremlerde dahi önemli bir sorun olmadan devre dışı kalabilecek şekilde tasarlanmışlardır ( World Nuclear Association, 2012). Ayrıca kuruluş yerinin belirlenmesinde büyük önem taşıyan jeolojik, jeotektonik yapı ve depremle ilgili incelemelerde başta İmar İskân Bakanlığı Deprem Araştırma Enstitüsü olmak üzere, ODTÜ Deprem Araştırma ve Jeoloji bölümleri, İTÜ Sismoloji Enstitüsü, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA), Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE) ve Devlet Su İşleri (DSİ) gibi birçok teknik kurum ve kuruluş yakın bir işbirliği ve koordinasyon içerisinde çalışılmıştır (Dinçer E. , 2019, s. 18-19). Bu sebeple Akkuyu NGS için deprem açısından önemli bir sorun görünmemektedir.

NGS sahaları deprem riski açısından en güvenilir bölgeler arasında yer almasına rağmen Akkuyu’nun konumunun stratejik riskleri değerlendirildiğinde ise; önümüze bazı tehdit senaryoları çıkarmaktadır. Dünyada genel olarak nükleer santrallere yapılan eleştiriler olası kazaların neden olacağı çevre sorunlarına yöneliktir. Oysaki Türkiye’nin ve bölge coğrafyasının en ciddi problemlerinden biri terördür. Nükleer santrallere karşı olası saldırılar ve bu saldırıların neden olabileceği bazı sonuçlar karar mekanizmaları tarafından göz ardı edilmektedir. Türkiye’de yapım aşamasında olan nükleer enerji santrallerinin terör örgütlerinin olası saldırı ve sabotajları açısından ‟güvenlik riski’’ üzerinde durulması gereken en önemli konudur (Akyüz, 2015, s. 525) Türkiye’nin rakipleri tarafından terör örgütleri kullanılarak gayri-nizami harp uygulamaları ile karşı karşıya kalabilme ihtimali yüksektir. Bu açıdan yaklaşık 60 yıldır bu alanda yaptığı çalışmalar bir şekilde sabote edilen Türkiye açısından nükleer enerji stratejik bir

konudur. Bu nedenle coğrafi konum ve mevcut potansiyeli itibariyle yukarıda belirtilen en çok nükleer reaktöre sahip 10 ülkeden Türkiye’yi ayrılan en önemli özelliği jeolojik konum olarak terör faaliyetlerinin etkinlik alanı içerisinde yer almasıdır. Türkiye’nin sınır komşusu Suriye ve Irak gibi ülkelerde yaşanan savaşlar ve terör olayları, yine Doğu Akdeniz’deki enerji rekabeti, Ortadoğu ülkeleri ve İsrail ile yaşanan gerginlikler, bölgede Mısır ve İran ile yaşanan siyasi ve askeri anlaşmazlıkların bir sonucu olarak günümüzde Türkiye’nin çeşitli saldırılara maruz kalabilmesi mümkün görülmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin bölgesinde yaşanan gelişmeler kurulacak olan nükleer santralin korunması bakımından güvenlik risklerini daha da yükselttiği bir gerçektir. Ayrıca Türkiye açısından Yunanistan halen tehdit kaynağı olmaya devam etmektedir. Kıbrıs veya Girit’e yerleştirilmesi düşünülen orta menzilli füzeler dolayısıyla, Rusya’nın yapımını üstlendiği Akkuyu NGS’nin stratejik konumu daha da hassaslaşmaktadır (Türkiye Enerji Forumu, 2001:167).

Hala aktif olarak varlığını sürdüren ve küresel güç rekabet ortamında Türkiye’ye karşı rakip ülkelerin taşeron olarak kullandığı PKK terör örgütü geçmiş dönemlerde İran-Türkiye doğalgaz boru hattının yanı sıra Azerbaycan-Türkiye boru hattına da eylemler düzenleyerek enerji hatlarını patlatılması Türkiye’nin enerji güvenliği konusunda yaşadığı önemli saldırıların başında gelmektedir. Devletin stratejik kurumları arasında gösterilen nükleer santrallere de adı geçen terör örgütlerinin, saldırısı durumunda ülkeye ve vatandaşlara çok ciddi zararlar verebileceği bir gerçektir. Bu nedenle, Türkiye’de nükleer enerji santrallerinin sadece enerji politikaları açısından değil, aynı zamanda ulusal güvenlik perspektifinden de analiz edilerek gerekli olan en hassas güvenlik tedbirlerinin alınması gerekmektedir.

21. Yüzyılda ön plana çıkan asimetrik tehditlerle birlikte, faaliyette bulunan nükleer santrallerin güvenliğinin sağlanabilmesi çok önemli bir sorundur. Çünkü dünyada faaliyet gösteren santrallerde asimetrik tehditler öngörülmeden, klasik saldırı teknikleri göz önüne alınarak yalnızca uçak düşmelerine karşı bir güvenlik önlemleri alınmış ve güvenlik belgeleri (lisans) bu senaryolara göre biçimlendirilmiştir. Fakat günümüzde saldırı ve sabotaj teknikleri teknolojik gelişmelerle birlikte geliştirilerek terör örgütlerince; klasik saldırı tekniklerine ilave olarak; siber saldırılar, elektromanyetik silahlar, yapay zekâ ile yönlendirilebilen sürü droneler ile yapılan hava saldırıları, nükleer programların hacklenmesi, sisteme aşırı enerji yükleme gibi birçok tehdit araçları ile zarar vermek maksatlı eylemlerin gerçekleştirilebileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle muhtemel saldırının yol açabileceği nükleer facia veya Çernobil benzeri bir

kaza neticesinde binlerce km. alan yüzlerce yıl kullanılamaz duruma geleceğinden Türkiye’nin en önemli girdilerinden olan turizm ve tarım sektörlerinin ciddi ve uzun süreli bir şekilde olumsuz etkilenebileceği daima göz önünde tutulmalıdır.

Bir nükleer felaketin sonuçlarını tam olarak anlamak ve anlatmak olanaksızdır. Ancak olayın daha iyi analiz edilebilmesi açısından bir örnek verilecek olursa; yalnızca bir adet 10 megaton gücünde nükleer bomba tipik bir kent merkezinde patlatıldığında (Akça & Vurucu, 2016, s.22-23);

 Bombanın patladığı yöne bakmakta olan 320 km. uzaklıktaki insanlarda bile göz yanıkları meydana geldiği,

 Patlamanın merkezinde 2,5 km. genişliğinde bir krater açıldığı,

 11 km. yarıçaplık bir daire içindeki tüm binalar, köprüler, fabrikalar vs. tamamen yıkıldığı, buradan 10-15 km. ötedekiler ise çok ağır hasar gördüğü,  Hızı saatte 250 km’yi aşan kasırgaların meydana geldiği,

 35 km. ötedeki insanlar dâhil birçok şey yanıp tutuşarak eridiği,

 Merkezden itibaren 40 km. İçindeki hızla seyreden yangın her şeyi kül haline dönüştürebildiği,

 Rüzgârlarla yayılan radyoaktif serpinti yüzlerce kilometre uzaklıktaki insanları öldürebildiği bilinmektedir.

Nükleer bir patlama sonucu genel olarak radyoaktif serpinti, ilk anda, 1.000 km2’lik

bir alanı insanlar için öldürücü yapmaktadır. Daha sonra, rüzgârla zehirlenen alan ki insanlarda kanser, genetik bozukluklar, vs. yaratır bu etki alanı 50.000 km2’yi

bulmaktadır (Gerger, 1983). Ayrıca Radyoaktif materyaller bulutların yardımıyla hızlı bir şekilde çevre bölge ve ülkelere yayılarak zararlı parçacıkların diğer insanlara da zaman içerisinde sirayet etmesine neden olabilmektedir. Bu çerçevede baktığımızda Türkiye’nin çevresindeki ülkelerde eski teknolojiler ile çalışan ve güvenlik önlemleri yeterince alınmamış nükleer santraller halen faaliyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla bir kaza anında, bu kazadan etkilenmemek ve bunların sonuçlarını hissetmemek mümkün değildir (Ercan T. , 1996, s. 48).

Türkiye’de kurulacak olan santralin güvenlik tedbirleri bu santrallere göre kat ve kat üstündür. Akkuyu NGS çalışma sahasında güvenlik yetkilileri ile yapılan mülakatta; yukarıda belirtilen risk ve tehditleri bertaraf edebilmek için dünyada ilk kez uygulanan güvenlik tedbirlerinin bu santralin inşasında kullanıldığı, herhangi bir terör

olayı veya saldırı anında nükleer reaktörlerin zarar görmemesi için 150 metre derinliğe yerleştirildiği, denizden gelebilecek tehditlere karşı sonar radar ve uyarıcı sistemlerin faaliyete geçirildiği, hem teknik hem de insan faktörleri ile üst düzey bir güvenlik sistemi dizayn edildiği belirtilmiştir. Rosatom Şirketinin Akkuyu NGS’de kullandığı yeni ve ilave güvenlik sistemlerinin nükleer santral talep eden Ortadoğu ve Afrika devletleri tarafından da yakinen takip edildiği ve Akkuyu NGS’nin Rusya açısından da önemli bir pazarlama ürünü olacağı görülmektedir. Ayrıca tesisin koruma ve güvenliğinin sağlanmasından sorumlu ülke olarak Türkiye’nin kritik alan ve tesis kapsamına aldığı Akkuyu NGS çalışma sahasının fiziki güvenlik ve korumasını sağlamak maksadıyla Jandarma Genel Komutanlığına bağlı bir NGS Koruma Komando Taburu kurarak sahada faaliyete geçirildiği görülmüştür.

Akkuyu NGS’nin faaliyet sahasının coğrafi yapısı incelendiğinde hilal şeklinde bir arazinin ortasına inşa edilmeye devam ettiği, arazinin açık kısmının denize bakan taraf olduğu, yerleşim yerleri ile arasında yüksek arazi arızalarının bulunduğu, yıl içerisinde rüzgârın genel olarak kuzey-güney istikametinde denize doğru estiği yapılan araştırmalarla tespit edilmiştir. Bütün bu çalışmalarda üzerinde durulması gereken asıl mesele ise; Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın risklerini ortaya koymak, tehdit ve olası sonuçlarını daha net kavrayabilmektir. Ayrıca çeşitli nedenlerle NGS’de yaşanabilecek olumsuz bir vakanın Türkiye ile birlikte Akdeniz’e sınır ülkeler ve Ortadoğu bölge ülkelerini de etkileyeceğini unutmamalıyız.

Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı jeopolitik perspektiften Türkiye’nin sürdürülebilir güvenlik ve kalkınmasında nükleer enerjiye ihtiyaç durumunun milli güvenlik bağlamında ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda Akkuyu Nükleer Santrali’nin 2016 yılında “Stratejik Yatırım” statüsüne ve devamında ise ‘’öncelikli yatırım’’ kapsamına alındığı açıklanmıştır (Sınmaz, 2016). Yukarıda belirtilen risk ve tehditlerin bertaraf edildiği ve yüksek düzeyli güvenlik tedbirleri alındığı bir durumda nükleer enerji Türkiye açısından başta enerji olmak üzere teknoloji transferi, güvenlik kültürü ve ekonomik açılardan da oldukça büyük ve stratejik bir kazanım olacağı saptanmıştır.

3.4.6 Türkiye’de Yürütülen Nükleer Enerji Faaliyetlerinin Bölgesel