• Sonuç bulunamadı

VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ: Bu çalışma kapsamındaki sorulara teorik araştırmalarla ve örnek oyun incelemesi teknikleriyle yanıtlar verilecek

6. KURAMSAL ÇERÇEVE:

7.2. VERİ TOPLAMA TEKNİKLERİ: Bu çalışma kapsamındaki sorulara teorik araştırmalarla ve örnek oyun incelemesi teknikleriyle yanıtlar verilecek

ve öngörü desteklenecektir. Çalışma kapsamında, farklı bağlamlarda dokuz oyun incelenecektir. Ayrıca çalışmanın sonuna, soruların yanıtlarını desteklemek amacıyla görülen oyunlardan fotoğraflar eklenecektir.

1 I. ÇOCUĞU VE ÇOCUKLUĞU ANLAMAK

“Evrensel çocuk yoktur, evrensel çocukluk özellikleri vardır.”

Roger Smith

Smith (2010, 6), çocukluğun belli başlı evrensel özelliklerinin olmasının yanında, çocuğun mutlaka bulunduğu bağlam içinde ele alınması gerektiğine vurgu yapar. Çocuğun ve çocukluğun sadece biyolojik gelişimden ibaret olmadığını, ayrıca içinde bulunduğu kültürle şekillenen toplumsal gelişimi olduğunu ifade eder. Çocuk, içinde bulunduğu çevre ve kültürle gelişen kültürel bir bireydir. Heiner ve Hawes (1985) da, Tarihsel Bakışta Çocuklar (Children in Historical Perspective) adlı kitapta çocuk olmanın kendine has bir yaşantı olduğunu, yetişkin olmakla bir olmadığını dile getirirler (Tan, 1989, 74).

Çocuğu tanımak, çocukluğu yakından incelemekle mümkündür. Çağdaş toplumsal kuram ve kavramların hepsinde olduğu gibi çocukluk kavramının da anlaşılması öncelikle tarihsel araştırmaların gerekliliğini ortaya koyar (Tan, 1989, 71–72). Çocuğu yakından incelerken yapılması gereken en önemli şey, çocuğu tarihsel süreç içinde ele alarak çocuk sosyolojisi ve gelişim psikolojisinden aynı anda yararlanmaktır. Bu iki alan, çocuğu farklı yönlerden ele alır. Çocuk sosyolojisi, gelişim psikolojisinin savunduğu evrensel, doğal ve normal çocuk anlayışını kabul etmez. Gelişim psikolojisi, çocuğun gelişim süreci içinde belli aşamalardan geçtiğini ileri sürer. Öte yandan çocuk sosyolojisi, çocuğu belli kalıplar içinde incelemeyi reddederek, çocukların her yerde ve her zaman aynı olmadıklarını toplumsal olarak kurulduklarını ve bağlamsal olarak algılanması gerektiğini savunur. Buradan da

2 anlaşılacağı gibi çocukların toplumsal ilişkileri ve kültürleri, yetişkinlerin kalıplaşmış bakış açısından bağımsız olarak incelenmeli; çocukların, kendi toplumsal yaşamlarını kurmada ve belirlemede etkin oldukları göz ardı edilmemelidir. Corsaro’ya (1997) göre çocuklar, uzun bir süre toplumda ve kuramsal yaklaşımlarda ikincil ya da aşağı konumlarda görülmüştür (Onur, 2007, 36–37).

Çocukların var olduğu alanlarda, çocuklar için bir şeyler üretmeyi amaçlayan insanların çocuğu kendi özellikleriyle anlaması ve yorumlaması yapılan şeyin niteliğini arttırmak için öncelikli bir gerekliliktir. Çocuk için nitelikli bir şey yapabilmek onu tanımayı, geçirdiği yaşam sürecini iyi bilmeyi ve onun da başlı başına toplumda bir birey olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Çocukluğun evrimi konusundaki öncü çalışmaların en ünlüsü, Fransız nüfus bilimcisi ve toplumsal tarihçisi Philippe Aries (1914–1984) ’in 1960 yılında yayımlanan L’Enfant et la vie Familliale sous L’ancien Regime (Eski Devirlerde Çocuk ve Aile Yaşamı) adlı kitabıdır. (Kitap yayımlanışından iki yıl sonra Centuries of Childhood, A Social History of Family Life adıyla R. Baldwick tarafından İngilizceye çevrilmiştir.) Aries, bu yapıtında çocuğu doğru anlamak için çocukluğun bir bilim dalı olarak ele alınması gerektiğini dile getirir. Bu kitapta, çocukluk kavramının evrimini incelemek için yalnız çocukların değil, ana–baba–çocuk ilişkilerinin de değil, aynı zamanda toplumun yaşam felsefesi dâhil tüm toplumsal kültürel gerçekliğin incelenmesinin gerekliliği vurgulanır (Tan, 1989, 76). Aries çocukluğun toplumun bir icadı olduğunu savunur. Ayrıca, bu kitabında ‘çocukluk’ kavramının çocuk sevgisi ile karıştırılmaması gerektiğini belirtir ve şöyle devam eder (Tan, 1989, 79):

3

“Bu kavram, daha ziyade çocukluğun kendine has özellikleri bulunduğu; bu özelliklerin onu yetişkinden hatta genç insandan ayırdığı bilinci ile ilişkilidir.”

Çocuklar üzerine yaptığı toplumsal araştırmalarıyla ve Çocukluğun Sosyolojisi (The Sociology of Childhood) adlı çalışmasıyla bilinen çocuk sosyologu William Corsaro, çocuk ve çocukluk üzerine yaptığı araştırma ve çalışmaların yanında anaokullarında çalışarak –alan çalışması yaparak– akademik kariyerini nasıl desteklediğini dile getirir (Onur, 2007, 9). Corsaro, çocukların toplumsallaşmasını araştırmaya başladığında sosyolojinin çocukları açıkça ihmal ettiğini ve psikolojinin de katı davranışçılığın etkisinden kurtulamadığını ifade eder. Corsaro, anaokulu çocuklarıyla çalışmaya başladığında yapıkurumcu (constructivist) yaklaşımın bireysel çerçevesinin yetersiz kaldığını; toplulukçu, kolektif, kültürel süreçlerle ilgilenmesi gerektiğini görmeye başlar (Onur, 2007, 11). Corsaro’nun dediği gibi çocuğu kendi özellikleri bağlamında ele almak farklı bakış açılarını gerektirir. Bu da yetişkinlerin farklı bilim dalları arasında disiplinlerarası ilişkiler kurarak; çocuk psikolojisi, çocuk sosyolojisi, çocuk tarihi ve çocuk eğitimi üzerine eğilmesini, bu alanlardan yararlanarak olumlu bir çocuk ve çocukluk algısı geliştirmelerini gerektirir.

Sommer, Samuelsson ve Hundeide (2010, 13) Avrupa’nın Danimarka, İsveç ve Norveç ülkelerindeki üniversitelerin psikoloji, sosyal bilimler ve eğitim bölümlerinde profesör olarak çalışan ve farklı bakış açıları geliştirerek çocuğa hak ettiği değerin verilmesini destekleyen önemli isimlerdir. Faklı alanlarda çalışarak,

4 çocuk için farklı bakış açıları geliştirip, kitap yazmaları da disiplinlerarasılığa güncel ve etkin bir örnektir. Onlar çocuğu, vatandaş; çocuk merkezliliği de toplumsal bir değer olarak görürler ve çocuğa bakışlarını şöyle açıklarlar:

“İnsanlık ve bireyselleşme süreci çocukların vatandaş olarak anlaşılmasına yol açmıştır.

Çocukların vatandaş olarak görülmesi fikri bir sosyoloji terimi olan vatandaşlıktan doğmuştur. Oy kullanma hakkına bakılmaksızın, bütün vatandaşlar toplumun eşit bireyleridir; etnik köken, cinsiyet, sosyal grup veya yaştan doğan eşitsizlik hümanistik bakış açısına göre kabul edilemez. Bu görüşe göre, küçük çocuklar yetişkinlerin sahip oldukları beceri ve deneyime sahip olmasalar da, her durumda yetişkinlerle aynı haklara sahiptirler.

Çocuk bakış açısına bağlı olarak, çocuk vatandaşlığının ilkeleri, çocukların algıları göz önünde bulundurularak belirlenmelidir. Çocukların bakış açılarının dikkate alınması, yetişkinlerin çocukları yetişkinlerle eşit vatandaşlar olarak kabul etmelerini sağlar. Ayrıca çocuk bakış açısı, çocuğun güçlü bir demokratik statüsünün ifadesidir: Çocuğun, düşünce ve fikirleri dikkate alınan, ilgileri korunması gereken ve dokunulmazlığı olan bir kişi olarak değer görmesi...”

Çocuk tarihi araştırmaları, çocuk ve çocukluk kavramlarının toplumsal biçimlenişini anlamakta tek başına yeterli değildir (Tan, 1989, 74). Çocukla ilgili araştırmaların disiplinlerarası ilişkiler kurularak yapılması, çocuk kavramına çok boyutlu yaklaşımın en önemli gereksinimidir. Mine Tan (1989, 75) da disiplinlerarası ilişkilerin önemini şöyle vurgular:

“Psikoloji ve gelişim, ekonomi, toplumbilim, sosyal siyaset, eğitim, tıp ve hukuk alanlarında geliştirilen bilgi yumağı bir toplumsal kavram olarak çocukluğa değişik boyutlarda ışık tutabilir. Antropolojik araştırmalardan, romanlardan, öz yaşam öykülerinden ve dinsel kaynaklardan aynı doğrultuda yararlar sağlanabilir. Kısacası, çocuğu araştırma odağında

5

tuttuğu sürece bütün bu incelemeler değişik amaç ve yöntemleriyle; fakat belki de tam bu nedenle çocuk kavramını değerlendirmemize katkıda bulunabilir.”

Corsora (1997) çocuğun toplumsallaşmasına ilişkin ilk sosyolojik araştırmaların, dönemin gelişim psikolojisindeki egemen kuramlardan etkilendiğini belirtir. Bu kuramlara göre çocuk, edilgin bir role sahiptir; gelişim tek yönlüdür;

çocuk yetişkinin müdahalesiyle biçimlenir. Sonraki gelişim psikologları ise çocuğu etkin olarak görmeye başlarlar. Yapıkurumcu psikologlar içinde Piaget en ünlüsüdür.

Piaget, çocuğun doğduğu andan itibaren çevreden aldığı bilgiyi örgütlediğine ve yorumladığına, fiziksel ve toplumsal dünyanın kavramlarını kurduğuna inanır.

Corsaro, Piaget’nin gelişim psikolojisinde kullandığı ‘evre’ kavramının sosyoloji için de önemli olduğunu belirtir. Evre kavramı, çocukların kendi dünyalarını yetişkinlerden niteliksel olarak faklı yollarla algıladıklarını ve örgütlediklerini gösterir. Bu nedenler Corsaro, çocuğa ilişkin sosyolojik kuramlarda çocuğun bilişsel gelişim düzeyini dikkate almak gerektiğini belirtir.

Vygotsky, yapıkurumcu akımın önemli kuramcılarından biri kabul edilir.

Vygotsky de, Piaget gibi çocuğun insan gelişiminde etkin bir rolü olduğuna inanır;

ancak Vygotsky çocuğun toplumsal gelişiminin çocukların kolektif eylemlerinin sonucu olduğu, bu eylemlerin de toplum içinde yer aldığı görüşünü savunur (Onur, 2007, 41). Yine birbiri ile çelişkili gibi görünen bu iki teori, çocukların toplum içinde bireysel farklılıkları olan ancak aynı gelişim evrelerinden geçen varlıklar olduğu çıkarımını yapabilmek için son derece yararlıdır.

6 Corsaro, çocuk sosyolojisi ve psikolojisi arasında yakın bir ilişki kurarken, Chris Jenks (2004) çocuğun gelişimi konusunda psikologlar ile sosyologların bakış açılarının farklı olduğunu belirtir. Jenks’e göre günümüzdeki sosyolojik çocuk araştırmalarında en yaygın yaklaşım, çocuğu toplumsal olarak kurulmuş –çoğu zaman heterojen olan– imgeler, tasarımlarımlar, kodlar ve kurgular olarak ele alır.

Bu yeni yaklaşım çerçevesinde çocukluk, toplumsal bir kurgu olarak anlaşılır;

toplumsal çözümlemenin bir birimidir. Çocukların toplumsal ilişkileri ve kültürleri yetişkinlerin bakış açısından bağımsız olarak kendi başına araştırılmaya değerdir.

Sosyoloji çocuğu tarihsel, karşılaştırmalı ve fenomonolojik olarak araştırmayı da amaçlar. Bu yeni açılımların çocuğun araştırılmasında ve anlaşılmasında alternatif yaklaşımlar olduğu söylenebilir. James’e göre (1999), çocukların kültürel dünyaları yetişkinlerden ayrıdır; çocuklar kendilerine özgü bu dünyada kendi kuralları ve ritüelleri ile özerk olarak davranırlar (Onur, 2007, 37–38).

Çocukla ilgili önemli projelerin yapıcı tartışmalardan sonra kuramsal temellere dayandırılarak uygulamaya geçirilmesi çok önemlidir. Uygulamalar, kuramsal bakış açısından yoksunsa uygulamalardan, kuramsal bilgi üretmek mümkün değildir. Kuramsal bilgilerden yararlanırken güncel bilgileri takip ederek hızla değişen dünya içinde çocukluğun ve çocukların, onları ele alan bilimsel kuramların ve yöntemlerin de değiştiğini kabul etmek çocuğu yaşadığı çağ içinde değerlendirmek için son derece önemlidir. Günümüzde çocuğu, toplumsal ve kültürel bağlam içinde ele almayan hiçbir yaklaşım geçerli sayılmamaktadır (Onur, 2007, 12).

Hugh Cunningham da bu fikri destekleyerek çocukluğun ve çocukların toplumdan soyutlanmış bir şekilde incelenemeyeceğini dile getirir (Onur, 2007, 19).

7 John Holt (1923–1985) Çocukluktan Kaçış adlı kitabında “Kendimize sürekli olarak çocuklar için neyin iyi olduğunu, neyin doğru olduğunu ve onlar için neler yapabileceğimizi sorup duruyoruz.” der. Değişik toplumlara ve değişik tarih evrelerine hatta aynı toplumun değişik kesimlerine baktığımızda çocukluğa değişik anlamlar verildiği görülür. Bu nedenle değişik gelişim çerçevelerini farklı toplum, sınıf ve kategorilerdeki çocuklara uygularken temkinli olmak gerekir (Tan, 1989, 71–

72).

1960’lı ve 70’li yıllarda çocukluğun evrimiyle ilgilenen bir başka Avrupalı bilim adamı, ünlü çocuk gelişimcisi ve psiko–tarihçi Erik Erikson (1902–1994), Çocukluk ve Toplum (Childhood ve Society) adlı kitabında çocuğun psikososyal evrelerini ele alır. Erikson’un gelişim modeli, çocuğun “Yalnız bir ayna gibi, bir yaratık gibi değil; aynı zamanda kültürün bir yaratıcısı ve bir anlamda başlı başına dinamik bir güç olarak” algılanmasını sağlar. John Demos da, Erikson’un psikososyal evreler hakkındaki gelişimci modelini ileri sürerek çocuğu, belli başlı kültürel temaları odaklaştıran ve yansıtan bir ayna gibi gören Aries ve yandaşlarını eleştirir (Tan, 1989, 84).

Farklı yaklaşımlardan da anlaşılacağı gibi, her yaklaşım kendinden sonraki fikre göre biraz daha sığ ve eksik kalır. Bu nedenle çocuk ve çocukluk üzerine bir sentez oluşturmak, yetişkinlerin araştırma ve çalışmalarına dayanır. Her güncel çalışmanın, kendinden bir öncekini tamamladığı düşünülürse, fikirlerin ve araştırmaların yapılan uygulamalarla desteklenmesi büyük önem taşır. Burada da

8 teorilerin uygulamaya dönüştürülmesi gerekliliği, uygulanamayan teorilerin zamanla geçerliliğini kaybedebileceği gerçeği karşımıza çıkar.

Çocuklar için nitelikli bir şey yapabilmek ‘çocuk’ ve ‘çocukluk’ kavramlarını derinlemesine incelemeyi gerektirir. Bu inceleme sırasında çocuk ve çocukluk kavramlarının kültürel bağlamda değerlendirilmesi ve disiplinlerarası çalışmalarla desteklenmesi son derece önemlidir. Her çocuk yaşadığı toplum içinde geliştiği ve o toplumun özelliklerini yansıttığı için çocuğun evrensel özelliklerinden bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla, bir toplumda yaşayan çocuğun özelliklerinin, diğer toplumda yaşayan çocuğun özelliklerinden farklı olabileceği unutulmamalıdır. Bu noktada yetişkinlerin çocuğu, çocuğun dünyayı nasıl algıladığı üzerine oluşturdukları varsayımları araştırma ve incelemelerin dışında tutarak ele almaları, çocukların yaşamı ve yakın çevrelerini nasıl algıladıklarını en doğru şekilde ortaya koyabilmeleri için gereklidir; çünkü, çocuk yetişkinin algısından farklı bir algıya sahiptir. Bu görüş yaygınlaşmadığı sürece, çocuklar için yapılan her şeyde nitelik sorunun karşımıza çıkması kaçınılmazdır.

9 II. ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ

“Tiyatroda, seyircilerin yaşındakilerle duygudaşlık kurmak zorunluluktur. Bunun için o seyircinin hayatı konusunda bilgi ve onun özellikleri konusunda uzun yıllara dayanan bir deneyim sahibi olmak gerekir.”

Alexander Brjanzew

Giriş kısmında da belirtildiği gibi bu çalışmada ‘erken çocukluk dönemi’

doğumdan beş yaşa kadar geçen süre olarak ele alınacaktır. Çeşitli teorilerden yararlanılarak erken çocukluk dönemi hakkında yapılan uygulamalara ışık tutabilmesi için kuramsal bilgi verilecektir. Kuramsal bilginin amacı, çocukla ilgili herhangi bir uygulama, araştırma ve gözlem yapılmadan önce çalışmayı geliştirecek tartışmalara zemin hazırlamaktır. Kuramsal bilgi, yetişkinlerin çocuklara yaklaşımlarını şekillendirmede önemli rol oynar. Kuramsal bilgilerin çocuğu genelleme gibi olumsuz bir yanı olduğu da göz önünde bulundurularak teorilerin, çocukla bire bir iletişim, çocuklarla birlikte çalışma ve çocukların yaşıtları ve yetişkinlerle olan ilişkilerini farklı ortamlarda gözlemleme gibi eylemlerle desteklenmesi gerekir. Eğer böyle bir destekleme söz konusu olmazsa teorilerin sığ bir bilgiden öte gidemeyeceği kaçınılmazdır. Daha önceki bölümde adı geçen çocuk sosyoloğu William Corsaro’nun, çocuk ve çocukluk üzerine yaptığı araştırma ve çalışmaların yanında anaokullarında çalışarak, çocukları farklı açılardan gözlemleyerek ve onlarla iletişim kurarak çalışmalarını desteklemesi, teori ve uygulamanın iç içe geçerek bir arada olmasına önemli bir örnektir (Onur, 2007, 9).

10 Çocuk ve çocukluk kavramlarının içselleştirilmesi gibi ‘erken çocukluk’

kavramına da gereken önem verilmelidir. Erken çocukluk dönemi, insan yaşamının en önemli dönemi olarak bilinir. Erken çocukluk pek çok kaynakta, insanın sonraki yaşamında gerekli olan en önemli becerilerini oluşturduğu ve şekillendirdiği dönem olarak vurgulanır.

Erken çocukluk dönemini farklı açılardan ele alan çok sayıda kuramcı bulunmaktadır. Bu çalışmada, erken çocukluk dönemindeki çocukların farklı gelişim dönemleri hakkında bilgi verebilmek için Jean Jacques Rousseau, Sigmund Freud, Erik Erikson, Jean Piaget ve Lev Vygotsky gibi kuramcıların teorilerinden yararlanılacaktır. Kail (2004, 10) Çocuklar ve Gelişimleri (Children and Their Development) adlı kitabında teorinin çocuk gelişimdeki önemini şöyle açıklar:

“Çocuk gelişiminde teori, gelişimi açıklamak ve gelişim hakkında tahminlerde bulunmak için düzenlenmiş düşünceler bütünüdür. Teoriler araştırmalarda test edebileceğimiz tahminlere neden olur ve araştırma sürecinde tahminlerin desteklenip desteklenmediğini görmemizi sağlar.”

Çalıştıkları alanların ünlü kuramcıları olmaları, oluşturdukları kuramların günümüze de ışık tutması nedeniyle çalışmada bu isimlere yer verilecektir. Bu isimler, erken çocukluğa farklı açılardan yaklaştıkları için okuyucuya bilgi bakımından çeşitlilik sunacaktır. Rousseau, Emile adlı önemli yapıtının girişinde şöyle demektedir (Baştürk & Kızılçim, 2000, 21–22):

11

“…Uygulanabilirlik ilkesinin, şurada veya burada, falanca ülkede, falanca kişilere uygulanması koşullara göre hedeflerin saptanmasına bağlıdır. İsterlerse başkaları, ülkesine göre, kendi bakış açısına göre bu ayrıntılarla ilgilensinler. Benim önerilerimi kendilerine göre uyarlamaları demek, hem kendileri hem de başkaları için en iyisini yapmaları demektir.”

Okuyucu da Rousseau’nun bu düşüncesinden yola çıkarak adı geçen kuramcıların teorilerini kendilerine göre uyarlayarak, kendi çocuk deneyimlerinden bir sentez oluşturarak kendi çocuk anlayışını şekillendirebilir. Amaç, teorileri kabul etmek değil, çocuk hakkında yeni fikirlerin oluşumunu sağlamaktır.

Cenevreli düşünür Jean Jacques Rousseau (1712–1778) erken çocukluk üzerine kuram üreten bir düşünür olmasa da fikirleriyle erken çocukluk üzerinde de etkili olur; ancak fikirleri ve uygulamaları arasındaki çelişkilerden dolayı olumsuz eleştirilere maruz kalır. Bu nedenle Rousseau’nun erken çocukluk üzerine oluşturduğu düşüncelee, düşünceden öteye gidemez ve Rousseau düşüncelerini uygulamaya koyamaz. Toplum ve medeniyet üzerine kafa yorarken insanın ilk dönemlerine, erken çocukluk dönemine, gönderme yaparak küçük çocukların doğuştan saf ve asil olduklarını dile getirerek çocuğun değerini vurgular. 1700’lü yıllarda çocukların kendi duygularını geliştirebildiklerini ve kişiliklerini oluşturabildiklerini ileri sürmesi dönemin radikal düşüncelerindendir. Çocuğu kişilik sahibi bir birey olarak değerlendirmenin hâlâ sorun olduğu günümüzde, Rousseau’nun çocuğun kendi kişiliğini şekillendirmesinden söz etmesi hayli dikkat çekicidir.

12 Rousseau, ideal bir erken çocukluk görüşü oluşturmasına rağmen, çocuklarla hiçbir zaman çalışmaz. Hatta kendi çocuklarını çok küçük yaşta yetimhaneye terk ederek düşünceleriyle yaşadığı çelişkinin örneğini gösterir. Öte yandan erken çocukluk üzerine kendi felsefesini oluşturmak için çeşitli makaleler ve romanlar yazarak, düşüncelerini günümüze taşır. Rousseau, küçük çocukların doğalarının eşsiz olduğunu ve yetişkinlerin çocukları bu eşsiz doğayı yok etmeden yetiştirmesi gerektiğini savunarak, kendisinden sonraki erken çocukluk kuramcıları üzerinde etkili olur. Ayrıca, erken çocukluk dönemindeki çocukların yaşam ve yaş özeliklerine göre uygun bir çevrenin yaratılması düşüncesi de Rousseau ile birlikte daha sonraki erken çocukluk kuramcılarına ilham verir (Essa, 2003, 114).

Avusturyalı Nörolog Sigmund Freud’un (1856–1939) psikodinamik yaklaşımı, çocuk gelişimi ile ilgili bilimsel yaklaşımların en eskisidir. Freud da Rousseau gibi çocuklarla çalışmadığı, çocuklar üzerine gözlemler yapmadığı için erken çocukluk dönemiyle ilgili fikirlerini yetişkin hastaları ile çalışırken dolaylı olarak üretir. Bu nedenle, Freud’un çocuklarla ilgili fikirleri bilim adamları tarafından eleştirilir. Bilim adamları Freud’un çocuk gelişimiyle ilgili fikirlerinin, yetişkin hastalarının geçmişteki çocukluklarını hatırlamalarına dayandığını ve bilimsel çalışmadan uzak olduğuna inanırlar. Freud’un fikirleri eleştirilse de Freud, çocuk gelişimi üzerine yapılan araştırmalarda ve teorilerde etkisini sürdürür. Freud, özellikle erken çocukluk döneminde kazanılan deneyimlerin çocuğun gelişiminde kalıcı etkileri olduğunu savunur. Ayrıca, küçük çocukların ne yapmak istedikleri ve ne yapmaları gerektiği arasındaki çelişkiyi, erken çocukluk yıllarından başlayarak sık sık yaşadıklarını dile getirir.

13 XVI. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarında geliştirdiği teorisinde Freud, insan kişiliğinde yer alan üç temel ögenin ‘id, ego ve süperego’ çocukluğun ilk yıllarında oluştuğunu ileri sürer. İlkel dürtü ve sezgilerin birikimi olan ‘id’, doğumla birlikte ortaya çıkar. Çocuk temel ihtiyaçlarını id sayesinde ifade eder. ‘Ego’, kişiliğin akılcı ve pratik ögesidir ve çocukluğun birinci yılında görülür. Ego, çocuğun yaşadığı çelişkiyi çözmeye çalışan bir araç görevi görür. Çocuğun kişiliğinde ‘ahlaki bir temsilci’ olarak adlandırılan üçüncü öge olan ‘süperego’ ise çocukluğun iki yaşından okul çağına kadar geçen süre içinde ortaya çıkar. Süperego ile birlikte çocuklar yetişkinlere göre olan ‘doğru’ ve ‘yanlış’ kavramlarını öğrenmeye başlarlar (Kail, 2004, 12–13).

Freud, psikodinamik yaklaşımında insanın cinsel kimliğinin de erken çocukluk döneminde oluştuğunu ifade eder ve bu oluşumu ‘çocuk gelişiminin psikocinsel evreleri’ adı altında açıklar. Erken çocukluk döneminde görülen evreler şöyledir: Oral dönem, doğumdan sonra bir yaşına kadar geçen süre; anal dönem çocukluğun ikinci yılından başlayarak üçüncü yılına kadar olan dönem; çocuksu üreme organı dönemi (infantile–genital), çocukluğun üçüncü veya dördüncü yıllarında başlayarak devam eden süreç ve gizlilik dönemi (latency), çocukluğun dördüncü veya beşinci yıllarında başlayarak ergenlik dönemine kadar süren dönemdir. Freud, gelişimi ‘psikocinsel evreler’ olarak adlandırır; çünkü, kişilik

Freud, psikodinamik yaklaşımında insanın cinsel kimliğinin de erken çocukluk döneminde oluştuğunu ifade eder ve bu oluşumu ‘çocuk gelişiminin psikocinsel evreleri’ adı altında açıklar. Erken çocukluk döneminde görülen evreler şöyledir: Oral dönem, doğumdan sonra bir yaşına kadar geçen süre; anal dönem çocukluğun ikinci yılından başlayarak üçüncü yılına kadar olan dönem; çocuksu üreme organı dönemi (infantile–genital), çocukluğun üçüncü veya dördüncü yıllarında başlayarak devam eden süreç ve gizlilik dönemi (latency), çocukluğun dördüncü veya beşinci yıllarında başlayarak ergenlik dönemine kadar süren dönemdir. Freud, gelişimi ‘psikocinsel evreler’ olarak adlandırır; çünkü, kişilik