• Sonuç bulunamadı

A. Erken Çocukluk Döneminde Semboller ve Sembolik Anlatımın Önemi

Erken çocukluk dönemindeki çocuklar gelişimleri gereği, günlük yaşamlarında sembolleri çok sık kullanır. Sembolik anlatım, iletişim kurmalarında ve düşünce biçimlerini açığa çıkarmalarında çok etkin bir araçtır. Aynı zamanda, sembolik anlatım, çocuğun yakın çevresini ve yaşamı nasıl algıladığı konusunda yetişkinlere fikir verir. Dolayısıylasembolik anlatım yetişkinlerin, çocukların yaşamı nasıl algıladıkları konusundaki varsayımlarını azaltmaları ya da yok etmeleri için de çok önemlidir. Semboller Sözlüğü’nün (Dictionnaire des Symboles) yazarları Jean Chevalier ve Alain Gheerbrant (1997) sembolü, bir kavram olarak şöyle tanımlamaktadırlar:

“Sembol ya da simge, en genel anlamda, görünmez ya da algılanamaz bir şeyi benzerlik, uygunluk, bütünlük gibi çeşitli yollarla temsil etmek üzere kullanılan bir maddi nesne ya da algılanan bir araçtır. Dolayısıyla sembol bir resim, bir şekil, bir ses, bir sayı, bir renk, bir olay, bir kişi vs. olabilir. Semboller fikirleri, kavramları ya da soyut şeyleri göstermeye yarayan işaretlerdir.”

21 Erken çocukluk dönemindeki semboller, çocukların gelişim özelliklerinden yola çıkılarak yukarıdaki tanımın içinde yer alan sınırlı bir tanıma dayandırılır.

Sembolik anlatım da çeşitli sembollerin kullanılarak duygunun ve düşüncenin ifade edilmesi için kullanılan bir yöntem olarak tanımlanabilir. Erken çocukluk dönemindeki çocuklar, somut nesneleri bir ifade ve iletişim aracı olarak seçerek, sembolik anlatımı çok sık kullanırlar. Örneğin, sopayı bacaklarının arasına koyarak at gibi kullanır ya da sopayı silah yapar; oynadığı blokları kulağına götürerek cep telefonu olarak kullanır ya da kovayı kafasına geçirerek şapka yapar; yerdeki taşı top yerine kullanarak top oynar… Çocuk, buna benzer örnekleri günlük yaşamında çoğaltır.

Piaget’in bilişsel gelişim kuramından da anlaşıldığı gibi erken çocukluk dönemindeki çocuklar, iki yaşından itibaren çeşitli sembolleri kullanarak düşünce yapılarını oluşturmaya, kendilerini ifade etmeye ve başkalarıyla iletişim kurmaya başlarlar. Dolayısıyla, semboller, bu dönemde çocuğun yaşamında önemli bir yer tutar. Bu dönemindeki çocuklar, sembolleri kullanarak yaşadıkları olayları ya da gördükleri ve sahip oldukları nesneleri ifade ederler. Bu nedenle de Piaget erken çocukluk döneminde anlatımın bilişsel önemi üzerinde durur. Çocukların sembolleri kullanarak var olan nesnelere farklı anlamlar yüklediklerini, çocuğun erken dönemlerden başlayarak yaşamını büyük bir merak duygusuyla keşfetmeye; anlam üretmeye başladığını ve bütün bunları da kendi gelişiminde etkin bir rol üstlenerek yaptığını dile getirir (Smidt, 2006, 25–26).

22 Çocuğu, ‘sembol kullanıcısı’ ve ‘sembol dokumacısı’ olarak tanımlayan Smidt, (2006, 58) erken çocukluk döneminde ifade ve iletişim aracı olarak dilin yeterli olmadığını, çocukların doğal bir dürtü ile sembol kullanımına yöneldiklerini ileri sürer. Sembolik anlatımın erken çocukluk döneminin başlangıcında kendiliğinden ortaya çıktığını ortaya koyan araştırmaların geçerliliğini savunur.

Diğer yandan, çocuğun sembolik anlatımı bir araç olarak kullanmaya başlamasının, yetişkinlerin çocuğu yönlendirmesiyle ortaya çıktığını savunan görüşleri de paylaşır.

Ancak çocukların iki yaşından itibaren, yetişkinlerin henüz herhangi bir model olma durumunun söz konusu olmadığı bir evrede sembolleri kullanmaya başladıklarına inanır. Semboller aracılığı ile küçük çocukların benzersiz örnekler sunarak nesneleri adlandırmaya kendiliğinden başladıklarını, bu eylemin çocuğun ifade becerisiyle örtüşen bir görüş olduğunu savunur. Dolaysıyla erken çocukluk dönemi; çocukların görerek, dokunarak, tutarak ya da hareket ettirerek kullanabilecekleri sembollerin başlangıç ve en yoğun evresidir. Çocuklar ayrıca bir semboller bütünü olan dili de somut semboller yoluyla geliştirerek kullanmaya yine erken çocukluk döneminde başlarlar (Smidt, 2006, 60–61).

23 III. ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE TİYATRO SEYİRCİSİ OLARAK ÇOCUKLAR

“Çocuklar temiz havada koşturmaya ihtiyaç duydukları kadar tiyatroya gitmeye de ihtiyaç duyarlar.”

Philip Pullman

Tiyatro Nedir? (What is Theatre?) adlı kitabında Eric Bentley (1956, 240–

242) tiyatroyu şöyle tanımlar:

“Tiyatro bir yerdir. Eğer bu yerle ilgili bir şey varsa, bu yerde yaşayanlarla, yani oyuncularıyla ilgili de bir şey vardır. Tek bir nesneye odaklanan seyirci ile ilgili bir şey vardırfiziksel bir yakınlık içinde olan; gözleriyle, kulaklarıyla, kalpleriyle, zihinleriyle, ilgileriyle hep birlikte tek bir yöne bakan bir grup insanla ilgili. Sadece ben olmak için durmakla ilgili bir şey var ve bu koşullar altında, hem de biz olmanın bir parçası olan oyunculardan da önce, bu yerde bulunmakla ilgili bir şey var.”

Bentley, tiyatroyu seyirci ekseninde tanımlayarak seyirciye vurgu yapar.

Tiyatronun bir yer olduğunu ve seyircinin de oyuncudan önce gözüyle, kulağıyla, kalbiyle ve aklıyla bu mekânda bulunduğunu ifade eder. Metin And da (1973, 32), tiyatroyu, gücünü seyirciden alan bir topluluk sanatı ve eylemi olarak görür. And’a (1973, 32) göre seyirci, tiyatronun en önemli ve vazgeçilmez ögesidir; tiyatrodan eseri, yani dramı, oyun yerini, dekoru, kostümü, makyajı ve sahneye koyucuyu kaldırabiliriz; ancak iki öge ‘seyirci’ ve ‘oyuncu’ olmadan tiyatro sanatını gerçekleştiremeyiz. Empety Space (Boş Alan) adlı kitabın yazarı Peter Brook (1990, 11) ise, tiyatro ediminin herhangi bir boş alanın sahne olarak belirlenip bir

24 adamın bu boş alandan gelip geçmesi ve birinin de onu gözleriyle izlemesiyle başladığını ifade eder. Brook’a göre de tiyatro, sahnede yer alan oyuncu ve oyuncuyu gözleyen seyirci ile başlar. Alain Badiou (1998, 88–89) Başka Bir Estetik adlı kitabında tiyatro fikrinin metinde ya da şiirde tamamlanmamış olarak bulunduğunu dile getirir. Ancak Badiou’ya göre tiyatro fikri, edebi biçimiyle tutulduğu sürece kendisi olamaz. Tiyatronun dünyaya gelmeye ihtiyacı vardır. Tiyatro fikri, temsil sırasında hayat bulur. Dolayısıyla tiyatro, kendisini temsil anı ile tamamlamak zorunda olan bir sanattır. Seyirci de, tiyatro fikrini temsil anı içinde tamamlayan tek şeydir.

Yazarların tiyatro tanımları göz önünde bulundurulduğunda görülür ki, seyirci tiyatroda oyunu şekillendiren hayati bir öneme sahiptir. Oyun, seyirci karşısına çıkmadığında tamamlanamaz. Buradan da anlaşılacağı gibi tiyatro bütünlüğüne seyircisiyle varabilen bir sanattır (And, 1973, 36 – 50).

Erken çocukluk dönemindeki çocuklar için yapılan tiyatro tamamen, seyircisi olan çocukla şekillenen, çocuk düşüncesi dışarıda bırakıldığında gerçekleşemeyecek bir sanattır. Nasıl ki yetişkin tiyatrosunda oyunun başarısı seyircinin tepkisiyle ölçülüyorsa, erken çocukluk dönemindeki çocukların tiyatrosu da onların tepkileriyle şekillenmekte, hayat bulmaktadır. Bu dönemin çocukları, yaşları itibariyle seyirci olabilmek ve tiyatroda yer alabilmek için yetişkinlere bağımlıdırlar. Dolayısıyla çocuğun tiyatro seyircisi olabilmesi çocuğun dışındaki etkenlere bağlıdır. Tiyatro çalışanlarının çocuğa yaklaşımı, çocuğun ailesi ve gittiği okul öncesi kurumu çocuğun tiyatro seyircisi olabilmesinde büyük rol oynar. Bu bölümde çocuk, tiyatro

25 çalışanları ve başta ebeveynleri ile birlikte yakın çevresindeki diğer yetişkinler (anneanne, babaanne, dede, diğer akrabalar, bakıcı ve okul öncesi öğretmenleri) bağlamında ele alınacaktır.

Erken çocukluk dönemindeki çocuklarına, tiyatroda uzun zamandır seyirci olarak değer verilmediği bir gerçektir. Yaşları dolayısı ile önemsenmeyen küçük çocuklar için tiyatro yapma fikri, uzun süre gereksiz görülür. Çocuklar için yapılan tiyatroya kafa yoran, bu alanda kitap yazan bazı yazarlar da erken çocukluk dönemindeki çocukları, tiyatro seyircisi olarak görmez. Goldberg (1974, 80), Tiyatro ve Çocuk adlı yapıtında çocuk tiyatrosu seyircisini; beş–on dört yaş aralığındaki çocuklardan oluştuğunu ileri sürerek, beş–altı yaş grubunu, tiyatronun yapıldığı en küçük yaş grubu olarak belirtir; ancak erken çocuk dönemindeki çocuklar için tiyatro yapma fikrinin yeni bir akım olduğu ve kitabın yayımlandığı tarih de göz önünde bulundurulursa, Goldberg’in de dönemi itibariyle radikal bir fikir ortaya attığı düşünülebilir. Diğer yandan Hildesheim Üniversitesinde Kültürel Çalışmalar ve Estetik İletişim Bölümü Dekanı ve Kültürel Politika Profesörü olan Wolfgang Schneider’in tiyatro seyircisi olarak erken çocukluk dönemindeki çocukları da içine alan fikirleri, doğumdan beş yaşına kadar olan çocuklar için nitelikli oyunlar yapılmasını, onların da tiyatro seyircisi olabileceği düşüncesini destekler. Schneider’a (2005, 28) göre çocuklar için yapılan tiyatro, kendisini seyircisi üzerinden belirler. Eğer çocuklar için yapılan tiyatroda, seyirci ele alınmazsa, onların tiyatrosundan bahsetmek mümkün değildir. Seyirciye önemli atıflarda bulunan Schneider, erken çocukluk dönemindeki çocukların önce birey olarak görülmesi gerektiğini, ardından da tiyatro seyircisi olarak kabul

26 edilebileceğini ifade eder. Çocuklar için yapılan sahne sanatları alanındaki bir araştırmaya dayalı İlk Yıllar İçin Tiyatro (Theatre for Early Years) adlı kitabın editörlüğünü üstlenen Schneider (2009, 10) kitabın ön sözünde şöyle der:

“Doğumdan üç yaşına kadar olan insanlar için yapılan tiyatro, uygulamalarda değerlendirilmelidir. Yaşamının ilk yıllarında olan çocuklar için yapılan tiyatroyu kendi gözlerimle görmeseydim, onlar için yapılan tiyatronun işlerliğine asla inanamazdım.”

Çocukların erken çocukluk döneminde tiyatroya gitmeye başlamalarının önemi üzerine çeşitli fikirler ileri sürülmüş, tartışmalar yapılmıştır. Buna göre, çocukların erken yaşlarda tiyatroya giderek seyirci olma alışkanlığını kazanmaları, farklı nedenlere dayanır. Kennet Graham (1961) çocukların erken yaşlarda tiyatroya gitme alışkanlığı kazanmalarının beş önemli nedeni olduğunu ifade eder. Graham’a göre çocuk, erken yaşlarda tiyatroya gitmeye başlarsa tiyatro, çocuğu eğlendirir, psikolojik gelişimine katkı sağlar, çocuk üzerinde eğitimsel etki bırakır, çocuğa estetik takdir becerisi kazandırır ve çocuğun geleceğin seyircisi olarak yetişmesini sağlar. Diğer yandan, Goldberg (1974, 21–22) “Henüz hiçbir araştırma ya da anket tiyatro seyircisi bir çocuğun, tiyatro seyircisi bir yetişkine dönüştüğünü göstermeyi başaramamıştır.” diyerek çocukların erken yaşlarda tiyatroya gitme alışkanlığı kazanmalarının önemini estetik, pedagojik ve psikolojik nedenler bağlamında ele alır. Reason (2010, 20) da, Martin Drury’nin fikrine katılarak çocukların geleceğin seyircisi olmadığını; çocukların çok önemli kültürel yetkileriyle şimdinin vatandaşları olduğunun altını çizer. Tiyatroda çocuk gelecek odaklı seyirci olmak yerine, yaşadığı dönemin tiyatro seyircisi olarak görülmelidir.

27 Erken çocukluk dönemindeki çocukların seyirci olarak ele alınmasının önemini belki de en güzel Peter Slade dile getirir: (Nutku, 1998, 80)

“Bebeğin en baştaki yaşam deneyimleri içinde dramanın, sanatın ve müziğin embriyonik biçimlerini buluruz. Çocukta, tiyatronun ilkel biçimi çok erken başlar: önce öykünme sonra da deney ile sürdürülen bu ilkel tiyatro biçimi, önce hareketi sonra da konuşmayı kullanır.

Yani çocukta tiyatro, oyun ile başlar.”

Slade’in bu ifadesinden de anlaşılacağı gibi çocuk doğumuyla birlikte yaşamında tiyatronun izlerini taşır. Slade, çocuğun dünyaya tiyatro potansiyeliyle geldiğini ve bu potansiyeli de zaman içinde oyunla açığa çıkarmaya başladığını ifade eder. Böyle bir ifadenin ardından “Yaşamının ilk yıllarında böyle bir potansiyeli içinde barındıran çocuklar, nasıl olur da uzun yıllar tiyatro seyircisi olarak görülmezler? sorusunu sormak yerinde olacaktır.

Erken çocukluk dönemindeki çocuğun, tiyatro seyircisi olabilmesi tiyatro çalışanlarının yanında, yakın çevresinde bulunan yetişkinlere bağlıdır. Çocuğun göreceği oyunlar tamamen çocuğun etrafındaki yetişkinler tarafından seçilir. Diğer bir deyişle çocuk, tiyatro seyircisi olmaya karar veremez. Çocukların erken yaşlarda tiyatro ile tanışmaları yetişkinlerin tiyatro ile olan ilişkisiyle doğru orantılıdır.

Reason (2009, 17) çocukların tiyatroda seyirci olmalarını şöyle açıklar:

“Çocuklar okulları, ebeveynleri ya da bakımlarından sorumlu olan kişiler tarafından tiyatroya getirilen, iyi niyetle tiyatroya gitmeye ikna edilen bir seyirci kitlesidir. Çocuklar belki de okula gönderildikleri ya da diş doktoruna getirildikleri gibi benzer bir düşünce ile tiyatroya götürülürler, çünkü bunlar çocuklar için iyidir. Çocuklar için tiyatro ile ilgili

28

düşünürken bu nedenle çocuklar ve yetişkinler arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkide yer alan tiyatronun rolünü de düşünmek gereklidir. Çocuklar için yapılan tiyatro, hiç konuşulmayan ancak genellikle çocuklar ve yetişkinler arasındaki mutlak bir güç dağılımına bağımlıdır.”

Çocukluk, toplumda çocuğun korunması ve gözetilmesi gereken bir dönem olarak düşünülür. Toplumsal çocuk değerlerine göre değişen bu durum, özellikle erken çocukluk döneminde yaygındır; çocuk, yetişkine göre hareket eder. Reason’un da belirttiği gibi çocuk, tiyatroya gitmeyi kendisi seçmez. Eğer yetişkin, tiyatronun çocuk için yararlı ve gerekli bir şey olduğuna inanıyorsa çocuğu tiyatroya götürür.

Böylece çocuğun seyirci olarak tiyatro ile etkileşimi, yetişkinler aracılığı ile başlar.

Erken çocukluk dönemindeki çocukların tiyatro seyirci olarak kabul görmesi uzun zaman almıştır. Burada farklı nedenler söz konusudur. Tiyatro çalışanları küçük çocukların gelişim ve davranış özelliklerini yeteri kadar irdelemedikleri için küçük yaş gruplarına nasıl hitap edecekleri ve onlarla nasıl iletişim kuracakları konusunda yeteri kadar donanıma sahip olmamışlardır. Bu nedenle de bu yaş grubu için yapılan tiyatro çeşitli endişelerin gölgesinde kalmıştır. Çocuk ya ağlarsa ya sahnedeki oyuna ilgi duymazsa ya oturmak istemeyip dolaşmak isterseya aileler, bu yaş grubundaki çocukları tiyatroya getirmezse gibi endişelerle erken çocukluk dönemindeki çocuklar, uzun bir süre seyirci koltuğunda yerini alamaz. Avrupa ülkelerinde, özellikle İskandinav ülkelerindeki tiyatro grupları, erken çocukluk döneminin özelliklerini göz önünde bulundurarak çocuklar için yapılan tiyatroya yeni yaklaşımlar getirip diğer ülkelere de örnek olurlar. Çocukları anlamanın, onları kendi özellikleri içinde değerlendirmenin, çocuğu tiyatroda seyirci koltuğuna oturtmada önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Amerika’da Texas Ünivesitesinde tiyatro profesörü

29 olan Megan Alrutz (2009, 4–9) yazdığı “Yaşça Küçük Seyirciyi” Yeniden Tanımlamak (Redefining “Young” Audience) adlı makalesinde, çocuk seyircinin yeniden tanımlanması gerektiğini dile getirir. Uluslararası festivallerde çok küçük yaş grubundaki çocuklar için de çok nitelikli oyunlar sahnelendiğini, iki yaşındaki çocukların bile tiyatroya getirildiğini gördükten sonra, Amerika’daki tiyatro gruplarının da beş yaşından küçük çocukları tiyatro seyircisi yapmak için özel uğraşlara girdiğini belirtir. 2007’de New Victory Danish Festival adlı festivalde 2006 Danimarka yapımı Gökyüzünden Şarkılar (Himmalsange) adlı oyunu gördükten sonra “Ben ülkemde iki yaşındaki çocuklar için yapılan böyle güzel bir oyun ve iki yaşındaki çocukların bu kadar dikkatli seyirci olabildiklerini görmedim.” der.

2011’de Almanya’da katıldığı Starke Stücke adlı Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festival’de aynı oyunu gören Hanife Schulte de, Alrutz’un yaşadığı benzer duyguları yaşar. İki farklı ülkeden, (ABD ve Türkiye) iki farklı seyircinin, aynı oyunu görerek benzer duygu ve düşünceleri paylaşması da dikkat çekicidir.