• Sonuç bulunamadı

D- Vakıf Müesseseleri

4) Tekke ve Zâviyeler

Terim olarak zâviye, her hangi bir tarikata mensup dervişlerin, bir şeyhin idaresinde topluca yaşayarak, gelip geçen yolculara bedava yiyecek ve yatacak yer sağlayan yerleşim merkezleri veya yol üzerindeki küçük tekke, derbent ve misafirhaneler için kullanılmaktadır. Bu kurumlara ribat, hângâh, imâret ve tekke de denilmekle birlikte en yaygın olanı zâviyedir228.

Moğol istilası sebebiyle Maveraünnehir, Horasan ve Harezm’den göç eden bâtınî şeyhlerin Anadolu’da inşa ettikleri ilk zâviyeler, bu coğrafyanın Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasında önemli rol oynamıştır229. Söz konusu zâviyelerin büyük bir kısmı XIII. asırdan itibaren Nakşîbendî, Kadîrî, Rifâî ve Halvetî tarikatına mensup şeyhler tarafından kurulmuştur230. Nitekim XIV. asırdan itibaren Tarsus’ta bulunan zâviyelerin

224 TŞS, 328, 18/36.

225 TŞS, 328, 11/23. Ayrıca bkz. TŞS, 328, 8/16, 10/20, 11/23, 12/25, 13/26, 27/53, 28/55, 29/56.

226 Sâlnâme-i Vilâyet-i Adana (1294), s. 59.

227 Sâlnâme-i Vilâyet-i Adana (1299), s. 58.

228 Ocak, A. Yaşar, “Zâviyeler (Dinî, Sosyal ve Kültürel Tarih Açısından Bir Deneme)”, VD, sy. XII, Ankara 1978, s. 247-269.

229 Eyice, Semavi, “İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimaî Bir Müessessi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İktisat Fakültesi Mecmuası, c. XXIII, sy. 1-2, İstanbul 1963, s. 25-30; Ocak, A. Yaşar- Farûkî, S.,

“Zâviye”, İA, İstanbul 1986, XIII, 474-475.

230 Ocak- Farûkî, “Zâviye”, s. 474.

de Halvetî ve Nakşibendî tarikatına mensup şeyhler tarafından tesis edildiği anlaşılmaktadır231. Anadolu’da kurulan ilk tekke ve zâviyeler, tasavvufî özelliğinin yanında bulundukları bölgelerin ihya ve imar faaliyetlerine de katkıda bulunmuştur232. Bu müesseseler, Orta Asya’dan, Anadolu’ya gelenleri barınmasının yanında Türkistan ile Anadolu arasında haberleşme ve kültür teatisinin yapıldığı bir merkez fonksiyonunu da icra ediyordu233.

Orta Asya’daki Türklerle ilişkileri devam ettirmek ve Türkistan’dan gelenlere hizmet vermek amacıyla Tarsus’ta XIV. yüzyıldan itibaren zâviyeler inşa edilmiştir.

Bunlardan birisi Abdullah Mencek Zâviyesi’dir. İmam Kuşeyrizade Şeyh Abdullah Mencek tarafından yaptırılan zaviyenin vakfiyesi 1 Kasım 1379 tarihini taşımaktadır.

Vakfiyede “işbu vakfiye 23 Muharrem 327 tarihinde sudûr eden irâde-i ‘aliyye mûcebince kayd olunmuştur” ifadesine yer verilmesi, Mencek Zâviyesi’nin 14 Şubat 1909 tarihinde de mevcut olduğunu göstermektedir234.

Vakfiyede, Belh, Buhara, Düşanbe, Fergana, Kaşgar, Semerkant, Taşkent, Oş ve Yarkent gibi Orta ve doğu Asya’nın birçok şehir, kasaba ve köylerinden gelenlerin Tarsus’taki zâviyede misafir edileceği belirtilmiştir. Zâviyede konaklayanlara iyi hizmet sunulabilmesi için câbi ve bevvâb gibi görevlilerinin, söz konusu coğrafyadan gelen ve oraları iyi bilen kişilerden seçilmesi de özellikle şart koşulmuştur235.

Başta Mencek Çukuru olmak üzere birçok mezraanın hububat öşrü ile dükkân ve değirmen kiraları zâviyeye vakfedilmiştir. 1379’da bunlardan elde edilen toplam gelir 5.863 akçedir. Zâviyede görev yapan şeyhin yevmiyesi 4, mütevellinin 3, imam,

231 XVI. asırda Tarsus’un mahallelerinden birine ismi verilen Şeyh Muhyiddin Zaviyesi için tapu kayıtlarında “Cemâat-ı Sûfîyân-ı Halvetî” ifadesi geçmektedir. Bkz. BOA, Tapu 450, s. 502.

İncelenen sicillerde ise Nakşibed Halid Zaviyesi ve Vakfı’nın adı zikredilmiştir. Bkz. TŞS, 294, 67/89; TŞS, TŞS, 349, 95/290.

232 Barkan, Ömer Lütfi, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler”, VD, Ankara 1942, II, 293 vd. Kara, Mustafa, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, İstanbul 2001, s. 44-45.

233 Kunter, H. Baki, “Tarsus’taki Türkistan Zaviyelerinin Vakfiyeleri”, VD, sy. VI, İstanbul 1965, s. 32.

234 VGMA, 600, 272/347.

235 VGMA, 600, 273-274/347.

bevvâb, nâzır ve câbinin ise 2’şer akçedir236. 1519’da zâviye vakfının toplam geliri 14.640 akçeye ulaşmıştır237.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında da Mencek Baba Zâviyesi Vakfı’nın tasarrufunda olan çok sayıda gayrimenkul kaydına rastlanmıştır. 7 Mart 1870’de Tekke Mahallesi’nden Mısırlı Mustafa b. Abdullah’ın 2 odalı evinin 5 kuruş olan yıllık zemin kirası238, 11 Nisan 1871’de Cami’n-Nur Mahallesi’nden Said Ağa ile amcası İsmail’e ait olan binaların yıllık 100 para olan kira bedeli239, 19 Nisan 1889’da Ermeni Mahallesi’nde bulunan 6 göz ev240, 1 Şubat 1890’da İnce Hark Mahallesi’ndeki pamuk fabrikası ve un değirmeni ve yanındaki mağazalar241, 25 Temmuz 1893’de Tekke Mahallesi’nden Hasan b. Abdullah’a ait 3 göz evin arsası242, 24 Aralık 1896’da Musalla Mahallesi’nden Kahveci Canbaz Hasan Ağa’nın evi ile 3 dönüm bahçe243, 9 Haziran 1901’de Ermeni Mahallesi’nde bulunan ve 7 odadan oluşan 2 katlı bir ev ile yanındaki tek katlı 3 bâb hânenin zemini, Mencek Baba Vakfı’na dâhildir244.

İncelenen sicillerde Mencek Zâviyesi görevlileriyle ilgili kayıtlar da mevcuttur.

7 Mart 1870 tarihli bir belgeye göre Tecelizâde Mustafa Efendi, Mecek Vakfı’nın mütevellisidir245. 1 Ocak 1888’de yine aynı kişinin mütevelli olduğu görülmüştür246. 15 Temmuz 1890 tarihli bir kayıtta hem Mencek Baba, hem de aşağıda bahsedilecek olan Beyce Şeyh Zâviyesi’nin mütevellisi olduğu belirtilmiştir247. 9 Aralık 1897 tarihli bir başka belgede ise Mustafa Efendi ile birlikte aynı aileden Hafız Mehmed Efendi’nin de mütevelli olduğu kayıtlara geçmiştir248. Bu da Mustafa Efendi’nin 27 yılı aşkın bir süre Mencek Baba Vakfı’nda mütevellik yaptığını göstermektedir.

236 VGMA, 600, 272-273/347.

237 BOA, Tapu 69, s. 650-651.

238 TŞS, 304, 98/168.

239 TŞS, 304, 265/493.

240 TŞS, 319, 78/231.

241 TŞS, 330, 83/184.

242 TŞS, 349, 31/76.

243 TŞS, 329, 10.

244 TŞS, 328, 17/34.

245 TŞS, 304, 98/168.

246 TŞS, 319, 8/10.

247 TŞS, 330, 102/247.

248 TŞS, 348, 26/30.

1 Ocak 1888 tarihli kaydın devamında Sûfizâde Abdülkerim Efendi’nin, zâviyede imamlık, ferrâşlık ve câbilik görevlerini ayrı ayrı yürütmekte iken vefat ettiği belirtilmiştir. Yine aynı belgede Abdülkerim Efendi’nin, imâmet için 4, ferâşet ve cibâyet için de 2’şer olmak üzere toplam 8 akçe yevmiye aldığı ifade edilmiştir249. Daha sonraki yıllarda da Sûfizâde ailesinden aynı adı taşıyan başka birinin, zâviyedeki bu vazifelere tayin edildiğine şahit olunmuştur. Ancak 26 Nisan 1894’te söz konusu kişinin toplam yevmiyesi 6 akçedir250.

Orta Asya ile ilişkileri devam ettirmek amacıyla Tarsus’ta kurulan bir diğer zâviye de Beyce Şeyh Zâviyesi’dir. 27 Temmuz 1380 tarihinde tanzim edilen vakfiyeye göre Beyce Şeyh, aslen Buhara’nın kuzeyinde yer alan Gürkan beldesindendir.

Kendisine tâbi olan dervişlerle birlikte oradan göç edip Tarsus’un Ulaş Nahiyesi’nin İncir Pınarı mevkiine gelerek burada zâviyesini inşa etmiştir. Söz konusu vakfiyede “25 Safer 320 tarihiyle sâdır olan irâde-i ‘aliyye mûcebince kayd olunmuştur” ibaresine yer verilmesi Beyce Şeyh Zâviyesi’nin 2 Haziran 1902 tarihinde de aktif olduğunu göstermektedir251.

Vakfiyede Gürkan, Göktepe, Beyce Şeyhli, Gümüştepe ve Güneysu gibi birçok belde ve köyden gelenlerin bu zâviyede misafir edileceği belirtilmiştir. Tevliyet ve zâviyedarlık hizmetleri, hayatta olduğu sürece Beyce Şeyh’in kendisi tarafından ifa edilecektir. İncir Pınarı Mezraası ile Beyce Pınarı (Yılanluca)’ndaki arazilerin geliri zâviyeye vakfedilmiştir. Vakfın yıllık geliri 2.000 akçedir. Bu meblağın 900 akçesinin tevliyete, 900 akçesinin zâviyedarlığa, 100 akçesinin mum ve yağ giderlerine, kalan 100 akçesinin de seyyah ve dervişlere harcanacağı şart koşulmuştur252.

İnceleme kapsamına giren sicillerde Beyce Şeyh Vakfı’na dair sadece bir belgeye rastlanmıştır. Buna göre 15 Temmuz 1890 tarihinde Tecelizâde Mustafa Efendi hem Beyce Şeyh, hem de Mencek Baba vakfının mütevellisidir253.

249 TŞS, 319, 8/10.

250 TŞS, 349, 257-258/792.

251 VGMA, 594, 53/45.

252 VGMA, 594, 54/45.

253 TŞS, 330, 102/247.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Tarsus’ta Mencek Baba ve Beyce Şeyh zâviyelerinden başka Nakşibend Halid Zâviyesi, Seydi Aşık Zâviyesi, Mehmed Efendi Zâviyesi ve Abdülkayyum Tekkesi adında 4 zâviye daha bulunmaktadır.

Nakşibend Halid Zâviyesi, Müftüzâde el-Hac Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sofular Mahallesi’nde bulunan zâviyenin dışında kendi adını taşıyan bir de cami inşa ettirmiştir254. 12 Mayıs 1853 tarihli bir belgeye göre Şeyh Ahmed ibn Şeyh Ömer Efendi, zâviye ile cami vakfının mütevellisidir255. 4 Şubat 1893 tarihli bir başka belgede ise aynı kişinin Nakşibend Halid zâviyedarlığı ile birlikte Hüseyin Paşa Camisi’nin imamlık görevini de yürütmekte iken vefat ettiği belirtilmiştir. Bunun üzerine söz konusu vazifeleri ifa edebilecek ehliyet ve liyakata sahip olan büyük oğlu İbrahim’in bu görevlere tayin edilmesi istenmiştir256.

Seydi Aşık Zâviyesi ise Gökçeli Nahiyesi’ndedir. 25 Ocak 1863 tarihli bir kayıtta zâviyedar ve mütevelli olan Şeyh Mehmed ve Şeyh Ahmed kardeşlerin birbirini müteakip vefat ettikleri ve çocukları olmaması nedeniyle görev yerlerinin boş kaldığı ifade edilmiştir. Bu sebeple söz konusu görevlere layık olduğu belirtilen Cami-i Atik Mahallesi sakinlerinden 37 yaşındaki Mehmed Edib Efendi’ye bu vazifelerin tevcih edilmesi talep edilmiştir257.

Tetkik edilen belgelerde “Fi’l-asl bilâd-ı Lahor’dan olup Abdülkayyum Tekkesi’nde sakin Hacı Ahmed b. İhsan”258, “Hindistan ahâlisinden olup Abdülkayyum Tekkesi’nde fevt olan ismi nâ-malûm”259 vb. kayıtların yer alması, Tarsus’ta bulunan tekke ve zâviyelerin, XIX. yüzyılın ikinci yarısında da Hindistan ve Orta Asya ile münasebetlerin devam ettirilmesinde aktif rol oynadıklarını göstermektedir.

Araştırılan dönemde Türkistan zâviyelerinin dışında Tarsus’un Ulaş Nahiyesi sınırları içerisinde ve şehre 2 saat mesafedeki Ashâb-ı Kehf Mağarası’nda da nâzır ve zâviyedar gibi görevlilerin bulunduğuna şahit olunmuştur. 29 Ocak 1861 tarihli bir belgede mağaranın nezâret ve zâviyedarlık vazifelerinin, Nakşibendî tarikatına mensup

254 TŞS, 294, 67/89; TŞS, 349, 95/290.

255 TŞS, 294, 67/89.

256 TŞS, 349, 95/290.

257 TŞS, 299, 65b/266.

258 TŞS, 297, 34/55.

259 TŞS, 299, 49a/197.

Şeyh Ömer Efendi ailesine ait olduğu belirtilmiştir. O tarihte de Ömer Efendi’nin oğulları Ahmed ve Mehmed Efendiler’in, mağarayı gece gündüz gözettikleri ve buraya gelen ziyaretçilere hizmet verdikleri ifade edilmiştir260.

Aynı kaydın devamında, Ashâb-ı Kehf Mağarası’na ait bir vakıf bulunmadığı için buradaki görevlilere herhangi bir ödeme yapılamadığı ve bu nedenle onların fakr u zaruret içerisinde bulunduklarına dikkat çekilmiştir. Bu sebeple Tarsus’taki mahallî yöneticiler tarafından, söz konusu görevlilere devlet hazinesinden maaş bağlanması talebiyle bir mazbata hazırlanmıştır. Bunun üzerine Adana Valiliği 31 Ocak 1862’de söz konusu mazbataya dayanarak Maliye Nezâreti’ne bir yazı yazmıştır. Gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra 19 Aralık 1862 tarihinde Ashâb-ı Kehf Mağarası’nın nâzır ve zâviyedarına maaş bağlanmasına karar verilmiştir261.

17 Kasım 1884 tarihli bir belgede, burada bulunan camide hatiplik vazifesini yürüten Seyyid Ömer Halife ibn Seyyid Abdullah’ın vefat etmesi nedeniyle görev yerinin boş kaldığı belirtilmiştir. Bunun üzerine oğlu Abdullah’ın yapılan imtihan neticesinde hatiplik görevine ehil olduğu tespit edilmiş ve söz konusu vazifeye tayin edilemesi kararlaştırılmıştır. Ancak Abdullah, kendisinin cahil ve bu vazifeyi eda etmeye ehliyeti bulunmadığını ileri sürerek başka birinin görevlendirilmesini istemiştir.

Bu yüzden 58 yaşında ve halen Ashâb-ı Kehf şeyhi olan Ahmed Efendi, hatiplik görevine tayin edilmiştir262.

16 Ocak 1890 tarihli bir kayıtta Ahmed Efendi’nin oğlu İbrahim Efendi, babasının hayatta iken Kehf-i Şerîf zâviyedarlığının yanında Tarsus’daki Hacı Hüseyin Paşa Vakfı’nın tevliyet ve imâmet ve zâviyedarlık görevlerini de yürüttüğünü ifade ettikten sonra Kehf-i Şerîf zâviyedarlığını kendi uhdesine aldığını, diğer vazifelerin ise kendi vekaleti ile küçük kardeşi Mustafa’ya tevcih edilmesini talep etmiştir263. 16 Mayıs 1893 tarihli bir başka belgeye göre ise İbrahim Efendi, Ashâb-ı Kehf’in şeyhi ve

260 BOA, Cevdet Evkâf, nu. 493/24935.

261 BOA, Cevdet Evkâf, nu. 493/24935.

262 TŞS, 406, 218/314.

263 TŞS, 319, 109/322.

zâviyedarıdır. Aynı zamanda kendisine Valide Sultan Vakfı tarafından aylık 300 kuruş maaş tahsis edilmiştir264.