• Sonuç bulunamadı

1.10. İnanç Dünyasında Sayıların Anlamı

1.10.1. Üç Sayısının Kutsallığı

Eskiçağ insanının düşüncesinde sular, yerler, gökler apayrı varlıklardır. Suları, gökleri, karaları (yerleri) ayrı ayrı tanrılar yönetirdi. İşte gök, yer, su gibi varlık türlerinin üç olması eskiçağ insanının düşüncesinde üç sayısının ayrı bir önem taşıdığı inancını uyandırdı. Eskiçağ insanının düşüncesinde üç sayısından önce gök, yer, su, gibi üç somut varlık vardı. Sayının

soyutlaşması, bu üç varlık alanından ayrı olarak düşünülmesi daha sonraki çağlarda, insan düşüncesinin oldukça geliştiği bir dönemde ortaya çıkmıştı. Doğada üç gibi bir sayı yoktur. Öyle ki, tanrılar bile ilkin üç ayrı doğa varlığının gücünü yansıtan güçler diye benimsendi ve üç büyük bölüme ayrıldı: Gök tanrıları, yer tanrıları, su tanrıları. Tanrılar da kendi aralarında gördükleri işlere göre üçe ayrılırlardı: Koruyucu Tanrılar, Yok Edici Tanrılar, Besleyici Tanrılar (Eyüboğlu, 1973: 170-171).

MÖ 3. bin yılın başlarında, Sümer tanrıları Anu, Enlil ve Ea göğe, havaya ve yere karşılık geliyordu; eski Babil’de Sin (ay), Şamaş (güneş) ve İştar (Venüs) astral üçlemesine tapılırdı. Yunan tanrıçası Hekate üç farklı özellikte gözükürdü: Göklerde Selene veya Luna, ay, yeryüzünde Diana ve ölüler diyarında Hekate. Hıristiyanlıkta ise Bakire Meryem28 ilahilerinde sırayla anne, Bakire ve kraliçeden söz edilir. Rigveda’da açık olarak ifade edilmese de tanrı üçlemeleri kadim Hindistan’da da bilinirdi. Agni, Soma ve Gandharva gibi sayısız üçlü tanrı grupları vardı. Ayrıca, Hinduizmde yaratıcı Brahma, yok edici Şiva ve güç veren Vişnu ise ulaşılamaz bir gerçeğin üç yönü olarak açıklanmıştır. Tanrıların üçlülüğü kadim Mısır’da iyi bilinmekteydi. Teb’de ilan edilen devlet dininde Amon, Chonsu ve tanrıça Mut üç temel karakterdiler; gizemli İsis dini ise, Osiris ve oğulları Horus’tan oluşuyordu (Schimmel, 2011: 73). İslam dininden önce Kâbe’de duran, Lat, Uzat (Uzza), Menat29 adlı putların sayısı üçtür (Eyüboğlu, 1973: 173).

      

28 Adı ve Şeceresi Apokrif İnciller’den Protevangelium’a göre, Meryem ismi ona annesi tarafından verilmiştir.

İbranice’de Miryam (Miriam), Süryanice ve Aramice’de Maryam, Tevrat’ın Yunanca tercümesinde ise, Mariam olarak geçer. Ancak, Meryem kelimesinin menşei ve anlamı tartışmalıdır. Kimilerine göre, Latince “Maria” kelimesi deniz anlamına gelen “Mare”nin çoğuludur. Hatta daha sonraları Meryem “Stella Maris” (Deniz Yıldızı) olarak nitelendirilmiştir. Bir başka görüşe göre, Meryem isminin anlamı “Tanrıya bağlı”, “Tanrıyı seven” demektir. Öte yandan, Meryem isminin anlamına, “hanım”, “ışık veren”, “kadın peygamber”, “prenses”, “kâmil kimse” vb. yorumlarda da getirilmiştir. Ayrıca, bu ismin aynı eki taşıyan "Amram, Bil’am vb. gibi, soy ifade eden bir kelime olup, Filistin ile Kuzeybatı Arabistan’da bulunan bölge ile alakalı olduğunu savunanlar da vardır. İlginç bir şekilde pek çok tanrı ve yarı tanrısal kahramanın annelerinin adlarının “Meryem (Mary)” isminin türevleri olması da dikkat çekicidir. Örneğin, Adonis ve Yunan’da Logos olan Hermes Maia’nın oğludur. Yine Cyrus Mariana veya Mandane’nin, Buda Maya’nın; Krişna da Maritala’nın oğludur. Bkz. Kurt, 2010: 88.

29 Arap tarih kitaplarında Kureyş, Cüheniyye, Beni Seleme, Huzaa, Beni Müleyh ve bazı diğer kabilelerin, Lat,

Uzza ve Menat’ı Allah’ın kızları olarak kabul etmiş ve tanrıça olarak tapmışlardır. Lat, Allah kelimesinin femini (müennes) dir. Yani “Allahun” kelimesi erkeği “Allahatun” kelimesi de dişisini belirtmektedir. Lat kelimesinin kökü “leva” ve “yelvi”dir, ki dönmek ve birinin önünde eğilmek anlamına gelirler. Kureyş kabilesinin en büyük tanrıçası olan Uzza’nın kökü izzet, namus, iffettir. Dolayısıyla Uzza, “izzetli” veya “namuslu” demektir. Bu tanrıçanın mabedi, Mekke ile Taif arasında Nahle mevkisinde Huraz mevkiinde idi. Menat tanrıçasının mabedi ise Mekke ile Medine arasında, Kızıldeniz sahilinde Kudeyd mevkiinde idi. Bu tanrıçaya özellikle beni Huzza, Evs ve Hazrec’e mensup olanlar bağlıydı. Bu tanrıça için hac ve tavaf yapılırdı ve kurbanlar kesilirdi. Hac mevsiminde, hacılar Kâbe’de Beytullah’ı tavaf ettikten sonra, Arafat ve Mina’ya geçer ve oradan Menat’ı ziyaret etmeye giderlerdi. Bkz. Öztürk, 2012: 421 vd.

Nart Mitolojisinde üç, “dışarıdan içeri” giren enerjinin (totorun) üçgenidir. Onlar ise Ruh, Can ve onları karşılayacak durumdaki, canlı varlığa dönüşmeye hazır maddedir. Madde, Can’la canlanır, Ruh, onu Beden’e ve Varlığa dönüştürür (Semen, 2008: 147).

Sabiî inancına göre insanın, yaratılış itibarıyla, beden (pagra), ruh (nisimta) ve can veya nefs (ruha) olmak üzere üç unsurdan oluştuğu ifade edilmektedir (Candan, 2002: 21). Bu üçlülük, Batı ve islam kültürüne geçmiştir. İslamın mutlak tek tanrıcılığında bile kendisine yol bulabilmiştir. İnanç açıklamasının, “Allah’tan başka tanrı yoktur; Muhammed Allah’ın habercisidir; Ali Allah’ın yakınıdır” Şii biçimi hem şiirlerde hem de süsleme sanatında sayısız Allah-Muhammed-Ali üçlemelerine yol açmıştır (Schimmel, 2011: 78).

Takdislerin ve duaların üç katlı liturjik yinelenişi Hindu ve İslami geleneklerde de çok iyi bilinir. Dinsel törenlerin sonunda, Hindular, T.S.Eliot’un Dört Quartet’inde kullandığı üç katlı şanti, şanti, şanti (huzur) ibaresini söylerler. Müslümanlar üç farklı biçimde “Allah ile” diyerek - vallahi, billahi, tallahi - diye yemin ederler ve kefaret için üç günlük bir oruç öngörülür (Schimmel, 2011: 90). Nitekim İslam dininde tanrının adının bismillahirahmanirahim “Allah, Rahman, Rahim”30 gibi üç nitelik taşıyan bir deyimle

anılmasında da bu çok eski inanışların büyük etkisi vardır. Abdest alırken ellerin, ayakların, yüzün, ağzın, burnun üç kez yıkanması, insanın bir suç işlediği zaman üç kez tövbe etmesi, Müslümanlar arasında Kur’an’daki Kulhuvallahu diye başlayan sürenin üç kez okunması vb. gibi. Büyücülükte, üfürücülükte birtakım nesnelerin üç kez okunup üflenmesi yine, birtakım kutsal yerlerin çevresinde üç kez dolaşılması eski birer gelenek, eski birer inanç kalıntısıdır (Eyüboğlu, 1973: 172-173).

Saint-Rena’da, hamile kalmak isteyen kadınlar üç gece üst üste “Taş Kısrak” adlı büyük bir kayanın üstünde yattıkları bilinmektedir (Eliade, 2009: 227). Orta Çağ’ın başlarında Orta Türkçe ile yazılmış İyilik Veren Bilgi, Kutadgu Bilig’de bile, vezir “Çok Övülmüş”, şah “Tam Uyanmış”a üç defa gider ve şah üç danışmanla çevrilidir ifadesi geçmektedir (Schimmel, 2011: 89).

      

30 Asurca, Aramice, Keldanice, İbranice, Arapça gibi tüm Sami kökenli Ortadoğu dillerinde “RHM” kökü

“sevgi ve merhametle” ilgilidir. Rahmet sözlükte “sevgi, merhamet, şefkat, saygı, bağışlama, saf iyilik, güzellik saçıcılık” manasına gelmektedir. Bu kökten gelen kelimelerin eski dünya dillerinde meşhur ve yaygındır. Akadca döl yatağı, rahîm (remu), merhamet eden, seven tanrı (remânu), Aramice rahîm, merhamet (rhm), İbranîce rahîm, merhamet (raham), Hind’çe sevgi ve iyilik tanrısı (Brahma) hep aynı köktendir. Bkz. Eliaçık, 2009.

Aşağı bakan üçgen dişil prensibin sembolüdür ve vajinayı temsil eder. Üçgen ya da delta primitif Taş Çağı figürlerinde kadını ifade etmek için kullanılmıştır. Mayalarda da üç sayısı kadınlarla ilişkili olup, karakteristikleri ocaktaki üç taştır (Schimmel, 2011: 85).

Üç sayısı bilicilikte de önemlidir. Hephaistos’un icadı olan ve tanrılar için düzenlenen şölenlerde kendi başlarına onlara hizmet eden, görevleri bittikten sonra geri dönebilen altın tekerlekli ve “üçayaklı sehpalar” 31(kehanet sehpası- tripods) vardır. Örneğin Pythia rahibelerinin yaptığı gibi üç ayaklı bir sehpanın üzerinde oturan Delphoi baş rahibesi Daphnis de, kehanetlerini esrarengiz dumanların içinde yapmıştır. Ayrıca, Delphoi rahibi olan Plutarkhos, Herakles’in zaman içerisinde uzman bir kahin ve bilge biri haline geldiğini ve üç ayaklı sehpayı dostça bir rekabetle Apollon’dan aldığını ileri sürmektedir (Graves, 2010).

Jung, “dörtlük” tamlığın sembolüdür üçlük değildir diye yazar. Üçlük, “simya”ya göre kutuplaşmayı temsil eder. Çünkü bir üçlü her zaman bir diğerini gerektirir, bir yükseğin bir alçağı, aydınlığın karanlığı, iyinin kötüyü gerektirdiği gibi”. Rosemary Guiley ve Robert Place üçün bir başlangıcı, bir ortayı ve bir sonu temsil eden tam bir sayı olduğunu ileri sürer. Ayrıca, Yunanlıların üçü “geometrinin anası” olarak gördüklerini ifade ederler. Çünkü bir üçgenin ilk şekli olan üçgen “üç kenardan” oluşur (Aktaran: Friedman, 2002: 146-47).

Muska32 sözcüğü de mus-muz köküyle bağlantılı olup, “Ulu Ana’nın” işaretidir. Koruyucu bir tılsım olarak kabul edilen Venüs üçgeni ile bağlantılı nazarlık olarak kullanılan muska da üçgen biçimlidir. Mısır hiyeroglifinde koruyucu tanrıçayla özdeş bir simgedir. Üçgendeki üç gül ya da üç köşe tanrıça kültündeki tanrıçanın üç kimliğinin sembolüdür: Bakire, anne çağındaki olgun kadın, yaşlı kadın/cadı. Tanrıçanın üç kimliğinden biri kötü büyüleriyle hastalık, ölüm, bela getiren yaşlı olandı. (Muska, pulluğun üçgen biçimindeki demir ya da ağaç parçası diye de açıklanmıştır.) Üçgen biçimli tarlaya tohum atmak, olasılıkla onu döllemek, tanrıçadan bol ürün almak, bereket sağlamak, ona karışmak, onunla birleşmek, anlamına gelen kutsal bir eylemdi (Cıbıroğlu, 2011: 55-57).

      

31 Klasik Çağ tripod örnekleri için bkz. Mitten and Doeringer, 1968: 188 vd.

32Muskanın etimolojik geçmişine bakacak olursak, sözcüğün okunuşu: “telesma” ya da Arapçadaki söylenişiyle

“tılasm”, Türkçedeki eski söylenişiyle “tılısmat”, bugünün söylenişiyle “tılısım” yani “tılsım”. İngilizce, Fransızca ve Almanca’da “talisman” olarak geçer. Bkz. Erdoğan, 2014: 168.

Yahudiler, Kanaan Hekate olarak bilinen Lilith’in (baykuş) gazabından korunmak için Ortaçağ’a kadar muska ve nazarlık taşımaktaydılar. Tartaros’un asıl hükümdarı olan Hekate de tunçtan sandallar33-altın sandal Aphrodite’ye aitti- giymekteydi (Graves, 2010: 243).

İnsanlar sihirli amaçlar için üçgen kâğıt parçaları kullanırlar. Bazen tam ortalarına ilahi göz çizilir, bazen de uçlarında İbranice yod-he-wow harfleri olur. Alman halk dini ve batıl inancı üzerine en kapsamlı eser olduğu belirtilen Handwörterbuch des deutschen Aberglaubens’te; cadıların kulübesindeki bütün araçlar ve aygıtların üçgen biçiminde olduğu yazılıdır (Schimmel, 2011: 85). Girit ve Mykene tapınaklarında taş ya da kilden yapılmış çok sayıda üçgen veya yaprak şeklindeki kutsal ateşi karıştırmada kullanıldıkları anlaşılan kepçeler bulunmuştur. Peloponnesos, Girit ve Delos’da bazen kilden yapılmış ve her biri Ay’ın renkleri olan kırmızı, beyaz ve siyaha boyanmış üç ayaklı yuvarlak bir masa üzerinde yakıldığı belirtilmektedir. Hatta bunlardan Knossos yakınlarında Zafer Papoura’ daki bir anıt mezarda bulunan masanın üzerinde hâlâ kor yığını olduğu ifade edilmektedir (Graves, 2010: 91).

Hekate ve üç cadının konu edildiği Shakespeare’in Macbeth’inde cadıların büyüsünde de üç tılsım vardır (Shakespeare, 1999):“Yazgı kardeşler; el ele kara aşar, deniz aşar, böyle döner dolaşırlar. Üç kez senin için, üç kez benim için, bir üç daha, dokuz etmek için. Durun! Büyü tamam oldu!“

Şair Horatius’un tanrıça Hekate’ye hitaben yaptığı bir konuşmasında önerdiği üzere, aynı kalıp klasik antikitede de bulunur (Schimmel, 2011: 88-89): “Sen, ormanların derinliklerindeki dağların yakınında duran ve doğuran kadınlara üçüncü çığlıklarında yaklaşan kurtarmak için bütün gücüyle üç biçimli bakire !”

Mezopotamya Mısır, Grek ve Roma toplumlarındaki eski inançları ve buna bağlantılı tılsımları İbrani ve Hıristiyan inancına da yerleşmiştir. Eski Ahit’ten alınan sözcük ve cümleler tılsımlar üzerine işlenmiştir. “Trisagion” olarak adlandırılan üç kez tekrarlanan “kutsal” sözcüğü (kutsal, kutsal, kutsal) Hıristiyanlıktaki baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesine       

33 Başta Paris büyü papirüslerinden alınma önemli bir pasaj olmak üzere, antik dünyada tunç sandaletin özellikle

yer altı dünyası ayini ve büyüyle bağlantılı olduğunu gösteren çeşitli metinleri bir araya getiren Dietreich’dir. Bu tek sandalet “Tartarus’un denetçisi” ve bu dünya ile ötekisi arasında bir aracı olarak, büyücülere yer altı dünyasına giriş izni veren Hekate’nin başlıca “işaret”i ya da simgesi sayılmaktadır. Yunanlılara göre tuncun ölümle, yer altı dünyasıyla, cin ve şeytan gibi kötü ruhlarla özel bir yakınlığı vardı. Tunç sandaletler ise, bizi Hekate’ye ve onun aracılığıyla Persephone gizlerine yöneltir. Özel olarak Persephone gizleri ve mitolojisiyle ilişkilendirilir. Paris papirüslerinde Hekate’den ve tunç sandaletlerden söz eden bir bölüm de vardır. Bkz. Kingsley, 2002: 235-238.

işaret eder. Bu formül bazen tek başına bazen de kompozisyon ve yazılarla birlikte verilir (Karaoğlu, 2011: 104).

Yakın Çağ’da Osmanlılarda “üç tuğlu vezirler”in olması, başta Bektaşilik olmak üzere birçok tarikatlarda üç sayısının belirttiği üçler (üç erenler) inancının kökü de yine bu eski inançlardır. Bugün halk inançları arasında yaşayan, şiirlere konu olan “üç güzeller masalı”nın eskiçağda Anadolu’da yapılan bir güzellik yarışmasının üç güzeller arasında geçmesi olayının kökünde saklı olan eski bir Anadolu inancıdır (Eyüboğlu, 1973: 172-174). Alevilikte “Allah-Muhammed-Ali” üçlemesiyle semah dönülür. Ayrıca Cem ritüelinde On İki Hizmet’te Süpürgeci ve Pervazcı sadece kadınlar tarafından yürütülür. Süpürgeci, Kırklar Semahı’ndan önce ve sonra “Allah-Muhammed-Ali” üçlemesiyle semah dönülen meydanı yüzeyden süpüren kişidir. Bu uygulamanın Cem’e katılanların günahlarından arındırılmasını sembolize etmesi Süpürgeci hizmetinde kadının masumiyet algısını göstermesi bakımından önemlidir. Pervazcı hizmeti Cem’deki ilk semah olan Kırklar Semahı’nın bakire “üç kız” tarafından yürütülmesi (Yılmaz Ulusoy vd., 2013: 31) yine eski inançların günümüze yansımasıdır.

Modern kimya özleri asit, baz ve tuz diye sınıflandırır. Benzer şekilde fizik de, kütle, güç ve hız arasında üç parçalı ilişkiler olduğunu esas alır (Schimmel, 2011: 78). Günümüz parti adları kısaltmaları üç harflidir. Trafik ışıkları üç aşamalıdır. Beyzbolde üç köşe noktası, üç vuruş ve üç avut vardır. Olimpiyatların ise üç derecesi vardır (Schimmel, 2011: 95). Ayrıca üç yolun kesişiminin tehlikeli bir yer olarak kabul edilmesi ve darağacının da üç ayak üzerine kurulması (Schimmel, 2011: 86) üç sayısının gizemiyle bağlantılıdır. Evde bir kaza sonucu kırılan cam eşya kötü bir şeyin olacağına işaret sayılıp, bu kötü durumu berteraf etmek için, peşi sıra iki tane daha kırarak üçe tamamlama da yine bu eski inanışların günümüze kadar uzanan kalıntılarıdır.