• Sonuç bulunamadı

1.5. ĀYURVEDA VE TARİHSEL GELİŞİMİ

1.5.2. Tarihçe

Hint tıbbî bilgisini hâvi Āyurvedik yazıldıkları günden günümüze kadar eklemeler yapılmak suretiyle geliştirilmiştir (Taton, 1963:153). Temeli MÖ 4500-2500 yıllarına kadar götürülen Hint kutsal metinleri vedalara dayandırılmış ve bu tıbbî metinler zamanla tedvin edilerek MÖ 1500’lü yıllarda yazıya aktarılmıştır. Vedaların yazıya aktarıldığı bu zaman dilimi birinci vedalar dönemi olarak kabul görmektedir. Bundan sonra kutsal metin olan vedaların bir kısmını oluşturan ve MÖ 1000’li yıllarda insan ve evrenin yaratılışı hakkında mâlûmat veren Atharvaveda metinlerine rastlanılmaktadır. Āyurvedik tıbba dair bilgiler daha ziyade Atharvaveda külliyâtının onuncu kitabında yer alır. Kutsal vedalarda yer alan tıbbî bilginin işlenip sistematikleştirilmesi ise ikinci vedalar dönemi olarak kabul edilen Suśruta ve Caraka devirlerine rast gelmektedir. Hint tıbbı ile ilgili önemli eserler ikinci vedalar döneminde telif edilmiştir (Power ve Thompson 1923:7).

Anlayışa göre antik Hint tıbbının kökeni olan Āyurvedik malumât, evrendeki herşeyin yaratıcısı olarak kabul edilen Brahma tarafından Prajpati’ye aktarılmıştır. Prajpati bu kutsal bilgileri ikiz tanrılar Aşvin’lere, Aşvinler de tanrı-kral İndra’ya öğretmiştir. Nihayetinde bu bilgisi tıp tanrısı olarak kabul edilen Dhanvantari’ye geçmiştir. Dhanvantari de: “Ben mahlukâtın tanrısı için bu bilgiyi yeryüzünde benden talep edenlere aktaracağım” diyerek tıbbî bilginin yayılış serüvenini açıklamaktadır (Suśruta, 1907, C.1:8). Bundan dolayı Dhanvantari, “hekimlerin tanrısı” ve “sağlık bahşedici vedik tanrı” olarak kabul edilir. Kendisinin evrensel bilginin kaynağı olduğuna inanılır ve Hintlilere tıp ilmini bahşeden kişi olarak kabul görür (Power ve Thompson 1923:7). Tanrılar tarafından öğretildiğine inanılan bu tıbbî bilgi böylece “sonsuz varlık alanı”ndan insan şuuruna aktarılarak Hindistan başta olmak üzere asırlar boyunca geniş bir coğrafyada tesir alanı oluşturmuştur (Davis, 1999:11). Āyurvedik bilginin ve Dhanvantari’nin yeryüzüne çıkışı ile ilgili Rāmāyaṇa Destanı’nda ilginç bir efsane anlatılır. Efsanevî anlatıma göre Diti ve Aditi adındaki kutsal kişilikler, yaşlılık ve ölümden kurtulmanın “okyanusun çalkalanması neticesinde elde ortaya çıkacak kutsal sütle” mümkün olabileceğini düşünerek yılanların efendisi olarak bilinen Vasuki’yi müracaat edip, “okyanusun iki tarafındaki kayaçları bağlayarak” suyu çalkalamasını istemişlerdir. Talepleri uygun

50 görülüp okyanus çalkalanınca kutsal süt yerine, su yüzeyinde Vasuki’nin hālāhala65 adındaki zehiri görülür. Hem tanrılar hem de insanların bu zehirden etkilenmesi üzerine tanrı Şiva (Śiva,)’ya zehri yok etmesi için yakarışta bulunulur. Bu isteklere kayıtsız kalmayan Şiva, tüm zehri66 içine çekmek suretiyle kurutur. Devamında okyanusun aralıklarla tekrar çalkalanmaya başladığı ve bu okyanustan tanrı Vişnu (Viṣṇu) ve bin yıl sonra da tıp tanrısı Dhanvantari’nin yeryüzüne çıktığına inanılmaktadır (Valmīki, 2002:50-51).

Āyurveda’nın ortaya çıktığı ortam, tarih boyunca Hindistan’a hayat kaynağı olan İndus Nehri’nin çevresinde oluşan şehir ve bir arada yaşama kültürünün getirdiği bazı gerekliliklerin hayata geçirilmesinin sonuçlarından birisidir. Gelişmiş hijyen kuralları ve altyapının getirdiği yüksek sağlık standartları, taş ve tuğla evler toplumda hayat enerjisinin akmasını sağlıyordu (Gerson, 1999:21) MÖ 1700’lü yıllarda istilalara maruz kalması, iklim değişikliği etkisi ve İndus’un yön değiştirmesiyle bu gelişmiş kültürel yapıda bir gerileme yaşanmıştır. Bu süreci fırsat bilen Rişiler, miras aldıkları yoğun tecrübî bilgiyi değerlendirerek, “huzur arayışı”na girmişlerdir (Gerson, 1999:15). Ermiş varlıklar veya gerçeği görenler olarak kabul edilen Rişiler yoğun meditasyon yoluyla günlük yaşamlarında gerçeğin tezahür etmesini amaç edindiler. Onlar, insan ve evren arasındaki yakın ilişkide, kozmik enerjinin canlı ve cansız her şeyde nasıl ortaya çıktığını, varoluşun kaynağının erkek ve dişi enerji (Şiva ve Şakti) olarak meydana gelen Kozmik Bilinç olduğunu kavrayarak kendilerini geliştirdiler (Lad, 2005:13). Onların bir nevi inzivâ sayılan bu süreçleri aynı zamanda Āyurvedik bilginin de yoğun olarak görülmeye başlandığı dönemdir. Rişiler, hastalıkların insan hayatına etkisini ortaya koymak ve bütün mahlukâtan hastalığı uzaklaştırmak maksadıyla Himalaya Dağları’nın eteklerinde münzevî hayatı tercih ederek buralarda toplu olarak meditasyon yapmaya başladılar. Bu amaçlarına erişebilmek gayesiyle içlerinden Bharajvada’yı lider olarak tayin edip, sistematik tıbbî bilgi arayışına koyuldular. Bharajvada’nın bünyesinde bulundurduğu tıbbî bilgileri bu alanla uğraşan bilginlere (rişi) öğretmesi ve bu münzevî yaşam etkinlikleri sonucunda Āyurvedik bilgi ortaya çıktı (Gerson, 1999:15; Kahya, 1999:182;

65 Yılan zehrinin yanı sıra bu isimdeki bir bitkiden elde edilen zehrin adı.

66 Mitolojide, Şiva’nın yaratılış sürecini zarardan korumak için bu zehri içtiği ve eşi Parvati’nin de zehrin yayılmasını ve Şiva’nın tükürmesini engellemek için Şiva’nın boğazına sarıldığı ve bundan dolayı o bölgenin mavi renk aldığı aktarılmaktadır. Bundan dolayı da Şiva’nın mavi boğaz (Nilakantha= नीलकण्ठ) lakabı da vardır. Bkz. Dallapiccola, 2013:48.

51 Sharma ve Clark, 1999:3). Rişiler, binlerce yıl şifahen nakledilerek gelen Āyurvedik bilgiyi Sanskrit şiiri şeklinde yazıya dökmüşlerdir. Kayda alınan bu metinlerin çoğu, zaman içerisinde kaybolmuşsa da gerek yazıya dökülmüş olanlardan ve gerekse hafızalarda kalanlardan dolayı bilgi birikimi varlığını korumuştur (Lad, 2005:19). Genel tıp bilgisini barındırmasının yanı sıra, bitkilerle tedavi için gerekli olan mâlûmatı içeren bu birikim günümüze kadar ulaştırılmıştır. Burada yer alan şifalı bitkilerin kaynağıyla ilgili Hintlilerin en eski destanlarından olan Rāmāyaṇa Destanı’nda yer alan ilginç anektoda göre, tıp tanrısı Dhanvantari’nin yeryüzüne çıktığı denizin çevresinde bulunan dağların şifalı bitkilerin merkezi olduğuna ve destanın kahramanı Rama’nın yılanlar tarafından bu dağda esir olarak tutulduğuna inanılıyordu. Sadece maymunlar vasıtasıyla şifalı bitkilerin toplanabildiği dağda yaşanan büyük bir esinti sonrasında yılanların kaçıştığı ve ellerinde esir tutulan Rama ile kardeşinin kurtulduğu ve bir müddet sonra iyileşerek sağlığına kavuştuğu anlatılır (Valmīki, 2012:204).