• Sonuç bulunamadı

83

İKİNCİ BÖLÜM: TARİHSEL ÇERÇEVE: ULUSLARARASI TARIM TİCARETİNİN LİBERALLEŞMESİ

84

ağırlığını ortaya koyan Atina ekonomisi iç ticaret ve uluslararası ticaretle refahını artırmış, tahıl ithalatını sürekli biçimde sağlamak için de gerekli koruyucu önlemleri almıştır. Helen kentleri ise kendi tahıl ihtiyaçlarını karşıladığından böyle bir dışa

bağımlılıktan söz etmek mümkün değildir43 (Güran, 2003: 14-17).

Büyük Roma İmparatorluğu’nun ekonomisi tarıma dayanmakla birlikte, Roma’nın kendine yeterli bir ülke olmadığı, tarımsal üretimin yetersiz kaldığı, tarımsal verimliliğin artırılması için herhangi bir çabanın artırılmadığı belirtilmektedir. Köleci bir sistem benimseyen İmparatorlukta büyük toprak sahipleri giderek köle sayısını artırmış, ancak bu durum hem üretim maliyetlerini düşürmüş hem de küçük üretici olan köylülerin tasfiyesine yol açmıştır. Bu da köylü sınıfın tarımsal üretimden koparak işsiz kalmasına ve kentlerde tüketici grubuna dâhil olmasına neden olmuştur. Roma İmparatorluğu’nda eyaletlerde gerçekleşen tarımsal üretim büyük kentlerin ihtiyacını karşılamakta, karşılanmazsa fetih ya da sömürgeci politikalar uygulanmakta bu da yetersizse ticarete başvurulmaktadır. Ülke içerisinde canlı bir ticaretin olduğu söylenemez, ama son zamanlarda kentler arasında ticaret gelişmiştir (Küçükkalay, 2016: 120-136).

Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra 800-1100 yılları arasında Avrupa ekonomisi daralma yaşamış ve buna koşut ticaret bölgeselleşerek daralmış ve uluslararası ticaret yok denecek kadar azalmıştır (Küçükkalay, 2016: 174). Orta Çağın başlarında Batı’da hüküm süren feodal sistem tarımsal üretime ve toprağa dayalı mülkiyete dayalıdır. Malikâne ekonomisi denilen dışa kapalı ekonomik yapıda üretim piyasaya yönelik değil, daha çok yerel ihtiyacın giderilmesi için yapılmıştır.44 Sınıfsal temeli,

43 Eski Yunan’da ortaya çıkan düşünce akımlarına bakıldığında Sofistler bireyciliği ön plana çıkarmışlar, devleti ve otoriter yapıyı eleştirmişlerdir. Kozmopolit düşünceyi savunmuşlar, ticaretin insanlar arasındaki etkileşimi artıracağından, barışı sağlayacağından mütevellit ticaretin geliştirilmesini, devlet müdahalesinin kalkmasını savunmuşlardır. Sokrat ve öğrencisi Xenophon daha çok tarımsal faaliyetler üzerinde durmuş, Xenophon tamamen karşı olmasa da ticaret ve sanayiin huzursuzluk yaratacağını belirtmiştir. Aristo’da aile tüketimi için tarım yapıldığını, kar amacı gütmeyen, yaşamsal gereksinimi sağlayan tarım ticaretinin adil olduğunu savunmuştur (Özgüven, 2005: 13-28).

44İnsanların ihtiyaç duyduğu hemen hemen tüm yiyecek ve giyecek malzemeleri malikâneden karşılanmaktaydı. Eğer malikânede üretilmeyen bir şeye ihtiyaç duyulursa piskopos ya da lordun denetiminde olan pazarda ağırlıkla takas usulü ihtiyaçlar giderilirdi. Ancak ticaret çok aşağı seviyelerde

85

toprak sahibi olan soylu kesim ile bunlar adına toprağı işleyen serflerden oluşmuş, serfler elde ettikleri artı ürünün büyük kısmını senyöre vermişlerdir (Çavdar, 2003: 49).

Feodalitede para ranttan ziyade hakim olan ürün-rant artık ürüne piyasa-dışı, zorla el koyulmasıdır (Boratav, 1980: 21). Dolayısıyla üretim sürecinde para dolaşımından ya da bundan doğan bir artı değerden bahsetmek mümkün değildir. Bu nedenle artı değerin büyük kısmına el koyan senyör hiçbir zaman sermayedar durumuna gelmemiştir (Çavdar, 2003: 49). Kılıçbay da benzer şekilde rantın kıt olan faktörden sağlanabileceğini, feodalitede bunun emek olduğunu dolayısıyla feodaliteyi belirleyen şeyin artığa emek-rant yoluyla el konulduğunu belirtmiştir. O halde senyörler arasındaki esas çekişme toprak ele geçirme yerine serfleri ele geçirmek olmuştur45 (Kılıçbay, 2010: 160-161).

12. yüzyıldan itibaren bölgesel ticaret uluslararasılaşmış, ticaretin canlanmasıyla birlikte daha önce olmayan yeni bir tüccar sınıfı doğmuş, aralıksız olarak büyüyen bu grup kentlerin etrafına yerleşerek yeni kentleri oluşturmuş ve kendilerini kentsoylu (burjuva,burgenses) olarak nitelemişlerdir. Burjuva sınıfı güçlendikçe soylular gücünü kaybetmeye başlamış ve burjuvazi soylu sınıfla kendi ekonomik ve toplumsal koşullarını güvenceye alan bir sözleşme imzalamıştır. Pirenne’e göre “yeni kent ekonomisi içinde giderek hareketlenen ticaret, tarımsal üretimi özendirmiş, tarımı bağlayan sınırları ortadan kaldırmış ve onu kasabalara doğru çekmiştir” (Pirenne, 2012: 100,161).

Ticaretin canlanmasıyla feodal sistem çözülmeye başlamış ve yeni bir sisteme doğru evrilmiştir46. Ticaretin canlanması ve uluslararası ticaretin dünya ölçeğinde genişlemesi

olduğundan artık ürüne gerek yoktu. Dolayısıyla ticaret geniş ölçeklere yayılmaz ve mahalli kalırdı. Ayıca ticaretin gelişmemesinin nedenleri arasında yolların ticarete elverişsiz olması, paranın kıt olması ve de her yerde geçmemesi, ağırlık ve ölçülerde standartlaşmanın olmaması sayılabilir (Huberman, 2012: 27-28).

45Rant, kapitalist üretim tarzının da bir parçasıdır. Ancak, her ikisi arasında farklar bulunmaktadır.

Kapitalist rant artı-değerin bir bölümünü oluşturmakta ve pazar ilişkileri içinde gerçekleşmektedir.

Kapitalist üretim tarzında elde edilen ürünün satılmasıyla gerçekleşen artı değere ücret ilişkileri içinde el konulur. Feodal rant ise doğrudan üreticinin farklı bir mekanda yaptığı üretim faaliyeti sonucu oluşmakta ve bu ranta pazar dışında el konulmaktadır (Kılıçbay, 2010: 158).

46Ticaretin feodalizmin çöküşüne neden olduğu tezini iddia edenlerin aksine esas nedeni piyasa için üretim ile kullanım için üretim arasındaki çelişkide aramak gerektiğini savunanlar olmuştur. Değişim ekonomisinin yükselişi ve pazar için üretimle elde edilen daha büyük kazanç isteği, uzmanlaşmayla birlikte artan verimlilik, kent yaşantısının çekici hale gelmesi feodalizmden kopuşu sağlayan nedenleri oluşturur

86

kapitalizme doğru giden süreçte en önemli dönüm noktaları olarak kabul edilir. Ticaretin gelişmesine Amerika’nın fethi ile değerli madenlerin Avrupa’ya getirilmesi ve ticaret burjuvazisinin ortaya çıkması damga vurmuştur. Değerli madenlerin Avrupa’ya gelişi ve tarımsal üretimin gelişmesi Avrupa ticaretinde hızlı bir yükseliş sağlarken, bu yükselişin arkasında Afrika’da köle ticareti ve Amerika’da köle emeğine dayalı zorunlu çalışma olduğu belirtilmelidir (Beaud, 2010: 19-20). Marx’a göre “kapitalist toplumun yapısı feodal ekonomik toplumun yapısından doğup gelişmiştir” (Marx, 2003: 613). “Coğrafi keşifler ve tüccar sermayesinin gelişmesini hızlandıran devrimler feodal üretim tarzından kapitalist üretim tarzına geçişi kolaylaştıran belli başlı öğelerden birisini oluşturur”

(Marx, 2004: 293). Haçlı seferlerinin sonuçları da ticaret açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Seferler neticesinde yabancı mallara olan talep artmış, Akdeniz ticareti Doğu ile Batı arasında büyük ticaret ağı haline getirilmiştir. Mahalli ölçekte kurulan pazarların yerine dünyadan gelen çeşitli malların satıldığı panayırlar kurulmuş, sarrafların da panayırlarda yer almasıyla sadece ticari işlerin değil, mali işlerin görülmesi gerçekleşmiş ve eski ekonomik hayattan farklı olarak para ekonomisine dönüş başlamıştır (Huberman, 2012: 31-36). Avrupa’da 13. ve 14. yüzyıllarda nüfusun artışıyla birlikte emeğin bollaşıp toprağın nispi olarak kıt bir faktör haline gelmesi de feodaliteye çözücü etkide bulunmuştur. Neticede kiracılık ilişkileri başlamış, emek ranttan para ranta geçiş olmuş ve topraksız kalan serflerin zengin serfler/senyörler tarafından ücretli olarak istihdam edilmesiyle kapitalist ilişkiler doğmaya başlamıştır (Kılıçbay, 2010: 168-169).

Ayrıca, feodalizmin krize girdiği dönemde vuku bulan Yüzyıl Savaşları’nın neden olduğu vergi ve borçların artması, üretim ve tüketimin düşmesi, uluslararası ticaretin azalmasına

(Swezzy, 1984: 45). Hilton’a göre ise tüccar sermayesi her daim dolaşım alanında kalmış, tarımsal ya da endüstriyel yeniden üretim alanına sokulamamıştır. Dolayısıyla ticari devrimin feodal üretim tarzını değiştirdiği söylenemez (Hilton, 1984: 23).

87

neden olmuş, güvenli yer arayışına çıkan köylünün yaşadığı yeri terk etmesiyle toprak tek elde toplanmaya başlamıştır (Elmas, 2012: 141 ).

Marx kapitalist üretimin ilk aşamasına 14. ve 15. yüzyılda dağınık olarak rastlanılmasına rağmen, kapitalist dönemin 16. yüzyıldan itibaren başladığını belirtir (Marx, 2003: 614). Kapitalizmin doğuşu tarımdaki dönüşümle ilgili olduğundan, Marx’ın ilkel birikim47 olarak nitelendirdiği süreç kapitalist ilişkilerin başlangıç koşullarını oluşturur ve bu süreç sermayenin yeniden üretim sürecinin kesintisiz işleyeceği toplumsal koşulların oluşturulmasını ifade eder (Kaymak, 2010a: 89). Marx’a göre kapitalist sistemin gerçekleşmesi emekçilerin emeklerini gerçekleştirebilecekleri her türlü mülkiyet hakkından kopmalarına bağlıdır. Tarımsal üreticilerin, köylülerin mülksüzleştirilmeleri ve topraktan ayrılmaları tam da bu sürecin temelinde yer almaktadır. Her ülkedeki mülksüzleştirme sürecinin farklı işlediğine vurgu yapan Marx, sadece İngiltere’de klasik biçiminin görüldüğünü ifade etmiştir (Marx, 2003: 612-613). Kapital’de İngiltere’de köylünün mülksüzleştirilmesi ve tarımsal kapitalizmin oluşumunu inceleyen Marx, başlatılan çitleme hareketiyle köylülerin topraklarından uzaklaştırılmasını ve bu toprakların özel mülk haline getirilmesini incelemiştir. Bu dönemde köylü mülkiyeti neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Çitlemeler48 nedeniyle köylünün toprağından edilmesi gelişen kırsal endüstri ve büyük ölçekli kapitalist tarım için gerekli ucuz iş gücünü sağlamıştır. Bu durum İngiliz tarımının büyük toprak sahipleri, bu toprakları kiralayan kapitalist kiracılar ve ücretli emekçilerden oluşan bir yapıdan oluşmasına neden olmuştur.

Kapitalist toprak sahipleri bu koşullarda önemli güç kazanmıştır. Krallığa karşı toprak

47Marx ilkel birikim ifadesi sürecin ilkelliğini değil, kapitalist üretim ilişkilerinin olgunlaşması için ön koşulları ifade etmekle birlikte, üreticinin üretim araçlarından ayrılmaları, köylülerin mülksüzleştirilmeleri, zorla topraklarından kovulan köylülerin işgücü piyasasına uymaları için çıkarılan sert yasalar ekonomik dışı baskı ve yöntemleri de çağrıştırmaktadır (Kaymak, 2010b). Literatürle bu terim yerine “ilksel birikim”

kavramını kullanmayı tercih edenlere de rastlanmaktadır.

48 “Çitlemeler ve mülksüzleşmeler vuku buldukça, mülksüzleştirilenler önce kırsal kesimdeki küçük fabrikalarda sonrasında da şehirlerde iş buldular; koloniler halinde Kuzey Amerika, Afirka ve Avustralya’ya göç ettiler veya o dönem için evsiz veya yoksullaşmış biçimde “ yoksullar” haline geldiler”

(Magdoff, 2015c: 123).

88

sahibi sınıf güçlense de, feodal yasalar ortadan tamamen kalkmadığı için serbest ticaret ve toprak mülkiyetinin önündeki engeller tamamen kaldırılmamıştır (Kaymak, 2010a:

89). Fransa’da ise toprak sahipleri İngiltere’deki kapitalist çiftçilerden farklı, kökenleri ticarete ya da kente dayanan, tarımı güvenli bir getiri olarak gören kimselerdir. Yani kapitalist üretim biçiminde olması gereken ücretli emek, kapitalist kiracı ve toprak sahibi yerine köylü üretici ve sadece toprak üzerindeki hakkı alma yetisi olan toprak sahibinden

oluşmaktadır49. Para ekonomisin ortaya çıkışı ve ticaretin canlanması, zenginlikle para arasındaki

ilişkiyi pekiştirmiş, coğrafi keşiflerle birlikte değerli madenlere sahip olma Avrupa’daki birçok ülke için temel politika haline gelmiştir. Bu amaç için daha fazla ihracat edip, ithalatı mümkün olduğunca kısma, nüfus artışını sağlayarak üretimi en yüksek düzeye çıkarma Merkantilizmin oluşmasını sağlayan koşulları yaratmıştır (Savaş, 2007: 139).

Merkantilist dönemde sanayiye tarıma göre öncelik verilmesine rağmen tarım sektörü ağırlığını korumaktadır. Ayrıca ticari kapitalizmin etkisiyle toplam üretim içindeki payını artıran imalat sanayi coğrafi alanda yayılmış, ticaret hammaddeden çok yarı-mamul ya da mamul ürünler üzerine yoğunlaşmıştır. Ekonomik yapıdaki bu değişimin en önemli sonuçları ücreti işçi sınıfının oluşmaya başlaması ve toprak sahibi asiller yerine büyük tüccarların ön plana çıkması olmuştur (Savaş, 2007: 141-142). Böyle bir ortamda yükselen burjuvazi kent yönetiminde baskın bir konuma gelmiş ve kır-kent arasındaki mübadeledeki ticaret hadlerinin tarım aleyhine dönmesiyle kentte yaşayanların iktisadi

49Konuya diğer bir bakış açısıyla yaklaşan Keyder, geçiş süreci analizinin üretim biçimleri üzerinden değil, toplumsal biçimlenme üzerinden yapılması gerektiğini belirtmektedir. Çünkü kapitalist toplumsal biçimlenme feodal özellikler görülebileceği gibi, feodal toplum yapısında da kapitalist üretim biçimlerine rastlanılabilir. Yani geçiş feodal üretim biçiminden kapitalist üretim biçimine değil, feodal toplumsal biçimlenmeden kapitalist toplumsal biçimlenmeye geçme anlamına gelir (Keyder, 2009: 29-30). Ticaret ve para sermayesi pre-kapitalist değerlerin kapitalist sektöre transferine aracılık eder. Kapitalist üretim tarzının hâkimiyet kazanma sürecinde öncülüğü tarımdaki üretici yaptığı için sadece İngiltere bu konuda istisna teşkil etmektedir. Dolayısıyla feodal ve kapitalist kesimler arasında aracıya gerek duyulmamıştır. Fransa’da ise devletin iktisadi aktör olarak devreye girmesi vergi ihtiyacını doğurmuştur. Vergi kaynağı olarak görülen köylüler üzerindeki baskı artmış ve devlet hem vergi ödemek istemeyen köylülerle, hem de bu vergiyi bırakmak istemeyen toprak sahipleriyle çatışmaya girmiştir. Devlet para sermayesiyle kurduğu yeni ortaklıkta, her iki çatışmadan kaçınabilmiş, üretim veya ticari sermaye yerine para sermayeye bağımlı konuma gelmiştir (Keyder, 2009: 32-33).

89

gücü ve buna koşut olarak siyasi erk üzerindeki etkisi de artmıştır (Aydemir ve Güneş, 2006: 140). Ayrıca burjuvazi bir yandan siyasi erkle işbirliği yapıp devletin zenginliğini isteyen Merkantilist politikaları benimsemiş, diğer yandan kendisini dünya pazarına egemen olacak güce geldiğini hissettiğinde de korumacı politikalardan vazgeçerek serbest piyasanın erdemlerine sarılmayı tercih etmiştir (Beaud, 2010: 36-60).

Ülkeler Merkantilist sistemi farklı yöntemlerle uygulamışlardır. Örneğin, İspanya değerli madenlerin artırılmasına yönelik bir politika uygulamış, Amerika ve Asya’dan altın ve gümüş getirtmek için yola çıkan tüccarlara yardım etmiştir. Ancak sahip olduğu değerli madenlere güvenerek tarım ve endüstrinin gelişimine gerekli olan katkıyı vermemiş, bu da İspanya’yı 17. yüzyılda büyük bir krize sokmuştur. Portekiz’in sanayi ve tarım sektörlerinin geri olduğu bu dönemde, denizcilik alanında kaydetmiş olduğu ilerleme bu olumsuzluğu bertaraf etmiştir. İtalya’daki Merkantilist düşüncenin temelinde ise tarımsal üretim ve sanayileşmeye yeterince ağırlık verilerek, bu üretimden kaynaklı ihracatın değerli madene sahip olmanın en önemli yolu olduğu düşüncesi hâkimdir.

Hollanda’da korumacı politikalardan ziyade bireysel girişimin önü açılarak ticaretin liberalleştirilmesi sağlanmıştır (Doğruer, 2009: 28-39). İngiltere hammadde ihracatını yasaklamış, mamul madde ihracatını özendirmiştir. Kolonileştirme ve denizcilik faaliyetlerini ilerleten İngiltere, hem kolonilerinin sanayileşmelerine engel olmuş, hem de bu kolonileri İngiltere için bir pazar, hammadde ve ucuz emek işgücü kaynağı haline getirmiştir. İngiltere’den başka bu bir ülkenin bu kolonilere ithalat yapmasını yasaklamıştır. İngiltere’de uygulanan Merkantilizmde ön plana çıkan ticaret ve sanayi, sermaye birikiminin hızlanmasını sağlamış ve sanayi devriminin ilk kez bu ülkede gerçekleşmesini sağlayacak koşulları oluşturmuştur (Aydemir ve Güneş, 2006: 146).

İngiliz Merkantilist düşünürlerinden olan Misselden, serbest ihracat yapma ve rekabetten kurtulma amaçlı serbest ticareti savunmuş ve tekelin terk edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Thomas Mun ise, ihracatın artırılması için boş toprakların değerlendirilmesini savunmuş,

90

madenler ile topraktan elde edilen ürünlerden oluşan doğal kaynakların ve sanayi malları ile ithal mallardan oluşan yapay kaynakların geliştirilmesi gerektiğini düşünse de, doğal kaynakların sanayi malları kadar kâr getirmeyeceğini ifade etmiştir (Savaş, 2007: 154-157). İngiltere’de ticaretin gelişmesiyle şeker, pamuk gibi temel maddelerin bollaşması ve pazarların genişlemesi, çitlemeler ve tarımda ortaya çıkan ilk modernleşme hareketleri, çalışmaya hazır bir proleterya, ticaret ve tarım kaynaklı yatırılabilir sermayeyle birlikte fabrikalar kurulmuş, üretim hızla artmış ve ücretli emek gücü genişlemiştir (Beaud, 2010:

104).

Fransa ise Merkantilist politikaların sanayileşme amacıyla uygulanmasını istemiş, bu isteğe çeşitli gümrük vergileri koyarak ve sanayi teşvik önlemleriyle destekleyerek ulaşmaya çalışmıştır. Ayrıca bu dönemde sanayi ve tarım ürünlerinin fiyat ve kalite kontrollerini yapacak geniş bir kontrol düzeni de kurulmuştur (Savaş, 2007: 161).

Görüldüğü üzere, Merkantilizmin yaklaşık üç yüzyıl süren hâkimiyetinde belli ortak noktaları olsa da, farklı biçimlerde uygulanmaları merkantilizmin genel prensiplerini ortaya koymayı engellemiştir. Ticaret bilançosunun aktif olması ve kıymetli maden girişi için uluslararası ticarete önem veren Merkantilizm, bunu ticaretle, sömürgeleştirmeyle ya da sanayileşmeyle gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bazı Merkantilist düşünürlerin tarımın korunması yönündeki anlayışı genellikle ihmal edilmiş ve tarım sanayiye hammadde sağlama işleviyle düşünülmüştür. Bununla birlikte tarımsal ürünlere yönelik sıkı bir korumacılık getirilmiş, tarımsal hammaddelerin ihracı yasaklanmış, bu ürünler daha çok iç pazarda ticaret konusu olmuştur.

Merkantilizmin hâkim olduğu dönemde tarımın geri plana itilmesi, tarım sektörünün hala ekonomiye dayanak olduğu ülkelerde diğer bazı sorunlarla birlikte ekonominin bozulmasına neden olmuştur. Özellikle Fransa’da Merkantilist politikalar ciddi tepki çekmiştir. Bu dönemde ortaya çıkan Fizyokratlar devletin her alana müdahale ettiği, esas amacı lehte ticaret dengesi sağlamak olan ekonomik düşünceden, Locke ve

91

Rousseau gibi önemli düşünürlerden etkilenerek savundukları doğal düzene geçmeyi önermişler, sanayi ve ticaretten çok üretken sektör olarak gördükleri tarıma (hayvancılık, madencilik, balıkçılık) ağırlık verilmesi gerektiği üzerinde durmuşlardır. Bu bağlamda üretken emek gücünü de, sanayide üretim yapan ya da ticari faaliyetlerle uğraşan kişilerden ziyade, çiftçiler oluşturmuştur. Doğal düzeni savunan fizyokratlar ayrıca üretimin doğaya zarar vermeden gerçekleşeceğine inanmışlardır (Savaş, 2007: 230-232).

Fizyokratlara göre, ticaret sadece üretimi yapılmış olan malların el değiştirmesinden ibarettir ve reel üretime hiçbir katkı sağlamaz. Bununla birlikte, Fizyokratlar Merkantilist dönemde tarımsal ürünlere konulan koruyucu önlemlerin kaldırılmasını ve bu ürünlerin de serbest ticarete konu olmasını istemişlerdir. Çünkü tarımsal ürünlerin ihracının yapılmaması, bu ürünlere olan talebi azaltacağından fiyatları düşürecek, bu da tarım sektörünün gerilemesine neden olacaktır. Örneğin, İngiltere o dönemde serbest ticaret deneyimini yaşarken tarımsal ürünleri istenilen fiyat düzeyindedir ve çiftçiler tekrar yatırıma yönelebilmişlerdir (Savaş, 2007: 234). Turgot, tarımda kapitalist gelişmeyi dışlamadan, Quesnay’dan farklı olarak imalatçı kapitalist gelişmeyi de savunmuştur. Müdaheleciliğe ve korumacılığa karşı olmuş ve “bırakınız yapsınlar, tek büyük ilke bu işte” diyerek önemli bir gelişmeye öncülük etmiştir (Beaud, 2010: 93). Bu kapsamda fizyokrasinin tarımın serbestleştirilmesine yönelik ilk ekonomik politika olduğu ve liberal düşünceye geçişi kolaylaştırdığı aşikârdır. Bu dönemde İngiltere’de kapitalizm giderek güçlenmiş ve Sanayi Devrimine geçişi oluşturan koşullar meydana gelmiş, diğer yandan Fransa’da İhtilalle sonuçlanacak gerilimler yaşanmıştır.

17. ve 18. yüzyılda devam eden geç sömürgecilik, uluslararası ticarette yeni tiplemelere yol açmıştır. Kuzey Amerika ve Karayiplerin İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesiyle, Avrupa’da işlenmek üzere hammaddelerin geniş çaplı üretimine başlanmış, üretimde Afrika’nın köleleştirilen işgücü kullanılmış ve sömürgelerde Avrupa mallarının satılacağı piyasalar geliştirilmiştir. Sömürgecilikte tarımsal değişim tarımsal toplumlarda halkın

92

kontrolü ve emeğin yeniden örgütlenmesini gerekli kılmıştır. Sömürgeci güçler bunu bazen yok ederek, bazen de düzenleyerek yapmıştır (Bernstein, 2014: 200).

Merkantilist öğreti ve fizyokrasi, sanayi devrimiyle ortaya çıkan kitlesel üretim için serbest ticaret ihtiyacını karşılayamaz olmuştur. Fizyokrasinin doğal düzen anlayışı içinde benimsediği serbest ticaret anlayışı İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi sonrasında güçlenmiştir (Kıymaz, 2008: 27). 18. yüzyıldan itibaren “laissez-faire”

politikalarını başarıyla uygulayan İngiltere’nin sanayi başarısı serbest piyasa ve serbest ticaret politikalarının üstünlüğünün kanıtıdır. Bu politikalar İngiltere’yi dünyanın en büyük ekonomik gücü olarak göstermesine imkân sağlamış ve özellikle korumacı politikalar uygulayan Fransa’ya karşı üstünlük sağlamasına katkıda bulunmuştur. Sanayi Devrimiyle birlikte İngiltere diğer ülkelerle arasındaki teknolojik farkı açmaya başlamış ve teknolojik üstünlüğü tartışılmaz hale gelene kadar sanayii teşvik etmeye devam etmiştir. 1815 yılında kabul edilen ve tarım ürünlerinin daha fazla korunmasını amaçlayan Tahıl Yasaları serbest ticaret yönündeki baskıların artmasıyla 1846 yılında iptal edilmiş ve böylece İngiltere Merkantilist politikaları bırakarak yeni liberal düzenin mimarı rolünü oynamıştır. Tahıl Yasası’nın kaldırılması klasik liberal ekonomi doktrininin Merkantilizm üzerindeki zaferi olarak görülmektedir (Chang, 2016: 34). Tahıl Yasalarının kaldırılışı aynı zamanda politik üstünlüğün tarımdan sanayiye geçişinin ifadesi olmuştur (Kıymaz, 2008: 31). Serbest ticarete dayalı ekonomik başarı, diğer ülkelerin de korumacı politikaları daha az uygulayarak daha serbest ticarete yönelmelerine50 neden olmuştur. Ancak ivme her zaman serbest ticaretten yana

50 Sanayi Devrimi’nin başında İngiltere’nin sahip olduğu yüksek bir sermayeye sahip olması, ilk sanayileşen ülke olması ve bu anlamda rakipsiz olması, dış piyasaları sömürgecilikle ele geçirmesi gibi şartlar dünyadaki hiçbir ülkede gerçekleşmediği için “laisser-faire” hiçbir ülkede İngiltere’de 19. yüzyılda bulduğu uygulamayı bulamamıştır (Kazgan, 2012: 71).

93

olmamıştır. 20. yüzyıl başlarında İngiltere ABD ve Almanya’ya karşı imalat alanındaki avantajlı konumunu kaybedince tekrar korumacı politikalara dönmüştür51.

Korumacılığın anavatanı olarak kabul edilen ABD, Hamilton’un bebek sanayi önerisiyle neredeyse bütün mamul mallara uygulanan yüksek bir tarife oranı uygulamıştır. Ama ABD’nin uyguladığı tarifeler ciddi bir karşıtlık görmüştür. 1820’de başlayan yüksek tarifeli yasalara, 1824, 1828 ve 1842 yılında tarife oranlarını yükselten yasalar eklenmiştir. Özellikle 1828 yılında “nefret edilen tarife” olarak adlandırılan tarife batılı tarım kesiminin ürettiği hammaddelere ve düşük katma değerli mamul maddelere yüksek tarifeler getirmekteydi. 1864 yılında tarifeler İç Savaş harcamalarının karşılanması amacıyla daha yükseltilmiştir. Bu sayede ABD Birinci ve hatta İkinci Dünya Savaşı’na kadar bebek sanayi korumasının en coşkulu uygulayıcısı olmuştur52. 19. yüzyıl boyunca ve 1920’lere kadar ABD en korumacı ülkeyken aynı zamanda dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olmuştur. Almanya bebek sanayi korumasının anavatanı olarak kabul edilse de aslında tarife koruması ABD veya İngiltere’ye göre çok daha düşük kalmıştır (Chang, 2016: 42-68). Şimdinin gelişmiş ülkeleri korumacı politikalar ve bebek sanayi korumasıyla sanayileşmelerini ve gelişmelerini tamamlamış, aynı yolu izlemek isteyen ülkeler için merdiveni iterek serbest ticareti dayatan uygulamalara başvurmuşlardır.

51 İngiltere ekonomik üstünlük elde ettiği dönemde hem sömürülen ülkelere, hem yarı bağımsız ülkelere hem de rakip devletlere karşı üstünlüğünü kaptırmamak için bazı stratejiler uygulamıştır. Sömürgelerde imalat faaliyetlerini yasadışı ilan ederek, İngiliz ürünleriyle rekabet edebilecek ürünlerin ihracatını yasaklayarak ve tarifeleri yasaklayarak rekabeti kaldırmak istemiştir. Latin Amerika ülkeleri, Çin hatta Japonya gibi ülkeler serbest ticareti dayatmak için “eşitsiz ticaret anlaşmaları” imzalamıştır. Rakip ülkelerde ise böyle yöntemlere başvuramayacağı için genellikle yüksek teknolojilerin yurt dışına çıkışını yasaklayıcı önlemler almıştır. Bu son yöntem fikri mülkiyet haklarının giderek önem kazanmasına neden olmuştur (Chang, 2016: 97-106).

52 ABD ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayi alanındaki üstünlüğü kesinleştiğinde serbest ticareti savunur hale gelmiştir. Ancak yine de ABD ticareti İngiltere’nin serbest ticaret dönemindeki kadar serbestleştirmemiş, hiçbir zaman sıfır tarife rejimi uygulamamış ve gizli korumacı önlemler konusunda daha saldırgan davranmıştır. Bu korumacı önlemler arasında gönüllü ihracat kısıtlamaları, Çok Elyaflı Tekstil Anlaşması, tarım ürünlerine koruma ve teşvik ve tek taraflı ticaret yaptırımları sayılabilir (Chang, 2016: 61)

94