• Sonuç bulunamadı

2.2. Tarım Ticaretinin Liberalleşmesinde Kurumsallaşma

2.2.4. Dünya Ticaret Örgütü

2.2.4.1. DTÖ’nün İlgili Anlaşmaları

Nisan 1994’te Marakeş’te imzalanan Anlaşmayla kurulan DTÖ, 1 Ocak 1995 itibariyle resmen faaliyete geçmiştir. Yaklaşık 500 sayfadan oluşan DTÖ’nün önemli bir bölümünü ekler kısmında yer alan anlaşmalar oluşturmaktadır. DTÖ’ye taraf olan bir ülke

“tek taahhüt/paket” (single undertaking) öğretisi gereğince bütün bu anlaşmalara da taraf olmuş sayılmaktadır. Bunun istisnasını ise Ek-4’de yer alan çoklu (pluriteral) ticaret anlaşmaları oluşturmaktadır, bu anlaşmalara isteyen ülkeler katılabilir57

Tarımsal ürünlerin serbestleştirilmesi, genetiği değiştirilmiş tarımsal ürünler ve tarımın çok yönlülüğü kavramından kasıtla tarımla ilişkili olduğu düşünülen anlaşmalar çalışma kapsamında incelenecektir. Bu anlaşmalardan en önemlisi Tarım Anlaşmasıyken, Sağlık ve Bitki Sağlığı Anlaşması, Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması

57 4 Eki bulunan kurucu anlaşmada yer alan anlaşmalar şu şekildedir. Ek-1/Ek-1A listesinde aralarında Mal Ticaretinde Çok Taraflı Anlaşmalar, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması 1994, Tarım Anlaşması, Bitki ve Hayvan Sağlığı Önlemleri Uygulama Anlaşması, Tekstil ve Giyim Anlaşması, Ticarette Teknik Engeller Anlaşması, Ticaretle Bağlantılı Yatırım Tedbirleri Anlaşması gibi anlaşmaların bulunduğu on dört anlaşma bulunmaktadır. 1B’de Hizmet Ticareti Genel Anlaşması ve ekleri, Ek-1C’de ise Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması bulunmaktadır. Ek-2’de Anlaşmazlıkların Halli Kural ve Yöntemleri Hakkındaki Mutabakat Metni, Ek-3’de Ticaret Politikalarını Gözden Geçirme Mekanizması yer almaktadır. Çoklu Ticaret Anlaşmaları, Sivil Uçak Ticareti Anlaşması, Devlet Alımları Anlaşması ve Uluslararası Süt Ürünleri Anlaşması ise Ek-4’ü oluşturmaktadır.

112

ve Ticarette Teknik Engeller Anlaşması analiz edilmesi gereken diğer anlaşmalar olarak belirlenmiştir.

2.2.4.1.1. Tarım Anlaşması

Tarım politikalarının geleneksel koruyuculuk zırhından çıkması için bir dönüm noktası olarak kabul edilen 1994 tarihli Tarım Anlaşması, gıda güvenliği bakımından sıkça tartışılmaktadır. DTÖ’nün kurucu anlaşmasının eklerinin Ek-1 kısmında yer alan Tarım Anlaşması, “tarım politikalarını devlet müdahalesinden tedricen arındırıp, üretim ve ticareti piyasa mekanizmasının yönlendirmesine bırakma eğilimindedir” (Fotourechi ve Şahinöz, 2016: 2021). Anlaşma metni ise tarımla ilgili bir anlaşma yapma girişiminin, Uruguay Turu’nda belirlenen adil ve serbest pazara dayalı bir tarım ticareti sisteminin oluşturulmasını ve tarımsal destek ve korumalarla ilgili taahhütlerin görüşmeler yoluyla güçlendirilmesini amaç edinen uzun dönemli ve reformist bir hedefle ortaya çıktığını ifade etmiştir. Bu uzun dönemli hedefler, tarım ticaretini bozucu yönde etkileyen destek ve korumaların belirlenen dönemde aşamalı olarak indirilmesini dikkate almaktadır.

Anlaşma, tarımsal ürünlerin ticaretiyle ilgili verilen kararlar ve uygulanacak reformlarda gıda güvenliğinin sağlanması ve çevrenin korunması da dâhil olacak şekilde gelişmekte olan ülkelere özel ve lehte uygulamaların görüşüleceğini vurgulamıştır. Örneğin; 5.

maddede yer alan hükme göre, gelişmekte olan ülkelere bu lehte uygulamalardan yararlanması için 10 yıllık bir süre tanınacak, az gelişmiş ülkelerden ise indirim taahhütleri istenmeyecektir. Dikkat çeken başka bir öncelikse, az gelişmiş ve net gıda ithalatçısı ülkelere yansıyacak olumsuz etkilere dikkat edileceğinin belirtilmesidir. Bu konu Anlaşmanın 16. maddesiyle düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre gelişmiş üye ülkeler belirtilen nitelikteki ülkeler üzerinde olası olumsuz etkileri hakkında karar alacak ve gerektiğinde bu amaçla kurulan Tarım Komitesi bu kararın sonuçlarını izleyecektir.

Tarım Anlaşması, tarım görüşmelerinde daimi tartışma konusu olan pazara giriş, iç destekler ve ihracat sübvansiyonları hakkında önemli hükümler ve taahhütler

113

getirmiştir. Aşağıda açıklanan üç alanda düzenlemeler getiren Tarım Anlaşmasının bu düzenlemelerle SPS’ye de işlerlik kazandırması hususunda anlaşılmıştır. Anlaşmanın ilk düzenleme alanı olan pazara giriş, koruma önlemlerinin sadece tarifelerle sınırlı olması ve bu tarifelerin zamanla azaltılmasıyla ilgilidir. Anlaşmada geçen madde hükmüne göre;

“ülkelerin taahhütlerindeki pazara giriş tavizleri, tarifelerin bağlanması ve indirilmesi ve listede belirtilen diğer pazara giriş taahhütleriyle ilgilidir”. Ayrıca üye ülkeler, bazı istisnalar dışında tüm tarife-dışı engellerini tarifelere dönüştürmek ve bunu muhafaza etmek durumundadır. Tarımsal ürünlere ilişkin diğer tarifelerin yanı sıra, bu

“tarifeleştirme” sürecinden kaynaklanan tarifeler, 1995 yılı temel alınarak gelişmiş ülkeler için ortalama %36 (her kalemde %15), gelişmekte olan ülkeler içinse ortalama

%24 (her kalemde %10) oranında azaltılacaktır. Bu liberalleşme süreci için öngörülen takvim gelişmiş ülkeler için 6 yıl, gelişmekte olan ülkeler içinse 10 yıl olarak belirlenmiştir. AGÜ’lerin ise tarifelerini azaltmalarına gerek yoktur (https://www.wto.org, “13.08.2018”). Anlaşma, tarifeleştirme süreciyle birlikte, tüm tarifelerin bağlı tarife oranlarına dönüştürülmesini de amaçlamıştır. Bağlı tarifeler, üye ülkelerin uyguladıkları tarifeleri belirli oranların üstüne çıkarmamayı taahhüt etmektedir.

Gelişmiş ülkeler için bağlı oranların gerçekte uygulanan oranlar olduğu, gelişmekte olan ülkeler içinse tavan görevi gördüğü belirtilmiştir58. Gelişmiş ülkeler ve geçiş ülkeleri bağlı tarifelerini sırasıyla %99 ve %98 düzeyine çıkarmışken, gelişmekte olan ülkelerse

%21’den %78 seviyesine getirmişlerdir (Kumar, 2002: 5 ).

Bir diğer düzenleme alanı olan iç destekler ülkelerin tarım sektörüne verdikleri desteklemelerin azaltılmasını amaçlamaktadır. Dünya tarım ticaretine yönelik temel

58 Ülkelerin son yıllardaki bağlı tarife oranları, Uruguay Turu sonrası nihai bağlılık düzeylerine ulaşılmış yıllardaki gibi seyretmektedir. Bu oranlar gelişmiş ülkeler için 2000 yılı, gelişmekte olan ülkeler içinse 2004 yılı düzeylerindedir. Ülkelerin gümrük birliği ve serbest ticaret bölgesi içinde bulunması, DTÖ nezdinde tekrardan bağlı tarife oranlarının görüşülmesi gibi durumlardan dolayı bu oranlar farklı bir seviyeye çekilmiştir. Örneğin, AB Gümrük Birliğine üye sayısı arttığı için tarımdaki bağlı tarifeler bu bağlamda yeniden görüşülmüştür (OECD, 2015).

114

istemlerden biri tarife-dışı engellerin kaldırılması ve tarifelerin azaltılması olsa da, en az onun kadar önemli diğer bir konu ülkelerin kendi tarım sektörlerine verdikleri desteklerdir. Özellikle OTP’nin kurulduktan sonra yürüttüğü politikalardan ötürü iç destekler üzerindeki tartışmalar daha da yoğunlaşmış, tarımın müdahaleden ve korumacı politikalardan arındırılması amaçlanmıştır. İç desteklerin kaldırılması konusunda kategorik ayrıma gidilmiş, bazı desteklemelere kesinlikle izin verilmezken (kırmızı kutu), bazı desteklemelerin ise aşamalı olarak kaldırılması (sarı kutu/amber kutu) uygun bulunmuştur. Yurtiçi gıda yardımları, doğal felaket ödemeleri, gıda güvenliği stokları gibi kimi desteklemelerin (yeşil kutu) yapılmasında ve devam ettirilmesinde ise sakınca görülmemiştir.

Gıda güvenliğine ilişkin “özel ve lehte uygulamalar”, GOÜ’lerin gıda güvenliği için özel öneme sahip belirli ürünler üzerindeki tarifelerin sürdürülmesine izin verilmesini içerir. Gıda güvenliğini sağlamak için gerekli kamu stokları oluşturmak, kentsel ve kırsal yoksulları desteklemek gibi amaçlara yönelik destekler iç destek hükümlerinden muaf tutulmuştur. Bununla birlikte, GOÜ’ler özellikle iç destekler bakımından, özel ve farklı muamelelerin son derece sınırlı uygulanabildiklerine dikkat çekmişlerdir. GOÜ’lere tanınan sınırlı koruma muafiyetleriyle, AB’nin yararlandığı “mavi kutu” ve ABD’nin en fazla yararlandığı, belirsiz ve oldukça geniş tanımlanan “yeşil kutu”yu karşılaştırmışlardır (Beierle, 2002: 1106).

Tarım Anlaşması, DTÖ üyesi ülkelerin taahhüt listesinde belirtilmediği sürece, tarımsal ürünlere yönelik ihracat sübvansiyonlarının kaldırılmasını öngörmüştür. DTÖ üyelerinin hem ihracat sübvansiyonu için verilen para miktarını, hem de sübvanse edilen ihracat miktarını kesmeleri gerekmektedir. Gelişmiş ülkeler, 1995 yılından başlayarak 6 yıl içinde ihracat sübvansiyonlarını %36, gelişmekte olan ülkelerse %24 oranında azaltmayı kabul etmişlerdir. Ayrıca, gelişmiş ülkeler sübvanse edilen ihracat miktarlarını

115

6 yılda %21 oranında, gelişmekte olan ülkeler %14 azaltmayı kabul etmiştir. AGÜ’lerin ise herhangi bir azalım taahhüdü bulunmamaktadır (https://www.wto.org, “14.08.2018”).

DTÖ Tarım Anlaşması’nın dikkate alınması gereken bir diğer hükmü, 20.

maddede tanımlanan, korumacılığın aşılmasının ve sübvansiyonların aşamalı olarak indirilmesinin devam eden bir süreç olduğudur. İlerleyen reform sürecinde verilen indirim taahhütlerinin dünya tarım ticareti üzerindeki etkilerine bakılmakla birlikte, gayri ticari kaygılar ve gelişmekte olan ülkelere sunulan lehte ve ayrıcalıklı uygulamalar da aynı önemde dikkate alınacaktır. Bu anlaşma, literatürde “tarımın çok yönlülüğü”,

“tarımın çok fonksiyonluluğu” ile kavramsallaştırılmıştır. Tarım Anlaşması gayri ticari kaygıları Önsöz’de belirttiği üzere çevrenin korunması ve gıda güvenliği olarak belirlemiştir. Açıkça listelenmeseler de, ülkeler bu kavramın kapsamına kırsal kalkınma, gıda güvenliği, çiftlik hayvanlarının refahı, genetiği değiştirilmiş organizmalar, biyoçeşitliliğin korunması gibi birçok alanı dâhil etmişler ve uluslararası tarım ticaretinin bu alanlara etkisini tartışmışlardır. Bazı ülkeler iç destekler konusundaki taahhüt ve kısıtlamaların hükümetlerin gıda üretimi dışındaki amaçları yerine getirmesine engel olabileceğinden korkarken, diğer bazı ülkelerse tarımın çok fonksiyonluluğunun tarımsal desteklerin yüksek seviyelerde sürdürülmesine yönelik sağlam bir bahane oluşturacağı endişesini taşımaktadır ( Lankoski, 2000: 5-6).

2.2.4.1.2. Sağlık ve Bitki Sağlığı Önlemlerinin Uygulanmasına İlişkin Anlaşma

Günümüzde, hükümetlerin en büyük hedeflerinden biri ülkelerinde gıda güvenliğini sağlamak ve haşerelerin yayılmasını, bitki ve hayvanlar arasında hastalıkların salgına dönüşmesini ve kalıntılardan (pestisit veya veteriner ilaçları), kirleticilerden (ağır metaller), toksinlerden veya gıdalarda, içeceklerde veya yemlerde hastalık yapıcı organizmalardan kaynaklı diğer sağlık sorunlarını önlemek veya sınırlandırmaktır. Bu amaca yönelik oluşturulan politikalar sağlık (insan ve hayvan sağlığı) ve bitki sağlığı

116

(SBS) önlemleri olarak adlandırılır (Kang ve Ramizo, 2017: 4). Tarımın serbest ticarete konu olmasıyla birlikte, sağlığa ve gıda güvenliğine yönelik tehditlerin arttığı gerçeği DTÖ’nün bu alanda bir düzenlemeye gitmesini gerekçelendirmiştir. Keza, sağlık ve bitki sağlığı önlemlerinin ticaret üzerinde etkileri söz konusudur. Bu etkiler üç kategoride değerlendirilebilir. İlk olarak, ülkeler ithalat yasağı uygulayarak ya da üretim ve pazarlama maliyetlerini aşırı derecede artırarak ticareti yasaklayabilirler. İkinci olarak, ithalat yapma potansiyeli olan ülkeler arasında ayrımcılık yapan düzenlemeler yaparak ticareti bir ticaret ortağından diğerine yönlendirebilirler. Son olarak, ülkeler tüm potansiyel ithalatçılar için maliyetleri artırarak veya engelleri yükselterek genel ticaret akışlarını azaltabilirler (Henson vd., 1999: 3).

Uluslararası ticarete engel oluşturmayacak biçimde sağlığı ve gıda güvenliğine yönelik koruyucu düzenlemeler ve standartlar geliştirmek için DTÖ kapsamında “Sağlık ve Bitki Sağlığı Önlemlerinin Uygulanmasına İlişkin Anlaşma” (Agreement on the Application of Sanitary and Phytosanitary Measures/ SPS Anlaşması)” ortaya konulmuştur. Anlaşmanın amacı, “insan, hayvan ve bitki yaşamı veya sağlığını korumak için gerekli önlemleri kabul etmek ve uygulamak” olarak belirtilebilir. Anlaşma hükümlerine ters düşmeyecek biçimde üyeler, Anlaşmada amaçlanan konularda gerekli önlemleri alma hakkına sahip olabilecektir. Ancak, bunun için Anlaşmada bazı şartlar ileri sürülmüştür. İlk olarak, alınacak önlemlerin gerekli olduğu ölçüde uygulanması bilimsel ilkelere dayandırılacaktır ve bu önemler risk değerlendirmeye tabi tutulacaktır.

Eğer bilimsel açıdan önlem almanın gerekliliği kanıtlanamadıysa, üye ülke, uluslararası kuruluşlardan ve diğer üye ülkelerden aldıkları verilere ve bilgilere göre bu önlemlerin, makul süre içinde gözden geçirmek kaydıyla, geçici olarak kabul edilmesini sağlayabilir.

Bu koşul dışında, üye ülkelerin, bilimsel kanıt yokluğunda önlemleri devam ettirmesine izin verilmeyecektir. SBS önlemlerine ilişkin diğer bir kural, alınan önlemlerin keyfi veya

117

haksız ayrım yapılmamasını sağlayacak, uluslararası ticarette gizli kısıtlama yapmayacak biçimde olmasıdır (RG, 1985: S.22213).

Anlaşma, üyelerin SBS’ye yönelik aldığı önlemleri birbirine yakın hale getirmek için, uluslararası standartlar, talimatlar ve önerileri dikkate alır. Bu gerekçeyle, DTÖ, ilgili düzenlemeleri üç uluslararası uzman kuruluş, Codex Alimentarius Komisyonu (CAC) (gıda güvenliği için), Uluslararası Bitki Koruma Sözleşmesi (bitki sağlığı için) ve Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (hayvan sağlığı ve insanlara bulaşabilen hayvan hastalıkları için) tarafından geliştirilen standartlara dayandırmaya teşvik etmektedir.

Kısaca, DTÖ kuralları, alınan önlemlerin uluslararası standartlara dayalı ve bilimsel olarak kanıtlanmış, potansiyel riskle orantılı, ayrımcılığı önlemek için yerli ve yabancı ürünlere eşit şekilde uygulanmasını gerektirir (Kang ve Ramizo, 2017: 6). CAC için gıda güvenliği sistemi, uluslararası gıda güvenliği düzenleme yapısını, iyi tarım uygulamalarını, iyi üretim uygulamalarını, risk değerlendirme sistemini, tehlike analizi ve kritik kontrol noktasını, pestisit düzenlemeleri/uygulamalarını, ulusal maksimum kalıntı düzeyini, gıda güvenliği laboratuvarlarını, izleme sistemini vb. içermektedir (Mahmood, 2017).

1995 yılından 2019 yılına değin, SBS koruma önlemlerine ilişkin alınan tedbirlerin sayısı 18.048’dir. Bu önlemler bütün DTÖ üyelerini etkileyebileceği gibi (çok taraflı), bazı ülke ya da ülke gruplarını etkileyici boyutta da olabilir. Bu önlemlerin 5834’ü HS kodsuz59, 5551’i canlı hayvan ve ürünleri, 4983’ü bitkisel ürünler, 2691’i içecekler, hazır gıda ürünleri ve tütün, 1162’si kimya ve birleşik sanayi ürünleriyle ilgili olduğu ifade edilebilir. Bu önlemlere en fazla Asya ülkeleri başvururken, bu ülkeleri Kuzey Amerika ve Güney Amerika-Orta Amerika-Karayipler grubu izlemiştir (www.wto.org, “13.07.2019”).

59 HS (Harmonized System) Kodu olarak bilinen Armonize Mal Tanımı ve Kodlama sistemi uluslararası ticarete konu olan ürünlerin sınıflandırılması için yapılan bir sistemdir.

118

SPS Anlaşmasına gelişmekte olan ülkeler daha çok başvurmakla birlikte, Anlaşmanın uluslararası ticaret ve pazara girişle ilgili hükümlerinin daha çok gelişmekte olan ülkeleri etkilediği yönünde birtakım çalışmalar yapılmıştır. Bu konuya yönelik UNCTAD tarafından son yıllarda yapılan “Düşük Gelirli Ülkelerdeki Tarımsal İhracata Sağlık ve Bitki Sağlığı Önlemlerinin Etkileri” başlıklı çalışma, sağlık ve bitki sağlığını koruma önlemlerinin az gelirli ülkeler için görece daha yüksek maliyetlere neden olduğunu saptamıştır. AB ve az gelişmiş ülkeler arasındaki tarım ticareti kapsamında araştırılan etkinin az gelişmiş ülkelerin ihracatına verdiği zarar maddi olarak (yaklaşık 3 milyar ABD Doları) ölçülmüştür. Az gelişmiş ülkelerin SBS önlemlerine uyum maliyetinin üstesinden gelmek için teknik desteğe ihtiyacı olduğu, uluslararası ticarette bu önlemlere uyum sağlayan ülkelerin daha çok tercih edilmesi nedeniyle uluslararası ticaretin uluslararası rekabet temelinde yeniden konumlandırılabileceği sonucuna varılmıştır (Murina ve Nicita, 2014). Dünya Bankası tarafından yapılan araştırmanın bulguları ise, gelişmekte olan ekonomilerin SBS önlemlerini uygularken daha yüksek standartlar koyma eğiliminde olmaları nedeniyle, özellikle Güneydoğu Asya ve Afrika’daki az gelişmiş ülkelerin ihracat zorluklarıyla karşılaştığını belirtmiştir. Asya Kalkınma Bankası Enstitüsü (Asian Development Bank Institute) ise, gelişmekte olan ülkelerin ithalat yapan ülkelerdeki yüksek standartları ve Codex gibi uluslararası standartları değerlendirmesi konusundaki yetersizliğinin, gelişmekte olan ülkelerin ihracat pazarına erişimini etkileyen konulardan biri olduğunun altını çizmiştir (Nurhayati, 2017: 38).

2.2.4.1.3. Ticarette Teknik Engeller Anlaşması

“Ticarette teknik engeller (TTE)” kavramı, zorunlu teknik düzenlemeleri ve bir ürünün boyutu, şekli, tasarımı, etiketlenmesi/markalanması/paketlenmesi, işlevselliği gibi birtakım spesifik özellikleri tanımlayan gönüllü standartları ifade etmektedir. Bir ürünün bu gerekliliklere uygun olup olmadığını kontrol etmek için kullanılan özel

119

prosedürler de bu kavram kapsamında yer almaktadır. Bu “uygunluk değerlendirme prosedürleri” ürün testi, inceleme ve sertifikalandırma faaliyetleri gibi teknik konuları içerir. TTE’’ler genellikle resmi makamlar tarafından meşru bir kamu politikası hedefi olarak, örneğin insan sağlığını ve güvenliğini, hayvan ve bitki yaşamını ve sağlığı veya çevreyi korumak, tüketicileri hileli uygulamalardan korunmak gibi amaçlarla önerilir (https://www.wto.org, “02.05.2019”).

GATT, teknik düzenlemeler ve standartlarla ilgili konuları ayrıntılı biçimde ele almamaktadır. GATT 1947’de bazı akit taraflar, teknik düzenlemeleri ve standartların uygulanmasını düzenleyen daha güçlü bir rejimin kurulmasını gerektiren teknik düzenlemeleri ve denetim şartlarını ticari engeller olarak kullanmaya başlamışlardır ve bu “Standartlar Kodunu” doğurmuştur. Tokyo Turu’ndaki uzun süreli görüşmelerin ardından 1979’da çoklu anlaşmalar imzalanmıştır. Standartlar Kodu olarak adlandırılan bu öncü TTE Anlaşması, DTÖ’nün TBT Anlaşması (Agreement on Technical Barriers to Trade/ Ticarette Teknik Engeller Anlaşması ) için bir temel oluşturmuştur. Sadece 32 taraf ülke tarafından imzalansa da, düzenlemelerin ve standartların kullanımının en iyi şekilde nasıl disipline edileceğine dair iyi bir deneme alanı sağlamıştır. Uruguay Turu’nda imzalanan TBT Anlaşmasıyla, Tokyo Turu’ndaki anlaşmanın zayıf yönleri giderilmiştir. Ayrıca, çoklu değil çok taraflı bir anlaşmadır ve DTÖ’nün Uyuşmazlıkların Halli Mekanizmasına tabi olan çok daha güçlü bir uygulama mekanizması vardır (UNCTAD, 2003).

GATT 1994’le birlikte ortaya konan TBT Anlaşması, ambalajlama, markalama ve etiketleme kuralları da dâhil teknik düzenleme ve standartların;

a) Uluslararası ticarete gereksiz engeller yaratmaması kaydıyla,

120

b) Aynı şartların mevcut olduğu ülkeler arasındaki keyfi veya haksızlık oluşturacak ayrımcılığa sebebiyet vermemek ve uluslararası ticarette gizli bir kısıtlamaya sebep olmamak şartıyla,

c) Ülkelerin milli güvenliğin sağlanması, insan, hayvan, bitki sağlığını koruması ve hileli uygulamaları önlemesi amacıyla Anlaşma’nın hükümlerine başvurabileceğini belirtmiştir. Anlaşma, bu amaç doğrultusunda sanayi ve tarım ürünleri de dâhil bütün ürünleri uygulanabilecektir (RG, 1985, S.22213).

Merkezi hükümet, teknik düzenlemelerin uluslararası ticarete engel yaratmaması, ülkeler arasında ayrımcılığa neden olmaması, gerekli risk analizlerinin bilimsel dayanaklar ışığında yapılması, belirlenmiş hedefin dışına çıkılmaması, teknik düzenlemelerin yapılmasıyla ilgili ilgili uluslararası standartlara başvurulması için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Teknik düzenlemeler başka bir ülkenin ticareti üzerinde önemli etki doğuracak nitelikteyse, etkilenen ülkenin talep etmesi durumunda teknik düzenlemenin nedenleri açıklanacaktır. Anlaşmada yer alan oldukça önemli bir diğer hüküm ise, uluslararası standartlara uygun teknik düzenlemelerin, aksi delillerle ispat edilene kadar uluslararası ticaret için gereksiz engel oluşturmayacağının kabul edilmesidir (RG, 1985: S.22213).

Merkezi hükümet, uluslararası standartların kabulü ve uygulanmasıyla ilgili, standartları mümkün olduğu ölçüde uyumlaştırmak için, bu standartların hazırlanması sürecine kaynakları ölçüsünde katılımda bulunacaklardır. İkna oldukları takdirde diğer ülkelerin teknik düzenlemeleri farklı olsa dahi bunları eşdeğer teknik düzenlemeler olarak kabul edebileceklerdir. Ülkeler, yerel hükümetler ile hükümet dışı kuruluşların Anlaşma’nın amacı doğrultusunda hareket etmeleri için gerekli tedbirleri alacaklardır.

Üye ülkelerin üstleneceği bir diğer yükümlülük, diğer üye ülkelerden gelen makul

121

soruşturmaları cevaplandırmak ve bir bilgilendirme noktası oluşturmaktır (RG, 1985:

S.22213).

Anlaşma, gelişmekte olan ülkelerle ilgili iki konuya temas etmiştir. Bunlardan ilki, talep edilmesi halinde diğer üyelerle birlikte özellikle gelişmekte olan ülkelere teknik düzenlemelerin hazırlanması, uluslararası standartlar kuruluşlarına üye olunması konusunda gerekli desteğin verilmesidir. Diğer önemli hüküm, gelişmekte olan ülkelere bazı durumlarda özel ve kayırıcı uygulamalarda bulunulmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerin, teknik düzenlemeler ve standartların hazırlanması ve uygulanmasında hem özel sorunlarla karşılaşabilecekleri, hem de Anlaşmanın yükümlülüklerini tam biçimiyle yerine getirmesini engelleyecek kalkınma, teknoloji ve ticaretle ilgili ihtiyaçlarının olacağı kabul edilmiştir. Bu bağlamda, gelişmekte olan üye ülkelerin finansman, özel kalkınma ve ticari ihtiyaçlarının dikkate alınacağı belirtilmiştir. Ticarette Teknik Engeller Komitesi ise, talep edilmesi halinde başta az gelişmiş ülkeler olmak üzere söz konusu ülkelere Anlaşmanın yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda zaman muafiyeti tanımakla yetkilidir (RG, 1985: S.22213).

TTE Anlaşması’nın hem ithal eden ülkelerin tüketicilerine ithal edilen ürünlerin kalitesi, güvenliği ve sağlıkla ilgili diğer endişeleri konusunda güven sağladığı için uluslararası ticareti teşvik edici; hem de ithal edilen ürünler güvenli olsa ve standartlara uygun olsa dahi ithalatçı ülkenin ithalatı kısmaya yönelik politikalarından dolayı ticareti kısıtlayıcı özelliği bulunmaktadır. Bu nedenle TTE’nin en karmaşık tarife dışı engellerden biri olduğu belirtilmektedir. Örneğin, Bao ve Qui’nun Çin’in uluslararası ticaretinde TTE’nin etkisini ölçmeye yönelik yaptıkları çalışmada, TTE’nin tarımsal ürünlerde uluslararası ticareti kısıtlayıcı, ama imalat ürünlerinde ticareti teşvik edici olduğu ortaya konmuştur (Bao ve Qiu, 2010: 253-266).

TBT ve SPS Anlaşmaları arasında önemli benzerlikler bulunmaktadır. İlk olarak, her iki Anlaşma da insan ve hayvan sağlığı ve güvenliğinin sağlanması, çevrenin

122

korunması gibi amaçlara yönelik olarak ticareti kısıtlayıcı tarife-dışı engeller oluşturmaktadır. İkinci olarak, üye ülkelerin önlemler alırken uluslararası standartlara göre hareket etmeleri beklenmektedir. Bir diğer benzerlik ise, her iki anlaşmada da alınan önlemlerin bilimsel olarak gerekçelendirilmesi talebidir. Bu benzerliklere rağmen iki Anlaşma arasında bazı farklar da bulunmaktadır. SPS’de DTÖ’nün geleneksel ticaret ilkeleri olan “en çok kayrılan ülke kuralı” ya da “ulusal muamele kuralı” yer almazken, TBT Anlaşması bu ilkelere dayanmaktadır. İkinci olarak, SPS Anlaşması, gıda güvenliğiyle ilgili zorunlu önlemlerin alınmasını belirtirken, TBT Anlaşması hem zorunlu (teknik gereksinimler), hem de gönüllü (standartlar) önlemlerin uygulanmasını öngörür.

İki Anlaşma arasında önemli bir fark da, ihtiyatlılık yaklaşımıyla ilgilidir. SPS Anlaşması, herhangi bir bilimsel yetersizlik durumunda, üye devletlerin geçici olarak ticareti kısıtlayıcı önlemler alabileceğini belirtmiştir. Ancak, TBT Anlaşması’nda ihtiyatlılık ilkesine rastlanmamaktadır. Değinilecek bir diğer fark ise, TBT Anlaşması önlemlerin alınmasında bilimsel gerekçelendirme istemekle birlikte, tüketicilerin bilgi edinme hakkı olan etiketleme gibi güvenlikle ilgili olmayan konular için risk değerlendirme daha önemli yer tutmaktadır. Diğer bir deyişle, TBT Anlaşması altında bilimsel gerekçelendirme ilkesi SPS’ye göre daha zayıftır (Isaac, 2002: 76-77).

2.2.4.1.4. Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması

Yasal çerçeve açısından bakıldığında, önceki yıllarda fikri mülkiyetin (FM) uluslararası ticaretle bir bağlantısı yoktur. İlk patent sistemi 1474’te Venedik’te ortaya çıkmış, fikri mülkiyet hakları rejiminin diğer unsurları, örneğin telif hakları yasası 19.

yüzyılın ikinci yarısında benimsenmiştir. Ancak bu dönemde FM’lerin korunması konusu oldukça gevşek ve dar tutulmaktaydı. O dönemde patentler serbest ticaretle yanlısı hareketle bağlantılı olarak diğer tekelci uygulamalardan farksız görülmekteydi. Bugünün kalkınmış ülkeleri FM’nin uygulama alanı bulduğu yıllarda FM’le ilgili birçok ihlal yapmıştır, eğer yapmasalardı belki şuanda ulaştıkları gelişmişlik düzeyine

123

ulaşamayacaklardı (Chang, 2016: 147-150). Ancak aynı ihlallerin bugünün gelişmekte olan ülkelerinin yapmasına izin verilmemekte, fikri mülkiyet hakları (FMH) sıkı kontrole tabi tutulmaktadır.

FMH’ler 1986'daki Uruguay Turu ticaret görüşmelerine resmi olarak dâhil edilmesiyle, uluslararası ticarette tartışmalı bir Kuzey-Güney meselesi haline gelmiştir.

Esasen, FM haklarının korunması ve uluslararası ticaret arasındaki ilişki, modern uluslararası FM sisteminin doğuşunda da tartışmalı geçmiştir. 19. yüzyılın son çeyreğinde yapılan patentlerin korunması üzerine oluşan uluslararası anlayışa yönelik ilk görüşmeler başladığında, patent savunucuları ve serbest ticaretçiler arasında önemli tartışmalar yaşanmıştır. Serbest ticareti savunan kesim, farklı ulusal yetki alanlarında patentleri tanımanın ticaret engelleri oluşturabileceğini belirtmişlerdir. Ancak 1883 Paris Anlaşmasıyla uzlaşma sağlanmış, 1886 Bern Anlaşması’yla FM daha da güçlendirilmiştir. 20. yüzyılda patentler, markalar, telif hakları gibi daha spesifik alanlara giren FM, 1970’lere gelindiğinde birçok GOÜ, uluslararası sistemi ve sistemle ilgili bilginin yayılmasını, teknolojiye erişimi, hak sahipleri tarafından fikri mülkiyetin kontrol edilmesini sorgulamış ve sistemde büyük bir bozulma (dislocation) gerçekleşmiştir.

GOÜ’ler sürekli revizyon isteklerini dile getirmişlerse de, revizyona yönelik girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. GOÜ’ler başlangıçta FM ile ilgili konuların ticari görüşmelere dâhil edilmesi girişimlerine karşı koymuşlar, BM’nin uzmanlaşmış bir kurumu olarak sadece WIPO’nun (World Intellectual Property Organization/Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü) FM meselelerinden sorumlu olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak Uruguay Turu’nda hâkim olan “tek paket/taahhüt” uygulaması, GOÜ’lerin görüşme paketindeki her şeyi kabul etmeleri anlamına gelmekteydi (Roffe, 2008:48-50)

GATT 1994’le beraber gelen Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları (Trade Related Aspects of Intellectual Property Rights/TRIPs) Anlaşması, telif haklarını, markaları, coğrafi işaretleri, sınai tasarımları ve patentleri koruma altına alarak

124

uluslararası ticaret içinde bu hakları güçlü kılmak amacındadır. Metaların değeri buluş ve tasarımlarla (entelektüel yaratıcılık) arttıkça ve teknoloji giderek önemli hale geldikçe, FMH uluslararası ticarette ele alınması gereken temel konulardan biri olmuş, nihayetinde bu haklar Uruguay Turu’nda kabul edilmiştir. Diğer bir deyişle, TRIPs Anlaşması, belli başlı FMH Anlaşmalarının temel hükümlerinde ifade edilen standartları içerecek biçimde, yatırım ve ticarette fikir ve yaratıcılığın düzenlenmesini sağlamaktadır. DTÖ’nün uluslararası ticaret ilişkileri içinde FMH’nin korunmasına yönelik isteği, DTÖ’nün TRIPs aracılığıyla üye ülkelere FMH’yle ilgili temel standartları sağlamaları ve bu alandaki iç hukuka ilişkin uyumlaştırma çabalarını yapmayı zorunlu kılmaktadır (Centre for WTO Studies, 2010).

Anlaşma’nın ilk bölümünde bilgisayar programları, kitap, resim gibi ürünlerle ilgili telif haklarının korunması konusu yer almış ve koruma süresi için 50 yıl gibi bir süre öngörülmüştür. Ayırıcı işaret ve işaret kombinasyonu olarak tanımlanan markalar, ikinci bölümde açıklanmış ve süresiz olarak yenilenebilecekleri ifade edilmiştir. Herhangi bir malın özelliklerinin belli bir coğrafi menşeiye atfedildiği coğrafi işaretler ise bir sonraki bölümü oluşturmaktadır. Dördüncü bölümde, tekstil tasarımları gibi bağımsız olarak yaratılmış yeni veya orijinal sınai tasarımların 10 yıl süreyle korunacağı belirtilmiştir.

Anlaşma’nın beşinci bölümünü ise en çekişmeli konu olan patentler oluşturmaktadır (RG, 1985: S.22213).

TDK’da buluş belgesi olarak tanımlanan patentler, kişinin o ürünü ya da usulü bulduğunu gösteren, buluşu üçüncü kişilerin üretmesi, kullanması ya da satmasına mani olmak adına, buluş sahibine verilen bir belgedir. Anlaşmada patent sahiplerinin münhasır haklara sahip oldukları belirtilmektedir. Bu haklar patent sahibine, ürünün veya patent sahibi usulle ve bu usul kullanılarak elde edilen ürünün izin alınmadan üçüncü kişiler tarafından kullanılması, üretilmesi ya da satılmasını yasaklama hakkı verir. Ayrıca, bu haklar devredilebilir ve veraset yoluyla intikal edebilir (RG, 1985: S.22213).

125

Anlaşmada patentleme konusunun üç özelliğine vurgu yapılmıştır; “yeni olması”,

“yaratıcı bir adım içermesi” ve “sanayide uygulanabilmesi”. Herhangi bir üye ülke tarafından yaratıcı bir adım içermesi veya buluş basamağı olması “apaçık olmayan”, sanayide uygulanabilmesi ise “yararlı” terimleriyle eş anlamlı olarak kabul edilebilir. Bu üç şartı taşımak kaydıyla teknolojinin her alanında, “ürünler” veya “usullerle” ilgili her türlü buluş için patent verilebilmektedir. Buluşlara yönelik patent hakkından yararlanmada teknoloji alanı ya da ürünlerin ithal veya yerli üretim olup olmaması konusunda herhangi bir ayrıma gidilmemesi gerekmektedir (RG, 1985: S.22213).

Anlaşmanın en önemli kısmından biri patent kapsamında kalabilen ürün ve usullerin neler olduğudur. Patent verilebilir buluşlar dışında bırakma konusu aşağıdaki hallerde gerçekleşebilir:

1) Kamu düzenini veya genel ahlakı koruma amacı varsa,

2) İnsan, hayvan veya bitki yaşamını veya sağlığını koruma amacı varsa, 3) Çevrenin ciddi biçimde zarar görmesini engellemek amacı varsa, 4) İnsanlar ve hayvanların tedavisinde kullanılan teşhis ve cerrahi usuller, 5) Mikro-organizmalar dışında bitki ve hayvanlar ile biyolojik olmayan ve mikrobiyolojik usuller dışında bitki ve hayvanların üretimi ile ilgili biyolojik usuller.

126

Tablo 4: DTÖ Üyelerinin TRIPs’nin 27.3 Maddesine Göre Yükümlülükleri

Üye ülkelerin patent koruması sağlamak durumundadır

Üyeler korumanın dışında bırakabilir

Mikro-organizmalar Biyolojik olmayan usuller Mikrobiyolojik usuller

Bitki türleri (Fikri mülkiyet sistemi, sui generis bir seçenek veya bir kombinasyonla)

Bitkiler Hayvanlar

Bitki ve hayvanların üretimi ile ilgili biyolojik usuller

Bitki türleri

Kaynak: UNCTAD/ICTSD, 2003: 30.

Patentlemeye hangi koşullar ve konularda istisnalar getirilebileceği tanınmış olmakla birlikte, mikro-organizmalar ile mikrobiyolojik usuller patentlemeye tabi hale getirilmiştir. Söz konusu bu durum, “yaşamın patentlenmesi” anlamına gelmektedir.

Chakrabarty davasında60 da Amerikan Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karar, patente tabi olacak ürün ya da usule yönelik ayrımın, “canlı ya da cansız varlıklar arasında değil, canlı olsun ya da olmasın insan ürünü olan varlıklarla doğanın ürünü olan varlıklar”

arasında yapılması gerektiği yönündedir. Bu karar, en son insan müdahalesiyle ortaya çıkmış varlığın canlı ya da cansız olmasına bakılmaksızın patentlenebileceği anlamına gelmektedir (Çoban, 2018: 114). ABD ve Singapur, bu hükümlerin izin verdiği patentlenebilirlik istisnalarının gereksiz olduğunu ve korumanın patentlenebilir tüm buluşlara doğru genişletilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu hükme yönelik bir diğer yaklaşım, madde 27.3’ün bitki ve hayvanları patentlenebilirlikten muaf tutmasına izin

60 1972 yılında mikrobiyolog Chakrabarty’nin biyoteknolojik yöntemlerle geliştirdiği bir mikroorganizmaya ABD Patent Ofisi’nin canlı olduğu gerekçesiyle patent vermemesi üzerine, Yüksek Mahkemeye başvurulması ve Mahkeme’nin bu mikroorganizmanın doğada daha önce bulunmaması gerekçesiyle patent verilmesini kararlaştırdığı davadır. Davadan çıkan sonuç, ”insan yapımı olan canlı mikroorganizmalar patentlenebilir”. Detaylı bilgi için bkz. Diamond v. Chakrabarty, 447 U. S. 303 (1980), http://supreme.justia.com/us/447/303/case.html.