• Sonuç bulunamadı

A. Genel Olarak Tefsîr Yöntemleri

4. Tabiûn Sözleriyle Tefsîr

Ahkâm sahipleri tefsîrlerinde sahabeden sonra tabiûn sözlerine yer vermektedirler. Onlar, tabiûn kavillerini bazen sahabe görüşleri arasına

384 Hac 22/19. Ayetin meali “Şu ikisi Rableri hakkında tartışmaya başlayan iki düşmandır”

şeklindedir.

385 Tahrim 66/4. Ayetin meali “Çünkü ikinizin kalbi de eğrildi” şeklindedir. 386 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 361.

83 mezcederken,387 bazen mezheb görüşleriyle birlikte zikretmektedirler.388 Genel manada değerlendirdiğimizde müfessirlerimiz, ayetin beyanı,389 sebeb-i nüzûlü,390 bir kelime veya kavramın tahlili,391 ayetten hüküm istinbât etme,392 ayetin neshedilip edilmediği393 ve kırâat394 gibi çeşitli konularda tabiûndan nakiller yapmaktadırlar. Bu nakillerde bazen sened zikredilirken395 bazen sadece tabiûn ismi verilmektedir.396 Ahkâm tefsîri sahipleri, yer yer naklettikleri tabiûn görüşlerini, tenkit de etmektedirler.397 Müfessirler, tabiûn görüşlerini sahabe görüşleriyle birlikte serdetmelerine rağmen zaman zaman tabiûn görüşlerini tercih ettikleri de görülmektedir.398

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Müfessirler, kavram tahlillerinde ve buna bağlı olarak istinbât edilen hükümlerde tabiûn görüşlerinden istifade etmektedirler. Cessâs “İçinizde müslüman hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenler, elinizde

bulunan müslüman olmuş cariyelerden birisiyle evlensin...”399 ayetinde ifade

edilen “ًrَْi” kelimesi hususunda selefin ihtilaf ettiğini belirtmektedir. Bu kelimeye Said b. Cübeyr, Mücahid, Katâde ve Süddî’nin “Zenginlik/ءFQ” anlamını verdiklerini; Atâ, Câbir b. Zeyd ve İbrahim’in “Hür kişi, bir cariyeyi beğenip gönlünü ona kaptırırsa, zengin olsa bile cariyeyle zina etme korkusundan dolayı onunla evlenmesi gerekir” görüşlerini nakletmektedir. Sonra da bu yaklaşıma göre “ًrَْi” kelimesinin, “Hür kadınla evlenmekle, kişinin kalbinden sevdiği cariyeyi atamaması” anlamına geldiğini belirtmektedir. Cessâs “ًrَْi” kelimesinin gına, kudret ve fazl anlamları üzerinde durduktan sonra, hür bir kişinin cariyeyle evlenmesi

387 Cessâs, Ahkâm, I, 90, 154; Herrâsî, Ahkâm, II, 334; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, II,72, 462. 388

Cessâs, Ahkâm, I, 350, 411; Herrâsî, Ahkâm, II, 447; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 199-200, II, 244. 389 Cessâs, Ahkâm, I, 382, II, 8; Herrâsî, Ahkâm, II, 375; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 131.

390 Cessâs, Ahkâm, I, 316; Herrâsî, Ahkâm, I, 85; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 42, II, 78. 391 Cessâs, Ahkâm, I, 387-388; Herrâsî, Ahkâm, IV, 243; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 171-172. 392 Cessâs, Ahkâm, I, 19, 149; Herrâsî, Ahkâm, I, 41; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 380, 526. 393 Cessâs, Ahkâm, I, 314; Herrâsî, Ahkâm, II, 334; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 440. 394 Cessâs, Ahkâm, I, 67, 633; Herrâsî, Ahkâm, I, 241; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 37, 436. 395 Cessâs, Ahkâm, I, 170, 209; Herrâsî, Ahkâm, IV, 322; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 285. 396

Cessâs, Ahkâm, I, 630; Herrâsî, Ahkâm, IV, 259; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 132. 397 Cessâs, Ahkâm, I, 559, III, 391; Herrâsî, Ahkâm, İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 140, 168. 398 Cessâs, Ahkâm, I, 650-1; Herrâsî, Ahkâm, I, 146; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 292, II, 127. 399 Nisa 4/25.ِتَFِ*ْJُْا ُ&ُ'ِ.ََ7َ" ِْ* ْ&ُ'ُ1َْ:َأ ْ_َ'ََ* َ* َِْ" ِتَFِ*ْJُْا ِتَFَْaُْا َsِ'ْFَ: ْنَأ ًrَْi ْ&ُ'ْFِ* ْ[ِ\َ7ْHَ: ْ&َ َْ*َو

konusunda ihtilafın olduğunu belirterek tabiûndan hem cevazına hem de tahrimine dair farklı görüşleri naklederek konuyla ilgili tercihini zikretmektedir.

O, konuyla ilgili tabiûndan aşağıda görüldüğü gibi üç farklı nakilde bulunmaktadır. a-Tabiûndan nakledilen bazı rivâyetlerde, cariyeyle mutlak olarak evlenilebileceği ifade edilmektedir.

Cessâs, Mücahid, Said b. Cübeyr, Said b. Müseyyeb, bir rivâyette İbrahim en- Nehaî ve Hasan Basrî’nin, bir rivâyette Zührî ve Atâ’nın, “Zengin de olsa, cariye ile evlenebilir.” dediklerini nakletmektedir.400

b- Bazı rivâyetlerde de cariyeyle evlilik bazı şartlara bağlanmaktadır. Said b. Cübeyr, Şa’bi, ve Mekhûl cariye ile evliliğe, “Hür ile evlenme kudretinde olamamayı”, Mesrûk ve Şa’bi’nin onlarla evliliği “leş, kan ve domuz eti” mesabesinde gördükleri için “Zaruret halini”, Atâ ve Cabir b. Zeyd, “Cariyeyle zina edileceği endişesini”, İbrahim en-Nehaî’nin, “Cariyeden bir evladı olmasını” şart olarak ileri sürmektedirler.401 Cessâs, konuyla ilgili Said b. Müseyyeb’den cariyeyle evliliği hür kadının iznine bağlayan rivâyeti de nakletmektedir. Böyle bir durumda kişinin iki gününü hür eşine, bir gününü de cariyeye ayıracağı ifade edilmektedir.402

c-Bazı rivâyetlerde de cariyeyle evliliğe hiçbir şekilde cevaz verilmemektedir. Cessâs, Said b. Müseyyeb, Mekhûl, Mesrûk ve İbrahim en-Nehaî’den hür kadının üzerine cariye ile evlenilemeyeceğini, kişinin hür bir kadınla evlenmesinin, cariyeyle talak anlamına geleceğini, bundan dolayı da cariyeden bir çocuğu yoksa hemen onunla ayrılacaklarını nakletmektedir. Hatta Cessâs, Şa’bi’den hür kadınla evlenmeye gücü yetenlerin cariye ile nikâhlarının batıl olduğunu rivâyet etmektedir.403 Cessâs, bu rivâyetlerden sonra özellikle Said b. Müseyyeb’in cariyeyle evliliği hür eşin iznine bağlayan görüşüne dayanarak, tercihini “Hür kadın razı olmazsa, cariye ile evlenmek caiz değildir.” şeklinde ifade etmektedir.404

400 Cessâs, Ahkâm, II, 198. 401

Cessâs, Ahkâm, II, 198. 402 Cessâs, Ahkâm, II, 199. 403 Cessâs, Ahkâm, II, 199. 404 Cessâs, Ahkâm, II, 199.

85 Müfessirler, “İnsanların malları içinde artacağını düşünerek verdiğiniz

riba, Allah katında artmaz…”405 ayetinde geçen “Riba” kelimesini tabiûn

kavillerine dayanarak benzer şekilde tefsîr etmektedirler. Cessâs ve Herrâsî,

İkrime’den naklen, İbnü’l-Arabî de isim vermeden ribanın helal ve haram olmak

üzere iki çeşit olduğunu ifade etmektedirler. Bundan sonra helal olan ribanın ne olduğuyla ilgili görüşleri seleften nakletmektedirler. Cessâs, Mücahid’den406 ayette zikredilen ribanın “bir adamın daha fazlasını elde etmek için bir şeyi vermesi”

şeklinde rivâyet ettikten sonra “bu işte Allah katında bir artma olmayacağını, riba ile

işi yapanın ne günah, ne de ecir sağlayacağını” nakletmektedir. Aynı şekilde o, Said b. Cübeyr’in ribayı “bir adamın bir şeyi daha fazlasını elde etmek için vermesi”,

Şa’bi’nin de “bir adamın kendisine hizmet eden başka biriyle sefere çıkmasıdır ki bu

kişi hizmetinin karşılığı olarak diğerine belli oranda kazancından vermesi” şeklinde açıkladıklarını nakletmektedir. İbnü’l-Arabî de burada belli bir ücretin Allah’ın rızası gözetilerek değil de hizmet karşılığı olarak verildiği için Allah katında bu işte bir artmanın olmayacağını belirtmektedir.407 Cessâs, Dahhak’tan ُِlْ'َ7ْHَ. ُْFَْ. rَو ayetinin408 “artması için vermek” şeklinde olduğunu nakletmektedir. Cessâs, bu durumun Hz. Peygamber’in güzel ahlakın zirvesinde olmasından dolayı Hz. Peygamber’e sadaka kabul etmesinin yasak olması gibi sadece ona has bir durum olabileceğini belirtmektedir. 409 İbnü’l-Arabî de İbrahim en-Nehaî’nin ribayı, “Bir adamın Allah’ın rızasını gözeterek değil de, zengin olmak için sıla-i rahim yapması”410 şeklinde tarif ettiğini nakletmektedir.

Müfessirler, bazen ayetten kimlerin kastedildiğini tespit etmeye çalışırken tabiûn görüşlerinden istifa etmektedirler. Bu minvalde Cessâs, “ İman ettikten

sonra yeniden inkâr eden, sonra yine iman edip tekrar inkâr eden ve inkâr etmede iyice azıtanlara gelince...” 411 ayetinde kimin kastedildiğini tespit etmek için

405 Rum 30/39.ِ2ا َْFِ- ُ)َْ: ََ" ِسFا ِلاَْ*َأ !ِ" َُ)َِْ ً)ِر ِْ* ْ&ُ7َْ.; َ*َو

406 İbnü’l-Arabî de bu rivâyeti İbn Abbas’tan vermektedir. Bilgi için bkz. İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 444.

407 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III,444. 408

Müddessir 74/6. “Yaptığın bir iyiliği çok görerek başa kakma”

409 Cessâs, Ahkâm, III, 456; Herrâsî, Ahkâm, IV, 339-340; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 444. 410 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 444.

yorumsuz bir şekilde tabiûn görüşlerine başvurmaktadır. O, konuyla ilgili Katade’den, ayette kastedilenlerin, Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu naklini benimsemektedir. Çünkü Katade’ye göre Yahudiler, Tevrat’a iman etikten sonra ona muhalefet ederek inkâr etmişlerdir. Aynı şekilde Hz. Musa’ya iman ettikten sonra ona muhalefet ederek inkâr etmişlerdir. Hıristiyanlar da İncil’e iman etmelerine rağmen ona muhalefet ederek İncili inkâr etmişlerdir. Hz. İsa’ya iman ettikten sonra ona muhalefet ederek Hz. İsa’yı inkâr etmişlerdir. En sonunda da Hz. Muhammed ve Kur’an’a karşı çıkarak inkârlarını arttırmışlardır. Cessâs, Mücahid’den ayette münafıklardan bahsedildiği görüşünü nakletmektedir. Ona göre münafıklar, iman ettiler, sonra inkâr ettiler, yeniden iman ettiler ama yine inkâr ettiler, sonra da küfür üzerine öldüler.412

Herrâsî de “Kadınlarınızdan zina yapanlara içiniden dört şahid

getirin...413 Sizlerden zina yapanların her ikisine de cezalandırın...”414 ayetlerinin tefsîrinde “O ikisine ceza verin” ifadesinden muradı tespit etmek için Hasan Basrî ve Ata’dan bunların, “kadın ve erkek”; Süddi’den “bekâr erkek ve kadın” olduğunu rivâyet etmektedir. Mücahid’den de “Birinci ayette zina eden iki kadın, ikinci ayette ise zina eden iki erkek” murad edildiğini nakletmektedir. Herrâsî, ayetin zâhirinin buna işâret ettiğini zikrederek “Kadınlarınızdan zina yapanlar” ayetinin kadınlardan zina edenlere; “Sizlerden zina yapanlar” ayetinin ise erkeklerden zina edenlere delâlet ettiğini belirtmektedir.415

İbnü’l-Arabî, “O gün nice yüzler ağaracak, nice yüzler de kararacaktır”416 ayetinde ifade edilen yüzleri kararacak olanların kimler olduğu hususunda Hasan Basrî’den“münafık”; Mücahid’den “mürted”; Zeccac’tan “ehli kitap”; Malik’ten “hevalarına uyanlar” olduklarını nakletmektedir. Sonra da Übey b. Ka’b’dan gelen Âdem’in sulbünde imanı ikrar ettikten sonra inkâr eden bütün kâfirlerin kastedildiği rivâyeti tercih etmektedir.417

412

Cessâs, Ahkâm, II, 358.

413 Nisa 4/15.ْ&ُ'ْFِ* ً+ََ)ْرَأ ِ9ََْ- اوُِ9ْ]َ7ْNَ" ْ&ُ'ِ3َHِ1 ِْ* َ+َ]ِcَ$ْا َِ.ْbَ: !ِ.اَو 414 Nisa 4/16.َُهوُذkَ" ْ&ُ'ْFِ* َ9ِ1َِ.ْbَ: ِناَ4اَو

415 Herrâsî, Ahkâm, II, 374-375. 416

Ali İmran 3/106.ٌ=ُ/ُو دَْHَ.َو ٌ=ُ/ُو dَْ>َ. َمَْ: 417 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 315.

87 Müfessirler, naklettikleri tabiûn görüşlerini zaman zaman eleştirmektedirler.

Cessâs, Muhâlea’nın418 talak olup olmadığı konusunda ihtilaf edildiğini söyleyip Hasan Basrî, Kadı Şurayh, İbrahim en-Nehâî, Şa’bi ve Mekhul’e göre Muhâlea’nın bain talak olduğunu nakletmektedir. Bu görüşün Emsar Fukahası’nın da kavli olduğunu ve bu konuda ihtilaf etmediklerini beyan etmektedir. İbn Abbas’tan da Hul’un talak olmadığını rivâyet ettikten sonra Abdulmelik b. Meysere’den “Bir adam Tavus’a gelerek ona hul’ hakkında sordu. Cevaben o, ء!]) p dedi. Bunun üzerine ben Tavus’a ‘bilmediğimiz şeyleri anlatmaya devam ediyorsun’ deyince Tavus, ‘Vallahi İbn Abbas bir kadınla eşinin arasını iki talak, bir hul’den sonra birleştirdi.” haberini nakletmektedir. Cessâs, bu rivâyetin Tavus’un hatalarından olduğunu belirterek, faziletine, celaletine ve salih bir kimse olmasına rağmen Tavus’un hatasının çok olduğunu ve münkir/bilinmeyen şeyler rivâyet ettiğini beyan etmektedir.419

Herrâsî, “Size ancak meyte/leş haram kılındı…”420 ayetinin tefsîrinde

konuyu hayvan karnındaki ceninin hükmüne getirmektedir. Burada meytenin zahirinin, Ebû Hanife’nin dediği gibi ceninin tahrimliğine delâlet ettiğini belirtirken,

İmam Şafiî’nin buna muhalefet ettiğini söylemektedir. İmam Malik’ten “Şayet

ceninin yaratılışı tamamlanıp kılı çıkmışsa yenilir, yok tamamlanmamışsa yenilmez” görüşünü naklederken, bunun Said b. Müseyyeb’in sözü olduğunu belirtmektedir. Ona göre yaratılışın tamamlanması, hayatı ve helalliği elde eder, bundan önce hayat yoktur. Geriye meyte’nin haramlığı kalır.” Herrâsî bu görüşün zayıf olduğunu belirterek, “Şayet hayat yoksa meyte de olmaz. Çünkü meyte hayatın yok ettiği

şeydir” şeklinde eleştirmektedir.421

İbnü’l-Arabî, “ Her kim hasta olmasından veya başında kendisine eziyet veren bir hastalık bulunmasından dolayı vaktinden evvel başını traş etmek zorunda kalırsa o kimse için fidye olarak oruç tutması ya da sadaka vermesi

418 Muhâlea; Sözlükte "elbiseyi çıkarmak, soyunmak; ayırmak" gibi anlamlara gelen hul', fıkıhta kadının belli bir bedel vermesi karşılığında kocanın ayrılmaya razı olması üzerine evlilik bağından kurtulmasını ifade eder. Karşılıklı anlaşmayla gerçekleşmesi sebebiyle bu işleme muhâlea adı verilir. Bilgi için bkz. Fahrettin Atar, “Muhâlea”, DİA, XXX, 399.

419 Cessâs, Ahkâm, I, 479. 420 Bakara 2/173.َ+َ7َْا ُ&ُ'ََْ- َمَc َّ1إ 421 Herrâsî, Ahkâm, I, 37.

veya kurban kesmesi vardır” 422 ayetinin tefsîrinde tabiûndan naklettiği görüşü

eleştirmektedir. O, ayette zikredilen oruçla ilgili Hasan Basrî ve İkrime’den “Bu, on gün oruçtur. Çünkü Allah, burada orucu mutlak olarak zikretti. Temettu’ haccında ise bu orucu on gün olarak takyid etti. Dolayısıyla mutlak mukayyede hamledilir.” rivâyetini nakleden İbnü’l-Arabî, Hasan Basrî ve İkrime’nin bu görüşlerinin iki yönden fasit olduğunu belirterek eleştirisini şöyle sıralamaktadır:

a- Mutlak, mukayyed olana ancak tek bir konuda indiklerine dair bir delille hamledilir. Oysa bu ayetler iki farklı konuda inmiştir.

b- Rasûlullah, sahih bir hadiste orucun süresini üç gün şeklinde beyan etmektedir. 423

Müfessirler, tefsîrlerinde tabiûn görüşlerini genellikle doğrudan doğruya tabiûn ismini zikrederek ve özellikle kendi mezhebleri doğrultusunda nakletmektedirler. Onlar, görebildiğimiz kadarıyla ayetten ne anlaşılması gerektiği, ayetin nesh edilip edilmediği, nüzul sebepleri, kavram tahlilleri, ayetten hüküm çıkarılması gibi çeşitli konularda tabiûn görüşlerinden faydalanmaktadırlar. Müfessirler, bazen tabiûn görüşlerini ard arda sıralayarak aralarından tercih yaparken, bezen de tercih belirtmeksizin bunları sadece görüş olarak nakletmektedirler. Müfessirlerimiz, bazen ayetleri tefsîr ederken önce tabiûn sonra sahabe kavline yer vermektedirler. Genelde sahabe görüşlerini tercih ederken yer yer tabiûn görüşlerini de tercih etmektedirler. Bazen de ya tabiûnun bizzat kendisini veya görüşlerini eleştirmektedirler. Görebildiğimiz kadarıyla Ahkâm tefsîri müellifleri özellikle Mekke ve Irak tefsîr ekollerine müntesip tabiûn görüşlerinden faydalanmaktadırlar. Yani Said b. Cübeyr, Mücâhid, İkrime, Atâ, Tâvus, Alkame, Mesrûk, Hasan el-Basrî, Katâde, İbrahim en-Nehaî’den; Medine ekolünden ise Zeyd b. Eslem’den başka Said b. Müseyyeb’ten nakillerde bulunmaktadırlar.