• Sonuç bulunamadı

A. Genel Olarak Tefsîr Yöntemleri

5. Sebeb-i Nüzûl ile Tefsîr

Müfessirler, ayetin daha iyi anlaşılması için bazen senediyle birlikte bazen sahabe veya tabiûn ismini zikrederek424 bazen de “rivâyet edilmektedir”425 şeklinde

422 Bakara 2/196.ٍVُHُ1 ْوَأ ٍ+َ0ََL ْوَأ ٍمَِL ِْ* ٌ+َ:ِْ$َ" ِ2ِNْأَر ِْ* ىًذَأ ِ2ِ) ْوَأ ًY:َِ* ْ&ُ'ْFِ* َنَآ ََْ" 423 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 140.

89 meçhul sigayla veya “şu durumda indirildi”426 veya “şu sebep üzerine indirilmiştir”427 veya “haberde varid oldu ki…”428 ifadeleriyle sebeb-i nüzûl rivâyetini vermektedirler. Onlar, genellikle rivayetleri +:yا لوA1 z>N şeklinde nakletmektedirler.429 İbnü’l-Arabî, bir ayeti mesele mesele işlerken bazen meselelerden biri olarak َ9ِوُAُ1 ِzَ>َN !ِ" şeklinde sebeb-i nüzûl rivâyetini vermektedir.430 Bazen o, ayetin sebeb-i nüzûlünü, ُ=َُْQَو يِرَXُ>ْا : ُ+ِ3َbْا ىَوَر şeklinde kaynak zikrederek vermektedir.431 Üç müfessirimiz de bazen tefsîr ettikleri ayetle ilgili benzer sebeb-i nüzûl rivâyetleri zikrederlerken bazen de farklı rivâyetleri naklederek bu haberler arasında tercihte bulunmaktadırlar.432 Ahkâm sahiplerinden özellikle İbnü’l Arabî, ayetlerin sebeb-i nüzûlleriyle ilgili bazen beş,433 bazen altı,434 bazen de yedi rivâyet naklederek aralarında bir değerlendirme yapmaktadır.

Müfessirlerimiz yer yer nakledilen sebeb-i nüzûlle ilgili rivâyetleri eleştirmektedirler. Tefsîr ettikleri her ayet için sebeb-i nüzûl zikretmemektedirler. Görebildiğimiz kadarıyla müfessirlerimiz, ayetin muradını tespit etmek,435 ayetin kim için indiğini,436 ayette geçen kavramın ne demek olduğunu, Ehl-i Kitab’ın iddialarının asılsızlığını,437 var olan bir sıkıntının giderildiğini438 ve yanlış uygulanan bir konunun düzeltildiğini439 göstermek için ayetlerin sebeb-i nüzûlünü

424

Cessâs, Ahkâm, I, 374, 559, II, 274; Herrâsî, Ahkâm, III, 77-8, 87.

425 Cessâs, Ahkâm, II, 8, 61; Herrâsî, Ahkâm, I, 85; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 112, 177. 426 Cessâs, Ahkâm, I, 142; Herrâsî, Ahkâm, I, 13.

427 Herrâsî, Ahkâm, II, 333. 428

Herrâsî, Ahkâm, II, 448.

429 Cessâs, Ahkâm, I, 75, 326; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 255, III, 137. 430 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 42, 56.

431 İbnü’l-Arabî Ahkâm, I, 102.

432 Cessâs, Ahkâm, II, 266-7; Herrâsî, Ahkâm, III, 22, 75; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 50. 433 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 217.

434 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 336.

435 Cessâs Ahkâm, I, 360; Herrâsî, Ahkâm, II, 280. 436

Cessâs, Ahkâm, II,349, III, 464;Herrâsî, Ahkâm, IV,343; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 201. 437 Cessâs, Ahkâm, I, 122, II, 10; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 52.

438 Cessâs, Ahkâm, I,88, II, 156; Herrâsî, Ahkâm, II, 379.

zikretmektedirler. Ayrıca ahkâm tefsîri müelliflerinin aynı ayetle ilgili çoğu zaman benzer sebeb-i nüzûl rivâyetlerinden faydalandıkları görülmektedir.440

Müfessirler, Hac suresi 52. ayetin sebeb-i nüzûlü olarak “Garanik” olayı diye bilinen rivâyeti nakletmektedirler. Cessâs ve İbnü’l-Arabî rivâyeti geniş bir şekilde ele alırken, Herrâsî, ahkâmında sadece, bu rivâyetin bâtıl olduğunu ve gerekli açıklamayı usûl kitabında yaptığını belirtmektedir.441 Herrâsî’nin “Usûl”üne ulaşamadığımız için ne yazık ki onun görüşlerini nakledemiyoruz.

Cessâs, “ Senden önce gönderdiğimiz hiçbir Resul ve Nebi yoktur ki

Şeytan onların ümniyesine kuruntu katmasın…”442

mealindeki ayetin sebeb-i

nüzûlünü zikrederek, özellikle “ُنَ\ْ]ا ?َ<َْأ” ifadesi üzerinde durur. O, bu ayetin sebeb-i nüzûlü olarak İbn Abbas, Said b. Cübeyr, Dahhak, Muhammed b. Ka’b ve Muhammed b. Kays’tan şu olayı nakletmektedir: “Peygamber (a.s.), ‘Lât, Uzza ve

diğer üçücüsü Menâtı gördün mü!’ ayetini okuduğu zaman, Şeytan onun tilavetine, ‘Bunlar kuğu kuşlarıdır, bunların şefaat etmeleri beklenir.’ ifadelerini sokuşturmuştur”.443

İbnü’l-Arabî, söz konusu ayetin sebeb-i nüzûlü olarak çeşitli rivâyetlerin

olduğunu ifade ettikten sonra en zahir olarak gördüğü şu rivâyeti nakletmektedir: “Resûlullah insanların kalabalık olduğu bir zamanda, kavminin oturup

eğlendikleri meclise geldi. Bu nedenle Hz. Peygamber, o gün Allah’tan kendisine bir şey indirilmemesini temenni ediyordu, çünkü insanlar, o dönemde kendisinden nefret ediyorlardı. Ama Allah (c.c.), Necm suresini indirdi. Allah’ın Elçisi ‘Lât, Uzza ve diğer üçüncüsü Menâtı gördün mü!’ ayetine gelince Şeytan, ‘Bunlar kuğu kuşlarıdır, bunların şefaat etmeleri beklenir.’ cümlesini sıkıştırdı. Hz. Muhammed sureyi tamamlayınca secde etti, kavmi de onunla beraber secde etti. Velid b. Muğire, yerden toprak alıp ona secde etti. Akşam olunca Cibrîl, Hz. Peygamber’e gelerek sureyi ona arz etti. Bu iki kelimeye geldiğinde Cibril ona, “Ben bunu sana getirmedim”

440 Konuyla ilgili birkaç örnek için Bakara Suresi 2/195, 231, 272, Nisa Suresi 4/43, Nur Suresi 24/22. âyetlerin tefsîrlerine bakılabilir.

441 Herrâsî, Ahkâm, IV, 284.

442 Hac 22/52.ِ2ِ7ِFْ*ُأ !ِ" ُنَ\ْ]ا ?َ<َْأ ?Fََ. اَذِإ ِإ |!ِ>َ1 ََو ٍلُNَر ِْ* َVِْ>َ0 ِْ* َFَْNْرَأ َ*َو 443 Cessâs, Ahkâm, III, 321.

91

dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.), “Onlar sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni neredeyse ondan şaşırtacaklardı. Eğer onların istediğini yapmış olsaydın işte o zaman seni dost edinirlerdi.” İsrâ suresi 73. ayetiyle söz konusu ayeti indirdi.”444

Bir başka rivâyette Cibrîl’in, Hz. Muhammed’e “Ey Muhammed! Sen,

insanlara benim sana getirmediğim bazı şeyleri okudun” dediği ifade edilmektedir.

Bunun üzerine Hz. Peygamber’in üzülüp çok korktuğu, Allah’ın da Hz. Muhammed’e şeytanın önceki bütün peygamberlere de sözlerini ilka ettiğini haber verdiği nakledilmektedir.445

Cessâs, Garanîkle ilgili rivâyeti naklettikten sonra, rivâyetin sıhhati konusuyla ilgili bir değerlendirme yapmaksızın şeytanın ilkasının ne olabileceğiyle ilgili farklı rivâyetleri vermektedir. Bazıları Hz. Peygamber’in bu sureyi okuyup putları zikrettiği zaman onları zemmedeceğini anlayan bazı müşriklerin Hz. Peygamber’in “Lât ve Uzzâ’yı gördünüz mü?” ayetini okuması üzerine yukarıda mealini verdiğimiz eklemeleri yaptıklarını söylemektedir. Çünkü onlara göre bu olay, Mescid-i Haram’da çok kalabalık bir yerde olmuştur ve bu okumayı uzaktakiler duyunca Hz. Peygamber’in putları methettiğini zannetmişlerdir. Allah da onların bu tuzağını ortaya çıkarmıştır. Cessâs, bazı âlimlerin ayette belirtilen şeytanın, En’âm suresi’nde geçen “insanlardan ve cinlerden şeytanlar…”446 ifadesinden dolayı, insandan şeytan olduğuna inandıklarını zikrederken, bazılarının da bunun cinlerden

şeytan olduğunu ifade ettiklerini nakletmektedir. O, burada cinlerden şeytanın insana

verdiği vesveselerin anlatıldığı diğer delilleri de zikretmektedir. Cessâs, kendi görüşünü açıkça belirtmese de, rivâyetleri veriş uslübundan sanki ayette geçen

şeytanın, cinlerden şeytan olduğuna inanmaktadır. Bundan sonra o, bazılarının bu

sözü şeytanın değil de Hz. Peygamber’in sehven söylemiş olabileceğini iddia ettiklerini belirterek, bunun asla söz konusu olamayacağını ifade etmektedir. Konuyla ilgili son olarak Hasan Basrî’den yorumsuz olarak şu rivâyeti

444 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 303. 445 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 304.

nakletmektedir: “Rasûlullah, putların adının zikredildiği yeri okuduğu zaman, onlar da söz konusu eklemeyi yapmışlardır”.447

İbnü’l-Arabî de rivâyeti değerlendirmeden önce, konuyu “Tenbîhu’l-Gabî”

adlı eserinde açıkladığını ifade etmektedir. Sonra da oradaki açıklamaları, tefsîrinde on makamda özetlediğini belirtmektedir.

Birinci makamda Allah’ın Hz. Peygamber’in kendisine gelen bilginin vahiy mi yoksa başka şey mi olduğunu ayırt edecek bir ilmi halkettiğini, bu ilimle meleği tanıdığını ve kendisine gelen şeyin vahiy olduğunu bildiğini ifade etmektedir. Aksi takdirde risaletin sıhhatine halel geleceğini belirtmektedir.

İkinci makamda Allah’ın, Rasûlünü küfürden koruduğunu, şirkten emin

kıldığını belirtmektedir. Hz. Peygamber’in hem itîkâden hem de fiilen Allah’a isyan etmesinin mümkün olmadığını ifade etmektedir..

Üçüncü makamda Allah’ın, Elçisine zâtını tanıttığını, delillerini gösterdiğini, göklerin ve yerin delillerini gösterdiğini, kendisinden önce geçen peygamberlerin sünnetlerini bildirdiğini, dolayısıyla bu gün bizim bildiğimiz şeylerin, ona gizli kalmasının mümkün olmadığını açıklamaktadır.

Bu üç ön bilgiden sonra İbnü’l-Arabî, dördüncü makamda rivâyet üzerinde değerlendirmede bulunur. O, bu rivâyet üzerinde düşünüldüğünde din düşmanlarının cehâletinin ortaya çıkacağını ifade etmektedir. Çünkü rivâyete göre Rasûlullah (a.s.), Kureyş’in eğlence mekânlarında otururken kendisine vahyin gelmesini istememektedir. Vahiy, Hz. Peygamber’in (a.s.) hayatında en önemli unsur iken, böyle bir durumun Rasûlullah için asla mümkün olamayacağını ifade etmektedir.448

Beşinci makamda İbnü’l-Arabî, şeytanın küfürle imanı karıştırdığı ve Hz. Muhammed’in (a.s.) bunu fark edemediği iddiası üzerinde durarak şöyle demektedir:

“Konum olarak ben, müslümanların en alt tabakasındayken, bu sözlerin Allah’tan gelmesinin mümkün olmadığını ve küfür sözleri olduğunu bildiğim halde Hz. Peygamber’in (a.s.) bunu bilmemesi nasıl mümkün olabilir! Bu putların işe

447 Cessâs, Ahkâm, III, 321-2.

93 yaramayıp camid varlıklar olmasının, Rasûlullah’tan gizli kalması mümkün değildir”.449

Altıncı makamda İbnü’l-Arabî, Garanik olayıyla irtibatlandırılan İsrâ suresi 73. ayetinde ifade edilen “دآ”nin üzerinde durmaktadır. Ona göre “دآ” yaklaştı ama olmadı anlamındadır. Allah, bu ayette müşriklerin Nebi’yi (a.s.) vahiyden döndürmeye yaklaştıklarını ama bunu başaramadıklarını anlatmaktadır.

Yedinci makamda da Peygamber’in Allah’a iftira atmadığını, delil olarak da “Şayet Allah’a iftira atmış olsaydın onlar seni dost edinirlerdi, sen iftira

atmadığın için onlar senin dostun değil düşmanın oldular. Şayet biz seni sebat ettirmemiş olsaydık”450 ayetini zikretmektedir.451

Sekizinci makamda İbnü’l-Arabî, “o zaman onlara biraz meyledecektin”452 ayetine binaen Allah’ın Nebi’yi (a.s.) koruduğu ve onun kalbini tevhid üzere sabit kıldığı sonucuna varmaktadır.453

Dokuzuncu ve onuncu makamda, İbnü’l-Arabî söz konusu ayetin görüşüne bir delil olduğunu ifade etmektedir. Ona göre bu ayet, Hz. Peygamber’in isnad edilen

şeylerden uzak olduğunu ifade etmektedir. Yani Allah bu ayetle, Nebi’lerin Allah’tan

bir söz söylediklerinde, şeytanın diğer ma’siyetlerde yaptığı gibi kendisinden bu sözlere eklemeler yaptığına işâret etmektedir. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) Kur’an’ı kesik kesik okurdu ve iki ayet arasında bir süre beklerdi. O’nun konuşması da bu

şekildeydi. İşte şeytan, bu beklemeleri takip ederek ىَْTُbْا َ+َlِlا َةَFَ*َو ayetiyle َُآ4ا ُ&ُ'ََأ ?َlْ1ُbْا ُ2ََو ayeti arasına girdi ve Hz. Peygamber’in sesini taklit ederek, “Bunlar kuğu

kuşlarıdır, şefaat etmeleri umulur” sözünü ekledi. Müşrikler ve kalplerinde hastalık bulunanlar, cehâletleri sebebiyle, bu sözü Rasûlullah’ın söylediğini zannederek Hz. Peygamber’in kendileri gibi düşündüğü zehabına kapıldılar da Rasûlullah ile birlikte

449 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 305. 450

İsra 17/73. ًَِT َكوُ4َX.َ اًذِإَو ُ=ََْQ َFََْ- َيَِ7ْ$َ7ِ َVَِْإ َFَْcْوَأ يِ4ا َِ- َVَ1ُFِ7ْ$ََ اوُدَآ ْنِإَو 451 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 306.

452 İsra 17/74. ًَِ0 ًWَْ% ْ&ِ9َِْإ َُآَْ. َتِْآ َْ<َ َكَFْ7>َU ْنَأ َََْو 453 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 306.

secde ettiler. Mü’minler ise “Kur’an’ın Allah’tan hak olarak geldiğine iman ettiler ve bütün bunlar, Allah’tan bir imtihandır” 454dediler.

Bundan sonra İbnü’l-Arabî, Kur’an’da olmayan bir bilginin Kur’an’la irtibatlandırılmaması gerektiğini ifade ederek, ilimde yüceliğine rağmen Taberî’nin konuyla ilgili birçok rivâyeti455 tasvip ettiğini, oysa bu rivâyetlerin hepsinin bâtıl, asıllarının olmadığını iddia eder. İbnü’l-Arabî, konuyu Allah’ın insanları, rahmet ve faziletiyle, ehli tevhidden ayırmaması için dua ederek bitir.456

Burada şunu belirtmemiz gerekir ki anladığımız kadarıyla müfessirler, “Garanik” diye bilinen bu olayın vuku bulduğunu kabul etmektedirler. Çünkü rivâyetin sıhhatine değinme gereği duymadan konuyu açıklamaya çalışmaktadırlar. Rivâyetleri değerlendirmesinden anlaşılan o ki Cessâs’ın reddettiği durum, Hz. Peygamber’in bu sözleri sehven söylemesidir. İbnü’l-Arabî’nin özellikle de son makamdaki açıklamasından şeytanın vahiy esnasında Hz. Peygamber’e müdahalesinin olabileceğini kabul ettiği sonucu çıkmaktadır. Yani ona göre Hz. Peygamber’in bu sözleri okuması caiz değilken, Rasûlullah’ın ağzından şeytanın okumasında bir sakınca yoktur. Oysa bize göre diğer rivâyetlerin gerçek olması da mümkün değildir. Çünkü Allah (c.c.), kendi katından Muhammed’e (a.s.) ininceye kadar vahyin korunmuşluğunu ifade etmektedir.457 Ayrıca Hz. Muhammed’in (a.s.) Kur’an’a müdahale edemediği de belirtilmektedir.458 Dolayısıyla Hz. Peygamber’in vahyi okuması esnasında ne kendisinin ne de şeytanın bir dahlinin olması mümkün değildir. Nakledilen bu sebeb-i nüzûl rivâyetinin, ayet metninin yanlış anlaşılmasına neden olduğuna inanmaktayız. Hacc suresindeki söz konusu ayeti, “Ey Muhammed!

‘Onların ne olaydı onun üzerine bir hazine indirilseydi veya onunla birlikte bir melek olsaydı ya’ gibi sözlerinden dolayı belki sana vahyettiğimiz bazı ayetleri terk edeceksin ve bununla da kalbin sıkışacak...”459 ayetiyle yukarıda mealini verdiğimiz İsrâ suresi 72-73. ayetleriyle birlikte okuduğumuzda, şeytanın

454 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 306,307.

455 Taberî’nin rivayetlere yaklaşımı için bkz.Taberî, Camiu’l-Beyân, XVIII, 664. 456

İbnü’l-Arabî, Ahkâm, Daru’l-Fikr, III, 307.

457 Şuara 26/192-194, Fussilet 41/42.ٍَِc ٍ&ِ'َc ِْ* ٌ^:ِAْFَ. ِ2ِ$َْT ِْ* ََو ِ2ْ:ََ: َِْ) ِْ* ُ^ِiَ>ْا ِ2ِ.ْbَ: َ 458 Yunus 10/15.?َcُ: َ* ِإ ُ[ِ>.َأ ْنِإ !ِHْ$َ1 ِءَ<ِْ. ِْ* ُ2َ(َ)ُأ ْنَأ !ِ ُنُ'َ: َ* ْ^ُ0

95 Peygamberlere ilkası, vahyin değiştirilmesini değil sadece onlara verdiği bazı vesveseleri ifade etmektedir. Biz, şeytanın ilkasının vahyin okunmasına müdahale

şeklinde değil, Hz. Peygamber’in kalbinde meydana gelen vesvese şeklinde olduğuna

inanmaktayız. Dolayısıyla şeytan, ne semada ne arzda ne de Hz. Muhammed’in (a.s.) okuması anında vahye müdahale edebilir. Aksini düşünmenin vahye zarar getireceğine inanmaktayız.

Müfessirler, bazen bir olayla ilgili birbirinin devamı olarak farklı iki ayetin indiğini rivâyet etmektedirler. Mesela Hz. Peygamber’e bir kadının gelip kocasının kendisini dövdüğünden şikâyet etmesi üzerine Hz. Peygamber, aralarında kısas uygulanması gerektiğine hükmeder. Bu hükmün akabinde Allah’ın önce “Sana

vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme, ‘Rabbim ilmimi artır’ de”460 ayetini sonra da “Erkekler kadınların koruyucularıdır...”461 ayetini indirdiğini ifade etmektedirler.462

Bazen de bir müfessirimizin sahih gördüğü bir sebeb-i nüzûl rivâyetini diğer müfessirimizin tenkid etiği görülmektedir. Bu duruma örnek olarak“Yetimlere

mallarını geri verin temizi pisle karıştırmayın…”463 ayetinin tefsîrinde konuyla

ilgili rivayetlere yaklaşımlarını verebiliriz. Cessâs ve Herrâsî, Hasan Basrî’den yetimlerin malları konusunda bu ayet indikten sonra, yetimlerin velilerinin, kendi mallarıyla yetimin mallarının karışmasından çekindikleri için mallarını ayırmaya başladıklarını, bu durum hususunda Rasûlullah’a sıkıntılarını arz ettiklerinde ise Allah’ın “Sana Yetimleri soruyorlar. Deki: “Onların durumunu düzeltmek

iyidir. Eğer onlarla birlikte yaşıyorsanız, unutmayın ki onlar, sizin kardeşlerinizdir”464 ayetini indirdiğini nakletmektedirler.

Cessâs, bu rivâyette bir problem olduğunu belirterek, “Zannediyorum ki burada meydana gelen problem, raviden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu ayette kastedilen şey, yetimler buluğa erdikten sonra mallarının teslim edilmesidir. İttifakla kabul edilmektedir ki yetime ergenliğinden önce malı verilmez” açıklamasında

460 Taha 20/114. ًِْ- !ِ1ْدِز (بَر ْ^ُ0َو ُ2ُْcَو َVَِْإ ?َYْ<ُ: ْنَأ ِ^ْ>َ0 ِْ* ِن;ُْ<ِْ) ْ^َ`َْ. ََو 461

Nisa 4/34. ِءَH(Fا ?ََ- َنُ*اَ0 ُلَ/(ا

462 Cessâs, Ahkâm, II, 236; Herrâsî, Ahkâm, II, 280; İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 436. 463 Nisa 4/2. ِz(\ِ) َDِ>َXْا اَُ>َ7َ. ََو ْ&ُ9َاَْ*َأ ?َ*َ7َْا اُ.;َو

bulunurken Herrâsî, söz konusu ayetin ergenliğe de işâret edebileceğini, yani büluğa yaklaştığı için yetim dendiğini ve bundan dolayı “yetimlere mallarını verin” ayetinin inmiş olabileceğini belirtir, ancak bunun ayette olamadığını, ergenliğinden sonra yetimlere mallarının verilmesi gerektiğine Nisa suresi 6. ayetin hükmettiğini açıklamaktadır.465

Herrâsî, Hasan Basrî’nin sözünü şöyle açıklamaktadır: “Hasan’ın rivâyeti doğrudur, çünkü Allah (c.c.) ‘Yetimlere mallarını veriniz, onların mallarını kendi

mallarınıza katarak yemeyin’466 buyurdu. ‘Yetimlerin mallarını verin’ ayeti yemek, içmek, giyinmek, yataklarını ve meskenleri için mallarını verin demektir. Allah, bu şekilde ayeti indirdiğinde yetimin velileri, yemeklerini, içeceklerini, giysilerini, eşyalarını yetiminkilerle ayırdılar. Bunu Rasûlullah’a haber verince de Allah (c.c.) ‘Sana Yetimleri soruyorlar. Deki: ‘Onların durumunu düzeltmek

iyidir. Eğer onlarla birlikte yaşıyorsanız, unutmayın ki onlar, sizin kardeşlerinizdir...’ mealindeki ayeti467 indirdi.” Herrâsî daha sonra Cessâs’ın bu konudaki görüşünü eleştirmeye başlar.468

Cessâs ayetlerle ilgili doğru yaklaşımın veya doğru olan sebeb-i nüzûlün İbn Abbas’tan gelen rivâyet olduğunu belirterek ilgili nakli şu şekilde verir: “Yetimlerin

mallarına en güzel şekilde yaklaşın’469 ayeti ile ‘Yetimlerin mallarını zalimce

yiyenler…’470 ayeti indiğinde yanlarında yetim olanlar, yemeklerini onların yemeklerinden, içeceklerini onların içeceklerinden ayırdılar. Öyle ki bu iş, onlara sıkıntı vermeye başlayınca durumu Rasûlullah’a arz ettiler. Bunun üzerine Allah, Bakara suresi’ni indirdi. Bu şekilde yetimlerin yemekleriyle ve içecekleriyle kendi yemeklerini ve içeceklerini rahatça karıştırdılar.” Ona göre doğru olan yaklaşım bu

465 Herrâsî, Ahkâm, II, 308-9. 466

Nisa 4/2. ْ&ُ9َاَْ*َأ ?َ*َ7َْا اُ.;َو ...ْ&ُ'ِاَْ*َأ ?َِإ ْ&ُ9َاَْ*َأ اُُآْbَ. ََو 467 Bakara 2/220.

468 Herrâsî, Ahkâm, II, 308-9. İbnü’l-Arabî de Bakara suresi 220. âyet için sahabe ismi zikretmeden aynı sebeb-i nüzûl rivâyetini nakletmektedir. Bkz. İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 215.

469 İsra 17/34. َُHْcَأ َ!ِه !ِ7ِ) ِإ ِ&ِ7َْا َلَ* اُ)َْ<َ. ََو 470 Nisa 4/10. ًُْm ?َ*َ7َْا َلاَْ*َأ َنُُآْbَ: َ:ِ4ا نِإ

97 rivâyet olduğu için ْ&ُ9َاَْ*َأ ?َ*َ7َْا اُ.;َو ayetinin söz konusu diğer ayetlerle hiçbir alakası yoktur.471

Sebeb-i nuzülle ilgili İbnü’l-Arabî’de gördüğümüz bir durumu da belirtmek isteriz. O, bazen bir ayetle ilgili beş, altı hatta yedi farklı sebeb-i nüzûl rivâyeti vermektedir. İbnü’l-Arabî, “Doğu da Batı da Allah’ındır. Her nereye yönelirseniz

Allah’ın yüzü oradadır...”472 ayetiyle ilgili olarak yedi tane sebeb-i nüzûl rivâyeti

zikretmektedir. İbnü’l-Arabî, bu ayetin İbn Abbas’tan Rasûlullah namazda kıble olarak önceleri Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılarken daha sonra Kâbe’ye doğru yönelince, Yahudilerin buna itiraz etmeleri üzerine indirildiğini; Katade’den Hz. Peygamber (a.s.) ve sahabenin istedikleri yöne doğru namaz kılma konusunda serbest bırakıldıkları hususunda indirildiğini; yine Katade’den Nebi’ye iman eden ama kıbleye yönelmeden namaz kılan Necâşî hakkında indirildiğini; İbn Ömer’den nafile namazıyla ilgili indirildiğini; Âmir b. Rebia’dan karanlık gecede kıbleye dönmeksizin namaz kılanlar hakkında indirildiğini; dua hakkında indirildiğini nakletmektedir. Yine o, sebeb-i nüzûl rivâyetleri içerisinde “onun manası doğuya veya batıya nereye dönerseniz dönün sizin yöneleceğiniz tek bir kıble var demektir”

şeklinde bir rivâyet de nakletmektedir. İbnü’l-Arabî, bu yedi rivâyetin de ayetin

nuzül sebebi olmasının muhtemel olduğunu beyan eder ve rivâyetleri teker teker değerlendirir.473

Burada dikkatimizi çeken, fakat İbnü’l-Arabî’nin açıklama ihtiyacı hissetmediği bir husus vardır. İbnü’l-Arabî, sebeb-i nüzûl olarak zikrettiği son iki rivâyeti, ayetin manası olarak vermektedir.474 Bu hususla ilgili kaynaklarda “Sahabe ve tabiûnun âdetindendir ki, onlardan ‘şu ayet şunun için indi’ dedikleri vakit, ondan kastettikleri şey, o ayetin şu hükmü tazammum ettiğini ifade etmek istemeleridir. Yoksa bu hadise, ayetin sebeb-i nüzûlü demek değildir.” şeklinde açıklama yapılmaktadır.475

471

Cessâs, Ahkâm, II, 61. 472

Bakara 2/115. ٌ&َِ- ٌ[ِNاَو َ2ا نِإ ِ2ا ُ2ْ/َو &َlَ" اَُ. ََFْ:َbَ" ُبِْZَْاَو ُقِْ]َْا ِ2َِو 473 İbnü’l-Arabî, Ahkâm, I, 42-3.

474 Benezer bir rivâyet için bkz. İbnü’l-Arabî, Ahkâm, III, 282-83.

475

İbnü’l-Arabî, bazı sebeb-i nüzûl rivâyetleri için diğer iki müfessirde

görmediğimiz “bu mevzudur”,476 “bu ayetin zahirine uymaz”477 şeklinde cerh ifadeleri kullanmaktadır.

Ahkâm tefsîri sahipleri, sebeb-i nüzûl rivâyetlerine yukarıda ifade ettiğimiz gibi çeşitli konularda yer vermektedirler. Özellikle de ayetin murâdını tespit etmede sebeb-i nuzülden faydalanmaktadırlar. “Sebebin hususî olması, hükmün umumî olmasına mânî değildir” prensibini kabul etmekle birlikte, ayetlerden çıkardıkları hükümlerin sağlamlığını, daha iyi gösterebilmek için sebeb-i nüzûl rivâyetlerine değinmektedirler. Bazen müfessirlerimizden birinin kabul ettiği rivâyeti, diğeri eleştirmektedir. Ancak genelde aynı rivâyetlerden faydalanmaktadırlar. Görebildiğimiz kadarıyla sebeb-i nüzûl rivâyetlerinden en fazla İbnü’l-Arabî faydalanmaktadır. O, bazı ayetler için yedi tane farklı sebeb-i nüzûl rivâyeti zikretmektedir. Yine o, sebeb-i nüzûl rivâyeti olarak zikrettiği haberi, ayetin tefsîri anlamında değerlendirmektedir. Müfessirler, birden fazla sebeb-i nüzûl rivâyeti nakletmişlerse ya hepsini sahih kabul etmekle birlikte birini tercih etmekteler ya da birini sahih, diğerlerini zayıf addetmektedirler. Bazen de her rivâyetin, muhtemel olabileceğini belirterek rivâyetlerle ilgili bir yorum yapmadan ayetin tefsîrine geçmektedirler. Müfessirler, zaman zaman da rivâyetleri cem’ etme yoluna gitmektedirler.