• Sonuç bulunamadı

UYUM TEORİLERİ

2.3 Türkiye’ye Uluslararası Göçler ve Tarihsel Süreci

29

“doğru tanımlama için bağlamsal bir referans gerektiren çok boyutlu bir kavramdır”

(Raihanah, 2009:63). Kymlicka, liberal bir bakışla “azınlık gruplarının liberal haklarını kullanmalarını ya da kaynaklardan adil pay almalarını engelleyen dışlanma ve damgalanma pratikleriyle savaşan bir politika” (Kymlicka, 1998) olarak ele alır.

Çokkültürlülük kuramı, kültürleri farklılıkları ile kabul eder ve “çoğunluk kültürünün veya egemen kültürün baskısı olmaksızın bir toplumdaki tüm kültürlere eşdeğerde bir yaklaşımı savunur. Dolayısıyla bu kuram, bir toplumda birden fazla kültürün yaşaması halinde egemen kültür ile diğer kültürler (alt-kültürler) arasındaki ilişkiyi incelemektedir” (Barın, 2011:57).

Literatürde “mozaik” ya da “salata kâsesi” (salad bowl) isimleriyle de betimlenen bu kuramda her bir kültür kendi öz benliğini, farklılığını muhafaza ederken birey göç ettiği topluma ayak uydurarak toplumun bir parçası olduğu varsayılmaktadır.

30 itibaren yaşanan ve büyük çapta Anadolu’nun etnik değişimine neden olan göç dalgaları önemli rol oynamıştır”. 11

Cumhuriyetin ilânından önce Anadolu coğrafyasına yönelik çok sayıda bireysel ve kitlesel sığınma hareketinden söz etmek mümkündür. Türkiye'nin uluslararası göç tarihinde ilk sırada Balkanlar’dan Anadolu’ya yapılan göç hareketleri yer alır. Osmanlı Devletinin sınırlarını genişletme süreci içerisinde, Anadolu’da Türk nüfusunun yoğun olduğu yerlerden,

Balkanlar’da, “Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Bosna Hersek, Romanya, Üsküp,

Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk, Kosova gibi fethedilen bölgelere”, Türk nüfusunu yerleştirmek suretiyle yaşanan göç ve nüfus hareketliliğidir. “Osmanlı Devletinin bölgenin “Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması” hedefi doğrultusunda izlediği “bölgeye yönelik sistematik bir iskân ve nüfus politikası" (Özdal, 2018: 90) bölgenin sosyokültürel ve ekonomik değişimiyle birlikte, Balkanlardaki halkların bütünleşmesi ve geniş bir kültürel etkileşimin temellerinin atılmasına yol açmıştır (Ortaylı, 2006: 91).

Osmanlı Devleti’nin Dağılma Dönemi’ne gelindiğinde “1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, 1912-1913 Balkan Savaşları” ve devletin Balkanlar’daki topraklarını kaybetmesinin ardından bölgede yaşayan Türklerin Anadolu’ya yaptıkları göçler Cumhuriyetin ilânından sonra da devam etmiştir. Bu süre zarfında mübadele ve zorunlu göç gibi sebeplerle 6.425.000 sığınmacı ve mültecilerin Türkiye' ye geldiği bilinmektedir (Shaw, S. J., ve Shaw, E. K. dan Akt. Berber, 2011). Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’dan Anadolu’ya göçlerde güçlükler yaşansa da zaman içerisinde “bu göçmenler Türk toplumu içinde uyumlu bir yaşam olanağı bulmuşlardır ve bugün bu göçmenlerin ülkede göçmen statüsü bile

11 GİGM, https://www.goc.gov.tr/kitlesel-akinlar

31 kalmamıştır” (Ertan ve Ertan, 2017: 7-39).

Başta Suriye, Irak, Afganistan, İran olmak üzere çeşitli Orta Doğu ülkelerinde yaşanılan savaş, terör, ekonomik krizler ve sıkıntılar, baskıcı yönetimler nedeniyle pek çok insan Türkiye' ye göç etmiş ve göç etmeye de devam etmektedir. Bu başlık altında ikinci göç dalgası, Körfez Harekâtı ve Irak’ın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından işgali ile yaşanmıştır.

“Körfez Savaşı sonrası, Kuzey Irak’ta oluşan otorite eksikliğinden kaynaklanan belirsizlik ve kaos, Türkiye’nin hemen sınır ötesinde yeni bir tehdit ve risk bölgesi meydana getirmiş; Körfez Savaşı’nın bitmesiyle birlikte, 1991’in ilk yarısında bölgede yaşanan ayaklanma, terör ve tedhiş faaliyetleri, Türkiye’ye doğru ekseriyeti Kürt olan büyük bir göçü tetiklemiştir” (Yaycı, 2019:

331-352).

1990 yılında Kuveyt’in Irak ordusu tarafından işgali, Birleşmiş Milletler (BM)’in Irak’a kınama ve ekonomik yaptırım kararları alması, ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin askeri müdahalesi çok sayıda insanın Türkiye, Suriye, Ürdün ve İran gibi komşu ülkelere kaçmasına yol açmıştır. “Bu süreçte yaklaşık 260.000 nüfusa sahip Şırnak ili birkaç gün içerisinde toplam nüfusa eşit sığınmacıya; 175.000 nüfusa sahip Hakkâri ili de

200.000’den fazla sığınmacıya ev sahipliği yapmıştır” (Kavak, 2013: 437). Ortadoğu Araştırma Merkezi (ORSAM) tarafından hazırlanan araştırma raporuna göre yaklaşık bir milyon Iraklı Suriye’ye, yarım milyondan daha fazlası da Ürdün’e, Kürtlerden ve Türkmenlerden oluşan yarım milyon Iraklı ise Türkiye’ye sığınmıştır (ORSAM, 2010).

Suriyelilerden sonra kayıtlı sayıca en fazla ikinci grubu oluşturan Afganların yanında kayıtlı olmayan ya da kaydolmayı bekleyen düzensiz göçmenlerin de önemli bir kısmını yine

32 Afganistan ve Pakistan’dan gelenler oluşturmaktadır.12 (Bkz. EK-2, Grafik 2.7) Veriler

“Türkiye’nin Suriyelilere yönelik açık kapı politikası uygulamasının diğer sığınmacılara da imkân sağladığını ortaya koymaktadır”. Nisan 2011’de Suriyelilerin Türkiye' ye gelişiyle başlayan kitlesel hareketliliğin ülke gündemine girmesiyle İran, Irak, Afganistan gibi diğer Orta Doğu ülkelerinden sığınma talebiyle gelenlerin sayısı da artmaya başlamıştır. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)’nin Kasım 2019 verilerini gösteren grafikten de anlaşıldığı üzere dünyada en fazla sayıda mülteci ve sığınmacı barındıran “Türkiye, 3.6 milyondan fazla kayıtlı Suriyeli’nin yanı sıra”, Afgan, Iraklı ve diğer uyruklardan 365.000’den fazla sığınmacı ve mülteciye de ev sahipliği yapmaktadır. (Bkz. EK- 2, Grafik 2.8)

Afganistan tarihinde yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve ülkenin dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olması her daim göç veren bir ülke olmasında etkili olmuştur. Yıllar süren iç savaşlar yanında coğrafi konum itibariyle “doğu ve batı arasında bir ticaret ülkesi ve İpek Yolu ticaret yolları üzerinde kilit bir nokta” olması göçlerin “ülkenin tarihsel kimliğinin ayrılmaz bir parçası” olmasında önemli rol oynamıştır (Kuschminder ve Dora, 2009: 10). Afganistan’dan ilk büyük dışgöç dalgası Sovyet işgali ile yaşanmakla beraber kayıtlar, öncesinde de dini, etnik ve kültürel bağlar, coğrafi yakınlık ve ekonomik yönden daha iyi durumda olmaları gibi sebeplerle Afganların İran ve Pakistan’a göç ettiklerini göstermektedir

(Marchand vd., 2014: 29).

“Soğuk savaş döneminde Afganistan üzerinde yürütülen ideolojik rekabet, bölge ülkelerinin müdahil olduğu etnik gruplaşmaları ve bu grupların kıyasıya çatışmalarını beraberinde getirmiştir” (Aras ve Toktaş, 2008: 47). 11 Eylül terör saldırıları ile birlikte tüm dünyanın

12 GİGM, https://www.goc.gov.tr/genel-mudurumuz-anadolu-ajansina-verdigi-roportajda-gundeme-dairaciklamalarda-bulundu-2 (Erişim tarihi:29 Mart 2020)

33 dikkatini üzerine çeken Afganistan, sonrasında “ülkeler için endişe kaynağı ve işverenler için de ucuz emek kaynağı” haline gelmiştir (Yıldırım, 2018: 128).

İran, Pakistan gibi ülkelere sığınan Afganlar bu ülkelerde bir süre yaşadıktan sonra

“ötekileştirilme, işsizlik, sosyal yaşamdaki zorluklar gibi nedenlerle” tekrar bir göçle Türkiye’yi ikinci sığınma ülkesi olarak tercih etmektedirler (Biner, 2016: 41). Ya da birçoğu için Türkiye

“Avrupa ülkelerine gidebilmek için bir geçiş (transit) ülkesidir ve Türkiye'de kalış süreleri içinde” Avrupa’ya geçiş için maddi koşullarını sağlamaya çalışmaktadırlar.

Yine bu coğrafyada yaşanan bir başka göç hareketi “1979 İran Devrimi sonrasında ve İran-Irak savaşının yaşandığı 1980-1988 yılları arasında ve sonrasında yaşanmıştır. İran’dan Batı ülkelerine yönelen bu göçlerin çoğu transit bir geçiş yolu olarak görülen Türkiye üzerinden gerçekleştirilmiştir” (Şahin ve Düzgün, 2015: 179). Deniz “Mülteci Hareketleri Açısından Van Kentinin Durumu Ve Kentteki Mültecilerin Demografik Profili” başlıklı çalışmasında da

“İran’ın nükleer çalışmalarına yönelik uluslararası ambargolardan ekonominin olumsuz etkilenmesi ve İran sınırına oldukça yakın olan Van il merkezinde Bileşmiş Milletler Mülteciler Komiserliği’ne ait bir ofisin bulunmasının İran merkezli göçlerin Türkiye’ye yönelmesini teşvik ettiğini” belirtmiştir (Deniz, 2009: 190).

Türkiye göç tarihinde kırılma noktası denilebilecek göç hareketi ise Suriye iç savaşı ile yaşanmaktadır. Orta Doğu coğrafyası etnik, kültürel ve dini farklılıkların şekillendirdiği devletler ve toplumları açısından “krizlerin ve çatışmaların neredeyse son bulmadığı, etkilerinin sonraki dönemlere yansıdığı ve ilişkilerin bunun üzerine kurgulanıp özellikle de devlet politikalarının bu zeminde belirlendiği” (Besen, 2019: 7) bir tarihe sahip olmuştur.

Stratejik ve jeopolitik konumu nedeniyle tarih boyunca dünyanın ilgisini çeken Suriye,

“I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nden ayrılmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından

34 sonra” da Türkiye-Suriye ilişkileri gündemde olmaya devam etmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında, Fransa’nın Suriye’den tamamen çekilmesini müteakiben 1946 yılında ‘Suriye Arap Cumhuriyeti adıyla Birleşmiş Milletler’e katılmıştır (Kaştan, 2007: 2-3).

Darbeler, kabine değişiklikleri ve askeri diktatörlüklerle siyasi istikrarın bir türlü sağlanamadığı Suriye'de, temel politikası “Suriye, Irak, Filistin ve Ürdün’ü birleştirerek ‘Büyük Suriye’ projesini hayata geçirmek ve Arap dünyasını tek bayrak, tek devlet, tek ordu altında toplamak olan Baas Partisi, 1946’da ülkenin bağımsızlığını kazanmasından sonra resmi bir kimlik kazanmış” (Arı, 2017:128-129) ve 1946 yılında da bir darbe ile iktidara gelmiştir. 1971 yılında devlet başkanı seçilen “Hafız Esad ile başlayan ve oğlu Beşar Esad ile devam eden tek parti iktidarı günümüze kadar gelen süreçte ülkeyi yönetmektedir” (İnce, 2017: 263).

Ekonomik eşitsizliklerin ve yoksulluğun yüksek seviyede olması, yaşam koşullarının giderek zorlaşması tüm bunların yanı sıra eğitimli insanların işsizlik oranının da artması uzun yıllar baskıcı ve otoriter rejimlerle yönetilen Arap halklarının isyan hareketlerine dönüşmüştür.

“Demokratikleşme istikametinde müspet bir gelişme olarak değerlendirildiği için çoğunlukla Arap Baharı ifadesiyle isimlendirilen süreç Aralık 2010 tarihinden itibaren kısa zamanda Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde hızla yayılarak Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de yönetimlerin değişmesine yol açmıştır” (Sandıklı ve Semin, 2017: 194). Suriye'de ise rejim karşıtı protestolar, reform talepleri ve kitlesel yürüyüşler, iktidarın eylemlerin bastırılması için şiddet kullanmasıyla “kısa bir sürede pek çok uluslararası aktörün ve IŞİD gibi devlet dışı örgütlerin devreye girdiği” (Erdoğan, 2018) çatışmalara ve günümüze kadar devam eden bir iç savaşa dönüşmüştür.

26 Mart 2020 tarihi itibariyle “BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)’nin verilerine göre 2011 yılından bugüne tüm dünyada toplam 5,562,204 kayıtlı Suriyeli savaş

35 ortamından kaçarakgüvenli bir alan arayışı içerisinde başta Türkiye, Lübnan, Ürdün, Mısır ve diğer komşu ülkelere sığınmıştır”. Çok sayıda insanın hayatını kaybettiği, yüz binlercesinin yaralandığı savaşta, milyonlarcası da Suriye içinde yerlerinden edilmiş olup, ulaşması zor ya da kuşatılmış yerlerde yaşam mücadelesi vermektedir. Birleşmiş Milletler 10. Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres, 16 Temmuz 2013 tarihinde The Telegraph gazetesine verdiği bir demeçte “Yaklaşık 20 yıl önceki Ruanda soykırımından bu yana bu kadar korkutucu seviyede artan bir mülteci akımıyla karşılaşmadık”13 dediği rakamların o tarihten bugüne seyri, aşağıdaki grafiklerde görüleceği üzere, Suriye'deki iç savaşın yol açtığı insani krizin boyutlarını göstermektedir. Karşılaştırmalı olarak bakıldığında Temmuz 2013’te yani bu demecin verildiği tarihte zorunlu olarak ülkesinden ayrılan kayıtlı Suriyelilerin sayısı 1.572.839 iken Mart 2020’de bu sayı 5.562.204’e ulaşmıştır. (Bkz. EK- 2, Grafik 2.9)

26 Mart 2020 itibari ile Türkiye % 64, 5 ile sayı bazında en fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye’yi % 16,4 ile Lübnan (910,256), %11,8 ile Ürdün (656,103),

% 4,5 ile Irak (248,162), % 2,3 ile Mısır (129,957) takip etmektedir.14 (Bkz. EK- 2,

Grafik 2.10) “Suriyeli mültecilerin % 14,7’si (952 bin) Avrupa’da, 50 bini ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Kanada gibi ülkelerde yaşamaktadır.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 26 Mart 2020 tarihli verilerine göre Nisan 2011’de ilk Suriyeli sığınmacı kafilesi 252 kişi ile Türkiye'ye geldiğinden bugüne kadar geçen süre içerisinde sayı 3.586.070’e ulaşmıştır”. (Bkz.Ek-2.11)

Türk Hükümeti’nin “insani bir gereklilik olarak” benimsediği “açık kapı politikası” ile

“geçici koruma” statüsü verilen Suriyeli sığınmacıların 63.718’i “geçici barınma

13 UNHCR, https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/syria/10183899/Syria-refugee-crisis-asbad-as-Rwanda-genocide-UN-says.html (Erişim tarihi 1 Nisan 2020)

14 UNHCR, Total Persons of Concern by Country of Asylum, https://data2.unhcr.org/en/situations/syria (Erişim tarihi 6 Nisan 2020)

36 merkezlerinde”, 3.522.352’si de “geçici barınma merkezleri dışında” ikamet etmektedir.

%98,22’si şehir merkezlerinde yaşayan Suriyelilerin çok sayıda bulunduğu ilk beş şehir sırasıyla İstanbul, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa ve Adana’dır. Bu sayının %46,6’sını

(1.657.936) 0-18 yaş arası çocuklar, %70,53’ünü (2.530.547) kadınlar oluşturmaktadır.15

Coğrafi konumu itibariyle “Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir geçit bölgesi olması nedeniyle pek çok göçmen ve sığınmacı için için önemli bir durak noktası” (İçduygu, Erden ve Gençkaya, 2014: 236) olan Türkiye ile Suriye’nin 911 km’lik uzun bir kara sınırını paylaşmaları, sınıra yakın bölgelerde tarih boyunca toplumlararası dostluk ve akrabalık bağlarının kurulmasının yanı sıra böylesi uzun bir sınırın kontrolünü kısmen de olsa zorlaştırmaktadır.

Türkiye “2011 yılından beri izlediği açık kapı politikasını 2016 sonrasında durdurmuş olmasına ve hatta son 2 yılda Suriye, Irak ve İran sınırlarına -hem terörle mücadele hem de düzensiz göç ile mücadele amacıyla- 900 km’yi aşan duvar örülmesine rağmen, sınırlardan giriş-çıkışlar hala devam etmektedir” (Erdoğan, 2019: 3).

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM)’nün “Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve sonrasında Türkiye'ye yönelik kayda geçmiş kitlesel göç verilerine göre:

·1922-1938 yılları arasında Yunanistan’dan 384 bin kişi,

· 1923-1945 yılları arasında Balkanlar’dan 800 bin kişi,

· 1933-1945 yılları arasında Almanya’dan 800 kişi,

· 1988 yılında Irak’tan 51.542 kişi,

15 Mülteci-Der, https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/ (Erişim tarihi 6 Nisan 2020)

37

· 1989 yılında Bulgaristan’dan 345 bin kişi,

· 1991 yılında I. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’tan 467.489 kişi,

· 1992-1998 yılları arasında Bosna’dan 20 bin kişi,

· 1999 yılında Kosova’da meydana gelen olaylar sonrasında 17.746 kişi,

· 2001 yılında Makedonya’dan 10.500 kişi,

· Nisan 2011- Nisan 2020 arasında Suriye’de yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle yaklaşık 3.6 milyon Suriyeli Türkiye'ye göç etmiştir”16 (GİGM, 2020).