• Sonuç bulunamadı

111 Ulukan (2008:191)’ın tezinde, Bulgaristan göçmenlerinin sorunlarının yetkililere iletilmesinde Bulgaristan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği temsilcilerinin girişimleri

“dayanışma ağları, dernekleşme” kavramları üzerinden yer verilmişken Buran (1993)’ın tez araştırmasında göçmen ve mülteci dernekleri “baskı grubu olma ” kavramı üzerinden ele alınmıştır.

Alan R. Ball baskı gruplarını, “belli bir uyum ve ortak amaç çerçevesinde bir araya gelmiş ve siyasal karar verme sürecini etkilemeye çalışan toplumsal gruplar” olarak tanımlamaktadır (Ball’dan Akt. Arı, 2005). İstanbul ve Bursa’da bulunan Balkan Göçmen ve Mülteci Derneklerinin, üyelerinin çıkarlarını gözeterek onların istek ve eğilimlerini siyasi makamlara iletmeleri konusunda ne ölçüde aktif oldukları bu kavram üzerinden araştırılmıştır (Buran, 1993).

Kürekçi (2009)’nin tezinde Türkmen derneklerinin yardımıyla araştırmanın katılımcılarına ulaşılabildiği bilgisine yer verilmiştir.

3.3.3. KÜLTÜREL SORUNLARIN 2011 YILI ÖNCESİ VE SONRASI DÖNEMLERDE GÖRÜNÜMLERİ

Kültürel yaşam alanlarında bireyler arası ilişkiler, evlilikler, yerleşik halkın göçmenler hakkındaki düşünceleri başlığı altında önyargılar, kalıp yargılar, kimlik ve aidiyet başlığı altında Müslüman-Türk kimliğinin öne çıkarılması temaları ele alınmıştır.

112

“Hükümet göçmen ve mültecileri ilgilendiren bir konuda karar alırken ve/veya işlem yaparken ilgili derneklerin görüşlerine doğrudan başvurmamakla beraber, göçmen ve mültecilerden sorumlu devlet bakanının zaman zaman ilgili derneklerle toplantılar yaptığı belirtilmiştir” (Buran, 1993, s. 282-183).

“Etnik kökenler bakımından çoğunluk Azeri ve daha sonra Fars ve Kürt kökenliler yer almaktadır. Aynı zamanda Türklerle ortak geçmiş, köken, dil gibi öğeler kültürel bütünleşmede fonksiyoneldir ve uyum sorunlarını kolaylaştırır” (Haji Agha, 2007, s. 149).

“Memnunuz. İlk yıllarda gençlerimize sataşmalar oldu. Şimdi iyiyiz.”

“Sorunumuz olmadı. Bize iyi bakarlar.”

“Yerli halk bize eziyet vermedi. Bizlere iyi davrandılar.” (Sürmeli, 2010, s. 162)

“Ciddi bir uyum sorunu yaşamadık. İlk geldiğimizde okulda çocuklarımız ufak tefek okul arkadaşlarıyla sorunlar yaşadılar. Onlarda basit ve önemsiz şeylerdi. Yerli halkın kötülüğünü görmedik” (Sürmeli, 2010, s. 179).

Evlilik

(Cevizci, 2007), Haji Agha (2007), Kürekçi (2009) ve Sürmeli (2010)’nin tez çalışmalarında evlilik konusuna yer vermişlerdir:

“Göçmediği halde göçmenim diyen 2. kuşak göçmen olma durumunu özellikle evlilik çağında ciddi biçimde yaşadığını belirtmektedir. Vranofça adetleriyle büyümüş ve orada evlenmiş ilk kuşak, göç ettikten sonra yeni yerde adetlerini büyük oranda devam ettirmiş, kendi çocuklarını benzer adetlerle evlendirmiş; ama bugün son kuşak için bu gelenekler ebeveynleri kadar bağlayıcı değildir. Şimdiye kadar kuşaklar arası fark olarak vurguladığımız bazı değişimler, ilk kuşakla diğerleri arasındaki farkı belirtmek amacıyla Vranofça’da yaşananlar ve İzmir’de yaşananlar olarak ayrımlaştırılmaya çalışılmıştır” (Cevizci, 2007, s.

70).

113

“Önemli bir oranda İranlı göçmenlerin Türk’le evli olmalarıdır ve bu ilişki uyum süreçlerinde çok önemli bir işleve sahiptir. Bu tabloya göre, İranlı göçmenlerin İranlı ve Türklerle evli olmaları, hem çifte vatandaşlığı, hem Türkiye’ye uyumlarını kolaylaştırmaktadır.

Diğer taraftan, göçmenlerin çoğunluğunun Azeri olmaları da evliliğin Türklerle olmasını açıklamaktadır. Yani, İranlı göçmenlerin çoğunluğu Azeri Türkü olmasından dolayı Türklerle evlilik yaşamda ve çifte vatandaşlık haklarını kazanmaları doğaldır ve bu durum İranlı göçmenlerin daha az uyum sorununu yaşamalarını ve kimlik ve aidiyet sorunlarını daha az hissetmelerine yol açmaktadır.” (Haji Agha, 2007, s. 123).

“Büyük bir kesimi, özellikle de yaşlı ve evliler, aynı geleneklere ve dine sahip olduklarından Türklerle evlilik düşüncesine olumlu baktıklarını söylemektedirler. Bekâr ve genç yaş grubuna dâhil olanlar ise, düşünce bağlanımda anlaşabildikleri herkesle evlenebileceklerini belirtmektedirler” (Kürekçi, 2009, s. 103).

“Yerli halkla bütünleşme, akrabalık kurma noktasında ‘çocuklarının yerli halktan biriyle evlenmesini nasıl bulursunuz ?’ sorusuna % 34,2’si bir şekilde olumlu bakarken, cevap vermeyenler dâhil % 65’e yakın bir kısmı bunu uygun bulmadığını belirtmektedir. Bu rakamlar yetersiz de olsa Iğdır’da yaşayan Ahıskalı Türklerin kendi içine kapalı bir grup özelliği gösterdiğinin işaretleri olarak okunabilir” (Sürmeli, 2010, s. 136).

Yerleşiğin Göçmenler Hakkındaki Düşünceleri

“1989 göçünün kitlesel olması aynı zamanda kitlesel bir şekilde Türkiye’ye işgücü akımı anlamına da gelmektedir. Bu akım çoğu zaman yerli işgücü ile göçmenleri işgücü piyasasında karşı karşıya getirmiştir. Diğer bir deyişle, göçmenlerin gelmesiyle yerli işgücü kendini işsizlik baskısı altında hissetmiştir. Göçmenlerle gerçekleştirdiğimiz anket ve

114 derinlemesine görüşmelerde yerli halkın ve akrabaların “geldiniz işimizi aldınız” gibi tepkileriyle sık sık karşılaştıkları dile getirmişlerdir” (Ulukan, 2008, s. 205).

“Niye yerli halka da konut yapılmıyor diye devletin bize yapmış oldukları yardımı eleştirenler de oldu” (Sürmeli, 2010, s. 129).

Önyargı - Kalıp Yargılar

Yerli halkın göçmenler hakkındaki önyargıları ve/veya kalıp yargıları Sürmeli (2010)’nin tezinde görülebilir:

“İlk geldiğimizde çarşıya çıktığımızda bizim Ahıskalı bayanlara çarşıda laf atanlar oluyordu. İlk başlarda bize kötü kadın gözüyle bakıp, yerli halktan laf atanlarda oldu.

Sözlü tacizlerle aşağılayanlarda vardı. Yerli halk bizim kadınlarımıza yanlış gözlerle bakıyorlardı. Bunun nedeni de bizim Rusya’da eğitimli ve daha modern bir yaşam sürmemizdi. O dönemlerde Iğdır’da yaşayan yerli halkın eğitim düzeyi, özellikle kadınların eğitim düzeyi bizlere göre daha düşüktü. İnsanlar geleneklerine bağlıydı. Ve dolayısıyla da bizleri yanlış değerlendiriyorlardı. Bu durum 5-6 yıl kadar sürdü.

Son zamanlarda böyle bir sıkıntımız kalmamıştır” (Sürmeli, 2010, s. 188).

İstenmeyen Yabancılar

Yerleşik halkın kadın göçmenlere yönelik olumsuz tepkilerine Cevizci (2007) ve Ulukan (2008)’nın tez çalışmalarında yer verilmiştir:

“İlk geldiğimizde tamamen dışlandık. Her şeyimiz, kültürümüz ters geldi. Bizim için de onların kültürleri ters geldi. Başım açık çocuğumu sokakta arabasıyla gezdiremiyordum. Herkes bana bakıyordu” (Ulukan, 2008, s. 174).

“Bursalılarla ilişkimiz hiç iyi değildi. Açık geziyoruz diye bize kızdılar. Çalıştığımız otelde müdür yanımıza geldi. “Burası Bulgaristan değil. Burada böyle gezemezsiniz dediler”(Ulukan, 2008, s. 174).

115 “Anadilimiz Makedonca olsa da kendimizi tepeden tırnağa Türk hissettiğimiz için Türkiye geldik.” Bu açıklama bize gösteriyor ki, kendilerini Türk hissetmelerinden ve buna uygun yaşamak istemelerinden dolayı Makedonya’da ötekiliklerini çok yoğun bir biçimde hissetmeye başlamışlardı. Ancak İzmir’e geldikten sonra da göçmen grubun karşılaştığı durum salt mekân değişikliğinden ibaret değildi. Kendilerini tepeden tırnağa Türk hissetmelerine rağmen geldikleri coğrafyada Türklüklerine ilk anda inanılmadı.

“‘Türkçe bilmeyene Türk denmez’ görüşü ve ‘Gavurdan Müslüman olmaz’ tipi söylemler burada da ilk anda kendi içlerine kapanmalarına neden oldu. Bu da 2.

Ötekilikleriydi” (Cevizci, 2007, s. 44).

“Göçmenlerin karşı karşıya kaldıkları bir diğer tepki ise kendilerine “Bulgar” ya da

“gavur”diye hitap edilmesidir. Görüşme yaptığımız birçok göçmen böyle tepkilerle karşılaştıklarını belirtmişlerdir. Görükle göçmen konutlarında görüşme gerçekleştirdiğimiz 52 yaşındaki kadın görüşmeci bu durumu şöyle özetlemektedir:

“Bizi en çok üzen “Bulgar”, “gavur” demeleri oldu. Çok ağrımıza gitti. Biz Türklük için bunca şeye katlandık buralara geldik böyle şeylerle karşılaşınca insan çok üzülüyor. Ama bunu söyleyen cahil insanlar. Hiçbir şeyden haberi yok” (Ulukan, 2008, s. 174).

Müslüman – Türk Kimliği

Müslüman-Türk kimliği teması Cevizci (2007), Akpınar (2009) ve Sürmeli (2010)’nin tez çalışmalarında yer verilmiştir:

“Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, üniter yapısını tehdit etmeyecek nitelikteki göçmen kafilelerine vize vermiş ve Müslüman Türk unsurları taşımaları nedeniyle Türkçe bilmeyen gruplara da izin verilmiştir. Yugoslavya’da 1944’de yapılan nüfus sayımında kayıtlara kendilerini Türk olarak yazdırmış Vranofçalılar, genelde Kur’an –ı Kerim’den esinlenilerek konmuş isimleri ve Makedonca soy isimleri ile geldikleri Türkiye sınırından yeni, Türkçe soy isimleri alarak geçmişlerdir” (Cevizci, 2007, s. 59-60).

116 “Anadilimiz Makedonca olsa da kendimizi tepeden tırnağa Türk hissettiğimiz için Türkiye geldik” (Cevizci, 2007, s. 44).

“Türkiye'ye yönelik uluslararası göçlerde coğrafi yakınlığın yanı sıra etnik, dini, tarihi bağların da etkili olduğu göçmenlerle yapılan görüşmelerden anlaşılmaktadır. Tez yazarlarının neredeyse tümü göçmenlerin Türkiye'ye gelmelerinin nedenleri arasında coğrafi yakınlığın yanı sıra Türklük ve/veya Müslümanlık kimliklerine vurgu yapmaktadırlar. Aynı etnik ya da dinsel kimliğe sahip olmak göçmenler için sorun yaşanmaması gerektiği anlamına gelmektedir:

“Görüşme yaptığım 2 Afgan işçiden birinin elinde iş elbiselerini koyduğu bir çanta vardı. Çantanın üzerinde bir bira markasının sembolü vardı. Diğer Afgan işçiler bunu fark edip hemen onu uyardılar ve o çantayı kullanmamasını söylediler. O da hemen bir naylon torba bulup iş elbiselerini ona koydu. Müslüman - Türk olarak kendilerini tanımlayan bu işçiler bu tür sembollerin iş bulamama tehlikesine yol açmasından korkuyorlardı” (Akpınar, 2009, s. ).

“Asla geriye dönmeyi düşünmüyorum. Kendi vatanıma, kendi bayrağımızın dalgalandığı ülkemize geldik. Orada çocuklarımız okula gittiğinde ‘Allah yoktur’ oruç tutanlara ise ‘oruç tutmayın’ derlerdi. Orada din özgürlüğümüz yoktu. Kazaklar dini inançlarımızdan dolayı bizimle alay ederlerdi. Bizlere ‘aç oturmayla mı Müslüman oldunuz’ derlerdi” (Sürmeli, 2010, s. 182).

Kimlik ve Aidiyet

Kimlik ve aidiyet konusuna Cevizci (2007), Haji Agha (2007) ve Kürekçi (2009)’nin tez çalışmalarında yer verilmiştir:

“Vranofçalılar için,

117 -Uzun bir zaman diliminde 3 kuşağı birleştiren bir grup bilincine ve aidiyetine sahip olmaları bakımından,

-Gerek etnik ve dinsel açıdan, gerekse dilsel açıdan hem Makedonya’da hem Türkiye’de(İzmir’de) farklı olma halini bizzat yaşamaları bakımından,

-Gerek Türk örf adetleri olarak gerekse de Müslümanlığın gerekleri olarak alışkanlığa dönüşmüş pratikleri nesilden nesile aktarırken kendi göçmenliklerine yaptıkları atıf bakımından, -Türkiye’ye geldikten sonra sosyal ve kültürel açıdan toplumdaki diğer gruplarla çatışmaya girmeden yaşamaları bakımından, sahip oldukları Sosyal(Kültürel) kimlikten söz

edebilmekteyiz” (Cevizci, 2007, s. 43).

“. . .kimlik ve aidiyet bağlamında; İranlı göçmenlerin ülkelerini özleme dereceleri,

%91 oranında ezici çoğunluk evet derken; %5 oranında hayır olmuştur. . .katılımcılarından %67 gibi oldukça yüksek bir oran için en önemli bağ olan aidiyet açısından İranlı olduklarını ve kendilerini İran’a ait hissettiklerini söylemeleri, bu insanların hala kendi ülkelerinden, kültürlerinden, değerlerinden kopmadıklarını; vatandaşlık bağlarını sürdürmek istediklerini göstermektedir” (Yümni, 2003:56, Haji Agha, 2007: 150).

“Göçmenlerin büyük bir kısmı Türkiye'yi anavatan olarak gördükleri halde, kendilerini Türkmen olarak tanımlamaktadır. Türkmen kimliğini, Türk kimliğinin altında bir alt kimlik olarak görmektedirler” (Kürekçi, 2009, s. 102).