• Sonuç bulunamadı

117 -Uzun bir zaman diliminde 3 kuşağı birleştiren bir grup bilincine ve aidiyetine sahip olmaları bakımından,

-Gerek etnik ve dinsel açıdan, gerekse dilsel açıdan hem Makedonya’da hem Türkiye’de(İzmir’de) farklı olma halini bizzat yaşamaları bakımından,

-Gerek Türk örf adetleri olarak gerekse de Müslümanlığın gerekleri olarak alışkanlığa dönüşmüş pratikleri nesilden nesile aktarırken kendi göçmenliklerine yaptıkları atıf bakımından, -Türkiye’ye geldikten sonra sosyal ve kültürel açıdan toplumdaki diğer gruplarla çatışmaya girmeden yaşamaları bakımından, sahip oldukları Sosyal(Kültürel) kimlikten söz

edebilmekteyiz” (Cevizci, 2007, s. 43).

“. . .kimlik ve aidiyet bağlamında; İranlı göçmenlerin ülkelerini özleme dereceleri,

%91 oranında ezici çoğunluk evet derken; %5 oranında hayır olmuştur. . .katılımcılarından %67 gibi oldukça yüksek bir oran için en önemli bağ olan aidiyet açısından İranlı olduklarını ve kendilerini İran’a ait hissettiklerini söylemeleri, bu insanların hala kendi ülkelerinden, kültürlerinden, değerlerinden kopmadıklarını; vatandaşlık bağlarını sürdürmek istediklerini göstermektedir” (Yümni, 2003:56, Haji Agha, 2007: 150).

“Göçmenlerin büyük bir kısmı Türkiye'yi anavatan olarak gördükleri halde, kendilerini Türkmen olarak tanımlamaktadır. Türkmen kimliğini, Türk kimliğinin altında bir alt kimlik olarak görmektedirler” (Kürekçi, 2009, s. 102).

118

“Türkler ile arkadaşlık kurmak veya anlaşmak konusunda soru yöneltilen 30 kişiden 16 kişi aynı cevabı vermiştir. Onlar için Türkler ile arkadaşlık kurmak veya anlaşmak kolaydır. Bunun sebebi olarak kültürel anlamdaki benzerliklerini göstermişlerdir. Ancak 10 kişi Türkler ile arkadaşlık kurmak veya anlaşmanın zor olduğunu açıklamıştır. Endonezyalılar dili (Türkçeyi) fazla bilmediği için kolayca ilişki kuramadıklarını ifade etmektedirler” (Sunardi, 2014, s. 79).

“Katılımcıların ifadelerinden ev sahibi toplumla mesafeli, rekabetçi ancak sorunsuz ilişkiler kurdukları anlaşılmaktadır. Ev sahibi toplum için ortak olarak “buralılar” ve “yerliler”

ifadelerini kullanan katılımcıların bazıları bu grupların da kendileri gibi İstanbul’a göçle geldiklerini ve kentin asıl sahipleri olmadıklarını ifade etmişlerdir. Doğu illerinden iç göçle İstanbul’a göç eden kişilerle ilişkilerin nasıl olduğunu paylaşan bir katılımcı şu ifadeleri kullanmıştır:

Biz büyüdükçe bizim kazançlarımız öne geçmeye başladıkça Kürtler bize tahammül edememeye başladılar. Tito’nun veletleri bunlar diyorlardı. Daha doğrusu p.çleri diyorlardı da ben ağzıma almak istemiyorum. Dağdan gelip bağdakini kovmak istediler. Biz dağdan gelmişiz ama biz teknoloji her şeyde daha öndeyiz. Sanat ticaret her şey bizimkilerde. Kürtler ve aşırı MHP’liler bu durumdan hoşnut değildiler. MHP’liler niye geldiniz niye göç ettiniz derlerdi.

Halbu ki adam bizden daha uzaktan gelmiş Yozgat’ı bırakmış Kahramanmaraş’ı bırakmış gelmiş buraya yahut Adıyaman Siirt’ten gelmiş kalkıp onu bize söyleyebiliyor. Siirt otuz iki saat Kosova-Makedonya on iki saat. Biz daha yakınız Türkiye’ye baktığında. Arada bir sınır var Bulgaristan ondan sonrası Edirne. Edirne’den beş altı saat sonra Makedonya’dasın” (Çalışkan, 2018, s. 113).

“Bazı katılımcılar da zamanla ev sahibi toplumla kültürel alışverişlerin yaşanmaya başladığını şu şekilde ifade etmişlerdir: “Bizim burda komşularımız var Rumelili değil ama onlar Tek Rumeli (TV kanalı) izliyor, düğünlerinde bizim müziklerimiz çalışıyor.

Bayılıyorlar” (Çalışkan, 2018, s. 114).

119 “Benim sosyal hayatım biraz karışım gibi değerlendirilebilir. Türk sınıf arkadaşlarım var ve beraber kafelere gideriz, çalışma grupları oluştururuz. Diğer bir taraftan benim Filistinlilerden oluşan bir çemberim var ve örnek vermek gerekirse Ramazan ayında beraber iftar yapmaya çalışırız ve Ramazan Bayramı’nı birlikte geçirmeye çalışırız çünkü çoğumuz yalnız yaşıyoruz ve tatilleri birlikte geçireceğimiz ailelerimiz yok” (Noubani, 2019, s. 58).

Evlilik

Sunardi, (2014), Çalışkan (2018) ve Noubani (2019)’nin tez çalışmalarında göçmenlerin evlilik yaşamları konusuna değinilmektedir:

“Endonezyalı göçmenler arasındaki önemli bir grup olarak Türklerle evlenen Endonezyalı kadınlardan bahsetmek gerekiyor. Aslında Türk kadınlarla evlenen bazı Endonezyalı erkekler de var ama onların sayısı Türk erkekleriyle evlenen Endonezyalı kadınlara göre oldukça az.

Yapılan bazı röportajlara göre, Türkiye'de iş ya da eğitim amaçlı bulunan Endonezyalı erkekler, Türk kadınların evlendikten sonra Türkiye'de kalmayı istemeleri dolayısıyla bu konuda Endonezyalı kadınlara göre oldukça geridedir. Yabancı bir ülkede tamamen yeni bir hayata başlamak ve aynı zamanda yeni kurulacak bir aileyi desteklemek kolay değildir. Bu yüzden Türk kadınları, Endonezyalı erkekler tarafından tercih edilmiyor. . . Oysa bu durum Endonezyalı kadınlar için karşılaşılmayacak bir durum olarak ifade ediliyor. Başka bir ülkede yaşamak ve yeni kültürler keşfetmek yabancılarla evlenmek için tetikleyici nedenlerdendir.

Daha da önemlisi her iki toplumda da evin yükünün erkek tarafından sağlanması konusundaki düşünce, kadınların evlerini daha kolay taşımasına olanak sağlamaktadır. Bu durumda, Türklerle evlenen çoğu Endonezyalı kadın, Endonezyalı erkeklerin Türk kızlarıyla evlendiklerinde karşılaşabilecekleri problemlerle karşılaşmıyorlar” (Sunardi, 2014, s. 70-71).

120 “Katılımcıların tamamının kendileri gibi Yugoslavya’dan göç etmiş kişilerle evlilik yaptığı dikkat çekmektedir. Bu evliliklerin Torbeş, Boşnak ve Türkler gibi Balkan Müslüman gruplarını da kapsayacak şekilde yapıldığı görülmektedir. Katılımcılar Yugoslavya’da da bu gruplar arasında kız alıp vermelerin yaygın olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca kendi eşlerini tanıtırken de Torbeş, Boşnak ya da köken olarak Balkan Türki olsalar bile, eğer aynı köy, kasabadansa “hemşerim” ifadesini kullanmışlardır. Ev sahibi toplumdan kişilerle evliliğinse grup içerisinde uzun yıllar kabul görmediğine ve yargılandığına vurgu yapılmıştır”(Çalışkan, 2018, s. 101).

“Türkiye’ye yerleşmek ve burada bir evimin olması benim için bir seçenek değil.

Gazze’de doğdum ve hayatımın yarısını Gazze’de hiçbir here gitmeye imkân bulamadan geçirdim, geri dönmek de benim için bir seçenek değil. Filistinli bir kız ile bir ilişkim var ama o Batı Şeria’dan. Onunla evlenmeyi düşünüyoruz ve bizim için aynı şehirde yaşamanın tek yolu Türkiye’de yaşamak ve burayı evimiz yapmak” (Noubani, 2019, s. 50).

Yerleşiğin Göçmenler Hakkındaki Düşünceleri

Oğuz (2013) ve Çolak (2019)’ın tez çalışmalarında yerli halkın göçmenler hakkındaki düşüncelerine yer verilmiştir:

“Sığınmacıların Türkiye’deki yaşam koşullarına ilişkin yerleşiğin bilgi ve algısını anlamaya çalışırken ya da araştırma konumun sığınmacılarla ilgili olduğunu söylediğim an, en çok duyduğum ifade “burada bizden daha iyi yaşıyorlar” idi:

Valla, burada bizden iyi yaşıyorlar, devlet hepsini sigortalıyor.

Senden benden daha iyi, o kesin. Devlet hepsini sigortalıyor, maaş da bağlıyor.

Yani, ne bileyim bizden bir farkı yok. Yani burada sen mesela devletin neyinden faydalanıyorsan o da faydalanıyor, burada sen halkın neyinden faydalanıyorsan o da faydalanıyor. Çünkü bizde ayrım yok, özellikle de Antep’te yok. O yüzden hiç kimseye

121 söylemiyoruz yok sen şuralısın, buralısın, bizde hiç kesinlikle yok öyle bir şey. Nasıl söyliyim yani, benden fazlasını yaşıyorlar ama eksiğini yaşamıyorlar. İranlılar da Afganlar da öyle, gezerler, şey yaparlar”

Keyifleri yerinde, eğlenmeye falan da zaman ayırıyorlar. Belki kendi ülkelerinde hasret kaldıkları bir şeydir. Geçen Pazar dükkânı açmak için gelirken gördüm, Kavaklık’ın orada piknik yapıyorlardı. Kapatmış dükkânlarını eğleniyorlar, oysa biz gelip açıyoruz”

(Oğuz, 2013, s. 195).

“Bazı işçiler Suriyelilerle kaynaştıklarını ve iş arkadaşları olan Suriyelilerle iyi anlaştıklarını söyleseler de arkadaşları haricindeki Suriyeliler için toplumdaki duyumlarıyla elde ettikleri bazı genel yargıları taşımaya devam etmektedirler. Yapılan görüşmelerin çoğunda bu yargılar, Suriyelilerin çalışmayı sevmedikleri, işten kaçmak için fırsat kolladıkları, iş yerinde fazla mesai yapıldığı zaman ek ücretlere ihtiyaçları olmasına rağmen hiçbir zaman fazla mesaiye kalmadıkları, uzun çalışma saatlerinden şikâyetçi oldukları, eğer daha fazla ücret veren bir iş yeri bulurlarsa hiç düşünmeden ellerindeki işi dahi bırakıp gittikleri, Suriyeli kadınların ellerinin ağır olduğu, yine kadınların çalışmayı sevmedikleri ve çalışmaya alışkın olmadıkları, bu yüzden kadın çalışan sayısının çok az olduğu gibi mevcut durumdan şikâyetçi söylemler sıralanmaktadır” (Çolak, 2019, s. 78).

Önyargı - Kalıp Yargılar

Oğuz (2013), Çalışkan (2018) ve Çolak (2019)’ın araştırmalarında göçmenlere yönelik önyargılı bir yaklaşımın hâkim olduğu gözlenmektedir.

“Yani şöyle söyleyeyim, yüzde sekseni, bence yani, kendi ülkelerinde yaşamalarından ziyade Avrupa ülkesine gitme taraftarı olduğundan dolayı sığınıyor. Yoksa yani belki oradaki hayat şartları, belki yani hani şu siyasi filan diyolar ya, yani onların yüzde yirmisinden çok olduğunu ben sanmıyorum. Yani daha lüks yaşama. Yani hayat şartlarından dolayı, bence” (Oğuz, 2013,s. 190). “İlk zamanlar bizi kolay kolay kabul etmiyorlardı. Bir defa nereden geldin Yugoslavya’dan, gâvursun sen diyorlardı. Hatta bana

122 Tito’nun bilmem neyi derlerdi arkadaşlar. Şimdi ağzıma almak istemiyorum. Tabi. Ama üç dört ay sonra hepsi bizim ne olduğumuzu anladılar. Çünkü bana o lafı söylediği zaman ben gidip ona karşılık verip kavga etmiyordum. Biz Müslümanız, Türk’üz diyorduk biz. Ama tabi dinlemiyorlardı ama sonra sonra anladılar”(Çalışkan, 2018).

“Cahiller, eğitimsizler. Üç kuruşa çalışmak zorunda kalıyorlar. Bayanlar daha çok trikotajda çalışıyorlar. On tane erkeğin arasında çalışmak zorunda kalan kadın ne iş yapar? Atletle dolaşan erkekler.”

“[İranlı sığınmacılar için] Çok dindar görünüyorlar ama içleri öyle değil. Kadınları da zorunluluktan kapanıyorlar, Türkiye’de hemen açılıyorlar. Öyle pek de iyi insanlar değiller” “Evet, sessiz sakin görünüyorlar ama selam bile vermiyorum. Bunlara değmezmiş gibi geliyor bana. Tüm dünyada böyle ama. Afganlar pek de rağbet görmezler” (Oğuz, 2013, s. 186).

“Yaptığımız derinlemesine görüşmelerde yerleşiğe sorduğum sorulardan birisi de kendilerinden maddi ya da manevi yardım isteyen bir sığınmacı olup olmadığı idi. Bu sorunun peşinden, verilen cevaba göre, yardım isteğine nasıl bir cevap verildiğine ilişkin konuşuyorduk.

İran Pasajı içinde mağazası bulunan Mümin’in bu soruya verdiği yanıt şu şekildeydi:

Maddi anlamda zaten sen güvenip veremezsin. Bu ben de olsam başka buradaki herhangi bir esnaf da olsa hani maddi anlamda sana hiç güven vermiyor ki. Çünkü sığınmacı, ne olduğunu bilmiyorsun. Geçmişini bilmiyorsun, arkadaşın değil.

Güven vermeyenle ilişkilendirilmek, yerleşiğin tercih etmediği, sakındığı bir durum olarak ortaya çıkabiliyor. Sığınmacı kültürel grubunun güven vermeyen, tekinsiz olduğuna dair yerleşikteki kalıp yargılar, iki kültürün karşılaşmasında yerleşik kültürel grup üyelerinin sakınma tutumu geliştirmesine yol açabiliyor”(Oğuz, 2013,s. 181).

123 İstenmeyen Yabancılar

Oğuz (2013) ve Çolak (2019)’ın tez çalışmalarında göçmenlerin istenmediğine dair bilgilere yer verilmiştir:

“Yoksulluk arttıkça, yerleşikle sığınmacıların gündelik hayatlarındaki karşılaşmalarında var olan kaynakları paylaşmak daha büyük bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Bu sorun, valiliğin aşevinden, haftanın altı günü, karneyle yemek alan yerleşik ve sığınmacılarla sohbet ederken farklı bağlamlarda ifade edildi. Örneğin, benim denetçi olarak aşevine geldiğimi düşünen İbrahim, yemek dağıtan görevlileri şikâyet ederken; “Sığınmacılara hem daha fazla hem de daha güzel yerinden yemek veriyor” (Oğuz, 2013,s. 200).

“Bu çalışmada görüşme yapılan yerli işçilerden Sünnilerin çoğunluğu Suriyelilerle kültürel bağlarının olduğunu fakat bunun çok güçlü olmadığını ifade etmiştir. Kültürel bağlarının daha güçlü olduğunu ifade eden görüşmeciler ise konu ekonomik sorunlara gelince, göçmenlerin uygun şartlar oluştuğunda evlerine geri dönmesi gerektiğini birçok kez vurgulamışlardır. Bu noktada, yukarıda değinildiği gibi, dinsel ve etnik kimlik her ne kadar bütünleştirici olsa da ekonomik faktörler yerli-göçmen ilişkisinde daha etkin olabilmektedir.

Birbirine yakın coğrafyalar, ortak din ve tarihi paydaşlık da bu noktada yaygın kanaati derinden etkilememektedir” (Çolak, 2019, s. 78).

Müslüman – Türk Kimliği

Müslüman-Türk kimliği kavramları Bozkurt (2013), Oğuz (2013), Sunardi (2014), Çalışkan (2018) ve Çolak (2019)’ın tez çalışmalarında yer verilmiştir:

“Kaynarca’da yapılan sözlü tarih görüşmelerinde sorduğumuz "Kendi kimliğinizi nasıl tanımlarsınız?" sorusuna katılımcıların çoğu tarafından "Türküm ve elhamdülillah

124 Müslümanım!" yanıtı verilmiştir. Bazıları Türk kimliğini, bazıları Müslüman kimliğini önce vurgulamış olsa da bu ikisi birlikte ifade edilmiştir. Bunun haricinde verilen yanıtlar şöyledir:

"Balkanlarda Boşnak olmak Müslüman ve Türk olmak anlamına gelir" "Balkanlı olma duygusunu daima hissediyorum ve bununla çok mutluyum" "Vatanımız Türkiye dedik ve geldik” (Bozkurt, 2013, s. 219).

“Burada çok uzun saatler çalışıyoruz. İş çok oluğunda bazen günlerce uyumuyoruz. Ama bunun karşılığında günlük 8 TL alıyoruz. Müşteri geldiği zaman 100 milyonlar kazanıyorlar ama bize sadece 8 TL veriyorlar. Ben Hristiyan’ım, önceden Müslüman’dım. Üç sene önce Hristiyan oldum ama onların da Müslüman olduğuna inanmıyorum”(Oğuz, 2013, s. 269).

“Türk insanları Endonezyalı olduklarını öğrendiklerinde onlara karşı oldukça kibar ve iyi davranıyorlar. Türklerle Endonezyalılar arasındaki kardeşlik duygusunun dini temelleri olabilir.

Çünkü Endonezyalıların çoğunluğu da Müslümandır. Türkler, Müslüman

Endonezyalılara İstanbul’da olsun ya da diğer şehirlerde oldukça misafirperver davranıyorlar”

(Sunardi, 2014, s. 79).

“Bir sefer çağırdiler bizi adliyeye. Cağaloğlu’nda. Hanımla ikımız. Bakıyor orade ben komünist miymişim neymişim. Valilikte. Sonra şubeye gittik. Sordu bana dedi soyadin ne?

Dedim bizim Ramadan dedemiz. Ya dedi sizin böyle ne iş yapıyorsunuz. Dedim ben mobilyacıyim. “Çalışkan!” dedi koyacağız senin soyadını çalışkan olacaksın. Zaten dedim ben oni seviyorum. Atatürk demiş ne mutlu Türk’im diyene. Türkler çalışkan, Türkler cesur. Ben zaten öyle istiyordum. Benden sonra kim gelmiş bu soyadı aldı. Ben de yürüttüm hep o soyadını, 30 kaç tane yetiştirdim ben burda mobilyacı”

“Devlet dairelerinde ağır hareketlere uğradıklarını ifade eden katılımcılar da olmuştur:

1963 senesinde pasaport için gittim ne zaman pasaport almaya üç sene doldu o zaman bekliyormuş üç ay. Gittim ben yabancı şubede, emniyet müdür döndü bana Tito’nun p.çi o…çocuğu. Doğru söyle dedi bana. Emniyet müdürü. Emniyet müdürü 63 senesinde. Ve gitti

125 pasaportu aldı attı suratıma. Ama olsun gene biz isyan etmedik, olsun olsun. Türkiye’yi çok seviyorduk, Türk bayrağını seviyorduk. Her şeye katlandık”

“Bu hakaretleri “bayrak sevdası için sindirdiklerini” belirten katılımcı sözlerine şu şekilde devam etmiştir: Çok zoruma gitti o benim ama olsun diyorum ben ama çok zoruma gidiyor.

Baba bir gavur o kelimeyi kullanmamıştır orada. Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin biri Müslüman olarak o kelimeyi kullansın. Hani Tito’nun p.çi demek bu çok ağır bir laf. Olsun ama Allah’a havale ettik başka ne yapacaksın. Biz kendimizi çalışarak burada kendimizi ispatladık, bütün göçmenler burada muhacirler çalışarak kendimizi ispat ettik” (Çalışkan, 2018, s. 122).

“Katılımcıların çoğu Arnavut kimliklerini ikinci planda tutarak, kendilerini “Müslüman-Türk vatandaş” olarak tanımlamışlardır. Ancak kökenlerinin gizlenmesi gereken bir kimlik unsuru olmadığını, aksine “Arnavut göçmeni” olmalarının zamanla ev sahibi toplumda sempati uyandırdığını dile getirmişlerdir. Kendini yalnızca Arnavut olarak tanımlayan tek bir katılımcı olmadığı gibi, anadili Arnavutça olmasına rağmen Arnavut olmanın kendisi için hiçbir şey ifade etmediğini ve kendini her zaman Türk olarak hissettiğini belirten katılımcılar olmuştur. Ayrıca katılımcıların geleneklerinden bahsederken Arnavut kültüründen rahatlıkla

bahsettikleri dikkat çekmiştir” (Çalışkan, 2018, s. 132).

“Türkiye’nin halkı ve gelenekleri kendilerine yakın olduğu ve İslam ülkesi olduğu için Türkiye’de kalmayı istediğini, ayrıca Türkiye’de kalırsa belki vatandaşlık alabilme şansının olabileceğini ama Suriye’de bunun olamayacağını ifade etmiştir”(Çolak, 2019: 83).

Kimlik ve Aidiyet

Kimlik ve aidiyet konusuna Çalışkan (2018) tez çalışmasında yer vermiştir:

“Katılımcıların kendilerini tanımlamalarının oldukça çeşitli olduğu gözlemlenmiştir.

Katılımcılar kendilerini tanımlarken, “Müslüman, Türk, Müslüman-Türk, Rumeli Türkü, Rumelili, Yugoslav göçmeni, göçmen, Arnavut, Arnavut göçmeni, Türk-Arnavut” ifadelerini

126 kullanmışlardır. Ayrıca “Üsküplü, Karadağlı, Makedonyalı” gibi şehir veya ülke isimlerine gönderme yaparak kendini tanımlamayı tercih eden katılımcılar da olmuştur” (Çalışkan, 2018,

s. 124).

“Orada azınlıktık. Buraya kendi vatanımıza geldik. Burada rahatız. Endişemiz yoktur.

Gitmeyiz” (Sürmeli, 2010, s. 125).

3.6. Kültürel Sorunların 2011 Öncesi Ve Sonrası Dönemlerde