• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin kalkınma programlarda enerji alanında yapılması planlanan hiçbir nükleer santralin hayata geçmemiş olması sürdürülebilir kalkınma için bir eksiklik olarak görülmektedir.

Şekil 4: Türkiye’de Enerji Tüketiminin Kaynak Dağılımı (2011).

TEK bünyesinde 1971’de başlatılan çalışmalar sonucunda 600 MW’lık ilk nükleer santralin 1983-1984 döneminde işletmeye girmesi öngörülmüş, 1976 yılında Mersin-Silifke-Akkuyu kuruluş yeri olarak seçilmiş, ancak gerekli kredi bulunamamış ve ihaleyapılamamıştır (Baysal, 1982: 97). Aslında ihale 1977 yılında gerçekleştirilmiş, ilk ihaleyi kazanan Asea-Atom firması ile 1980 yılına kadar görüşmeler devam etmiştir.

Yapılan yoğun görüşmeler sonucunda, ABD – İspanyol fizibilitesi ve Kanada 400 MWgüç üretmesi planlanan santral finansman konusundaki sıkıntılar ve dış çevrelerin engellemesi ile(Külebi, 2007: 183-184) firmanın yüzde 100 kredi getirememesi ve o dönemdeki politik sıkıntılar nedeniyle ihale tamamlanamamıştır (WEB_35).

İkinci nükleer santral ihalesi için 1983 yılında anahtar teslimi olarak çalışmalar başlatılmış fakat daha sonra YİD modeline dönüştürülerek karar değiştirilmiştir. İhaleye giren Siemens-KWU ve General Electric firmaları bu yüzden ihaleden çekilmişlerdir. Kanada menşeli AECL firmasının YİD modeli kapsamında getireceği kredilere devlet garantisi istemesi konusunda ısrarlı olması nedeniyle ikinci kez ihale sonuçlandırılamamıştır (WEB_36). 1986 yılında olan Çernobil kazası sonrası TAEK’in

Petrol; 27% Doğalgaz; 35% Kömür; 28% Hidrolik; 10% Nükleer; 0

Nükleer Enerji Dairesi kapatılmıştır. 1994 yılında tekrar başlayan çalışmalar neticesinde danışmanlık ihalesi açılmış ve Kore ihaleyi kazanmıştır. Nükleer santrallerden yatırım maliyetinin çok pahalı olması nedeniyle vazgeçildiği açıklanmış, ihale Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmiştir. Kısaca dış baskılar ve pazarlıktaki başarısızlıklar nedeniyle ihale olumlu sonuçlanmamıştır (Külebi, 2007: 184).

17 Ekim 1996 tarihinde yapılan üçüncü ihale kapsamında Türkiye Elektrik İşletmeleri (TEİAŞ) Genel Müdürlüğü tarafından Ekim 1997 yılında toplanan teklifler, 1999 yılında Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu kararı ile iptal edilmiştir (WEB_37).

2005 yılına kadar tekrar gündeme gelmeyen nükleer santral kurma projesi, Rusya’nın Ukrayna’ya giden doğal gaz vanalarını kısmasıyla meydana gelen doğal gaz krizi ile elektrik üretiminin o yıllarda %45’ini doğalgazdan sağlayan Türkiye için enerji sıkıntısına yol açmış ve gündeme gelmiştir. Doğal gaz kaynaklarının büyük bir kısmının Rusya’dan sağlanması ve Rusya’nın agresif enerji politikası, enerji arz güvenliği açısından Türkiye’nin nükleer enerji alternatifini tekrar gündemine almasına ve dördüncü kez nükleer enerji santrali ihalesi açmasına sebep olmuştur (WEB_38).Nükleer enerji üretiminin başlamasıyla Türkiye, daha önce elektrik üretiminde kullandığı ve cari açıkları üzerinde büyük baskı yaratan doğalgazı daha doğru değerlendirebilme şansına sahip olabilecektir.

Türkiye, 2007 yılında çıkardığı 5710 sayılı Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun ile uzun vadede enerji talep ve üretim planlamasında nükleer enerjiden faydalanmak için santral kurma çalışmalarına ilişkin hukuki altyapısını tamamlamıştır.

24 Eylül 2008 tarihinde ETKB’na bağlı Türkiye Elektrik Ticaret Anonim Şirketi (TETAŞ) tarafından nükleer santral ihalesi yapılmıştır. 19 Aralık 2008 tarihinde TAEK, Atomstroyexport-Inter Rao- Park teknik grubunun teklif ettiği Rus tipi bir nükleer santral çeşidi olan VVER reaktör tasarımının, nükleer enerji santrallinin kurulması ve işletilmesine yönelik istemiş olduğu dokuz ana kriteri karşıladığı açıklanmış ve santral ihalesi olumlu sonuçlandırılmıştır (WEB_39).

Türkiye’nin nükleer programa yeni başlayacağı göz önünde tutularak dünyada yaygın olan santral tiplerinin ülkemizde kurulması amaçlanmış ve nükleer güç santrallerinin sınanmış ve güvenilirliğini kanıtlamış reaktör tiplerinden seçilmesi amaçlanmıştır (WEB_40).

Türkiye’nin nükleer santral sahibi olmak için somut adım atma girişimi tüm dünyada nükleer enerjiye olan ilginin canlandığı (dünyada 66 nükleer santralin inşa halinde ya da inşası için karar alınmış durumda olduğu) bir döneme rastlamıştır (WEB_41).

Önceki ihaleden farklı olarak, uluslararası lisanslı Mersin Akkuyu’nun yanı sıra, TAEK tarafından yer tespiti ile ilgili Karadeniz ve Akdeniz bölgeleri ağırlıklı olmak üzere sekiz ilde nükleer santral yatırımı ile ilgili ön çalışmalar yapılmıştır (Külebi, 2007: 187).

İhtiyaç duyulan enerjinin üretilebildiği bir ülkede yaşayan insanların yaşam koşulları, daha refah ve çağdaş bir seviyeye ulaşması da mümkün olmaktadır (Atılgan, 2013: 59).

Fransa elindeki 58 nükleer santralle elektriğinin %78’ini nükleer reaktörlerden sağlamaktadır. Türkiye’de zamanında yapılması planlanan fakat bir türlü hayata geçirilemeyen nükleer santral projelerini gerçekleştirmiş olsaydı şu anda ki gibi doğalgaz bağımlısı olmayacak, yıllarca enerji ithalatı için ödenen milyarlarca doları tasarruf edebilecekti. . Enerji talep artışı yılda ortalama %7-8 civarında gerçekleşen ve dünyada elektrik talep artışında 1.4 milyara yakın nüfusu olan Çin’den sonra ülkemiz 75 milyon nüfuslu bir ülke olarak ikinci sırada yer almaktadır. Bu da demek oluyor ki, ülkemiz enerji arz portföyüne mutlak surette 7 gün 24 saat enerji üreten nükleer enerjiyi katmak zorundadır. 21. yüzyılda Türkiye’nin ilerlemesi için, nükleer bilim ve teknolojide uzmanlaşması zorunlu hale gelmiştir (Baydoğan,2006: 47).

2015 yılından itibaren elektrik arz ve talep projeksiyonlarına bağlı olarak 5000 MW gücünde nükleer santral kapasitesinin işletmeye alınması planlanmaktadır. Hükümetin nükleer enerjinin gerekliliği konusunda sunduğu argümanlar, 2020 yılında ülkemizin enerji ihtiyacı 570 milyar kWh olacaktır ve tüm öz kaynaklarımızı kullansak dahi bu ihtiyaç karşılanamayacaktır, dışa bağımlı kaynak çeşitlendirmesine gidilmelidir, tek başına doğalgaza bağımlılık sorun yaratabilir, Türkiye nükleer teknolojiye sahip olmalı, bu yarışta mutlaka yerini almalıdır, nükleer enerji temiz ve güvenlidir, şeklinde ifade edilmiştir (WEB_42). Enerji kaynakları bakımından doğal gaz ve petrol gibi kaynaklarının çok yetersiz olduğu Türkiye’de, kömür yakıtlı termik santraller ve hidroelektrik santrallerden üretilen enerji yeterli seviyede ihtiyacı karşılayamamaktadır (Zararsız, 2009: 5).

İktisadi Kalkınma Vakfı Raporu'na (2004: 56) göre “Enerji projeleri büyük finansman ve uzun yatırım süreleri gerektiren projelerdir. Doğalgaz santralleri ortalama

2-3 yıl, kömür santralleri 5-6 yıl, hidroelektrik santralleri 7-8 yıl, nükleer santraller ise 8-10 yılda tamamlanabilmektedir. Dolayısı ile bugün alınacak tedbirler bile en erken 3- 5 yıl sonrasını etkileyebilecektir. Bugün ortaya çıkan problemlerin ise geçmiş 5-10 yıl arasında gerekli yatırımların gerektiği şekilde yapılmamasından kaynaklanmaktadır.”

Nükleer enerji, ülkemiz için enerji arz güvenliğimizin sağlanması, enerji ithal bağımlılığımızın ve cari açığın azaltılması bakımından büyük önem taşımaktadır (ETKB,2011:6). Yıllık elektrik üretiminin %40’ının doğalgaz kullanılarak elde edilmesi oluşabilecek herhangi bir darboğazda enerji arzını kritik bir duruma düşürebilecektir. Dünya’da enerjiye kavuşamamaktan dolayı ölen insan sayısı,1.5 milyon, bir hastalık neticesinde ölen insan sayısından çok daha yüksektir.

Nükleer enerji konusunda Türkiye’de henüz bir adım atılmazken, dünya elektrik üretiminde bugünlerde yüzde 16 olan nükleer enerji payının, 2025 yılında yüzde 23’e, 2050 yılında yüzde 30’a, 2075’te yüzde 38’e ve 2100’lerde yüzde 40’lara kadar çıkması beklenmektedir (ATO, 2004: 2).

Günümüzde halihazırda yürütülen herhangi bir proje olmamasına rağmen, Türkiye’nin enerji planlarında 2012’ye kadar üç nükleer santral kurulacağı belirtilmekle birlikte, gelecekte 15 yıldaki enerji ihtiyacının bir bölümünü karşılamak için 5.000 MW’lık bir nükleer enerji yatırımı öngörülmektedir (ETKB, 2007: 44).

İKV Raporu (2004: 63)’na göre “Nükleer enerji;

Doğalgaz da olduğu gibi hammadde nakli için boru hatlarına ihtiyacı olmaması,

Toplam enerji üretim maliyeti içerisindeki yakıt maliyeti oranının fosil türlerine oranla düşük olması (% 15-20 civarında),

Nükleer yakıtların fosil yakıtlarla doğrudan ilişkisi olmadığından özellikle 1970’lerdeki petrol krizi gibi fosil yakıtlarda meydana gelebilecek dalgalanmalardan etkilenmemesi gibi özelliklerinden dolayı nükleer güç teknolojilerini, ülkemizin enerji kaynakları bakımından ciddi boyutlara varan dışa bağımlılığını azaltmak ve enerji arzındaki dengeyi ve güvenilirliği iyileştirmek için dikkate almamız gereken bir seçenek olarak ortaya çıkmaktadır.”

Türkiye’de 2011 yılı verilerine göre üretilen toplam elektrik enerjisi 229395 GWh olarak gerçekleşmiştir. Elektrik enerjisi üretimi için 104047,6 GWh doğalgaz kullanılmıştır. Toplam elektrik enerjisi üretiminin %45,35’i doğalgaz kullanılarak

üretilmiştir. Doğalgaz ithal etme zorunluluğu nedeniyle Türkiye’nin enerji ithalatı rakamları sürekli yükselmektedir.

Elektrik tüketim talebinin karşılanmasının yanı sıra, Türkiye’nin 2023 yılına kadar, 500 milyar dolar ihracat gerçekleştirmesi, kişi başına 25.000 dolar milli gelire sahip olması ve 2 trilyon dolar milli gelir ile dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alabilmesi için sürekli enerji üreten nükleer güç santrallerini inşa etmesi bir seçenek değil, zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır (ETKB,2011:7).

Türkiye açısından, enerji sorununun çözümü için nükleer santrallerin kurulmasına öncelik verilmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarını da iyi değerlendirmesi gerekmektedir (WEB_43).

Türkiye’deki enerji kaynakları diğer ülkelere göre daha pahalı hale gelmiştir ve Türkiye’nin diğer ülkelerle olan rekabetini olumsuz yönde etkilemiştir (Doğan, 2008: 61). Türkiye’nin enerji konusunda dışa bağımlı olması cari açık rakamlarını da olumsuz etkilemektedir. Nükleer santraller enerji yoğun santraller olduğundan, dışa bağımlılığı

önlemekte çözümolabilecektir (Tuğrul, 2006: 37).

Şekil 5: Türkiye’nin Enerji Tüketiminde Dışa Bağımlılığı (2013)

Nükleer elektrik üretimindeki düşük yakıt ve yüksek sabit maliyet bileşenleri, elektrik fiyatlarına potansiyel olarak dengeleyici bir etki yapmaktadır (WEB_39).

Tunç ve arkadaşları da (2006) yaptıkları çalışmada, Türkiye’nin enerji kaynakları, kurulu elektrik gücü kapasitesi ve elektrik enerjisi üretim ve tüketim oranlarını Almanya, İsviçre ve Fransa ile karşılaştırılmış ve incelemişlerdir.1980-2001

İthalat; 73% Üretim; 27%

yılı verileri kullanılarak 2010-2020 yılları arasındaki elektrik tüketimi doğrusal matematiksel modellemeyle ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Yaptıkları bu çalışma sonucunda Türkiye açısından nükleer ve hidroelektrik santrallerin diğer enerji kaynakları (petrol, kömür, doğalgaz) ile karşılaştırıldığında maliyetlerinin düşük olması nedeniyle hayatî bir öneme sahip olduğu ifade etmişlerdir. Ayrıca 2010 yılı için 222,000 GWh elektrik üretmenin toplam maliyeti 6,888,000,000 dolar olarak öngörülmüş, çalışmada Türkiye’de herhangi bir nükleer santral inşa edilmez ise, söz konusu maliyetin 7,006,300,000 dolara çıkacağı iddia edilmiştir. Çalışmaya göre 2020 yılında ise, 322,000 GWh elektrik üretiminin toplam maliyetinin 9,924,000,000 dolar olacağı ileri sürülmüştür. Türkiye’de herhangi bir nükleer santral inşa edilmemesi durumunda ise, bu maliyet 10,344,000,000 dolara çıkacaktır (Tunç vd., 2006: 50-59).

Doç. Dr. Gürkan Kumbaroğlu, Mersin’de kurulacak olan nükleer santral için yapmış olduğu nükleer enerji ekonomisi analizi neticesinde, Rusya ile Türkiye arasında yapılan hükümetler arası anlaşmanın Türkiye için ekonomik açıdan avantajlı göründüğünü söylemektedir.

ETKB’ ye göre;

“Nükleer santrallerin güvenlik değerlendirmesi bağımsız lisanslama kuruluşları tarafından son derece tutucu varsayımlara göre yapılmaktadır. Ayrıca bu santraller işletmede oldukları sürede sürekli denetim altındadır. Bu nedenle nükleer santrallerin çevre ve insana zarar verebilecek şekilde kaza yapma riski, günümüzde kullandığımız diğer teknolojik ürünlere göre, yok denecek kadar azdır. Bir nükleer santralin çevresinde yaşayan insanlara yüklediği yıllık doz doğal radyasyonun çok altındadır.

CO2 emisyonuna neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 2300 milyon ton CO2 emisyonuna engel olmaktadır.

SO2emisyonuna neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 42 milyon ton SO2 emisyonuna engel olmaktadır.

NOx emisyonuna neden olmaz. Dünyada kurulu nükleer santraller yılda 9 milyon ton NOx emisyonuna engel olmaktadır.

Atık kül üretimine neden olmaz. Dünyada kurulu bulunan nükleer santraller yılda 210 milyon ton kül üretimine engel olmaktadır.”

21. yüzyıla gelirken nükleer enerjinin çevre için iyi yanlarının daha da görülmeye başlandığını, fosil yakıtlardan daha ileri olduğu savunulmaktadır (Comby, 2006; 195-198).