• Sonuç bulunamadı

Türkiye İşçi Sendikaları Açısından Örgütlenmenin Kritik Önemi

1980 sonrası ve özellikle 2002 sonrası dönemde sendikaların üye sayılarında ve sendikalaşma oranlarında meydana gelen gerilemeyle sendikalar başladıkları noktaya geri dönmüşlerdir. Böylece sendikaların zaten dar olan temsil gücü 1980 sonrası dönemde büyük ölçüde azalmıştır. Zira resmi istatistiklere göre dahi 2017 yılı Temmuz ayı itibariyle her 100 işçiden ancak 12’si sendika üyesidir. OECD istatistiklerine göre ise bu oran 6,3’e, toplu iş sözleşmelerinden yararlanan işçi sayısı dikkate alınırsa ise 4,5’a kadar düşmektedir. Bu tablonun ortaya çıkmasında kamu sektöründe meydana gelen daralma kadar büyük ölçüde kamu sektöründe çalışan işçileri örgütlemeye

8 İşten çıkarma işverenlerin sendikalaşmayı engellemek için sık sık başvurduğu bir yöntemdir. Örneğin Türk-İş’in hazırladığı “Türkiye’de Sendikal Örgütlenmenin Bedeli: İşten Atılmak” adlı rapora göre, sadece 2003-2005 yılları arasında Türk-İş’e bağlı sendikalara üye olduğu için 15 bin 531 işçi yani ortalama her yıl 5 bin 177 işçi işten çıkarılmıştır. 2003-2008 yılları arasında DİSK’e bağlı sendikalara üye olan yaklaşık 30 bin işçi işten çıkarılmıştır. Buna göre, DİSK’e bağlı sendikalara üye olduğu için her yıl yaklaşık 5 bin işçi işten atılmıştır. Yani uluslararası sözleşmelerle garanti altına alınmış, anayasal ve yasal hakları olan sendikaya üye olma hakkını kullanarak DİSK ve Türk-İş’e bağlı sendikalara üye oldukları için her yıl yaklaşık 10 bin işçi işten atılmaktadır (Bakır ve Akdoğan, 2009: 11). Bu veriler işverenlerin bireysel ve kolektif sendika özgürlüğünü engellemek için kullandıkları taktiklerden sadece birisinin somut sonuçlarını “kısmen” yansıtmaktadır. İşten atılanlar kadar işyerinde çalışmaya devam edenler açısından sendikaya üye olmanın işsiz kalmaya neden olacağı algısı yaratılarak işyerinde çalışmaya devam edenlerin sendika özgürlüğüne müdahale edilmektedir. Sendikaların işsiz kalan işçilere sağlanacak yardımlar konusunda genellikle söz sahibi olmaması nedeniyle diğer tüm koşullar olumluyken dahi işsizlik ve çeşitli biçimlerde yaratılan işsizlik korkusu sendikaya üye olma eğilimini zayıflatmaktadır (Mütevellioğlu, 2013: 185-189).

49 odaklanan adeta kamu sendikacılığı yapan sendikal geleneğin önemli payı vardır. Bu bağlamda Türkiye sendikalarının gündemlerinde değişmeyecek şekilde var olması gereken konu, örgütsüzlerin örgütlenmesi olmalıdır (Urhan, 2005a: 183).

Ülkemiz sendikaları açısından üye sayısını arttırmanın bir dizi anlamlı faydası olacaktır. İlk olarak sendika üyelerinin sendika hakkının bir uzantısı olan ve sendika hakkını işlevli hale getiren toplu sözleşme hakkından yararlanabilmeleri için üyesi oldukları sendikanın toplu pazarlık yapmaya “yetkili sendika” olması zorunluluğu yeni üye kaydetmeyi mevcut üyeler açısından da anlamlı ve önemli kılmaktadır (Urhan, 2005a: 183). Toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili olmayan bir sendika üyeleri adına toplu iş sözleşmesi bağıtlamayacağı gibi herhangi bir uyuşmazlık durumunda sendikaların en etkili çatışmacı mücadele aracı olan grev kozunu kullanamayacaktır. 6356 sayılı kanunun yetki başlıklı 41. maddesine göre bir sendikanın toplu iş sözleşmesi bağıtlama yetkisine sahip olabilmesi için iki şartı yerine getirmesi gerekmektedir. İlk şart, kurulu bulunduğu işkolundaki işçilerin en az %1’inin ilgili sendikanın üyesi olmasıdır. İkinci şart, toplu iş sözleşme yetkisi için başvurulan birim işyeri ise işçilerin yarıdan fazlasını, işletme ise en az %40’ının ilgili sendikanın üyesi olmasıdır. Bu iki şartı aynı anda sağlamayan sendikanın toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi olmayacaktır.

Daha açık bir ifadeyle, ülkemizde sendikalar, en temel işlevleri olan üyeleri adına toplu iş sözleşmesi bağıtlamayabilmek, hak ve çıkarların korunması ve geliştirilmesi mücadelesinde işverene karşı grev silahını kullanabilmek için iç ve dış örgütlenme çalışmaları yapmak yani hem iş kolunda hem de ilgili işyerinde örgütlenme çalışmalarına ağırlık vermek zorundadırlar. 2017 yılı Ocak ayı istatistiklerine göre ülkemizdeki 161 sendikadan 55 tanesinin %1’lik işkolu barajı şartını sağlayabildiği geri kalan 106 sendikanın toplu iş sözleşme yapmak için gerekli olan %1 şartını sağlayamadığı dikkate alınırsa ülkemiz sendikaları açısından örgütlenmenin ne kadar önemli olduğu daha açık bir şekilde anlaşılabilecektir.

Sendikaların üye sayısının azalması ilk aşamada sendikanın gelirlerinin azalması demektir. Bu bağlamda örgütsüzleri örgütleyerek örgütlenmenin kapsamını olabildiğince genişletmek ve böylece daha çok toplu iş sözleşmesi bağıtlamak sendikanın mali kaynaklarının geliştirilmesi açısından da son derece önemlidir (Simms, 2013: 57). Bilindiği gibi ülkemizde ve diğer pek çok ülkede sendikaların gelirleri büyük ölçüde üyelerden toplanan aidatlardan oluşmaktadır. Ülkemizde toplu iş sözleşmesi

50 bağıtlanan işyerlerinde sendika aidatlarının doğrudan işçi ücretlerinden kesilerek sendikaya ödenmesi yani check-off sisteminin varlığı sendikaları mali olarak rahatlatan bir uygulamadır. Ülkemizde yetkili olmayan ve ilgili işyerinde toplu iş sözleşmesi bağıtlamayan bir sendikanın genel olarak üyelerinden aidat toplayamamakta, yetki için başvuran sendikanın bir yetkisiz olduğunun tespiti ve başka sendikanın bu işyerinde örgütlenerek yetki alması ve toplu iş sözleşmesi bağıtlaması halinde ilgili sendika 1-3 yıl boyunca bu işyerinde toplu iş sözleşmesi yapamadığı gibi bu üyelerden gelecek olan aidat gelirinden de mahrum kalmaktadır (Urhan, 2005a: 184). Bu bağlamda ülkemizde sendikaların toplu iş sözleşmesi yapmaya yetkili sendika sıfatıyla toplu iş sözleşmesi bağıtlaması mali kaynaklarının artması açısından önemlidir.

Örgütsüzlerin örgütlenmesi yani üye sayısının arttırılması konusu sadece finansal bir konu da değildir (Simms vd., 2013: 57). Belirttiğimiz gibi ülkemizde sendikalar en güçlü oldukları dönemde dahi işgücünün görece dar bir kesiminin çıkarlarını temsil edebilmiştir. Bunda sendikaların üye tabanlarının son derece dar ve çalışma koşulları açısından büyük ölçüde benzer olması etkili olması etkili olmuştur. Bir sendika ne kadar çok örgütlenir ve üye tabanı ne kadar geniş bir yelpazeden oluşursa temsil edeceği çıkarlarda bu ölçüde çeşitlenecek ve sendikalar işçilerin işyerinden ve çalışma hayatından kaynaklanan sorunlarla sınırlı kalmayıp üyelerinin ve toplumun daha geniş çıkarlarını gündemine alma şansı elde edecektir. Ancak sendikaların kimlerin hangi çıkarlarını temsil edeceği büyük ölçüde yönetimde etkili olan üyelerin daha önceden dahil oldukları grupların çıkarları ile benzerlik taşırken diğer pek grupların çıkarlarından farklılık taşıyabileceğinden çıkar temsili sorunu kolayca ortadan kaldırılamamaktadır (Hyman, 2001b: 11-12).

Ülkemizde sendikalı işçi oranının geçmişten beri gelişmiş ülkelere göre önemli ölçüde az olmasının ve son dönemde sendikaların yaşadığı üye ve güç kaybına bağlı olarak sendikaların işçi sınıfını temsil eden kurumlar olup olmadığının sorgulanması tesadüf değildir. Bu bağlamda ülkemiz sendikalarının, sendikaların ilk ortaya çıktıkları dönemlerde tartışma konusu olan “işçi sınıfının temsilcisi” sıfatını tartışmasız biçimde tekrar kazanmak için örgütlenmek ve üye sayılarını arttırmaktan başka çareleri yoktur (Urhan, 2005a: 33). Ancak sendikalar geleneksel üyeler nitelendirebileceğimiz üye tabanı dışında işçi sınıfının değişen yapısının tamamını kapsayacak şekilde örgütlenmek zorundadırlar. Böylece sendikal örgütlenmenin olabildiğince geniş bir kesimi kapsaması

51 ve işçi sınıfının ve toplumun daha geniş kesimlerinin çıkarlarının sendikal hareket içerisinde temsil edilmesi mümkün olabilecektir. Bu nedenle Türkiye sendikaları açısından örgütlenme sendikal hareketin geleceği açısından çok daha önemlidir.

2.3. Türkiye’de İşçilerin Sendikal Örgütlenme Eğilimini Olumsuz Etkileyen