• Sonuç bulunamadı

Güvenlik Hizmetlerindeki “Kısmi” Özelleştirmenin Gerekçeleri ve Sektörün

2.4. Sendikal Kriz Karşısında İşçi Sendikalarının Yeni Örgütlenme Modeli Arayışları

3.1.1. Güvenlik Hizmetlerindeki “Kısmi” Özelleştirmenin Gerekçeleri ve Sektörün

Soğuk savaş döneminde Batı Avrupa ve ABD’de en önemli ulusal güvenlik tehdidi olarak komünizm görülürken, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ulusal güvenlik algısında önemli değişimler olmuştur. Dış düşman algısı değişirken/değiştirilirken (özellikle 11 Eylül 2001’de yaşanan saldırılardan sonra terörizm yeni dış düşman ilan edilmiştir) iç güvenlik alanında da büyük değişimler yaşanmış, devletin sunduğu güvenlik hizmetlerine ilave olarak güvenlik hizmetlerinde özel alanlara doğru bir genişleme olmuştur (Kaygusuz, 2007: 145; Karabulut, 2015: 119-120; Kaya, 2008: 86). Bu durum bireyin devletle olan ilişkilerinde önemli değişimlere sebep olmuştur.13

13 Şiddet araçlarını tekeline alan ulus devletlerin oluşmaya başladığı dönem aynı zamanda devletler arasındaki savaşın niteliklerinin değişerek “modern” olarak adlandırılan “topyekün” savaş pratiklerinin oluştuğu dönemdi. Fransız Devrimi’ne kadar büyük ölçüde büyük hanedanlar ve onların paralı askeri birlikleri arasında yaşanan savaşların yerini zamanla “modern” ve “uygar” olarak adlandırılan dönemde pek çok ülkede zorunlu askerlik uygulamaları ile oluşturulan ulusal/yurttaş ordular arasında yapılan savaşların almasıyla savaş artık toplumun tamamını ilgilendiren bir hal almıştır. “Modern devlet” yöneticileri vatandaşların kendilerinin aldığı savaş kararları doğrultusunda ölmeyi/öldürmeyi kabul etmeleri için vatandaşlarına giderek genişleyen bir takım temsili haklar vermeyi kabul etmişlerdir. Zira kendisinin hiçbir şekilde aktif rol almadığı bir savaş kararı doğrultusunda savaşmaya giden bir vatandaşı (dönemim koşulları dikkate alındığında çoğunluğunun işçiler ve yoksullardan oluştuğu açıktır) savaş dönüşü bekleyen tek şeyin işsizlik veya yoksulluk olması halinde savaşmayı kabul etmeleri beklenemezdi (Elmas, 2013: 44). Bu bağlamda, şiddet tekeline sahip modern devletin oluşumu bir yandan da devlet-piyasa/savaş-vatandaş ilişkisinin şekillenmesine neden olmuştur.

77 Genellikle devlet odaklı bir alan olan güvenlik alanında piyasa lehine yaşanan bu gelişme, 80’li yıllar ve sonrasında yaygınlık kazanan post-modern yaklaşımın bir sonucu olarak ele alınmalıdır (Bedirhanoğlu vd., 2016: 12). Özel güvenlik sektörünün gelişimi bir yandan da “zor” un sınırlarını kamusal alandan özel alana doğru genişletmiştir (Haspolat, 2006: 60).

Özel güvenlik sektörünün pek çok ülkede 1980 sonrası dönemde gelişiminin önünü açan üç temel faktör vardır. Bu faktörlerin ilki ve en önemlisi, Soğuk Savaş’ın sona ermesidir (Abrahamsen ve Leander, 2016: 2). Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle iki büyük güç arasında her an yaşanabilecek savaş tehlikesinin ortadan kalkması güvenlik anlayışında önemli değişimlere neden olmuştur. Nitekim Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından gerek ABD’de gerek Soğuk Savaş’ın mağlup tarafı SSCB’de ve Doğu Bloku ülkelerinde istihdam edilen asker ve gizli servis elemanı sayısı büyük ölçüde azaltılmıştır (Haspolat, 2006: 74; Balta-Paker, 2012b: 74; Elmas, 2013: 9; Gülcü, 2002a: 60). İşsiz kalan milyonlarca eski asker ise (özellikle 1990’lı yıllarla birlikte yeni mücadele alanı olarak belirlenen) “terörizm” ile mücadele amacıyla istihdam edilmeye başlanmıştır. Ancak bu sefer işverenleri devlet değil “kar” amacı güden özel güvenlik şirketleri ve özel askeri şirketler olmuştur. Bu faktör sosyal devletin geleneksel olarak güçlü olduğu Kara Avrupası ülkelerinde dahi özel güvenlik sektörünün gelişimini hızlandırmıştır (Abrahamsen ve Leander, 2016: 2).

Sektörün gelişimi sağlayan ikinci temel etmen, ulus devletlerin sektörün önünü açmasıdır. Devlet bir yandan geleneksel olarak güvenlik hizmeti sunduğu bazı alanlardan çekilirken diğer yandan (daha önceki dönemlerde sürekli olarak güvenlik elemanı bulundurma ihtiyacı hissedilmemekle birlikte) neoliberal dönemde güvenlik hizmetlerinin kapsamına dâhil edilen yeni alanlar oluşturulmuştur. Örneğin, siteleri “koruyan” ya da alışveriş merkezlerinin kapılarında kontrol cihazları ile bekleyen özel güvenlik görevlileri, gene alışveriş merkezleri, hava alanı gibi mekanlara girerken geçtiğimiz elektronik kapılar, turnikeler, özel ve kamusal alanının tamamını kuşatan güvenlik sistemleri ve güvenlik kameraları kendimizi güvende hissetmemiz için artık

Sosyal devletin yerini piyasacı devletin aldığı neoliberal dönemde (ülkemiz için henüz söz konusu olmamakla birlikte) sürekli ordu beslemenin gerekliliğini azaltan faktörlerinde etkisiyle savaşlarda ve bölgesel çatışmalarda aktif tol oynamaya başlayan askeri şirketlerin bu ilişkiye etkisi ve güvenliğin özel sektöre devrinin içerisinde barındırdığı tehlikelere ilişkin önemli bir çalışma için bakınız: Balta, E. (2004). “Bildiğimiz Anlamda Devletin Sonu mu?: İmparatorluk ve Özel Ordular”, Birikim, Sayı: 178, 11- 19.

78 olmazsa olmazlar arasına girmiştir. Bunlar daha önceden güvenlik alanında olmayan ancak neoliberal dönemde önümüze çıkarılan yepyeni meta alanlarıdır (Balta-Paker, 2012b: 76).

Sektörün geleneksel ve yeni alanlarda sunduğu hizmetlere olan talebin oluşması büyük ölçüde “güven(lik)sizlik algısı” nın yaratılmasına (bu durum genellikle zamanla güven(lik)sizlik paranoyasına14 dönüşmektedir) bağlıdır.15 Güvenlik ürünlerine olan talebin düzeyi yaratılan bu algının şiddetine göre artıp azalmaktadır. Bu bağlamda, güven(lik)sizlik algısının şiddetli bir şekilde var olmasının sektör açısından son derece önemli olduğunu söyleyebiliriz. Sürekli olarak önceki dönemlere göre daha tehlikeli bir dünyada yaşadığımıza yapılan vurgu, güven(lik)sizlik paranoyasını gündelik hayatın bir parçası haline getirmekte ve toplumu bir korku toplumuna dönüştürmektedir. Bu algının oluşumunda basında yer alan ve sürekli olarak polisin yetersizliğine vurgu yapan haberlerin (Elmas, 2013: 5, 10; Neocleous, 2011: 113) ve ekranlarda görmeye alıştığımız güvenlik uzmanlarının güven(lik)sizlik söylemleri etkili olmaktadır. Denilebilir ki, artan güvenlik kaygılarına koşut olarak güvenliğin dili güven(lik)sizlik üzerine kurulmuş (Neocleous, 2014: 12) ve güvenlik modern toplumun açmazı haline gelmiştir (Elmas, 2013:194 ).

Teknolojide yaşanan gelişmelere, her yanı saran kameralara ve alarm sistemlerine, diğer gözetleme sistemlerine ve etrafı yüksek duvarlarla çevrili giriş/çıkışlarında özel güvenlik görevlilerinin 7 gün 24 saat nöbet tuttuğu sitelerde ikamet etsek de (sektörün gelişimine paralel olarak sayıları hızla artan ve ekranlarda sık sık gördüğümüz) güvenlik uzmanlarının halen yeterince güvende olmadığımıza yaptığı vurgu özel güvenlik hizmetlerine olan talebin artmasında etkili olmuştur. Alınan tüm

14Özellikle ABD ve İngiltere’de iç ve dış güvenliği sağlama, terörizmle mücadele iddiasıyla alınan önlemlerin sertliği/ aşırılığı bu durumun artık paranoyaya dönüştüğünün açık kanıtıdır. Ancak halen güvenliği eleştirel bir yaklaşımla ele almak mümkünse de oluşan “güvenlik paranoyası” nedeniyle terörizmle mücadele adı altında güvenlik adına milyonlarca insanın katledildiği (Irak ve Afganistan’da olduğu gibi) günümüzde alınan önlemlere karşı çıkma ihtimali ortadan çoktan kalkmıştır. Alınan önlemlerin artan biçimde özgürlüğe müdahale olduğu iddiaları güvenliğin önemine vurgu yapan söylemlerle bastırılmaktadır. Diğer bir deyişle, en ufak özgürlük talebi dahi güvenlik talebine çarpmaktadır. Bu bağlamda güvenlik siyaseti toplumsal muhalefeti bastırmanın önemli bir parçası haline gelmiştir. Zira güvenlik adına alındığı alınan herhangi bir önleme karşı duruşun bedeli terörizm destekçisi yada hain olarak damgalanmak olabilecektir (Neocleous, 2014: 12-15).

15 Bu süreçte, güvenlik ihtiyacı hissedilen alanlar da hızla genişlemiştir. Yakın zamana kadar güvenlik denildiğinde akla ilk gelen ulusal güvenlik iken bugün birey güvenliği, çevre güvenliği, ekolojik güvenlik, demografik güvenlik, gıda güvenliği, enerji güvenliği, doğal kaynakların güvenliği, bilgi, bilişim ve teknoloji güvenliği, ekonomik güvenlik vs. yeni güvenlik/tehdit alanları olarak belirmiştir (Karabulut, 2015, vii).

79 önlemlere rağmen “potansiyel düşmanların” her zaman bizden bir adım önde olduğu tekrarlanmakta, yani halen yüzde yüz güvende olmadığımızın altı çizilmektedir. Riskleri azaltmanın tek yolu ise, daha çok ve en yeni güvenlik ürün ve hizmetlerini tüketmektir. Yani tüketmek güvende olmanın tek yolu olarak gösterilmektedir (Neocleous, 2011: 131; 2014: 217; Bora, 2004: 23). Daha açık bir ifadeyle, güvenlik şirketleri gelişip güçlendikçe güvenlik ürün ve hizmetlerine olan talebe karşılık vermenin yanı sıra bir simülasyon gibi büyük ölçüde sanal olan bu talebin yaratılmasında bizzat aktif rol oynayarak talebi yaratmakta, disipline etmekte ve onu dönüştürmekte ve sürekli bir hal almasını sağlamaktadırlar (Balta-Paker, 2012a: 45-47; Elmas, 2013: 4; Neocleous, 2014: 216). Güvenlik şirketlerinin yerleşmesini istediği algı günümüz dünyasının hiç olmadığı kadar tehlikeli ve risklerle dolu olduğu, ancak güvenlik hizmetlerinin de sonunun olmadığı dolayısıyla bu risklerin üstesinden gelmenin mümkün olduğudur. Ancak “yeter ki paranız olsun” vurgusu hiçbir zaman eksik edilmemekte, böylece “paranız kadar güvenlik” algısı yerleşmektedir (Neocleous, 2011: 132; 2014: 219).

Güven(lik)sizlik algısının artmasında potansiyel düşman algısındaki değişimin büyük payı vardır. Soğuk Savaş döneminde güvenlik kavramından büyük ölçüde ulusal/toplumsal güvenlik anlaşılmaktaydı. Güvenlik denilince akla ilk gelen unsurun ulusal güvenlik olması potansiyel riskin başka bir devletten yöneltilen saldırı hali olarak değerlendirilmesine neden olmaktaydı. Yani bu dönemde tehdit/tehlike/düşman büyük ölçüde dışarıdaydı. Bu nedenle yakın zamana kadar güvenlik tehditleri büyük ölçüde tek taraflı hissedildiği gibi bu tehdidin nasıl ortadan kaldırılabileceği en azından kaba hatları ile belliydi. Soğuk Savaş sonrasında ise göç, terörizm vs. gibi riskler nedeniyle güvenlik tehditlerinin çok boyutlu hale geldiği ifade edilmektedir. Daha açık bir ifadeyle, Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu dünyasında tehdidin dış düşmanlardan kaynaklandığı savı ön planda iken, günümüzde tehdidin içerden mi dışarıdan mı hangi şekilde geleceğinin bilinemeyeceği savı güçlenmiştir (Elmas, 2013: 139-140). Buna göre, tehlike yada tehdidin kaynağı başka bir devlet olabileceği gibi devlet-dışı terörist bir gruptan ya da içimizden biri olabilir. Hatta aynı apartmanda oturduğumuz bir kişiden, sokakta gördüğümüz bir evsizden, iş arkadaşımızdan dahi her türlü şiddete (öldürme, işkence, tecavüz vs.) maruz kalma ihtimalimiz vardır. Yani neoliberal dönemi diğer dönemlerden ayıran tehdidin bilinemez olduğuna yapılan vurgudur. Öyle ki yan yana olduğumuz kişilerin ne zaman bir hırsıza, katile vs. ye dönüşeceğini önceden bilmek artık imkânsızdır. Tehdidin öngörülemezliği iddiası güvenlik paranoyasını

80 arttıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır (Balta-Paker, 2012a: 109-129). Bu riskler her zaman var olmakla birlikte neoliberal dönemin ayırt edici özelliği bu risklerin hiç olmadığı kadar şişirilmesidir. Zira günümüz dünyasında alınan güvenlik önlemlerin büyük kısmı var olan tehlikeler için değil büyük ölçüde “sanal” riskler için alınmaktadır (Elmas, 2013: 140). Neocleous (2007)’un ifadesiyle güvenlik önce metalaştırılmış ardından fetişleştirilmiştir.

Beck (1992) çağdaş toplumunu her ne kadar “risk toplumu” olarak adlandırsa da (aktaran Abrahamsen ve Leander, 2016: 4), istatistiki veriler günümüz toplumunun önceki dönemlere göre çok daha tehlikeli olduğu iddiasını desteklememektedir.16 Zira ulus-devletlerin ortaya çıkarak devletin şiddet araçlarını tekeline almasından sonra, istisnasız bütün ülkelerde bireylerin diğer bireylerden gelen şiddet ve saldırılara maruz kalma oranları hızla düşmüştür. 17. yüzyıl sonlarında başlayan bu düşüş eğilimi halen sürmektedir. Örneğin özel güvenlik sektörünün en hızlı geliştiği ülkelerden olan İngiltere’de öldürme oranları, 20. yüzyılda 13. yüzyılda olanın sadece onda biri kadardır. Birlemiş Milletler tarafından yayınlanan ve 1980-1997 yılları arasında (yani güvenliğin özel sektöre açılmaya başladığı dönemde ) her 100 bin kişi içindeki toplam suçlu oranını yansıtan istatistikler de, suç oranlarının iddia edilenin aksine her yerde yükselişte olmadığını göstermiştir. Suç oranları Arjantin, Belarus, Bulgaristan, Kanada, Almanya, Macaristan, Şili, Türkiye gibi ülkelerde yükselmekle birlikte, Ermenistan, Azerbaycan, İrlanda, Litvanya, Yunanistan, Rusya, İspanya gibi ülkelerde durgunluk, Şili, Kıbrıs, Gürcistan, Katar, İsviçre, Hong Kong, Hindistan gibi pek çok ülkede düşüş eğilimi göstermektedir. Suç oranlarının yükseldiği ülkeler çalışmanın kapsamına alınan dönemlerde büyük ekonomik krizlere, siyasal ve ekonomik dönüşümlere, sosyal devletin çöküşüne veya büyük oranda geriletilmesine tanık olunan ülkelerdir. Bu nedenle bu ülkelerde görülen suç artışı, insanların sahip oldukları değerlerin ve yaşam koşullarının büyük ölçüde geriletilerek insanların açlık, sefalet ve işsizliğe itilmesinin olumsuz ancak beklenen bir sonucudur (Haspolat, 2012: 89-93).

16 Suç oranlarının arttığını bir an için kabul etsek dahi, özel güvenlik görevlilerinin ve gelişen sektörün suç oranlarının düşürülmesi konusundaki etkisi son derece düşüktür. Zira özel güvenlik görevlilerinin varlığının potansiyel maddi suçların önlenmesinde bir nebze caydırıcı etkisi olmakla birlikte toplumsal hayatta suçu önleme yada tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir etkileri yoktur. Zaten sektörde faaliyet gösteren hiçbir özel güvenlik şirketinin genel anlamda toplumsal suçların azaltılması ile ilgili bir taahhütleri yada iddiaları da yoktur (Kaya, 2008: 104).

81 Uluslararası çatışmalarda ölen insan sayısı da 1950’lerden itibaren sürekli olarak gerilemiştir. Nitekim 1992-2002 yılları arasında yıllık ölü sayısı 1000’i geçen iç savaşların sayısı %80 oranında azalmıştır (Balta-Paker, 2012a: 130). Sonuç olarak, günümüz dünyasının önceki dönemlere göre daha güvenilir olduğunu iddia etmek mümkün değilse de kentsel, ulusal ya da küresel düzeyde daha güvensiz olduğunu ispat eden somut ve anlamlı bir veri de bulunmamaktadır. Buna rağmen neoliberal dönem, yaratılan güvenlik paranoyasının etkisiyle dünya tarihinin belki de en fazla güvenlik kaygısının yaşandığı, en çok güvenlik önleminin alındığı dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sektörün gelişiminin önünü açan son faktör ise, küreselleşmeyle birlikte gelir dağılımı adaletsizliğinin bozulmasının yarattığı “güvenlik bunalımı” olduğu ifade edilmektedir. Buna göre, neoliberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucunda sosyal refah devletini zayıflamasıyla gelir dağılımı giderek bozulmakta, toplumsal kutuplaşma giderek artmaktadır. Bu durum yoksulluğun ve “tehlikeli” olarak lanse edilen sınıfların diğer bireyleri tehdit eden bir sorun olarak toplum gündemine yerleşmesine neden olmuştur. Bu nedenle, orta ve üst sınıfın devletin sunduğu güvenlik hizmetlerine ilave olarak ek güvenlik hizmeti talepleri artmıştır (Wacquant, 2009: 288; Haspolat, 2006: 74; Bora, 2004: 23). Gerçekten sınıfsal çelişkilerin yoğun, gelir dağılımının adaletsiz olduğu ülkelerde veya dönemlerde sermaye sahiplerinin güvenlik kaygısı derinleşmekte ve sermaye sahipleri devletin sunduğu güvenlik hizmetinden daha fazlasını talep etmektedir. Özel güvenlik şirketlerinin ilk olarak özel mülkiyetin ön planda olduğu ve sanayileşmiş Anglo-Sakson ülkelerde doğmuş olması bunun açık göstergesidir. Gene ilk büyük güvenlik firmalarının özel sektörün ve özel mülkiyet kavramının ön planda olduğu ABD’deki demiryolu şirketleri bünyesinde kurulması bu savı destekler niteliktedir (Çetin, 2007: 26; Atılgan, 2007: 53-54). Ayrıca devletin ekonomideki etkin rolünün azaltılması ve güvenlik alanı da dâhil olmak üzere pek çok alanın özel sektöre açılmasını savunan neoliberal ekonomi politikalarının yaygın bir şekilde uygulanması sektörün gelişiminin önünü açmıştır (Abrahamsen ve Leander, 2016: 3).

Sektörün gelişimini sağlayan etmenler bunlar olmakla birlikte güvenlik alanında yaşanan bu “kısmi” özelleştirmenin toplum tarafından meşru kabul edilmesi yani halkın ordu ve polise ilave olarak (Ergut, 2015: 375) (üstelik çok daha etkili olan) bu yeni

82 baskı mekanizmasına rıza göstermesi için bu durumun ilk olarak bir takım gerekçelere dayandırılması gerektiği gibi bu durumun halka da bir takım yararlar sunması elzemdir. Aksi takdirde halkın nüfuz/baskı ve rızanın aynı anda sağlanma ihtimali zayıf olacaktır. Günümüzde, polis gibi genel kolluk kuvvetlerinin iç güvenliği sağlamada yeterli olmadığı, bütün güvenlik hizmetlerinin polisler tarafından yerine getirilmesinin gerekli olmadığı hatta polislerin de bütün güvenlik hizmetlerini yerine getirme konusunda isteksiz olduğu görüşleri dile getirilmektedir (Kaya, 2008: 86; Özcan, 2016: 85 ). Bu görüşü savunanlar, güvenlik hizmetlerinin halkın güvenlik endişelerini giderecek biçimde çeşitlendirilmesi ve yaygınlaştırması gerektiğini, özel güvenlik görevlilerinin sayılarının arttırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Böylece kamusal kolluk kuvvetlerinden de daha verimli bir şekilde yararlanılabilecektir (Kaya, 2008: 93; Şahin ve Arap, 2010: 50; Bahadır ve Kıldan, 2014: 277). Diğer bir deyişle, devletlerin yarattığı güvencesizlik ve güvensizlik ortamının özel güvenlik kanalıyla çözülmesi öngörülmektedir. Bu görüş büyük ölçüde karşılığını bulmuş, II. Dünya Savaşı sonrası gelişmeye başlayan özel güvenlik sektörü özellikle neoliberal dönemde çok daha hızlı bir şekilde gelişmiştir. Bu dönem aynı zamanda ulus devletlerin sosyal işlevlerinden büyük ölçüde arındırıldığı, sendikaların gerilediği, işçi ücretlerinin baskılandığı bir dönemdir. Bu bağlamda özel güvenlik sektörünün tam da bu dönemde gösterdiği hızlı gelişim sendikalar ve işçi hareketi açısından da son derece anlamlı ve önemlidir.

İç güvenlik alanında yaşanan kısmi özelleştirmenin meşru kabul edilmesi amacıyla, özel güvenlik hizmetlerinin yaygınlaştırılmasındaki temel amacın toplumun her kesiminin her geçen gün artan güvenlik hizmeti ihtiyacın karşılanması olduğu ifade edilmektedir. Zira 11 Eylül saldırılarının ve özellikle 2008 küresel krizi sonrasında pek çok ülkede ortaya çıkan toplumsal muhalefetin açık şiddet yoluyla bastırılması sırasında gene güvenlik söylemleri etkili olmuş (Bedirhanoğlu vd., 2016: 9), zaman zaman özel güvenlik görevlileri de bu kesimlerle karşı karşıya kalmışlardır. Özel güvenlik hizmetleri devletin sunduğu kamusal güvenlik hizmetlerini ancak “tamamlayıcı” nitelikte olduğu (Eryılmaz, 2006: 128; Bahadır ve Kıldan, 2014: 278 ) için bu boşluğu devletin kendilerine sunduğu sınırlı yetkiler çerçevesinde bu boşluğu doldurmaya çalışmaktadır. Ancak kamusal güvenlik hizmetinin boşluğunun çok daha sınırlı yetkilerle donatılmış özel güvenlik görevlileri tarafından nasıl doldurulacağı büyük bir muamma olarak belirmektedir. Bunun dışında devletin sunduğu güvenlik hizmetlerinin

83 “tamamlayıcı” bir takım hizmetlerle desteklenmesinin önü açılması hali hazırda verilen kamusal güvenlik hizmetinin niceliksel ve niteliksel olarak gerilemesine neden olmuştur. Bu durumda mali gücü olanlar bu eksiği satın alabildikleri özel güvenlik hizmetleri ile tamamlayabilirken, mali gücü olmayanların aradaki bu boşluğu doldurma şansı olmamaktadır.

Neoliberal projenin en son ve kurucu ayaklarından biri olarak güvenlik hizmetlerinin piyasalaştırılarak özel sektöre açılması, bir yandan da kar hırsından azade olduğu düşünülen alanları sermaye birikim sürecine entegre ederek kapitalizmin krizini aşmasına hizmet etmiştir (Balta-Paker, 2012a: 137-138; Zabcı, 2013: 12). Neoliberal dönemin en kârlı ve en yeni alanlarından biri olan özel güvenlik sektörünün gelişimi (Haspolat, 2012: 84) neoliberal ekonomi politikalarının öngördüğü çerçevede kamunun harcamalarını azaltmasını da sağlamaktadır (Kaya,2008: 92). Örneğin Boston Hükümet Konağı’nı koruma görevinin şehir polisi yerine özel güvenlik görevlilerine verilmesiyle maliyetlerde %34’lük bir düşüş söz konusu olmuştur (Gülcü, 2002b: 59). Bu çerçevede ilk aşamada ulus devletler gerek iç gerekse de dış (her ne kadar ülkemizde dış güvenlik alanında bu durum yaşanmasa da gelişmiş/gelişmekte olan/gelişmemiş pek çok ülkede dış güvenlik alanı da özel sektöre açılmıştır) güvenliğin sağlanması için istihdam ettikleri personel sayısını azaltırken, diğer taraftan da gerek iç gerekse de dış güvenliğin sağlanması amacıyla yürüttükleri operasyonlarda özel güvenlik şirketleri ve özel askeri şirketlerle anlaşarak kamuoyu baskını hafifletmektedir. Zira operasyonda ölen bir özel askeri şirket personeli kayıtlara savaş zayiatı olarak değil öldürülmüş bir şirket personeli geçmekte ya da kayıtlarda hiç adı geçmemektedir. Daha açık bir ifadeyle, bir çatışmada ölenlerin zorunlu askerlik uygulaması nedeniyle askerlik yapanlar değil de, bu işi para karşılığı gönüllü olarak meslek icabı yapanlar olması savaş kararını veren siyasetçilerin “neden çocuklarımız ölüyor” gibi sorulardan büyük ölçüde muaf hale getirmektedir (Balta-Paker, 2012b: 75). Bu durum savaşların uzamasına ve daha çok insanın hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Zira özel askeri şirketlerin kârlılıklarının devam etmesi yani onların sunduğu hizmetlere olan talebin sürekli olabilmesi için bu çatışmaların devam etmesi ya da yenilerinin ortaya çıkması gerekmektedir (Balta-Paker, 2012a: 46).

Ülkemiz özelinde konuyu ele alırsak, ülkemizde polis ve askerlerin yakınlarına (Milli Savunma Bakanlığı’nın şehitlik yönergesinde sayılan hallerden biri nedeniyle vefat etmesi kaydıyla) “şehitlik maaşı” tahsis edilmekle birlikte kamusal güvenliğin

84 tamamlayıcısı olarak nitelendirilen özel güvenlik görevlileri (Bahadır ve Kıldan, 2014: 278) görevleri sırasında her ne şekilde vefat ederse etsin yakınlarına “şehitlik maaşı” tahsis edilmemektedir. Sektörün devletin katlanması gereken maliyetleri azaltma konusunda sunduğu avantajın yanı sıra 1980 sonrası dönemin en karlı alanlarından olduğu gibi pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de en çok istihdam yaratan sektörlerden birisidir (Balta-Paker, 2012b: 72; Haspolat, 2012: 84). Öyle ki bugün hastanelerde, üniversitelerde, otellerde, fabrikalarda, şirket binalarında, döviz büfelerinde, kuyumcularda, alışveriş merkezlerinde, otogarlarda, orta ve üst sınıfların