• Sonuç bulunamadı

2.3. Türkiye’de Yükseköğretim: Sistem, Sorunlar ve Beyin Göçü

2.3.1. Türkiye’de Yükseköğretim Sisteminin Gelişimi

Tarihsel süreçte toplumların yapısı, üretim ilişkileri ve öncelikleri önemli değişimlere uğramıştır. Söz konusu süreçte, tarım toplumundan sanayi toplumuna, 20. Yüzyılın son çeyreğiyle birlikte de sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçilmiştir. Bu dönüşüm, bilgi ve imaj, kültür, ideoloji ve değer gibi varlıklara dayanan bilgi toplumunda beşeri sermayenin daha ön plana çıkmasını sağlamıştır (Durusoy, 2007: 1- 2). Bu bağlamda ülkelerin gelişmişlik düzeylerini arttırmak için ihtiyaç duydukları kalifiye işgücünün karşılanması ve bilim üretilmesi noktasında yükseköğretimin33

işlevsel bir rol oynadığı belirtilmektedir (Ozankaya, 1990: 217). Türkiye’de çeşitli

33 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun 34. Maddesinde yükseköğretim “Yükseköğretim, öğretime dayalı en az iki yıllık öğrenim veren eğitim kurumlarının tümünü kapsar” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca, 2547 sayılı YÖK Kanununun 3(a) Maddesinde yükseköğretim “Milli eğitim sistemi içinde, orta öğretime dayalı en az dört yarıyılı kapsayan her kademedeki eğitim öğretimin tümüdür” şeklinde tanımlanmıştır. 1982 Anayasasının 130. Maddesinde ise yükseköğretim “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler Devlet tarafından kanunla kurulur” şeklinde ifade edilmektedir.

90 şekillerde34

eğitim-öğretim veren yükseköğretim kurumları35 içerisinde üniversiteler farklı bir konuma sahiptir. Başka bir deyişle, diğer yükseköğretim kurumlarının üniversitelere bağlı olarak kurulmasından dolayı üniversiteler yükseköğretimin asıl kaynağını oluşturmaktadır (Kılıç, 1999: 291). Eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve akademik yayınların yapıldığı kurumlar olan üniversiteler toplumsal sorunlara çözüm sunulması (Baskan, 2001: 23), toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal geleceğinin inşasını sağlayacak liderlerin yetiştirilmesi de önem taşımaktadır (Kaya, 2009: 237).

Türkiye’nin eğitim sisteminin üç ana kademesinden biri olan yükseköğretim (Kılıç, 1999: 289), Cumhuriyet öncesi dönemde büyük ölçüde, yükseköğretim kurumu olarak adlandırılan medreseler vasıtasıyla yürütülmüştür. 1067 yılında kurulan “Nizamiye Medresesi” Türk tarihindeki ilk; Orhan Gazi döneminde açılan İznik Orhaniyesi’nin ise Osmanlı dönemindeki ilk yükseköğretim kurumu olduğu (Ataünal, 1993: 28-29) ifade edilmektedir. Öte yandan medrese eğitimi dışında daha laik yükseköğrenim veren kurumlar 18. Yüzyılda başlanmıştır. Bu bağlamda, ilk olarak 1773 yılında “Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (Deniz Harp Okulu)” daha sonra ise 1795 yılında “Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Harp Okulu)” açılarak çağdaş eğitime geçiş için ilk adımlar atılmıştır (Doğramacı, 1996: 341; Baskan, 2001: 24; Çoban, 2014: 2).

Osmanlı Devletinde Tanzimat Fermanıyla birlikte başlayan yenileşme hareketinin etkileri, diğer kurumlarda olduğu üzere, eğitim kurumlarında da görülmüştür (Tekeli, 2007). Nitekim 1827’de Tıbbiye, 1834’te Harbiye gibi eğitim kurumları kurulmuş ve medreselerin yanı sıra eğitim vermeye başlamışlardır (Koçer, 1991: 6; Baskan, 2001: 24). Ayrıca, ilköğretimden yükseköğretime kadar tüm eğitim kurumlarının vakıflar tarafından finanse edildiği Osmanlı Devletinde (Baltacı, 1996: 468), ülkenin her tarafında Mekteb-i Fünun-u Maliye, Sanayi-i Nefise Mektebi ve ticaret mektepleri açılmıştır (Tekeli, 1995: 658). Günümüzdeki İstanbul Üniversitesinin temelini oluşturan Darülfünun’un 1946 yılında açılması planlanmasına rağmen 1963 yılında gerçekleştirdiği (Korkut, 1984: 8; Binbaşıoğlu, 1995: 40) ifade edilmektedir. Cumhuriyet öncesi dönemde modern anlamda üniversite eğitiminin verildiği tek kurum

34 YÖK Kanununun 3(u) Maddesine göre yükseköğretim eğitim-öğretim türleri “örgün, açık, dışarından (ekstern) ve yaygın eğitim” şeklinde sınıflandırılmaktadır.

35 Milli Eğitim Temel Kanununun 36. Maddesinde yükseköğretim kurumları “Üniversiteler, Fakülteler, Yüksekokullar, Konservatuarlar, Meslek Yüksek Okulları (MYO), Uygulama ve Araştırma Merkezleri” olarak belirtilmektedir.

91 olan Darüfünun yıllar içerisinde Darülfünun-u Osmanî, Darülfünun-ı Sultani, Darülfünun-ı Şahane gibi isimler almıştır (Ataünal, 1993: 34; Tekeli, 1995: 656). Aynı zamanda Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Hukuk mektebinin de kurulmasının dönemin önemli gelişmelerinden olduğu (Özaslan vd., 1998: 39) belirtilmektedir.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte 1924 yılında medreseler kapatılmış ve Darülfünun-ı Şahane, İstanbul Darülfünunu ismini alarak tanınmış bir tüzel kişiliğe sahip olmuştur. 1925 yılında Ankara Hukuk Mektebi, 1926’da Gazi Eğitim Enstitüsü ve 1930’da Yüksek Ziraat Enstitüsü kurularak Türkiye’deki yükseköğretim kurumları sayısında önemli artışlar yaşanmıştır (Baskan, 2001: 26). 1928 yılında Arap alfabesinden Latin alfabesine geçilerek eğitimde seferberlik olmuş (Sargın, 2007: 136) ve hemen akabinde 1929 yılında Türk öğrencilerin burslu olarak yurtdışında öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla 1416 sayılı Kanun çıkarılmıştır. 1933 yılında İstanbul Darülfünun tüm kuruluşlarıyla kapatılarak İstanbul Üniversitesi adını almıştır (Mutlu, 1997: 60; Kaya, 2009: 239). Bu bağlamda İstanbul Darülfünunun devrimlere ayak uyduramadığı, reformlara karşı olduğu, toplumdan uzak kaldığı ve bilimsel çalışmalar üretemediği gibi nedenlerle kapatıldığı (Baskan, 2001: 25) ifade edilmektedir. 1933 yılında ise üniversite reformu yapılarak, üniversite, rektör, fakülte gibi kavramlara yer verilmiş ve yurtdışındaki bilim adamları Türkiye’de davet edilerek kendilerine çeşitli görevler verilmiştir (Çoban, 2014: 2). Zira özellikle Almanya’daki Hitler rejiminden dolayı ülkeyi terk eden öğretim üyeleri, İstanbul Üniversitesinde yaptıkları yayınlarla Türk yükseköğretimine ciddi katkılar sunmuşlardır (Binbaşıoğlu, 1995: 232).

1934 yılında İstanbul Üniversitesi Talimatnamesiyle birlikte üniversitelerin görevleri tanımlanmıştır. Söz konusu talimatnamede; araştırmalar yapılması, milli kültürün yayılması, ülke kalkınmasının sağlanması için nitelikli eleman yetiştirilmesi gibi maddeler üniversitenin görevleri arasında sayılmıştır (Kavak, 1990: 25). Çok partili döneme geçişle birlikte 1946 reformu yapılarak, üniversite öğretim üyeliği ve diğer işleyişlerle ilgili yasal düzenlemeler yapılmıştır (Ataünal, 1993: 56). Bu doğrultuda, aynı yıl ilk kez üniversitelerle ilgili kanun düzeyinde bir düzenleme yapılmış; 4936 sayılı Üniversiteler Kanunuyla üniversitenin tanımı, görevleri, kuruluş ve işleyişe yer verilmiştir. Söz konusu reformlar ve yasal düzenleme üniversite sayılarında da artışa yol

92 açmış; 1946 yılına kadar sadece üç36

üniversite kurulabilmişken, bu sayı 1957 yılında yediye37 yükselmiştir (Tekeli, 1995: 670).

1924 Anayasasında üniversitelere ilişkin herhangi bir Madde bulunmazken, 1961 Anayasasında ise 4936 sayılı Üniversiteler Kanununda olduğu gibi, 120. Madde üniversitelerin kuruluş, işleyiş, organları, görev ve yetkilerine yer vermiştir (Mutlu, 1997: 69). 1960 ve 1973 yıllarındaki üniversiteler kanunları da YÖK’ün kuruluşuna kadar yükseköğretimin düzenlenmesinde temel bir işlev görmüştür. Ancak, 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunuyla YÖK’ün kurulması Üniversiteler Kanunu dönemini sona ermiş (Küçükcan ve Gür, 2009: 157) ve tüm yükseköğretim kurumları aynı çatı altında birleştirilerek devlet üniversitelerine bağlanmıştır. Bununla birlikte, 1981 yılında sayıları 27 olan üniversitelerin yönetimi YÖK’e bırakılmıştır (Kılıç, 1999: 301). 1982 Anayasası 131. Maddesi ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 6. ve 7. Maddelerinde YÖK’ün niteliği ve görevlerine detaylı olarak yer verilmektedir.

Türkiye’de 1984 yılına kadar kurulan tüm üniversiteler devlet tarafından kurulmuş; fakat 1984 yılında Bilkent Üniversitesinin kurulması bir milat olmuş ve özellikle 1995 yılından itibaren birçok vakıf üniversitesi kurulmuştur (Küçükcan ve Gür, 2009: 133). 1992 yılında Bakanlar Kurulu’nun aldığı kararla 2438

yeni üniversite (2’si Yüksek Teknoloji Enstitüsü) kurularak Türkiye’deki üniversite sayısı 53’e yükselmiştir. 2006 yılında da 1992’de olduğu gibi üniversiteleşme açısından önemli bir yıl olmuş ve 1639

yeni üniversitenin daha kurulmasıyla üniversite sayısı 93’e yükselmiştir (Sargın, 2007; Günay ve Günay, 2011: 6). 2010 yılında sekiz yeni devlet

36

1946 yılında kadar kurulan üç üniversite şu şekildedir: 1933 yılında İstanbul Üniversitesi, 1944 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Ankara Üniversitesi kurulmuştur.

37 Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ), Ege Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Atatürk Üniversitelerinin kurulmasıyla üniversite sayısı 1957 yılı itibariyle yediye yükselmiştir.

381992 yılında kurulan devlet üniversiteleri, kuruluş yılındaki isimleri itibariyle, şu şekildedir: Afyon Kocatepe Üniversitesi, Adnan Menderes Üniversitesi, Balıkesir Üniversitesi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi, Mustafa Kemal Üniversitesi, Süleyman Demirel Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kafkas Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kocaeli Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Celal Bayar Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Muğla Üniversitesi, Niğde Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, Harran Üniversitesi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi ve Koç Üniversitesi.

39

2006 yılında kurulan üniversiteler şu şekildedir: Adıyaman Üniversitesi, Aksaray Üniversitesi, Amasya Üniversitesi, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Hitit Üniversitesi, Düzce Üniversitesi, Erzincan Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Kastamonu Üniversitesi, Kırşehir Üniversitesi, Ahi Evran Üniversitesi, Ordu Üniversitesi, Rize Üniversitesi, Namık Kemal Üniversitesi, Uşak Üniversitesi, Bozok Üniversitesi ve İstanbul Bilim Üniversitesi.

93 üniversitesi40

6005 sayılı Kanunla kurulmuştur. 2015 yılında ise 6639 ve 6640 sayılı kanunlarla dört yeni devlet üniversitesi 41

daha kurulmuştur.

Yeni açılan üniversiteler, AB ilerleme raporlarında da sıkça vurgu yapılan bölgeler arası gelişmişlik farkını en az indirmek amacıyla, bölgelere nispeten dengeli şekilde dağıtılmıştır. Bu doğrultuda, Güneydoğu ve Doğu Anadolu gibi diğer bölgelere göç veren bölgelere üniversiteler kurularak daha çok istihdam yaratılmaya çalışılmıştır. 1992 ve 2006 yıllarında üniversite sayılarında önemli artışların yaşanması YÖK ve MEB yurtdışı lisansüstü burslarında da artışa neden olmuştur. Örneğin, 1992 yılına kadar YÖK bursuyla her yıl ortalama 250 öğrenci yurtdışına gönderilmekteyken, 1993 yılında 1.282 öğrenci yurtdışına gönderilmiştir. Benzer biçimde, 2006 yılında 16 yeni üniversitenin kurulduğu sene hükümet 5 Yılda 5 Bin Öğrenci Projesini başlatmış ve her yıl ortalama 1.000 civarı öğrenciyi yurtdışına göndermeyi hedeflemiştir (Gümüş ve Gökbel, 2012; Kulaç ve Çalhan, 2013). Buna ek olarak, MEB bursuyla yurtdışına gönderilen öğrencilerin dönünce zorunlu hizmetlerini tamamlayacakları yükseköğretim kurumları çoğunlukla yeni kurulan üniversiteler olarak belirlenerek, söz konusu üniversitelerin ihtiyaç duyduğu nitelikle akademisyen ihtiyacının karşılanabilmesi amaçlanmaktadır.

Türkiye’de yükseköğretim sistemi yapılanmasında aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere kademeli bir oluşum bulunmaktadır. Eğitim süresi yüksekokullarda iki yıl ile sınırlandırılırken, fakültelerde 4 ile 6 yıl arasında değişmektedir. 2 yıllık meslek yüksekokullarından mezun olan öğrenciler, şartları sağlamaları ve dikey geçiş sınavında başarılı olmaları durumunda 4 yıllık eğitim veren ilgili fakültelere geçiş yapabilmektedirler. Eğitim süresinin Tıp fakültelerinde altı yıl, Veterinerlik ve Eczacılık fakültelerinde beş yıl ve diğer tüm fakültelerde dört yıl sürdüğü Türkiye’nin yükseköğretim sisteminde mezun olan öğrencilerin lisansüstü eğitim alma şansları bulunmaktadır. Enstitüler tarafından sunulan lisansüstü programlar yüksek lisans, bütünleşik doktora ve doktora düzeylerinde verilmektedir.

40

2010 yılında kurulan devlet üniversiteleri şu şekildedir: Abdullah Gül Üniversitesi, Bursa Teknik Üniversitesi, Erzurum Teknik Üniversitesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Türk Alman Üniversitesi, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi. 41 2015 yılında kurulan devlet üniversiteleri ise şu şekildedir: Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi, Bandırma 17 Eylül Üniversitesi, İskenderun Teknik Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi.

94

Tablo 1. Türkiye’nin Yükseköğretim Sistemi42

TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANLIĞI

YÜKSEKÖĞRETİM KURULU (YÖK)

ÜNİVERSİTELER ENSTİTÜLER 6 YILLIK TIP FAKÜLTELERİ 5 YILLIK VETERİNERLİK VE ECZACILIK OKULLARI 4 YILLIK 4 YILLIK OKULLAR 2 YILLIK MESLEK YÜKSEKOKULLARI LİSANS YÜKSEKOKUL

ÜLKE ÇAPINDA ÖSYM SINAVI

ÖSYM TARAFINDAN SINAVSIZ YERLEŞTİRME

Bireylerin daha iyi yetişebilmesi, meslek edinilmesi ve ülkelerinin gelişmişlik düzeylerinin geliştirilmesine daha çok katkı sunabilmeleri için yükseköğretim önemlidir. Ortaöğretimi başarıyla bitiren öğrencilerin devam edebileceği bir eğitim düzeyi olan yükseköğretime olan talep her geçen yıl daha da artmaktadır. Söz konusu

42 Visakorpi vd. (2008) “Türkiye’de Yükseköğretim: Eğilimler, Sorunlar ve Fırsatlar” Raporundan uyarlanmıştır.

95 artışın sebepleri; ilk ve ortaöğretimden geçmişe nazaran daha fazla sayıda öğrencinin mezun olması ve bunun sonucu olarak yükseköğretim çağına gelen öğrencilerin artması, bireylerin yükseköğretim sonucu daha fazla kazanç elde edilebileceklerine dair inançları gibi etkenlerdir (Gölpek ve Uğurlugelen, 2013: 64-65).

Tüm dünyada ve Türkiye’de de yükseköğretime olan talep artmakta ve ortaöğretimin daha önceden sahip olduğu mesleğe hazırlama işlevi sona etmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’de ortaöğretim düzeyindeki eğitimin sadece yükseköğretim için bir basamak olduğuna dair genel bir kanaat oluşmuştur (Sağlam, 2004: 1-2). Kontenjanların sınırlı olması yükseköğretim için kabul edilecek öğrencilerin belirlenmesi noktasında farklı eleme sınavlarının uygulanmasına yol açmıştır. Dünyada genel olarak üniversiteye giriş aşamasında beş farklı yöntem izlendiği belirtilmektedir. Bu sınavlar; lise bitirme sınavları, üniversiteye geçiş sınavları, yetenek sınavları, çoklu sınavlar ve sınavsız sistem olarak sıralanmaktadır (Gölpek ve Uğurlugelen, 2013: 65).

Türkiye’de 1960’lı yıllara kadar lise mezun sayısının az olmasından dolayı fakülteler adayların başvurularını sınavsız olarak kabul etmiştir. Fakat yıllar içerisinde üniversite eğitimine olan talebin yükselmesiyle birlikte fakülteler, başvuru sırasına göre adayları kabul etmiş ve kontenjanların dolmasıyla birlikte öğrenci alımlarını durdurmuştur. Bununla birlikte, fakülteler verdikleri eğitim niteliğine en uygun alandan (Fen veya Edebiyat) öğrenciler seçmiş ve lise diploma derecelerini de dikkate almaya başlamışlardır (Toker, 1997: 3; ÖSYM, 2013). 1960’lı yıllarda, bazı üniversiteler tek ya da diğer üniversitelerle birlikte kendi giriş sınavlarını yapmış, 1974 yılında ise “Üniversitelerarası Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi” (ÜSYM) 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu çerçevesinde kurulmuştur. ÜSYM, 1981 yılında YÖK’e bağlanarak ismi ÖSYM olarak değiştirilmiştir. Öğrenci seçme sınavları 1974 ve 1975 yıllarında sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki oturum, 1976-1980 yılları arasında ise aynı günde tek oturum olarak yapılmıştır. 1981 yılından 1999’a kadar “Öğrenci Seçme Sınavı” (ÖSS) ve “Öğrenci Yerleştirme Sınavı” (ÖYS) olmak üzere iki aşamada uygulanmıştır. 1999 yılındaki değişiklikle birlikte ÖYS sınavı kaldırılarak öğrenci seçimi sadece ÖSS ile yapılmaya başlanmış ve bu uygulama 2010 yılına kadar devam etmiştir. 2010 yılında ise yine iki aşamalı sınav sistemine geçilerek öğrenci seçimleri, yükseköğretime geçiş için yeterliliği ölçen “Yükseköğretime Geçiş Sınavı” (YGS) ve öğrencinin ders düzeyinde bilgi, birikimini ölçmeyi hedefleyen “Lisans Yerleştirme Sınavları” (LYS) vasıtasıyla yapılmaya başlanmıştır (ÖSYM, 2013).

96 Türkiye’de 1974 yılından itibaren yükseköğretim için öğrenci seçiminde merkezi bir sınav sisteminin uygulanması, fırsat eşitliğinin sağlanması noktasında önemlidir. Dolayısıyla, rekabetin yoğun, kontenjanların sınırlı ve kayırmacılığın olası olduğu Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde söz konusu sistem dâhilinde sınavların yapılmasının öğrenci seçim aşamasının daha sağlıklı şekilde yürütülmesi açısından önemlidir (Günay ve Gür, 2009: 239-240). Ancak, meslek liselerine olan talebin azalması normal liselerdeki öğrenci sayılarının yükselmesine yol açmış ve bu üniversite sınavına başvuran kişi sayısında büyük artışlar yaşanmıştır. Öğrencilerin birbiriyle yarıştığı ve kontenjanların sınırlı olduğu son 15 yılda okul dışı özel eğitim kurumlarının daha da yaygılaşmasına yol açmıştır. Öğrenciler için lise eğitiminin işlevi azalmış ve liseler sadece birer diploma alma kurumu olarak görülmüştür. Öyle ki, öğrenciler okul dışı özel eğitim kurumlarını üniversiteyi kazanmak için birer anahtar olarak görmüş ve maddi durumu yeterli olmayan ailelerin çocukları okul dışı özel eğitim kurumlarına gitme şansına sahip olamadıklarından Milli Eğitim Temel Kanununda da belirtilen imkân ve fırsat eşitliği tam olarak sağlanamamıştır (Arslan, 2004: 42-43).