• Sonuç bulunamadı

2.1. Gençlik Olgusu

2.1.1. Türkiye Cumhuriyeti Gençliği

Türk gençliğinin bugünkü durumunu anlamlandırabilmek için öncelikle Türk gençliğinin geçirdiği aşamalardan söz etmek gerekmektedir. Türkiye’de gençliği tanımlamak için kullanılan iki farklı bakış açısından söz edilebilir: Bir yandan “olması gereken, ideal” bir gençlik tanımı (gençlik miti) diğer yandan günümüz gençliğinin, idealize edilen gençlik kavramından ne kadar uzak oluşunu ortaya koyan, bugünkü genç kuşağın önceki kuşaklardan ne kadar farklı olduğuna vurgu yapan ve gençliği eleştiren tanımlamalar mevcuttur. Bu eleştiriler yalnızca 2000 kuşağı olarak nitelenen kuşağa değil 1980 sonrası gençliğe yöneliktir (Lüküslü, 2009: 287).

Lüküslü (2009), gençliğin siyasi bir kategori olarak kabul edilmesini eleştirmektedir. Fakat Türkiye’de gençliğin 19. yüzyıldan itibaren siyasi bir kategori olarak görülüp bu durumun bir “gençlik miti” yarattığını söylemektedir. Jön Türk kuşağı, Cumhuriyet’in ilk dönemindeki kuşak, ‘68 ve `78 kuşakları ile birlikte ’80 sonrası kuşağa dek gençlerin devlet merkezli ve politik eksenli “gençlik miti” rolünü içselleştirdiklerini ifade etmektedir (Lüküslü, 2009: 14-15).

a) 1923: Cumhuriyet Çocukları

Neyzi (2009), gençliğin insan yaşamının belli bir aşaması olarak ortaya çıkışının tarihsel olarak Avrupa modernitesiyle ilişkili olduğunu belirterek bu durumun Batılı olmayan toplumlarda tezahürünü merak eder ve şöyle bir çıkarım yapar: “Yaş kavramı Türkiye’de akrabalık ilişkilerinde olduğu kadar milliyetçi söylemde de önemli bir yere sahiptir. Cumhuriyetle birlikte modernleşmeci bir gençlik anlayışı benimsenmiş, bununla birlikte yaş konusundaki geleneksel kavramlaştırmalar da yok olmamıştır. Özellikle eğitimli gençlik için kuşak kimliği çok önemlidir” (Neyzi, 2009: 105).

Atatürk niçin “en büyük eseri” olarak kabul ettiği cumhuriyeti gençlere armağan etmiştir? Neden gelecekteki siyasî iktidarların “kişisel çıkarları” sebebiyle düşmanla iş

birliği yapma olasılığını dahi düşünüp gençlikten bir an bile kuşku duymamıştır (Kışlalı, 1994: 62)? Atatürk gençliğe olan güvenini, umudunu ve gençliğe yüklediği misyonları pek çok kez sözlü ya da yazılı olarak dile getirmiştir. Türk gencinin ezbere bildiği “Gençliğe Hitabenin” yanı sıra Atatürk’ün “Bursa Nutku” da bu anlamda kayda değer bir kaynaktır (Ülker, 2008: 20).

Atatürk’ün gençliğe duyduğu güven ve sosyal ortamın gerektirdiği toplumsal duyarlılıkla 1923-1950 yılları arasında Türk Gençliği modernleşmeci bir bakış açısıyla Atatürk devrimleri doğrultusunda devrimlerin amacına ulaşmasında taşıyıcı konum üstlenmiştir (Tezcan, 2000: 95). Yeni ulus en somut ifadesini gençlikte- özellikle eğitimli gençlikte bulmuştur (Neyzi, 2009: 105).

Atatürk devrimlerinin ve gençlik ruhunun örtüşmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Genç insan, yeniliklere açık insandır. Köklü değişikliklerden korkmaz. Daha iyi bir yarın umut eder ve bunun için çaba göstermeye hazırdır. Gençliği diğer kuşaklardan ayıran söz konusu temel tutum farkını yaratan etkenlerin başında “bireysel enerji” düzeyi gelmektedir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, yeni çabalar gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar, ayrıca yeni durumlara uyum göstermek için zamanının git gide azaldığını hisseder. Çağdaş toplumlarda gençlik, genellikle yetki ve sorumluluk verilmeyen bir kesim olagelmiştir. Gençlik düzenle bir çıkar bağı içine girip bütünleşmemiştir. Üstelik kendi dışında kimsenin sorumluluğunu yüklenmemiştir. Davranışlarını ayarlarken ya da toplumda bazı köklü değişimlerden yana tavır takınırken bir bakıma özgürdür. Öte yandan her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıyla uysallaşıp tutuculaşmaya başlar. Fakat bu durum gençlik hareketleri için söz konusu değildir. Çünkü gençlik sürekli yenilenir ve bu özelliğiyle kalıplaşmayacak bir güç olmaktadır. Tüm bu özelliklerinden dolayı gençlik idealisttir. Hiçbir çıkar bağı olmaksızın inandığı değerlerin peşinden gidebilir. Bu noktada Kemalizm’in öngördüğü hedeflerden biri, toplumu çağa taşımayı kolaylaştıracak en ileri kurumları getirmek ve onlar eskidikçe onları da yenilemekti. Bu bir “sürekli devrim” anlayışıydı. Sürekli ileriden yana olma manasına gelen bu anlayış iki temel niteliğe ihtiyaç duymaktaydı: Çıkarların hiçbir zaman düzenle bütünleşmemesi ve yeniliklere uyum gücü. Bu iki nitelik sadece “gençlikte” olduğu içindir ki Atatürk en çok gençliğe güvenmiştir (Kışlalı, 1994: 64).

b) 1950: Amerikan Rüyasının Başlangıcı (10 Yıl Süren Bir Demokrasi Denemesi)

1950’li yıllar siyasî anlamda çoğulculuk kavramının Türkiye’de ortaya çıkması bakımından önemlidir. Tek parti rejimine karşı çıkıp “demokratikleşme” adına kurulan Demokrat Parti ne yazık ki anti-demokratik uygulamalarla siyasî anlamda Türkiye’yi bunalıma iten yolu açmıştır. Tezcan (2000) bu yıllarda gençliğin çoğulculuktan, demokrasiden yana olduğunu, gençlerin katkılarıyla demokrasinin geliştirildiğini yaygınlaştırıldığını ifade eder ancak 50’li yıllar gençler için beklentileri karşılamaktan uzak kalmıştır.

İsmet İnönü, iktidarı Demokrat Parti’ye teslim ederek Türkiye tarihinin ilk muhalefet lideri olmuştur ve bunu bir demokrasi utkusu olarak değerlendirmiştir. Demokrat Parti’nin icraatları Kemalist eksenin dışında şekillenmiştir. Türkçe yerine Arapça ezan ve Kur’an, Köy Enstitülerinin ve Halk evlerinin kapatılması anti- demokratik ve anti-laik uygulamalar olarak görülmekteydi. Öte yandan Türkiye’de bir “küçük Amerika” sevdası baş göstermişti. Marshall yardımı ülkeye para ve bağımlılık getirmiştir. 1957 seçimleri ve sonrasında çıkan yasalar “anti-demokratik” özellikleriyle anılmıştır (Özcan, 2006: 58).

c) Devrimci Gençlik

Bu on yıllık dönemde ise 50’li yıllarda ipuçları verildiği üzere Türk gençliği, siyasî sahnede daha aktif, dinamik ve sorgulayıcı bir rol üstlenmiştir. Türk tarihine damgasını vuran 68 kuşağı bu dönemde ortaya çıkmıştır ve süreç içerisindeki gelişmeler bugün bile Türk toplumuna etki etmeye devam etmektedir.

Demokrat Parti hükümetinin politikalarına muhalefet eden gençler, “ordu gençlik el ele” sloganı ile hükümet karşıtı eylemlerde bulunmuş ve 27 Mayıs 1960’da yapılan askerî müdahaleyi desteklemişlerdir. Bu durum 68 kuşağından önce de Türk gencinin devrimci bir anlayışla hareket ettiğini göstermektedir. (Lüküslü, 2009: 51). 60’lı yılların gençliği rejimi yozlaştırmaya yeltenen siyasal iktidara karşı eyleme geçmiş ve 27 Mayıs darbesiyle önemli bir gençlik hareketi deneyimi kazanmıştır. 60 hareketi, tamamen ulusal-reformist bir karakterde yapılanmış, cumhuriyet gençliği cumhuriyet rejimine sahip çıkma misyonunu üstlenmiştir. Bağımsızlıkçılık, eşitlikçilik ve anti- otoriter karakter, bu dönemdeki gençliğin değerler sistemini oluşturmuştur. Rejimle barışık ve rejimi temel ilkelerinden saptıran siyasal iktidara karşı, cumhuriyet

ideolojisiyle özdeşleşmiş Kemalist rejimin devrimci ilkelerine sahip bilinçli bir gençlikten söz etmek mümkündür (Tezcan, 2000: 96). 27 Mayıs devrimiyle Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. “Demokrat” bir parti dönemini sona erdiren ve terimsel anlamda anti-demokratik kabul edilen bir “darbe”nin ülkeye demokrasi sağlama çabası ve bunu görece başarması ilginç bir karşıtlık oluşturmaktadır.

1960 darbesi her ne kadar hazırladığı özgürlükçü anayasa ve uyguladığı politikalarla ülkede “devrim” yapma amacı gütse de 15 Ekim 1961 seçimlerinde CHP %36,7 oranında oy alırken, yeni kurulan ve Demokrat Parti geleneğinden beslenen Adalet Partisi %2’lik bir oy farkıyla ikinci konuma düşmüştü. 4 sene sonraki genel seçimlerde ise Süleyman Demirel’in AP’si açık ara farkla seçimi kazanmış, aynı durum 1969 seçimlerinde de tekrarlanınca Türkiye, tüm dünyada “gençlik rüzgârlarının” estiği yıllara yani 68’e AP hükümeti ve Süleyman Demirel başkanlığında girmiştir (Lüküslü, 2009: 51).

Türkiye’de gençlik hareketlerinin en yoğun olduğu dönem 1961-1971 yılları arasıdır. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra gençlik, toplumda büyük saygınlık kazanmıştır. 1961 Anayasasında düşünce ve anlatım özgürlüklerinin güvence altına alınması daha önce dile getirilmesi zor olan sol düşüncelerin açıkça ifade edilmesine yol açmış ve bu durum sağ-sol çatışmaları konusunda ilk kıvılcımların çakmasına sebep olmuştur. Komünizmin lanetlendiği, sol düşüncelere yer veren gazetelerin yakıldığı eylemler (Kabacalı, 2007: 160), Taksim Meydanında iki kişinin öldürüldüğü “Kanlı Pazar” olayına dek sürmüştür (Özcan, 2006: 59).

1964 yılına gelindiğinde gençlik iyiden iyiye politize olmaya başlamıştır. Öğrencilerin ve örgütlerin duyarlılık alanları genişlemiş, ekonomik ve toplumsal sorunların hemen hemen hepsine yönelinmiştir. Bu durumda özgürlüklere daha fazla yer veren 61 anayasasının büyük etkisi vardır. 1964’te Türkiye Millî Talebe Federasyonu ve Millî Türk Talebe Birliği, “Toprak reformu”, “Türkiye-ABD İlişkileri”, “Tam bağımsızlık”, “Üniversite reformu”, “Demokratik gelişmeyi engelleyen ve anayasaya aykırı kanunlar” gibi konularda açık oturumlar ve yürüyüşler düzenlemişlerdir. 1965 yılı başlarında gençliğin büyük çoğunluğu, artık bütün iç ve dış sorunlarla ilgilenmekte, bunlara “toplumcu” bir bakış açısıyla yaklaşmaktaydılar. 1967’ye gelindiğinde Kıbrıs sorununda Amerika’nın takındığı tutum ve ABD başkanı Johnson’un Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği ünlü mektup, Türkiye-ABD ilişkilerini gerginleştirmiştir. Bu

durum neticesinde II. Dünya Savaşı’ndan beri Türkiye’yi ziyaret eden ve dostça karşılanan Amerikan 6. Filosuna karşı, genç kesimde bir tepki oluşmuştur. Filonun her gelişinde tepkilerin dozu artmış, bu nedenle “Kanlı Pazar”dan sonra Türk limanlarına uğramayan 6. Filo, ziyaretlerine ancak 12 Mart döneminde tekrar başlayabilmiştir (Kabacalı, 2007: 157-169).

68’liler Birliği Vakfı Başkanı Atahan 68 kuşağını şöyle tarif eder: “68 kuşağı, yeni imaj devriminin yarattığı bir ortamda doğmuştur. Yeni imaj hareketinin yaratmış olduğu nispî özgürlük ortamında serpilip gelişen, büyüyen ve Türkiye’nin anti-terörist, anti-feodal çizgisi içinde tam bağımsız ve gerçek tek demokratik Türkiye ülküsüne sahip çıkan, bunun mücadelesini veren bir kuşaktır” (Cevizoğlu, 2008: 6).

d) Politize Gençlik

Türkiye’de ve dünyada 68 yılı hareketleri “daha çok özgürlük”, “daha çok ekmek”, “kalıcı barış” gibi isteklerin sözcüsü konumundadır. Bu hareket Türkiye’ye de aksetmiş ve ağırlaşan ekonomik koşullarla birlikte toplumda hızlı bir siyasallaşma görülmüş, 70’li yıllarda hızla politize olan gençlik hareketi kısa zamanda siyasal şiddete dönüşmüştür. Bu dönemde gençlik fikirden, radikal eyleme geçmiştir. 27 Mayıs’ın heyecanı geçmiş, darbe ile devrilen kadroların devamı olan siyasîlerin tekrar siyaset sahnesine çıkışları, reformların yetersiz kaldığı izlenimini vermiştir. Gençlik ise, çözüm arayışlarında radikalleşmiş, farklı siyasal akımlar yönünde ayrışma göstermeye başlamıştır. 12 Mart darbesinin uygulamaları gençliği hüsrana uğratmış, Ordu-Gençlik işbirliği, İşçi-Köylü-Gençlik işbirliği şeklinde değiştirilmeye çalışılmıştır. 1970-1980 yılları arası olan dönem, sağ ve sol fraksiyonlarda katı kamplaşmanın yaşandığı ve ülkenin siyasî şiddetle yoğun biçimde yüz yüze geldiği bir dönem olmuştur. Bu dönem, sistem karşıtlığına geçiş dönemi olarak da kabul edilebilir. 1975-1980 arası süreçte gençlik, kesin çizgilerle sağ, sol ve İslamî ideolojiler doğrultusunda kamplaşma ve çatışma dönemine girmiştir. Sosyalist, İslâmcı, radikal milliyetçi tüm gençlerin ortak hareket noktası, toplumdaki eşitsizlikler, hoşnutsuzluklar ve çözüm arayışı olmuştur. Bu dönemde gençlik, köktenci bir değişim istemekte ve her grup daha iyiye gidişi amaçlamaktadır (Tezcan, 2000: 96). Bu dönemde gençler, sağ ve sol arasında kutuplaşmış olsalar da her iki grubun da asıl hedefi “memleketi kurtarmak” olmuştur ve düşünceleri devlet merkezlidir (Lüküslü, 2009: 15).

1950’den 1980’e dek gençlik, toplumsal söylemde ulusa yönelik bir tehdit olarak yeniden kurgulanmıştır. Ancak bu dönemde gençler iktidardaki yönetimin gayrimeşru olduğunu savunurken toplum adına hareket ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla gençliğe ilişkin söylem değiştiği halde eğitimli gençlik her iki dönemde de, kendisini toplumu dönüştürme misyonuyla özdeşleştirmiştir (Neyzi, 2009: 105).

e) Özal’ın Çocukları: 80 Sonrası Gençlik (Tüketim Toplumuna Giriş)

80’ler Türk Gençliği için bir dönüm noktasıdır. Dönem gençliği tek başına araştırmalara konu olacak kadar farklılığı bünyesinde barındırır. Turgut Özal yönetiminin bakış açısının işlediği, tüketime endeksli ve apolitik olmaya başlamış bir gençlik Türkiye tarihi açısından anlamlı ayırt edici özelliklere sahiptir.

1980’li yıllarda gençlik, depolitizasyon sürecine girmiştir. Türkiye bu dönemde tüketim toplumu özelliği taşımıştır. Tüketim eğiliminin artış sebebi, dışa açılım süreci ile sınırsız çeşitlilikte ürünün yurda girmesidir. Oysaki bu durum alım gücü sınırlı olduğu için sosyal farklılaşma yaratmış, sınıflar arası düşmanlık duygularını körüklemiştir. Tüketim isteğinin tatmin edilememesi kitleler üzerinde olumsuz etkiler yapmış bu yüzden gençlerin rejimle barışıklığı tehlikeye girmiştir. Gençler, 1980 döneminde depolitize olunca bireyselleşmişler ve toplumsal sorunlara karşı duyarsız hale gelmişlerdir. Radikal tutumlar benimseyen gençler de olmuştur. 1980 sonrası, Türkiye’nin en yoğun kentleşme sürecinin başladığı zamana rast gelmektedir. 1980 sonrası gençliğin yapısal değişiminde kent demografisinin değişiminin de etkisi olmuştur. Kırdan kente göç, hüsranla sonuçlanmış; bu durumda moral arayışlara yönelenler İslâmî düşüncenin tabanını genişletmişlerdir (Tezcan, 2000: 98).

Hızla değişen, karmaşıklaşan ve küreselleşen dünyadaki kaos ve çok yönlü sosyal olaylar sadece Batı toplumlarını değil ülkemizi de etkisi altına almıştır. 1960- 1970 döneminde dünya ve Türkiye gençliği nasıl değişim rüzgârlarına kapıldıysa, 1990’lar ve takip eden 2000’lerde gençlik; şiddet, anomi ve kargaşa fırtınasına tutulmuştur.

Siyasî eksenden kaymakla birlikte gençliğin şiddet eğilimleri 90’lı yıllarda da sürmüştür. Ankara ve İstanbul’da liseli cinayetleri, gençlik çeteleri arasında çatışmalar baş göstermiştir. Bu olumsuz gelişmelere sosyo-politik güvensizlik, ekonomik dengesizlik ve kültürel çatışmalar yol açmıştır. 1990’larda gençlik cephesinden gözlemlenen özelliklerden biri de küreselleşme isteğidir. Yurt dışına gitme isteği ile

umutlanan, Amerikan rüyasından etkilenen bir gençlik söz konusudur. Bu arzuyu körükleyen etkenlerin başında uyaran fazlalığı gelmektedir. Yani kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazanması ve küresel çapta birçok durumdan insanları haberdar etmeleri globalleşme eğilimine zemin hazırlamıştır. Bu durum eğitim ve iş olanakları vesileleriyle yurt dışına gidişleri hızlandırmıştır. Eğitim ve istihdam 90’lı yıllar gençliğinin en önemli sorunları arasındadır (bu durum günümüzde de daha çetrefilli bir biçimde devam etmektedir). Eğitimin statü kazandırma ve dikey hareketlilik yaratma özellikleri işgücü fazlalığı ve diplomalı işsizlerin artışı sebebiyle işlevini kaybetmiştir. Bu noktadan sonra Türk gençliği, siyasal iktidarlardan yoğun talepleri bulunan bir çoğunluk haline gelmiştir (Tezcan, 2000: 99).

Ancak Neyzi (2009), daha farklı bir bakış açısıyla konuya yaklaşmaktadır. Ona göre, çağdaş gençliği apolitik bir tüketiciler yığını olarak gösterme eğilimi pek haklı değildir çünkü gençler medya çağında kendi temsillerine giderek daha çok meydan okumakta ve kendi kimliklerini ifade edebilecekleri yeni küresel alanlar yaratmaktadırlar (Neyzi, 2009: ). Benzer bir olumlama Lüküslü (2009) tarafından yapılmaktadır. Öncelikle 1980’e dek oluşturulup sürdürülen gençlik mitinin artık geçerliliğini yitirmeye başladığını, gençliğin siyasi bir kategori olarak değerlendirilmemesi gerektiğini belirtmektedir. ’80 sonrası gençliğin farklı kuşaklara ayrılmaması ona göre toplumda bu süreçte bir kriz yaşanmadığının ve bir süreklilik olduğunun göstergesidir. “İster 12 Eylül’ün çocukları” olarak nitelendirilsinler, ister “tüketim toplumunun çocukları”, ister “değerlerini yitirmiş”, “vurdumduymaz” bir kuşak, ister “televole kuşağı” ne şekilde tanımlanırlarsa tanımlansınlar” artık gençlere yönelik olumsuzlayan ifadelerin yerini gençliğin sorunlarını çözmeye ve katılımının önündeki engelleri aşmaya yönelik çözüm önerilerine bırakması gerektiğini ifade eder (Lüküslü, 2009: 288-296).